Îmân ve Sabır

10 Ocak 2020 tarihinde yayınlanmıştır.

Namaz
HUTBE

Kâlallahu te'âla fî kitâbihi'l-azîz.
Eûzübillahimineşşeytânirracîm.
Bismillahirrahmânirrahîm.
﴾وَالْعَصْرِۙ ﴿١﴾ اِنَّ الْاِنْسَانَ لَف۪ي خُسْرٍۙ ﴿٢﴾ اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ ﴿٣
Vel 'asr. İnnel insâne le fî husr. İllellezîne âmenû ve 'amilus sâlihâti ve tevâsav bil hakki ve tevâsav bis sabr.
Sadakallahü'l-azîm.

Ey îmân ile yüzleri münevver ve kalbleri mutahhar olan, enbiyâlar serdârı, sebeb-i hilkat-i âlem, sebeb-i hikmet-i îcâd-ı benî âdem olan Hazret-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâmın risâletini tasdîk eyleyen, habîb-i Hudâ, şefî'-i rûz-i cezâ, melce-i fukarâ, sâhib-i "kâbe kavseyni ev ednâ", resûlü's-sekaleyn, imâmü'l-harameyn, sallallahu teâlâ aleyhi vesellem Efendimiz Hazretlerini her şeyinden ziyâde severek, îmânını kemâle erdiren, Hakk'ın cennetine tâlib, rızâsına râgıb, cemâline âşık olanlar. Nereden gelip nereye gittiklerini düşünenler. Bu dünyânın fânî âhiretin bâkî olduğuna inananlar. Bu kısa hayâtın hisâbını Allah'a vermeği kabûl edenler.

Sûre-i celîleden nasîbimiz kadar sizlere birçok şeyler söyledik, sizler de nasîbiniz kadar dinlediniz ve nasîbiniz kadar ondan hisse aldınız, yine nasîbiniz kadar âmil oldunuz. Yine ma'nâsı bitmeyecek, esrârı tükenmeyecek olan bu sûre-i celîleden birkaç söz daha söylemek cür'etini gösterelim.

Allahu Zü'l-Celâl Hazretleri yani yerin-göğün sâhibi, bilinen ve bilinmeyen âlemlerin mâliki, biz insanları ana rahminde bir katre menîden vücûd-i insâna getiren, bir lokma ekmeği, bir tâne üzümü kursağımıza indirmek için 365 gün güneşi gökyüzünde bizlere müsahhar eyleyen, altımıza ardı döşeyen, üstümüze semâyı ref' eyleyen ve yıldızları "bilâ amedin" semâya yerleştirip kürremizi süsleyen Allah, "Habîbim Muhammedin doğduğu asra kasem ederim", "Habîbimin doğduğu âna kasem ederim, yemin ederim" ve Dîn-i İslâm'ın direği olan "salât-ı asra yani ikindi namazının vaktine yemîn ederim" buyuruyor. 

Düşün bak! İkindi namazının vaktinin Allah indinde ne kadar yüce ve büyük bir kıymeti olduğunu bu âyetle anla. Sakın "Benim kalbim temiz" deyip namaza boşverme. Namazını kılanlar, muhakkak dînlerini yapdılar, namazı terkedenler, muhakkak dînlerini yıkdılar. Namazı terk eyleyen fâsık olur, namazı inkâr eden dînden dışarı çıkar. Allah indinde ne kadar kıymeti var ki Allah, o vakte yemîn ediyor. Allah, habîbinin hayâtına yemîn ediyor, Kur`ân'a yemîn ediyor, habîbinin doğduğu asra yemîn ediyor, habîbinin doğduğu vakte yemîn ediyor, ikindi vaktine yemîn ediyor. Düşün bak! Hep birbirleriyle mukâyese et. Demek ki bunların hepsi Allah indinde mükerrem olan vakitlerdir. 

