Îmân ve Mertebeleri - Hutbe - 11 Eylül 1981

21 Temmuz 2023 tarihinde yayınlanmıştır.

Yakin
HUTBE

Kâlallahu Te'âla fî Kitâbihi'l-Azîz.
Eûzübillahimineşşeytânirracîm.
Bismillahirrahmânirrahîm.
﴾وَالْعَصْرِۙ ﴿١﴾ اِنَّ الْاِنْسَانَ لَف۪ي خُسْرٍۙ ﴿٢﴾ اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ ﴿٣
Ve'l-'asr. İnne'l-insâne le fî husr. İllellezîne âmenû ve 'amilu's-sâlihâti ve tevâsav bi'l-hakki ve tevâsav bi's-sabr.
Sadakallahü'l-Azîm.

Dilleriyle Allah'ı tevhîd eden, gönülleriyle Hakk'ı seven ve Hakk rızâsına tâlib ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemi her şeyinden ziyâde severek îmânını kemâler erdiren Hakk'ın cennetine tâlib, rızâsına râgıb, cemâl,ne âşıl olanlar!

Okuduğum sûre-i celîle, Kur`ân-ı Kerîm'in sûrelerinden bir sûre-i mübârekedir. Kur`ân'ın her sûresi, her âyeti, her kelimesi, her harfi, mübârekdir ve yücedir. Her bir sûresinin, her bir âyetinin, her bir kelimesinin, her bir harfinin altında nice bin ma'nâlar vardır. Bu ma'nâlar ehline ve ittikâ sâhibi olanlara söyler. Kullardan kim ehl-i ittikâ ise yani takvâ sâhibi, Allah'dan korkan her kimse, bu sûreler, bu âyetler, bu kelimeler, bu harfler bu sırları onlara söyler. Yazılan tefsîrlerle Kur`ân-ı Kerîm'in ma'nâsı bitmiş demek değildir.
 
Endülüs'de...Endülüs'ün neresi olduğunu biliyorsun değil mi? Yani İberik Yarımadasında, İspanya'da müslümanlar sekiz yüz sene pâyidâr oldular. Sonra aralarına nifak girdi. Mülk ü saltanatlarını korumak için yani dünyâ menfaati için ve hasımlarının imhâsı için kâfirlerle birleşdiler. Mü'min mü'mine hasım olur mu? Böyle yapmakla da düşmanın eline esir düşdüler. İspanyollar ne kadar müslüman varsa hepsini kesdiler, doğradılar. Müslümanlar orada sekiz yüz sene pâyidâr olmuşdu, İstanbul'da sen beş yüz yirmi beş senedir buradasın. Tevhîd-i İslâm'ı bozarsan, mü'min kardeşine hasım olursan, düşmanlığı terk etmezsen, aynı âkıbet senin de başına gelir. Yine mühim bir söz. Târihden ibret almayanlar kendileri târihe ibret olurlar. Kim târihi okur ibret almazsa kendinden sonra gelecek olanlara ibret olur sonra. Onlar da öyle oldular. Orada Kur`ân-ı Kerîm'e bin cild tefsîr yazdılar, beş yüz cild tefsîr yazdılar. Vaktiyle medeniyyet-i islâmiyye orada ilerledi. Sonra aralarına nifak girdi. Nifak girince, dünyâ metâı için birbirlerini kesdiler, öldürdüler. Çünkü dünyâ bir kemiğe benzer. Kim o kemiğe tâlib olursa onu köpekler parçalar, yani köpek tabîatlılar. Yine bir kibâr-ı kelâm, "Ed dünyâ cîfetün tâlibühâ kilâbün". Dünyâ bir cîfedir yani necâsetdir, ona tâlib olanlar köpeklerdir. Türkçesi.

Dünyâ nedir? Mal, mülk, para, kasa, kese, avrat değildir. Dünyâ, her ne şey ki seni Allah'dan men eder, dünyâ odur. Bir daha söylüyorum, dikkat et! Mal, mülk, para, kasa, kese değil, rütbe değildir dünyâ. Ya dünyâ nedir? Seni her ne şey ki Allah'ın zikrinden men eder, o dünyâdır. Velev ki dilenci olsa bir adam, sadaka istemesi onu Allah'dan men etse, ibâdetine mâni olsa, o, dünyâ-perestdir. Bir adam da milyoner olsa, zekâtını ve Allah'ın emirlerini seve seve yerine getirse, o dünyâ-perest değildir. Yani dünyâ denildiği vakitde, hemen malı-mülkü gözönüne getirme.

