"Ve'l-'asr", ikindi namâzıdır. Namaz çok mühim ibâdet İslâm'da. Öyle bazı sapıkların, mülhidlerin, "Sen namaza bakma, kalbe bak" filan diyenler, hepsi aldanmışlardır ve yarın yevm-i kıyâmetde yüzleri kara olur. Namaz, dînin direğidir. Namaz, Peygamber'in gözünün nûrudur. Namaz, alâmet-i îmândır, îmân çadırının direğidir. Kim namazı terk eder, çadırın direğini yıkar. Çadırını devirir yani binâsını devirir. Onun için, genç, ihtiyar, yaşlı, hastalıklı, kim olursa olsun, namaza hiç bir özür yokdur, kılmak farzdır. Terk edeni fâsık olur, münkiri dînden dışarı çıkar. Namaz mutlakâ kılınacak. O, Allah'a şükürdür, şükrün azîmidir. Ve Allah'la buluşmak isteyen namaza dursun. Kıyâmda Hakk'la konuşur, rükûda Hakk'la sevişir, secdede Hakk'la buluşur.
İkindi namazı vaktidir. Ona Allah kasem ediyor. Zamâna kasem ediyor. Zaman çok mühim. Zamânını boş geçirme. Boş geçire geçir, o azîz ömrünü, milyarlarca liraya bir dakîkasını geri alamayacağın ömrünü, hebâ etdin. Beş şeyi ganîmet bil. Resûlullah böyle buyuruyor :
Ölmeden hayâtın kıymetini, ihtiyarlık gelip çatmadan gençliğin kadr u kıymetini, hastalık gelmeden sıhhatin kadr u kıymetini, fakr u zarûret çatmadan zenginliğin kadr u kıymetini, meşgalen gelmeden boş zamanının kıymetini bil, değerlendir yani
Boşuna böyle kahvelerde kağıt oynayarak, bilardo oynayarak, tavla oynayarak vakit geçirme. Tavlaya başka şeyi bağlarlar, insan tavlaya bağlanmaz.
Allah diyor ki, "Asra kasem ederim". Bunu anlatdıkdan sonra, anlatdım sana hepsini, dökdüm anlatdı, şimdi senin mizâcın neyi kabûl ediyorsa öyle kabûl et. "Asra yemîn ederim ki bütün insanlar hüsrandadır". Kim gibi? Ebû Cehil gibi, Übeyy ibn Halef gibi olanlar, onlara vâris olanlar hüsrandadırlar. İki gözü a'mâ gibi, nereye gitdiğini bilmez, ne yapdığını bilmez. Çünkü iyiyle kötüyü ayıramaz. Cevherle taşı fark edemez. Karayla beyazı seçemez. İyilik diye kötülüğü alabilir. Bütün nâs böyledir. Bütün yapdığı işlerin miyârı olan nedir? "İllellezîne âmenû", îmândır. Îmân etdiği vakitde onlar müstesnâdır. Onlar, karayla beyazı, zulmetle nûru, cevherle taşı, yılanla kamçıyı birbirinden ayırırlar, îmân edenler.
Îmân da kısım kısımdır. İyi dinle! Bak hangi postadasın, hangi sınıfdasın. Îmân denildiği vakitde, îmân birdir ama nûru azalır ve çoğalır, ehl-i sünnet ve'l-cemâat mezhebinin itikâdına göre. Şimdi hangi mertebedesin onları anlatacağım sana.
Bir îmân var, işitmişsin, ateş yakar diye. Bir îmân var, ateşin yakdığını gözünle görmüşsün. Birinin elini yakdı ya malını yakdı. Bir îmân var, ateşe elini sokdun ve ateşin ne olduğunu anladın. Hakk'a îmân da böyledir. Yani ilme'l-yakîn, ayne'l-yakîn, hakka'l-yakîndir. Bir de beyne'l-yakîn vardır. "Allah azâb eder" demişsin, böyle inanmışsın. Fakat azâb etdiğini gördün mü? Bakdın ama görmedin. İşitdin ama anlamadın. İşitdin, duydun, anlamadın. Sana azâb etdiğini biliyor musun? Tattın mı onu hiç? Âhiret âlemindeki azâbın bir cüz'ünü Allah, dünyâda hastalık ile beyân etmişdir. Hastalıkla, ibtilâ ile. Bu beyândır, bir âyetdir.