Dünyâ malı için ikindi namazını terk ediyoruz, namaza, cemaate gelemiyoruz. Malları topluyoruz, kazancımızı cem ediyoruz. Topladığımız mallar, sevgili Rabbimiz yoluna ve sevgiye lâyık olan Rabbimizin yoluna sarfedilmezse mutlakâ sevmediklerimize kalacakdır. Topladığımız malları onlar yiyecekler, hesâbı ise bizden sorulacakdır. Üç kuruş için beş kuruş için namazı terkediyorsun, sakın hâ öyle bir şey yapma! Zâten kalbinde Hazret-i Muhammed'in muhabbeti olan kişi namazını terketmez. Buna imkân yokdur. Kişi sevdiğini kıramaz. Çünkü namaz, Resûlullah'ın gözü nûrudur. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, "Es-salâh kurratü aynî/Benim gözümün nûru namazdır" buyurmuşlardır.

Mü'minim diyen insân hiç namazdan kaçar mı?
Görmüşken bunca ihsân küfre kapı açar mı?
O namazda ne vakit saâdet ve felah bulacaksın, ne vakit namazda zevke ereceksin, yani namaz kıldığın vakit zevkleneceksin, o vakit bil ki îmânın kemâle erdi, rüşd sâhibi oldun demekdir. Namazları sıkıntıyla kılıyorsan bil ki daha kalbinde hastalık var, rahatsızlık var, maraz-ı nefse yani nefs hastalığına mübtelâsın. Ne vakit namazdan zevk almaya başlayacaksın, "إِيَّاكَ نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ iyyâke na'büdü ve iyyâke neste'înu" ile kime hitâb edildiğini ve hitâb edilen zât-ı âlî-kadrin zât-ı ulûhiyyetinin sana verdiği cevâbı duyduğun vakit, namaz senin mi'râcın olacakdır. Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme nasıl ki makamdan münezzeh olan Hazret-i Allah, nasıl ki mi'râcda peygamberini o yüce makâma çıkarıp, kendi zât-ı ulûhiyyetine âit âyetleri ona gösterdi, O'na temâşâ ettirdi, Resûl'ün mi'râcı böyle oldu, senin de mi'râcın namazdır.

Namazı sakın boşlamayın ve kıymet vermemezlik yapmayın! Kılanlara da söylüyorum kılmayanlara da söylüyorum. Kılanlara söylüyorum, namazın üzerinde ehemmiyetle durun diyorum. Kılmayanlara söylüyorum, namaza teşvîk ediyorum, namazı kılmalarını söylüyorum. Ben söylemiyorum Allah söylüyor. Namaz, Kur`ân'ın seksen üç yerinde "ikâme etmek" fiiliyle zikredilmişdir. "أَقِيمُواْ الصَّلاَةَ Akîmûs-salâte" demek, "namazı ehemmiyet vererek kılınız, rükû'una, kıyâmına, sücûduna, tesbîhine, takdîsine dikkat ediniz" demekdir. O anda mekândan münezzeh olan Allah, namazda sana tecellî etmekdedir. Bunu gör, bunu anla, bunu duy, bunu tat!

Mü'minin mi'râcıdır kalbî huzûr ile namâz
Kıl huzûr ile namâzı sırr-i isrâ andadır
"وَالْعَصْرِۙ * اِنَّ الْاِنْسَانَ لَف۪ي خُسْرٍۙ ve'l-'asri inne'l-insâne le fî husrin". Muhakkak insanlar husrândadır. Bütün beşer, kim olursa olsun. Ancak bundan kurtuluş, "اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا illellezîne âmenû", bunlar müstesnâ, îmân etdiler, Allah'a yakîn bir îmân ile îmân etdiler. Allah'a îmânlarını yakîne getirdiler. Nereye giderse gitsin, nerede olursa olsun, kiminle olursa olsun, Hakk'ın kendilerini gördüğünü bildiler. Her ne kadar kendileri Hakk'ı görmese de.