Kur`ân-ı Kerîm'e bin cild tefsîr yazdılar orada, beş yüz cild tefsîr yazıldı. On cildliği olanı sekiz cildliği ayrı. Onlarla dahî Kur`ân'ın ma'nâsı bitmemişdir. Belki insanların ihtiyâcına göre, herkesin iz'ânı, irfânı, îmânı mikdârı ondan nasîb almışdır. Çünkü sen bırak Kur`ân-ı Kerîm'in tefsîrini, bir sûresinin tefsîrini, bir âyetinin tefsîrini yapmak için, bütün canlılar kâtib olsa, ağaçlar kalem olsa, semâvât ve ard defter olsa, denizler deryâlar mürekkeb olsa, kalemler kırılır, kâtibler yorulur, kağıtlar biter, mürekkebler tükenir ama kelimetullaha nihâyet olmaz. Bu söylediğim sözü, Sûre-i Kehf'in nihâyetinde okuyabilirsin.

Bu sûre-i azîz, yüce sûrelerden bir sûre. Bunun şânını, İmâm-ı Şâfiî Hazretleri şöyle haber veriyor, bu sûre-i celîlenin şânını. Bir ilim deryâsı olan İmâm-ı Şâfiî Hazretleri kutubdur, Kureyşî'dir kendisi. Mahalle imâmı değildir. İmâm-ı Şâfîi denildiği vakitde, bir mezheb imâmıdır. Milyonlarca insan ona ittibâ etmiş ve kıyâmet gününe kadar da ittibâ edecekdir. Rahmetullahi aleyh. Diyor ki, geçen hafta söylemişdim ama gene söyleyelim tekrar edelim, "Kur`ân'-ı Kerîm'in cümlesi nâzil olmayıp bu sûre-i celîle nâzil olsaydı insanlara kâfî gelirdi" diyor. Anlayan için tabii. 

Anlamakdan anlamaya fark var. Sen ben Kur`ân'ı okuruz, bir şey anlamayız. Birisi "bismillahirrahmânirrahîm"in "be"sini okur, cildlerce kitâb yazar. Anlamaya bağlı bir şey. Allah'la arayı hoş etmeli, Kur`ân'ı anlamak için. Kim ki Allah'la arayı hoş eder, Kur`ân'ı o anlar. Onun başı da Hakk'dan ittikâdır evvelâ, sonra muhabbetdir. İttikâ olanda muhabbet olur, muhabbet olanda ittikâ olur. İkisi birbirinden ayrılmaz, etle tırnak gibidir o, ayrılmaz birbirinden. Müttakîlerin başı da Hazret-i Fahr-i Risâlet sallallahu aleyhi vesellemdir, Hazret-i Muhammed Mustafâ. Onun için "İmâmü'l-Etkiyâ" demişler kendisine. Peygamber'in bir esmâsı da, sıfatı, "İmâmü'l-Etkiyâ"dır, "Müttakîlerin İmâmı"dır, sallallahu aleyhi vesellem.

Kalbde ittikâ olmayınca Kur`ân söylemez. Bu neye benzer bilir misin? Bir adam semâya bakıyor, güneşe bakıyor, güneşi bir baklava tepsisi kadar görüyor. Onun görüşüne göre öyle ama güneş o kadar değil, dünyâdan yedi milyon bilmem kaç yüz bin defa daha büyük. Ama o, güneşi baklava tepsisi kadar görüyor. Onun görüşü o. İşte Kur`ân'a bakan da "Acabâ kitâb bu mudur?" der, öyle zanneder. Halbuki yanına sokulsa, içine girse, bir deryâdır ki,  marifet deryâsıdır ki, o marifet deryâsının bir katresi yedi denize bedeldir. Yedi denizden daha yücedir yani. Onun bir katresi yani.
 
Vereceğimiz manâ yine denizden bir katre. "Ve'l-asri". Dikkat buyurun! "Asra kasem ederim" Asırdan murâd yüz senedir. Fahr-i risâlet'in doğduğu asırdır. Zamânın ehemmiyyetini bildirir. 

Ömrünü boşa geçirme! Zamânını değerlendir. Fuhşiyyâtla, isyânla, nisyânla değil, ibâdetle, tâ'atle, muhabbetle, ilimle, aşk ile. Böyle şeylerden zevk al. Safâhatden zevk alma. Safâhatdan zevk alıyorsan daha kalbinde hastalık var, maraz-ı nefsini tedâvî edememişsin. Ne vakit namazdan, ibâdetden, ilimden, Allah Peygamber kelâmından, büyüklerin, sâlihlerin ef'âlinden ve sözlerinden zevk almaya başladın mı bil ki, Hakk'ın sevgilileri arasına girdin demekdir. Onun için müjde sana! Câmiye bedâva gelmedin, seni Allah getirdi buraya, O'nun davetlisisin. Gene Hakk sana hitâb ediyor burada, anlayabilirsen eğer. Ama Hakk ağız Hakk'ı söyler, Hakk göz Hakk'ı görür, Hakk kulak da Hakk'ı dinler. Geçiyoruz.