İslâm var, îmân var, îkân var, ihsân var. İslâm, Hakk'ın ibâdet ve tâatını yaparak, Allah'a teslîm olmak ve selâmet bulmakdır. Bunu yapmak için insanda bir îmân vardır. Bu îmân, ilme'l-yakîn olursa, işi âhirete tealluk ettirirsin, âhiret âlemindeki olacak hâdisâta, dünyâdaki olan ef'âl ü harekâtı görmezsin. Halbuki âhiretde ne varsa, Cenâb-ı Hakk onun bir cüz'ünü dünyâya çıkarmışdır, göstermekdedir. Ama görene! Köre ne!
İkincisi, îmânın tadını tatmak istiyor musun, lezzetini duymak? Hazret-i Muhammed sallallahu aleyhi vesellemi her şeyinden ziyâde seveceksin, Peygamber'i. "Resûlullah'ı severim" kelimesiyle değil, ashâbını, ensârını, ezvâc-ı tâhirâtı ve Peygamber'in akrabâsını ve âlimlerini ve velîlerini ve şehîdlerini ve sâlihlerini ve gâzîlerini, ehl-i islâma hizmet eden, Hazret-i Muhammed'in bayrağını taşıyanlara hürmet edeceksin, sallallahu aleyhi vesellemin. Îmânın da kemâli, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemi herşeyden ziyâde sevmek iledir. İşitdiğin vakit yüreğin titreyecek, "Resûlullah bana ümmetim demezse ben ne yaparım" diye.
Hani size bundan evvel söylemiş idik. Râbia-i Adeviyye'yi kabre götürmüşler. İki melek gelmiş.
Bu, âdetullah. Yani Allah devletinin, saltanatının iktizâsı böyle. Sana da gelecek bana da. Yakın zamanda hem de. Pek uzatma işi. Şu soruları sorarlar. Herkese. Rabbin kimdir? Dînin nedir? Peygamberin kimdir? Kitâbın nedir? Kıblen nedir? Mü'minler kimlerdir? Sorarlar bunu. Hazırlan buna yani. "Efendim ben onları okudum ezberledim" filan. Eğer îmânsız gidersen dilin tutulur, çenen kilitlenir, cevâb veremezsin yani. İlle itikâd, ille îmân. Efendiler! Hikâye gelmesin, yakında tadacağız biz bu işi.
Rabîayı da götürmüşler, Rabîa-i Adeviyye'yi. Allah'ın sevgilisi Rabîa'yı. Tâcü'r-ricâl olan, ehlullahın baş tâcı olan Rabîa'yı götürmüşler kabre. İki melek gelmiş. Sormuşlar. "Rabbin kimdir?". "Rabbim Allah" demiş. "Ya dînin?". "Dînim de İslâm". "Yâ kitâbın?". "Kur`ân-ı Mübîn". "Yâ kıblen?". "Kabetullah". Kıbleye döneriz, mihrâba döneriz, Kabe'ye döneriz, secdeyi Allah'a yaparız ama. Ve Rabîa hepsinin cevâbını vermiş. Melekler demişler ki, "Bizi biliyorduk zâten senin cevâb vereceğini, bize böyle emrolunmuşdu ama". İltifatla gelmişler yanına.
İki türlü gelir melek insanın yanına. Birisi ölürken melek der ki, "Allah belânı versin, gözün kör olsun herif!" der. "Beni kötü yerde kullandın, kötü yerlere gitdin. Ben seninle beraber dolaşıyordum". Kirâmen kâtibîn. "Hep fısk u fücurda, isyânda bulundun. Şimdi git bakalım âhirete. Eğer sâlihse o iki melek, bundan daha güzel vâiz olmaz adama, adam sâlihse iki melek, "Allah senden râzı olsun, Allah senin makâmını cennet etsin" der. "Beni hep iyi yerlere götürdün, Kur`ân dinletdin bana, câmilere gitdik, Allah'a secde etdik" der o iki melek. Hepimizin başına gelecek hâdisât, karşılaşacağız bunlarla yani.