Halbuki Hakk'ın kuvvet ve kudreti, gözleri açık olanlar için apâşikârdır. Hakk cemâlini görmeyenler, onlar, gözleri a'mâ olandır. Baş gözü değil kalb gözü a'mâ olan. Nereye dönsen, Hakk'ın cemâline dönersin. Ne tarafa dönsen. "فَأَيْنَمَا تُوَلُّواْ فَثَمَّ وَجْهُ اللّهِ fe eynemâ tüvellû fe semme vechullah", Allah diyor Kur`ân'da. Ne tarafa dönsen, mekândan münezzeh olarak Allah tecellî eder, ne tarafa dönsen. Ve bâhusûs salâtda, salâtda, salâtda ve îmânda, salâtda ve îmânda. Sen ne kadar Hakk'ı görmesen dahi, Allah'ın seni gördüğünü görmen ve bilmen, bunu yakînen anlaman senin sâhib-i ihsân olduğunun, îmânda kemâle erdiğinin işâretlerindendir. Yoksa aklı başka yerde, vücûdu kıyâmda ama vücûdunun ma'nâsı başka yerde, yüzü kıbleye dönmüş ama yüzünün ma'nâsı başka tarafa dönmüş, kalb cihet-i kıblede fakat kalbin iç ma'nâsı başka tarafa dönmüş olan namazlar ve böyle îmânlar, sarsak olurlar biraz, sarsıntılı îmân olur. Öyle bir îmânla Allah'a îmân et ki, her ânda, her mekânda sana senden yakın ve seninle berâber ve sevgili ve sevilmeye lâyık Allah. Onunla berabersin dâimâ. Dâimâ yanında bileceksin Allah'ı, seninle berâber. Çünkü gene kendi Kitâb-ı Kerîmiyle, "وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ Ve nahnü akrebü ileyhi min hablil verîd", biz size sizin can damarınızdan daha yakınız diyor Hazret-i Allah Celle Celâluhû. Sen şimdi kendini Allah'a yaklaştır. Hakk sana yakın, sen kendini Allah'a yaklaştırmaya çalış kendini. Bu da evvelâ îmân ile, kavî bir îmân ile, tam bir îmân ile, inanışla olur.

Dilin zikreyler Allah'ı niçün kalbin olur gâfil
Hudâ her yerde hâzırken nedendir arada hâil
Tecellî etse envâr-ı kelâm-ı "semme vechullâh"
Yanardı cümle mevcûdât olurdu perdeler zâil
Bütün beşer hüsranda ancak îmân edenler müstesnâ. Onlar kurtuldular. Bütün beşeriyyet mahva mahkûm oldu, mahvolmaya mahkûm oldu. Sana şöyle anlatayım, farzedin ki bütün insanlar Atlas Okyanusunun ortasında denize döküldüler. Kara görünmüyor. Hepsi mutlakâ helâk olacakdır değil mi? Orada bir gemi var, îmân gemisi, o gemiye kim ilticâ ederse kendi canını gark olmakdan kurtarır. Bunun misâlini sana verdim. İşte bu kâinât da tıpkı bir bahr-i ummân gibidir, buraya gelen herkes helâkdadır ancak îmân gemisine ilticâ edenler kurtulur. Bu îmân gemisinin kaptanı, Muhammed Mustafâ'dır, tayfaları O'nun velîleri ve âlimleridir, ipi de Kur`ân'dır ki taraf-ı ilâhiyyeden atılmış olan Kur`ân ipini kim tutarsa ve o gemiye sarılırsa kendini gark olmakdan yani helâkdan kurtarır. Aksi takdirde maddî ve manevî garkdasın yani helâkdasın. Kur`ân ipine tutunmayan, îmân gemisine ilticâ etmeyen, muhakkak helâk olur, hem maddî hem ma'nevî. Yalnız âhiret bâbında değil! Îmânsız olursan dünyâda da mahvolursun, âhiretde de mahvolursun. Çünkü dünyâda en büyük azâb îmânsızlıkdır, bundan daha büyük bir azâb olamaz.