"Ve'l-asri". Resûlullah'ın doğduğu asır, Peygamberimizin. Çok kıymetli! Resûlullah sallalllahu aleyhi vesellem. Kıymetli ne demek? Biraz anlatayım sana, bir mikdar gene böyle. Bu kâinâtın sebeb-i hikmeti Resûlullah'ın hilkatidir. Hazret-i Muhammed halk olunmasaydı, Allah bu kâinâtı halk etmezdi. Resûlullah sallalllahu aleyhi veselleme bîat, Allah'a bîat, Resûlullah sallalllahu aleyhi veselleme itâat, Allah'a itâat, Resûlullah sallalllahu aleyhi veselleme ittibâ, Allah'a ittibâ, Resûlullah sallalllahu aleyhi veselleme muhabbet, Allah'a muhabbetdir. Kur`ân-ı Celîl'de Allah, "مَنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ اَطَاعَ اللّٰهَۚ" buyurmuşdur. "Her kim ki resûlüme itâat etdi muhakkak bana itâat etdi" demekdir. Gene Resûlullah'a ihânet, Allah'a ihânetdir. Mü'minlere ihânet, Allah'a ihânetdir. Allah'ın bir ismi mü'mindir. Senin de bir sıfatın mü'mindir. Öyleyse Hakk'ın tecelliyâtı sende var demekdir. Onun için mü'minlere her kim ihânet ederse, Resûlullah'a ihânet etmiş olur, Resûlullah'a ihânet eden de Allah'a ihânet eder. Bak nereden nereye iş gidiyor.

"Resûlullah'ın asrına kasem ederim". 

Resûlullah'ın mübârek cemâline de Allah kasem ediyor, "وَالضُّحٰىۙ ve'd-duhâ"da. "وَالضُّحٰىۙ ve'd-duhâ"dan murâd, Resûlullah'ın mübârek cemâli. "وَالَّيْلِ اِذَا سَجٰىۙ ve'l-leyli izâ secâ"dan murâd, Resûlullah'ın siyah saçlarıdır. 

Peygamberimizin saçları vardı, kulağının yumuşağına kadar bırakırlardı. Sünnet-i seniyyedir. Sakal nasıl Hazret-i Peygamber'in sünnetiyse, saç bırakmak da sünnetdir. İki defa başlarını tıraş etdirdiler ve ashâbına ve bizlere hediye olmak üzere bırakdılar. Şimdi câmilerde ziyâret olunan işte Peygamberimizin bize hediye verdiği sakalının mübârek tüyleri ve saçlarının mübârek tüyleridir.

Hani bazı ahmaklar var, "Câiz mi değil mi? Bid'at mi?" filan diyen. Bid'at iki kısımdır. Birisi bid'at-i hasene, birisi bid'at-i seyyie. Bid'at-i hasene, evliyâullahın ve ulemânın güzel gördükleri ve dînin güzel gördükleri ve Kitâbullah'a ve Sünnet-i Resûl'e uyanlar. Bid'at-i seyyie ise Kur`ân'a uymayan, Hadîs'e uymayan, ehlullahın ve ulemânın çirkin gördüğü şeylerdir. Çünkü ehl-i islâm arasında bir bid'atdir gidiyor, fakat bid'atin ne olduğunu kimsenin bildiği yokdur. O ona bid'at diyor, o ona bid'at diyor. Bazı câhillerin bid'atdir demesi, onun bid'at demesi, bid'atdir. Geçiyoruz.

Resûlullah sallallhu aleyhi vesellemin mübârek cemâline Allah kasem etmişdir, "وَالضُّحٰىۙ ve'd-duhâ"da, doğduğu vakte. Gene ehlullahın verdiği beyâna göre, "duhâ"dan murâd, Vech-i Muhammediyyet, Allah ona kasem ediyor. Yemîn ediyor Allah yani. "Efendim, Peygamber'in cemâline Allah yemîn eder mi?" diye sorarsan bana, "E zeytine yemîn ediyor ya, Peygamber'in cemâli, zeytinden, incirden çok yüksekdir, üstündür, sallallahu aleyhi vesellem. Mir`ât-ı Hakk'dır çünkü. Yine bir yerde, Peygamberimizin ömrüne, hayâtına Allah yemîn ediyor, bizâtihî. Eğer Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem olmasaydı kâinât olmazdı. Peygamberini çok seveceksin. Şimdi anlatacağım inşâallah.