Melekler demişler ki, "İstirahat et, biz senin cevâb vereceğini biliyorduk ama Cenâb-ı Hakk'ın takdîri böyledir". Yani saltanat-ı ilâhî böyle cereyân etdi. Giderken, "Durun" demiş, "Yoook gidemezsiniz bir yere. Ben size bir soru soracağım şimdi". "Nedir?" demişler. "Ben Rabbim Allah dedim, siz de bana evet doğru dedin dediniz ama Allah beni kulluğa kabûl etdi mi? Peygamberim Muhammed Mustafâ dedim, güzel ama, Resûlullah beni ümmetliğe kabûl etdi mi? Onun cevâbını verin bakayım bana". Melekler âciz kalmışlar, demişler, "Yâ Rabbi ne cevâb verelim?", "Rabîa benim sevgilimdir, çekilin aradan, bu sırra siz vâkıf olamazsınız" demiş meleklere.
Şimdi sen Peygamberim Muhammed Mustafâ diyorsun ama bakalım Peygamber bizi ümmetliğe kabûl etdi mi? Bunu düşündüğün var mı? Yok değil mi. Eğer ümmetliğe kabûl ederse, ne kadar sıkıntıda olursan ol yetişir imdâda Peygamber, sallallahu aleyhi vesellem. İlle Peygamber'in muhabbetini insan celb etmelidir üzerine. Bu da Âl-i Muhammed'e, ashâb-ı Muhammed'e, ensâr-ı Muhammed'e, evliyâ-i Muhammed'e, ulemâ-i Muhammed'e muhabbet ile olur kardeşim. Anlayanlara söyledik. Allahu Teâlâ cümlemizin kalbini şerh etsin. Konuşduğumuz sözlerin tesirini halk eylesin ve amel edip ihlâs ile yapmak nasîb ü müyesser eylesin.
İslâm var, îmân var, îkân var, ihsân var. Îmânın fevkinde bir mertebe daha var. Îmânı yakîne getirmek ve ihsân var ki bu ihsânın manâsı şu. Hazret-i Cebrâil insan şeklinde gelmiş, Habîb-i Hudâ'ya sormuş, Peygamberimiz de cevâb vermişdir. Şimdi aynen onun söylediğini söyleyeceğim. Takdîm tehîr olsa da Resûlullah beni affeder. İhsân şu, her nerede olursan ol, kiminle olursan ol, ne efâlde olursan ol, ibâdet ve tâatını ederken sen Hakk'ı görmesen de Hakk'ın seni gördüğünü bilmen, yakînen bilmen îmânın kemâlidir.
Bu kemâle nâil olmak için de, Hazret-i Muhammed Mustafâ'yı her şeyinden ziyâde sevmedikçe bu kemâle nâil olamazsın. İlle muhabbet-i Muhammediyye, sallallahu aleyhi vesellem. O'na muhabbet ilân eden ve Peygamber'i seviyorum diyenler ahlâk-ı Muhammediyye ile mütehallık olması lâzım. Yani Peygamber'in ahlâkıyla ahlâklanması lâzımdır. Ve sünnetine riâyetledir. En ufak sünnetinden en büyük sünnetine varasıya kadar. Hattâ hattâ ben sana daha açık söyleyeyim, O, mübârek ayağını nasıl atdıysa, mübârek ayaklarını, sen de öyle O'nun atdığı gibi atmalı, O'nu taklîd etmelisin. Taklidler tahkîk olur. Riyâdan ihlâsa gidilir. Şirkden tevhîde gidilir. Taklîdden tahkîke varılır. Ama taklîdde kalma, tahkîke var. Esmâda kalma müsemmâyı bul.
Her ibâdet ve tâatında, her efâl ve harekâtında, her ne kadar Allah'ı görmesen de Allahu Teâlâ Hazretlerinin seni gördüğünün farkına var. Bir misâlini verip, keseceğim dersi. Komprime şeklinde toplayacağız bunu.
Bir veliyyullah, talebelerinden, mürîdlerinden bir tânesine karşı büyük muhabbeti varmış. Genç bir delikanlıymış o. Ötekiler, şeyhin ona karşı niye bu kadar muhabbet etdiğini merak ederlermiş, düşünürlermiş. Bazılarının kafasında istifham peydâ olmuş.