 Dünyâya dalma encâmı hasret
Gafletde kalma çünki nedâmet
Râh-ı se'âdetdir râh-ı tâ'at
Her vakt ü sâ'at eyle ibâdet
Sa'y eyle dâim sâim ü kâim
Kalbini salim et bul selâmet

Sen ve ben âhirete inanmışız. İnsanoğlu muhakkak ölümden korkar, ürperir. Fakat ölüm geldiği vakit insanoğlu ona koşarak gider. Fakat şöyle düşün, öldüğümüz vakit yaşayacağız, ölmeyeceğiz ki, bu dünyâdan nihân olacağız, taşıdığımız nefis ölümü tadıcı, ölümü o tadacak ve bu âlemden başka bir âleme gideceğiz. Biz Hakk'la berâberiz ve ebedîyiz ve ezelîyiz. Hakk'dan geldik, ve yine Allah'a gidiyoruz. Burası bir gurbet. Dünyâ âlemi, iki mevki arasında dinlenilen bir ağacın gölgesi gibi.

Şimdi düşün! Bir îmân sâhibi mü'min, "öldüğüm vakit gideceğim, yine yaşayacağım" diyor. Mahv olmuyor ki, yok olmuyor. Belki vücûd toprak oluyor ama ma'nâsı yok olmuyor. Gittiği vakit mutlâkâ karşısına sevgilileri çıkacaklardır. Bunu size kaç haftadır söylüyoruz. Kişi kimi severse onunla haşr olunur. Kişi kimi severse o onunla haşr olunur. Kişi sevdiği ile berâberdir. Gideceğiz sevdiklerimize kavuşacağız. Öyle inanıyoruz biz. Ölümden korkuyoruz ama gene içimizde bir îmân var ki, ölümden sonra biz bir hayâta kavuşacağız. Îmânımız böyle. Allah böyle emretmiş, böyle inandık. Bir de îmânsızı düşün. Bütün dünyâ onun ama öldükden sonra onun için bir hayât yokdur. Olmayınca da, malı-mülkü vârisleri tarafından taksîm olacak, karısı dul kalacak, evlâdları yetîm kalacak, kendisi bütün zevklerden mahrûm olacakdır. Bir adam bunu düşündüğü vakit, daha âhiret azâbına girmeden burada azâba girer. Dikkat buyurunuz! Onun için kâfir ve îmânsız zenginler her türlü zevki tadarlar, en nihâyetinde intihar ederler. Çünkü onun için hayat budur, başka hayat yokdur.

Bizim ise öyle değil. Bizim bunda sonraki hayâtımız o kadar mühim ki, bu âlemde fakîr olan, Muhammedü'r-Resûlullah diyenler, ebedî saâdete ve saltanata kavuşacaklar.  Ben size kaç defa bunu anlatmış idim. Sen kâfirlere, münâfıklara, âsîlere verilen mala-mülke, rütbeye, kasaya-masaya bakma, onları hiç nazar-ı itibâra alma. Onlar bir rüyâdan başka bir şey değildir. En nihâyeti ölüm ânına kadardır. Ondan sonra helâk olmuşdur. Sana da verilen meşakkat, müşkülât, sıkıntılar, kederler. Onları da sen nazar-ı itibâra alma. Sen de bir rüyâ görüyorsun. Çünkü iki cihân serveri Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyurmuşlar ki, "Bütün insanlar uykudadır. Öldükleri zaman uyanırlar". Öyleyse kâfirin gördüğü yani senin nazarında sürûrlu görünen hayatdan, o zevk duyamaz. Zevk duyamadığı için kendisini içkiye verir, zevke safâya gider, onunla da tatmîn olamaz, tekrar içkiye verir kendisini. Derd üzerine derd koyar. Senin öyle değil. Fakat gördüğü rüyâdan başka bir şey değildir. Senin de gördüğün meşakkat, sıkıntı, keder filan, bu da bir rüyâdır. Her ikimiz de uyanırız. Ne vakit? Teneşire başımız vurduğu vakit. "ve izâ mâtû intebehû" yani öldükleri vakit uyanırlar. Uyandığın vakit bakacaksın ki bu görmüş olduğun bu hayât bir rüyâdan başka bir şey değilmiş, saltanat, mülk seni beklemekde. Hepiniz birer sultansınız. Çünkü başınızda "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah" tâcı var. Bu tâcın şuâ'ı îmân, sizin kalbinizde. 