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, mirâca çıkdığı gece, dikkat buyurun, kulağını benden yana ver, mirâca çıkdığı gece arş-ı ilâhîye vardı, kürsi-i rahmânîye ilişdi, orada ayyakabılarını çıkarmak istedi Peygamber sallallhu aleyhi vesellem, Allahu Sübhânehû ve Teâlâ Hazretleri, "Habîbim Muhammed, ayakkabılarını çıkarma" dedi, Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki, "Yâ Rabbi, Mûsâ kardeşim, Mûsâ Kelîmullah, Tûr-ı Sînâ'da iken ona, fahla' na'leyk, ayyakabılarını çıkar diye emr ü fermân buyurmuşdun Yâ Rabbi. Orası kürre-i ardda bir dağ idi, mukaddes bir dağ idi, burası senin arşın ve kürsündür, edeb ederim" dedi Cenâb-ı Peygamber. "Hayır Habîbim, ayakkabılarını çıkarma! O benim Mûsâ kelîmim idi, ona Tûr'da emretdim ki ayakkabılarını çıkar diye, sen ayakkabılarını çıkarma, arşıma ayakkabılarınla bas, zîrâ senin ayakkabılarının tozları benim arşımın, kürsümün süsüdür" dedi. 

Sen peygamberini öyle anla!

"Ve'l-'asr", ikindi namâzıdır. Namaz çok mühim ibâdet İslâm'da. Öyle bazı sapıkların, mülhidlerin, "Sen namaza bakma, kalbe bak" filan diyenler, hepsi aldanmışlardır ve yarın yevm-i kıyâmetde yüzleri kara olur. Namaz, dînin direğidir. Namaz, Peygamber'in gözünün nûrudur. Namaz, alâmet-i îmândır, îmân çadırının direğidir. Kim namazı terk eder, çadırın direğini yıkar. Çadırını devirir yani binâsını devirir. Onun için, genç, ihtiyar, yaşlı, hastalıklı, kim olursa olsun, namaza hiç bir özür yokdur, kılmak farzdır. Terk edeni fâsık olur, münkiri dînden dışarı çıkar. Namaz mutlakâ kılınacak. O, Allah'a şükürdür, şükrün azîmidir. Ve Allah'la buluşmak isteyen namaza dursun. Kıyâmda Hakk'la konuşur, rükûda Hakk'la sevişir, secdede Hakk'la buluşur.

İkindi namazı vaktidir. Ona Allah kasem ediyor. Zamâna kasem ediyor. Zaman çok mühim. Zamânını boş geçirme. Boş geçire geçir, o azîz ömrünü, milyarlarca liraya bir dakîkasını geri alamayacağın ömrünü, hebâ etdin. Beş şeyi ganîmet bil. Resûlullah böyle buyuruyor :

Ölmeden hayâtın kıymetini, ihtiyarlık gelip çatmadan gençliğin kadr u kıymetini, hastalık gelmeden sıhhatin kadr u kıymetini, fakr u zarûret çatmadan zenginliğin kadr u kıymetini, meşgalen gelmeden boş zamanının kıymetini bil, değerlendir yani

Boşuna böyle kahvelerde kağıt oynayarak, bilardo oynayarak, tavla oynayarak vakit geçirme. Tavlaya başka şeyi bağlarlar, insan tavlaya bağlanmaz.

Allah diyor ki, "Asra kasem ederim". Bunu anlatdıkdan sonra, anlatdım sana hepsini, dökdüm anlatdı, şimdi senin mizâcın neyi kabûl ediyorsa öyle kabûl et. "Asra yemîn ederim ki bütün insanlar hüsrandadır". Kim gibi? Ebû Cehil gibi, Übeyy ibn Halef gibi olanlar, onlara vâris olanlar hüsrandadırlar. İki gözü a'mâ gibi, nereye gitdiğini bilmez, ne yapdığını bilmez. Çünkü iyiyle kötüyü ayıramaz. Cevherle taşı fark edemez. Karayla beyazı seçemez. İyilik diye kötülüğü alabilir. Bütün nâs böyledir. Bütün yapdığı işlerin miyârı olan nedir? "İllellezîne âmenû", îmândır. Îmân etdiği vakitde onlar müstesnâdır. Onlar, karayla beyazı, zulmetle nûru, cevherle taşı, yılanla kamçıyı birbirinden ayırırlar, îmân edenler. 