Her kimin gözünde pislik varsa dünyâyı pis görür. Bir hırsız, herkesi hırsız bilir. Bir nâmussuz, herkesi nâmussuz bilir. Bir mü'min, herkesi mü'min bilir. Bir sâlih kimse, herkesi sâlih bilir. Her söyleyen, yahşi yaman, kendin söyler. Ne söylerse, iyi de söylese kötü de söylese, kendini söyler o. Bir kitâb gibidir. Kitâbı okuyunca, neden bahsetdiğini anlarsın, o adam da gizli bir sırdır, kitâbdır, söylediği vakitde, kelâmından ne olduğunu anlarsın. Kendini söyler hep dâimâ. Bir adamın gözünde pislik olursa her tarafı pislik görür, pis görür. Halbuki her şeyin iyi tarafına bakmalıdır mü'minler. Bakmalı, iyi tarafını görmelidir.
Hani Resûlullah Efendimiz gidiyormuş, Ebâ Hureyre ile, radıyallahu anh, bir kelb, köpek leşi görmüşler. Hazret-i Ebâ Hureyre başını çevirmiş, köpek leşini görünce. Efendimiz demiş ki, "Bak bak" demiş. "Yâ Resûlallah kokan keşe mi bakayım?". "Bak bak, dişlerini Allah ne güzel dizmiş" demiş, "sırma gibi dişleri var kelbin" demiş.
Bundan ne anlaşılıyor, bakdığın şeyin güzel tarafını gör, çirkin tarafını görme. Acaba anlatabildim mi? Halbuki biz öyle yapmıyoruz. Bizim bin tâne kusûrumuz var, karşımızdaki bir kusûr işlese, onun kusûrunu görüyoruz. Hani koyunla keçi hâdisesi gibi. Koyun sudan atlamış, kuyruğu kalkmış, keçi başlamış gülmeye, koyunun kıçı göründü diye. Halbuki keçininki hep açıkda duruyor. Dâimâ mü'min kardeşlerinin iyi tarafını gör, kötü tarafını görme. Âilenin de öyle. Evde geçimsizlik oluyor, kadınının da iyi tarafını görürsen, sana yapdığı iyilikleri, onları düşünürsen, ayrılamazsın, kıramazsın onu. Hep kötü tarafını düşünürsen, dırıltısını zırıltısını, fenâlık yapabilirsin kadına. Ama iyiliklerini düşün. Sana pişirdiği yemeği, dünyâya çocuk getirdi, emzirdi, evini temizledi, senin iffet ve nâmusunu kurtardı. O tarafını düşünürsen, kadına bir şey yapamazsın. Ama kötü tarafını düşünürsen, benim getirdiğimi hep inkâr ediyor, dırıltıyı hiç kesmiyor, o tarafını düşünürsen, âilenin temeli sarsılır. Öyle değil mi? İyi düşün bak ama, tefekkür et, konuşduğum sözleri. Geçelim biz.
Hazret-i Şeyh oradaki bulunan halkı irşâd için ve kalblerindeki istifhâmı kaldırmak için, onlara şöyle emretdi, dedi ki, "Ey benim mürîdânım, talebelerim, sâliklerim, âşıklarım! Herkes gitsin kimsenin görmediği bir yerde bir tavuk kessin bana getirsin" dedi. Kimsenin görmediği yerde. Herkes gitdiler, emre imtisâlen, bir tavuk kesip, huzûr-ı şeyhe getirdiler. Şeyhin sevdiği delikanlı elinde tavukla geldi, kesmemiş. Hep bakdılar böyle, "şimdi bakalım ne diyecek, şeyhin sözünü dinlemedi". Hazret-i Şeyh onlara, "Âferin" dedi, "hepiniz benim emrime imtisâl etdiniz, dediğimi yerine getirdiniz. Birer tavuk kesip buraya getirdiniz". "Oğlum sen niye benim emirmi dinlemedin, tavuğu kesip getirmedin?" deyince. "Yâ Şeyh" dedi, "ben senin emrini tamâmen dinledim ve yerine getirdim". Nedir o? "Kimsenin görmediği yerde kaydını koydunuz. Ben nereye gitdimse Allah'ın beni gördüğünü gördüm. Onun için kesemedim" dedi. Şeyh dedi ki, "Evladlarım, işte bunun için seviyorum bu çocuğu, irfânından, fazîletinden seviyorum bu çocuğu" dedi Hazret-i Şeyh. Acaba anlatabildik mi?