Ve orada verilen mülk bir daha geri alınmaz. Dünyâda insan zengin olur, fakîr olur, sıhhatli olur, hasta olur, genç olur, ihtiyar olur. Orada öyle bir şey yok. Bir gençlik vardır, ihtiyarlığı yok. Bir sıhhat vardır, hastalığı yok. Bir mülk verilir, bir daha elinden alınmaz. Bir hayât verilir, ölümü yok. Bunlar, bu nimetler sizi ve "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah" diyen mü'minleri beklemekde. Hattâ her gün cennetin kapıları açılır, sana vaad olunan, senin gireceğin cennet hazırlanır, süslenir, tathîr olur. Oradaki bulunan hûriler seni âgûşlarına almak için hazırlanırlar. Bu nimeti kaçırma sakın ha! Bu îmânın hıfzı ibâdet ve tâatdadır. Allah'a ittikâdadır. Allah'ı sevmekdedir.
Bütün nâs hüsranda ancak mü'minler müstesnâdır. Sonra "ve amilus sâlihât", yani a'mâl-i sâliha. A'mâl-i sâliha, Allah'ın bize yap dediği ve Allah'ın hoşuna giden, hoşnûd olduğu ef'âl ü harekâtı yerine getirmemizdir. İslâm beş şey üzerine binâ kılınmışdır ki hepsi bunun içinde dâhildir. Savm u salât, hacc u zekât. Çünkü bu namaz ibâdetinin içerisinde ne kadar ibâdet-i bedeniyye, ibâdet-i mâliyye ve vücûden ibâdet varsa, hepsi namazda cem olmuşdur, namazda toplanmışdır. Namazda tesbîh vardır, Kur`ân vardır, zikir vardır, tezkiye vardır, yemek içmek olmadığı için orucun sıfatı vardır. 

Sen ki mi'râc eyleyüp etdin niyâz
Ümmetin mi'râcını kıldım namâz
Her kaçan kim bu namâzı kılalar
Cümle gök ehli sevâbın alalar
Çünki her türlü ibâdet bundadır
Hakk'a kurbiyyetle vuslat bundadır

İkincisi zekât ki müslümanlar için en ehemm ü mühim olan ibâdetlerdendir. Zekât, fakîr olan mü'min zengin olan mü'minin cebindeki hakkıdır. İyi dinle! Zîrâ zenginler Allah'ın vekilharcı gibidir, fukarâ da Allah'ın ayâli gibidir. Allah der ki vekilharcına "Sana emâneten verdiğim kasayı aç, benim ayâlimi doyur, onlara ikrâm et" der. Aklı olan için söylüyoruz. Bir kişi sevgili Allahının ve sevgiye lâyık olan Allahının emrini dinlemeyip de bunu yapmazsa, malını ve parasını sevmediği kişilere bırakır ve bunun hesâbını sırtına yüklenerek âhirete gider.