Îmân da kısım kısımdır. İyi dinle! Bak hangi postadasın, hangi sınıfdasın. Îmân denildiği vakitde, îmân birdir ama nûru azalır ve çoğalır, ehl-i sünnet ve'l-cemâat mezhebinin itikâdına göre. Şimdi hangi mertebedesin onları anlatacağım sana. 

Bir îmân var, işitmişsin, ateş yakar diye. Bir îmân var, ateşin yakdığını gözünle görmüşsün. Birinin elini yakdı ya malını yakdı. Bir îmân var, ateşe elini sokdun ve ateşin ne olduğunu anladın. Hakk'a îmân da böyledir. Yani ilme'l-yakîn, ayne'l-yakîn, hakka'l-yakîndir. Bir de beyne'l-yakîn vardır. "Allah azâb eder" demişsin, böyle inanmışsın. Fakat azâb etdiğini gördün mü? Bakdın ama görmedin. İşitdin ama anlamadın. İşitdin, duydun, anlamadın. Sana azâb etdiğini biliyor musun? Tattın mı onu hiç? Âhiret âlemindeki azâbın bir cüz'ünü Allah, dünyâda hastalık ile beyân etmişdir. Hastalıkla, ibtilâ ile. Bu beyândır, bir âyetdir. 

İslâm var, îmân var, îkân var, ihsân var. İslâm, Hakk'ın ibâdet ve tâatını yaparak, Allah'a teslîm olmak ve selâmet bulmakdır. Bunu yapmak için insanda bir îmân vardır. Bu îmân, ilme'l-yakîn olursa, işi âhirete tealluk ettirirsin, âhiret âlemindeki olacak hâdisâta, dünyâdaki olan ef'âl ü harekâtı görmezsin. Halbuki âhiretde ne varsa, Cenâb-ı Hakk onun bir cüz'ünü dünyâya çıkarmışdır, göstermekdedir. Ama görene! Köre ne! 

İkincisi, îmânın tadını tatmak istiyor musun, lezzetini duymak? Hazret-i Muhammed sallallahu aleyhi vesellemi her şeyinden ziyâde seveceksin, Peygamber'i. "Resûlullah'ı severim" kelimesiyle değil, ashâbını, ensârını, ezvâc-ı tâhirâtı ve Peygamber'in akrabâsını ve âlimlerini ve velîlerini ve şehîdlerini ve sâlihlerini ve gâzîlerini, ehl-i islâma hizmet eden, Hazret-i Muhammed'in bayrağını taşıyanlara hürmet edeceksin, sallallahu aleyhi vesellemin. Îmânın da kemâli, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemi herşeyden ziyâde sevmek iledir. İşitdiğin vakit yüreğin titreyecek, "Resûlullah bana ümmetim demezse ben ne yaparım" diye. 

Hani size bundan evvel söylemiş idik. Râbia-i Adeviyye'yi kabre götürmüşler. İki melek gelmiş. 

Bu, âdetullah. Yani Allah devletinin, saltanatının iktizâsı böyle. Sana da gelecek bana da. Yakın zamanda hem de. Pek uzatma işi. Şu soruları sorarlar. Herkese. Rabbin kimdir? Dînin nedir? Peygamberin kimdir? Kitâbın nedir? Kıblen nedir? Mü'minler kimlerdir? Sorarlar bunu. Hazırlan buna yani. "Efendim ben onları okudum ezberledim" filan. Eğer îmânsız gidersen dilin tutulur, çenen kilitlenir, cevâb veremezsin yani. İlle itikâd, ille îmân. Efendiler! Hikâye gelmesin, yakında tadacağız biz bu işi. 

Rabîayı da götürmüşler, Rabîa-i Adeviyye'yi. Allah'ın sevgilisi Rabîa'yı. Tâcü'r-ricâl olan, ehlullahın baş tâcı olan Rabîa'yı götürmüşler kabre. İki melek gelmiş. Sormuşlar. "Rabbin kimdir?". "Rabbim Allah" demiş. "Ya dînin?". "Dînim de İslâm". "Yâ kitâbın?". "Kur`ân-ı Mübîn". "Yâ kıblen?". "Kabetullah". Kıbleye döneriz, mihrâba döneriz, Kabe'ye döneriz, secdeyi Allah'a yaparız ama. Ve Rabîa hepsinin cevâbını vermiş. Melekler demişler ki, "Bizi biliyorduk zâten senin cevâb vereceğini, bize böyle emrolunmuşdu ama". İltifatla gelmişler yanına. 