Îmânın ihsân kısmı budur işte. Nereye gidersen git, kullar görmez ama Allah'ın seni gördüğünün farkındaysan, seni murâkabe etdiğini, Allah semî' yani işitici ve görücü olduğunu yakînen bilirsen fenâlık yapamaycaksın. Îmânın kemâli de buradadır. Îmânını kemâle getirmek isteyen de Hazret-i Muhammed Mustafâ'yı çok sevsin, her esmâsına salât ü selâm okusun. Ve kalbi titresin, "Acaba bana Peygamberim ümmetim demezse, benim hâlim nice olur yevm-i kıyâmetde". Vallâhi perîşan olursun! Billâhi perîşân olursun! Ama O derse ki, "Yâ Rabbi benim ümmetimdir", mesele kalmadı, kurtardın paçayı. Cennetin ve cehennemim miftâhgı Hazret-i Peygamber'in elindedir. Resûlullah'ın rızâsındadır yani. Resûlullah kimi isterse kurtaracakdır. Hattâ zerre mikdarı îmânı olan kimseye dahi şefâat edecekdir. Bazı çok zâlimler var mü'minlerden, îmânlı göçmüşler ama, îmânları var fakat çok zulmetmişler, onlar, Resûlullah'a haber verilmeden nâra götürülecekdir. Adâlet-i ilâhînin tecellîsi için. Peygamber'in haberi olmayacak, öyle götürecekler. Cezâ bitdiği gün Cebrâil Peygamber'e gelecek, "Yâ Resûlallah, haberin var mı?". "Nedir?". "Ümmetinden bazı kimseler cehennemde yanıyor" diyecek. Peygamberimiz, cenneti bırakıp nâra koşacak. Hepsi kömür olmuşlar başdan aşağı, feryâd edip sızlıyorlar, "Yâ Resûlallah vaadin bu muydu bize? Hâlimize bak". "Amân Yâ Rabbi" diyecek, "Hasanım Hüseynim fedâ, ben fedâ, ümmetim" diyecek, şefâat-i Muhammed'le onları da çıkaracak cehennemden ve cennete dâhil olacaklar. Ama îmânlı göçerse. Îmânlı göçmezse felâketin büyüğü. Arkasından yüz bin mevlûd, yüz bin hatm-i şerîf, dünyâ kadar altun dağıtılsa, faydası olmayacakdır.
Îmânını kemâle erdir. Peygamberini çok sev, sallallahu aleyhi vesellemi. Peygamber'i çok seviyorum dersen sana onun da miyarını, terâzisini vereyim. Bir zât Allah'a yürüyerek giderse, yani yavaş yavaş gitse, Hakk ona koşarak gelir. Bir hadîs-i kudsîdir bu. Onun meâlini söyledim sana. "Bana yürüyerek gelene ben koşarak giderim" diyor Cenâb-ı Allah. Ama Peygamberimiz çok nâzikdir, çok kibârdır yani, hemen kırılır. Onun için kalbine bak. Peygamber'e kalbindeki muhabbet ne kadar, ölç, Peygamber'in de sana muhabbeti öyledir, sallallahu aleyhi vesellem, ondan bil.
Ey gençler! Sakın ibâdetden dönmeyiniz. Şeytanlara kanmayınız. İnsan şeytanlarına, cin şeytanlarına. Nefse kul, kurbân olmayınız. Allah'a koşunuz. Allah yolunda bulununuz. Allah Resûlünün çizdiği yoldan yürüyünüz. Hudûdu aşmayınız. Tezkiye-i kalb ve tathîr-i kulûb ediniz, kalblerinizi temizleyiniz. Nefsinizi tezkiye ediniz. Ve kullara şefkat ve merhametle muamele, Allah'a muhabbetle ibâdet ediniz. Sakın ibâdetden geri dönme. Daha toplayayım sana. Allah'a muhtâc olduğun kadar Allah'a ibâdet kıl, ateşe dayanacağın kadar günâh işle.