Zimmetinde koma bir habbe zekât
Ver k'ola mâye-i hayr u berekât
Hakkıdır Hazret-i Hakk'ın ol mâl
Sen dahi etme edâda ihmâl
Çün ki etmiş seni Hakk ehl-i nisâb
Sen de et tezkiye-i mâla şitâb
Fukarâ hakkıdır imsâk etme
Pâk iken mâlını nâpâk etme

" وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ve amilus sâlihât". Salât yani namaz, savm yani oruç, zekât biliyorsunuz ve hac. Bu hac da, te'ârüfdür yani mü'minlerin birbirleriyle tanışmaları, görüşmeleri ve o sevgili Allah'ın mahbûbu, mahbûb-i ilâhî olan Muhammed Mustafâ'nın yaşadığı yerlere yüz sürmekdir. O'nun mübârek ayaklarının basdığı yerleri ziyâret etmekdir. Bütün enbiyâullah, Ka`betullah'a gitmiş, bütün evliyâullah, velîler, âlimler, sâdıklar, sâlihler oraya yüz sürmüşlerdir. Oraya giden bir mü'min bu mübârek yerleri görmekle, bu sevâblara, bu ni'metlere nâil olur. Ömründe bir defa. Hattâ oraya giden bir kimse, makâm-ı İbrâhîm'e dâhil olduğu vakit ki şimdi bütün huccâc-ı müslimîn Kabetullah'da Allah'ın beytini tavaf etmekde. Allah gidenlere helal parayla tekrar, gitmeyenlere yine helal parayla Kabetullah'a vararak Allah'ın beytin tavâf etmek ve Resûlullah'ın huzûruna vararak, şefâat-i nebîye nâil olmak nasîb ü müyesser eylesin. Makâm-ı İbrâhîm'e bir adam dâhil oldu mu, artık Allah'ın azâbından emîn olur. Tabii haccını muhâfaza etmek şartıyla. Eğer ismini hacı koydurmak için gittiyse, mürâîdir, riyâkârlara sözümüz yok. İnsanın hem zâhiri hacı, hem bâtını hacı olmalı. İnsan, hem Ka`betullah'ın zâhirini tavâf ederek hacı olmalı, hem de Hakk'ın zât-ı ulûhiyyetini tavâf ederek hacı olmalıdır.

Kime kim Ka`be nasîb olsa Hudâ rahmet eder
Her kişi sevdiğini hânesine da'vet eder
Bütün insanlar helâkdadır, îmân eden ve a'mâl-i sâliha icrâ edenler müstesnâdır. Sonra, en ehemm-i mühimi, hakkı tavsiye eden, hakkda bulunan ve hakkı tavsiye eden, sabredip sabrı tavsiye edenler müstesnâdır. Dâimâ hakk üzerinde bulunacaksın, sen mü'minsin. Gönlün Allah'lı olacak. Ef'âl u harekâtın da Allah'lı olacak. Her işde Allah rızâsını arayacaksın ve herkesi hakka davet edeceksin ve hakkı tavsiye edeceksin.

Sabır de kezâ böyle. Sabır da, Cenâb-ı Hakk'ın sıfatlarından bir sıfatdır ki, îmânın nısfıdır. Sabır, îmânın nısfıdır. İbâdetde sabır var, sabırsız bir adam ibâdet yapamaz. İlmin başı sabırdır, sabırsız olan bir adam ilim tahsîl edemez. Suçlara ve nefsin arzularına karşı mukâvemet etmek, o da bir sabırdır. Musîbetlere de sabretmek gerekir. Allah tarafından insanın malına, canına, evlâdına musîbet gelebilir. Hattâ Cenâb-ı Hakk hadîs-i kudsîde diyor ki, "Ben bir kulumun malına, canına, evlâdına bir musîbetle teveccüh etsem de, o kul da bunu hoş karşılasa, sabr-ı cemîl ile karşılasa, yevm-i kıyâmetde onu hesâba çekmeye ve ondan hesâb sormaya hayâ ederim" diyor, Hazret-i Allah Celle Celâluhû Hazretleri. Sana şimdi sabır hakkında bir kıssa da anlatayım, dersimize nihâyet verelim.