İki türlü gelir melek insanın yanına. Birisi ölürken melek der ki, "Allah belânı versin, gözün kör olsun herif!" der. "Beni kötü yerde kullandın, kötü yerlere gitdin. Ben seninle beraber dolaşıyordum". Kirâmen kâtibîn. "Hep fısk u fücurda, isyânda bulundun. Şimdi git bakalım âhirete. Eğer sâlihse o iki melek, bundan daha güzel vâiz olmaz adama, adam sâlihse iki melek, "Allah senden râzı olsun, Allah senin makâmını cennet etsin" der. "Beni hep iyi yerlere götürdün, Kur`ân dinletdin bana, câmilere gitdik, Allah'a secde etdik" der o iki melek. Hepimizin başına gelecek hâdisât, karşılaşacağız bunlarla yani. 

Melekler demişler ki, "İstirahat et, biz senin cevâb vereceğini biliyorduk ama Cenâb-ı Hakk'ın takdîri böyledir". Yani saltanat-ı ilâhî böyle cereyân etdi. Giderken, "Durun" demiş, "Yoook gidemezsiniz bir yere. Ben size bir soru soracağım şimdi". "Nedir?" demişler. "Ben Rabbim Allah dedim, siz de bana evet doğru dedin dediniz ama Allah beni kulluğa kabûl etdi mi? Peygamberim Muhammed Mustafâ dedim, güzel ama, Resûlullah beni ümmetliğe kabûl etdi mi? Onun cevâbını verin bakayım bana". Melekler âciz kalmışlar, demişler, "Yâ Rabbi ne cevâb verelim?", "Rabîa benim sevgilimdir, çekilin aradan, bu sırra siz vâkıf olamazsınız" demiş meleklere. 

Şimdi sen Peygamberim Muhammed Mustafâ diyorsun ama bakalım Peygamber bizi ümmetliğe kabûl etdi mi? Bunu düşündüğün var mı? Yok değil mi. Eğer ümmetliğe kabûl ederse, ne kadar sıkıntıda olursan ol yetişir imdâda Peygamber, sallallahu aleyhi vesellem. İlle Peygamber'in muhabbetini insan celb etmelidir üzerine. Bu da Âl-i Muhammed'e, ashâb-ı Muhammed'e, ensâr-ı Muhammed'e, evliyâ-i Muhammed'e, ulemâ-i Muhammed'e muhabbet ile olur kardeşim. Anlayanlara söyledik. Allahu Teâlâ cümlemizin kalbini şerh etsin. Konuşduğumuz sözlerin tesirini halk eylesin ve amel edip ihlâs ile yapmak nasîb ü müyesser eylesin. 

İslâm var, îmân var, îkân var, ihsân var. Îmânın fevkinde bir mertebe daha var. Îmânı yakîne getirmek ve ihsân var ki bu ihsânın manâsı şu. Hazret-i Cebrâil insan şeklinde gelmiş, Habîb-i Hudâ'ya sormuş, Peygamberimiz de cevâb vermişdir. Şimdi aynen onun söylediğini söyleyeceğim. Takdîm tehîr olsa da Resûlullah beni affeder. İhsân şu, her nerede olursan ol, kiminle olursan ol, ne efâlde olursan ol, ibâdet ve tâatını ederken sen Hakk'ı görmesen de Hakk'ın seni gördüğünü bilmen, yakînen bilmen îmânın kemâlidir.

Bu kemâle nâil olmak için de, Hazret-i Muhammed Mustafâ'yı her şeyinden ziyâde sevmedikçe bu kemâle nâil olamazsın. İlle muhabbet-i Muhammediyye, sallallahu aleyhi vesellem. O'na muhabbet ilân eden ve Peygamber'i seviyorum diyenler ahlâk-ı Muhammediyye ile mütehallık olması lâzım. Yani Peygamber'in ahlâkıyla ahlâklanması lâzımdır. Ve sünnetine riâyetledir. En ufak sünnetinden en büyük sünnetine varasıya kadar. Hattâ hattâ ben sana daha açık söyleyeyim, O, mübârek ayağını nasıl atdıysa, mübârek ayaklarını, sen de öyle O'nun atdığı gibi atmalı, O'nu taklîd etmelisin. Taklidler tahkîk olur. Riyâdan ihlâsa gidilir. Şirkden tevhîde gidilir. Taklîdden tahkîke varılır. Ama taklîdde kalma, tahkîke var. Esmâda kalma müsemmâyı bul. 

Her ibâdet ve tâatında, her efâl ve harekâtında, her ne kadar Allah'ı görmesen de Allahu Teâlâ Hazretlerinin seni gördüğünün farkına var. Bir misâlini verip, keseceğim dersi. Komprime şeklinde toplayacağız bunu.

Bir veliyyullah, talebelerinden, mürîdlerinden bir tânesine karşı büyük muhabbeti varmış. Genç bir delikanlıymış o. Ötekiler, şeyhin ona karşı niye bu kadar muhabbet etdiğini merak ederlermiş, düşünürlermiş. Bazılarının kafasında istifham peydâ olmuş.

Her kimin gözünde pislik varsa dünyâyı pis görür. Bir hırsız, herkesi hırsız bilir. Bir nâmussuz, herkesi nâmussuz bilir. Bir mü'min, herkesi mü'min bilir. Bir sâlih kimse, herkesi sâlih bilir. Her söyleyen, yahşi yaman, kendin söyler. Ne söylerse, iyi de söylese kötü de söylese, kendini söyler o. Bir kitâb gibidir. Kitâbı okuyunca, neden bahsetdiğini anlarsın, o adam da gizli bir sırdır, kitâbdır, söylediği vakitde, kelâmından ne olduğunu anlarsın. Kendini söyler hep dâimâ. Bir adamın gözünde pislik olursa her tarafı pislik görür, pis görür. Halbuki her şeyin iyi tarafına bakmalıdır mü'minler. Bakmalı, iyi tarafını görmelidir. 

Hani Resûlullah Efendimiz gidiyormuş, Ebâ Hureyre ile, radıyallahu anh, bir kelb, köpek leşi görmüşler. Hazret-i Ebâ Hureyre başını çevirmiş, köpek leşini görünce. Efendimiz demiş ki, "Bak bak" demiş. "Yâ Resûlallah kokan keşe mi bakayım?". "Bak bak, dişlerini Allah ne güzel dizmiş" demiş, "sırma gibi dişleri var kelbin" demiş. 

Bundan ne anlaşılıyor, bakdığın şeyin güzel tarafını gör, çirkin tarafını görme. Acaba anlatabildim mi? Halbuki biz öyle yapmıyoruz. Bizim bin tâne kusûrumuz var, karşımızdaki bir kusûr işlese, onun kusûrunu görüyoruz. Hani koyunla keçi hâdisesi gibi. Koyun sudan atlamış, kuyruğu kalkmış, keçi başlamış gülmeye, koyunun kıçı göründü diye. Halbuki keçininki hep açıkda duruyor. Dâimâ mü'min kardeşlerinin iyi tarafını gör, kötü tarafını görme. Âilenin de öyle. Evde geçimsizlik oluyor, kadınının da iyi tarafını görürsen, sana yapdığı iyilikleri, onları düşünürsen, ayrılamazsın, kıramazsın onu. Hep kötü tarafını düşünürsen, dırıltısını zırıltısını, fenâlık yapabilirsin kadına. Ama iyiliklerini düşün. Sana pişirdiği yemeği, dünyâya çocuk getirdi, emzirdi, evini temizledi, senin iffet ve nâmusunu kurtardı. O tarafını düşünürsen, kadına bir şey yapamazsın.  Ama kötü tarafını düşünürsen, benim getirdiğimi hep inkâr ediyor, dırıltıyı hiç kesmiyor, o tarafını düşünürsen, âilenin temeli sarsılır. Öyle değil mi? İyi düşün bak ama, tefekkür et, konuşduğum sözleri. Geçelim biz. 

Hazret-i Şeyh oradaki bulunan halkı irşâd için ve kalblerindeki istifhâmı kaldırmak için, onlara şöyle emretdi, dedi ki, "Ey benim mürîdânım, talebelerim, sâliklerim, âşıklarım! Herkes gitsin kimsenin görmediği bir yerde bir tavuk kessin bana getirsin" dedi. Kimsenin görmediği yerde. Herkes gitdiler, emre imtisâlen, bir tavuk kesip, huzûr-ı şeyhe getirdiler. Şeyhin sevdiği delikanlı elinde tavukla geldi, kesmemiş. Hep bakdılar böyle, "şimdi bakalım ne diyecek, şeyhin sözünü dinlemedi". Hazret-i Şeyh onlara, "Âferin" dedi, "hepiniz benim emrime imtisâl etdiniz, dediğimi yerine getirdiniz. Birer tavuk kesip buraya getirdiniz". "Oğlum sen niye benim emirmi dinlemedin, tavuğu kesip getirmedin?" deyince. "Yâ Şeyh" dedi, "ben senin emrini tamâmen dinledim ve yerine getirdim". Nedir o? "Kimsenin görmediği yerde kaydını koydunuz. Ben nereye gitdimse Allah'ın beni gördüğünü gördüm. Onun için kesemedim" dedi. Şeyh dedi ki, "Evladlarım, işte bunun için seviyorum bu çocuğu, irfânından, fazîletinden seviyorum bu çocuğu" dedi Hazret-i Şeyh. Acaba anlatabildik mi? 

Îmânın ihsân kısmı budur işte. Nereye gidersen git, kullar görmez ama Allah'ın seni gördüğünün farkındaysan, seni murâkabe etdiğini, Allah semî' yani işitici ve görücü olduğunu yakînen bilirsen fenâlık yapamaycaksın. Îmânın kemâli de buradadır. Îmânını kemâle getirmek isteyen de Hazret-i Muhammed Mustafâ'yı çok sevsin, her esmâsına salât ü selâm okusun. Ve kalbi titresin, "Acaba bana Peygamberim ümmetim demezse, benim hâlim nice olur yevm-i kıyâmetde". Vallâhi perîşan olursun! Billâhi perîşân olursun! Ama O derse ki, "Yâ Rabbi benim ümmetimdir", mesele kalmadı, kurtardın paçayı. Cennetin ve cehennemim miftâhgı Hazret-i Peygamber'in elindedir. Resûlullah'ın rızâsındadır yani. Resûlullah kimi isterse kurtaracakdır. Hattâ zerre mikdarı îmânı olan kimseye dahi şefâat edecekdir. Bazı çok zâlimler var mü'minlerden, îmânlı göçmüşler ama, îmânları var fakat çok zulmetmişler, onlar, Resûlullah'a haber verilmeden nâra götürülecekdir. Adâlet-i ilâhînin tecellîsi için. Peygamber'in haberi olmayacak, öyle götürecekler. Cezâ bitdiği gün Cebrâil Peygamber'e gelecek, "Yâ Resûlallah, haberin var mı?". "Nedir?". "Ümmetinden bazı kimseler cehennemde yanıyor" diyecek. Peygamberimiz, cenneti bırakıp nâra koşacak. Hepsi kömür olmuşlar başdan aşağı, feryâd edip sızlıyorlar, "Yâ Resûlallah vaadin bu muydu bize? Hâlimize bak". "Amân Yâ Rabbi" diyecek, "Hasanım Hüseynim fedâ, ben fedâ, ümmetim" diyecek, şefâat-i Muhammed'le onları da çıkaracak cehennemden ve cennete dâhil olacaklar. Ama îmânlı göçerse. Îmânlı göçmezse felâketin büyüğü. Arkasından yüz bin mevlûd, yüz bin hatm-i şerîf, dünyâ kadar altun dağıtılsa, faydası olmayacakdır. 

Îmânını kemâle erdir. Peygamberini çok sev, sallallahu aleyhi vesellemi. Peygamber'i çok seviyorum dersen sana onun da miyarını, terâzisini vereyim. Bir zât Allah'a yürüyerek giderse, yani yavaş yavaş gitse, Hakk ona koşarak gelir. Bir hadîs-i kudsîdir bu. Onun meâlini söyledim sana. "Bana yürüyerek gelene ben koşarak giderim" diyor Cenâb-ı Allah. Ama Peygamberimiz çok nâzikdir, çok kibârdır yani, hemen kırılır. Onun için kalbine bak. Peygamber'e kalbindeki muhabbet ne kadar, ölç, Peygamber'in de sana muhabbeti öyledir, sallallahu aleyhi vesellem, ondan bil. 

Ey gençler! Sakın ibâdetden dönmeyiniz. Şeytanlara kanmayınız. İnsan şeytanlarına, cin şeytanlarına. Nefse kul, kurbân olmayınız. Allah'a koşunuz. Allah yolunda bulununuz. Allah Resûlünün çizdiği yoldan yürüyünüz. Hudûdu aşmayınız. Tezkiye-i kalb ve tathîr-i kulûb ediniz, kalblerinizi temizleyiniz. Nefsinizi tezkiye ediniz. Ve kullara şefkat ve merhametle muamele, Allah'a muhabbetle ibâdet ediniz. Sakın ibâdetden geri dönme. Daha toplayayım sana. Allah'a muhtâc olduğun kadar Allah'a ibâdet kıl, ateşe dayanacağın kadar günâh işle.
 
Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm.


Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 11 Eylül 1981 (12 Zilkâde 1401) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.
Listeye geri dön