İbâdetle tâ'atda ol müstedîm
Ki ervâha tâ'at gıdâdır gıdâ
Cefâya reh-i Hakk'da eyle sabır
Cefânın sonu hep safâdır safâ
Kur`ân-ı Kerîm'de Cenâb-ı Hakk "Ashâb-ı Uhdûd"u ve diğer îmân eden mü'minlerin başına gelen felâketleri bize haber vermiş, sabredenlerin nasıl yüceldiklerini de yine bize Kur`ân'da beyân etmişdir. 

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki, "Ben mirâca giderken bir yere geldim, orada hasnâ müstesnâ cennet kokularından bir koku peydâ oldu. Gaşyoldum ve Cebrâil'e sordum".

Efendiler! Şuraya çok dikkat etmek lâzım geliyor. Efendimiz ulûmun evvelini ve âhirini câmi'dir. Ne olup ne olacaksa Allah peygamberine bildirmişdir. Cebrâil'e sorması bize duyurmak içindir. Yani Cebrâil'e ihtiyâcından değildir, bize duyurmak içindir. Buna mazhar-ı kelâm derler.

"Sordum, 'Yâ Cebrâil! Burada kim var, nedir burası, hasnâ müstesnâ bir yer'. 'Yâ Resûlallah, burada Firavun'un hizmetçisi, Mâşite diye bir kadın yatıyor. Onun kabrinin kokusu bu, burası cennet bahçesinden bir bahçe oldu' dedi. Cenâb-ı Peygamber, "Nedir bunun başına gelen felâket" diye sordu. Bu mertebeye nasıl erdi bu?

Bu Mâşite, birgün Firavun'un kızını yıkarken elinden tarağı yere düşürdü. Bismillahirrahmânirrahîm diye yerden tarağı aldı vakit Firavun'un kızı dedi ki, "Nedir o senin okuduğun şey, söylediğin şey, nedir bu bismillahirrahmânirrahîm?". Çünkü o devirde Allah'ın ismini andırmazlar, Firavun'un ismini andırırlardı. Meselâ bir şey alırken, bismillahirrahmânirrahîm yerine, "Bi izzeti Firavun" yani "Firavun'un izzeti için" diye alırlardı. Yâhud bir şey isteyecekleri vakit, "Bi izzeti Firavun bana şunu ver" derlerdi. Hani "Allah aşkına" der gibi. Kânûnu öyle vaz' etmişlerdi çünkü Fİravun "Ene rabbükümü'l-a'lâ" demiş, kendisinin "Rabb-i A'lâ" olduğunu ilân eylemişdi, halkı kendisine taabbüd ettiriyordu. 

Mâşite "Bismillahirrahmânirrahîm" deyince Firavun'un kızı dedi ki, "Nedir o senin söylediğin bismillahirrahmânirrahîm?".

Her meşrû işinde besmele çek. Yani Allah'ın râzı olduğu işlerde. Bir adam içki içerken besmele çekerse dînden dışarı çıkar. Günâhı da küfre kadar gider. Meşrû işlerde besmele çekilir, Allah'ın râzı olduğu işlerde. Allah'ın yasakladığı şeylerde besmele çekilmez. Kulağında bulunsun.


Pür kâr bismillâhirrahmânirrahîm
Her kâr bismillâhirrahmânirrahîm
Mâşite dedi ki, "Benim bismillahirrahmânirrahîm dediğim şudur ki, bu semâvâtı ve ardı halk eden Allah'dır, Rahmân ve Rahîm de O'dur. O'nun ismiyle dedim". Firavun'un kızı dedi ki, "Benim babamdan başka mabûd var mı?". "Elbet var" dedi Mâşite. "Senin baban nerden gelip nereye gidiyor? Yokdu vâr oldu. Doğdu, büyüdü, ölecek. Benim taabbüd ettiğim Allah ve ismini andığım Allah, ismini zikrettiğim Allah, O ölümden münezzeh, ebedîdir O. Ve Rahmân'dır, düşmanına da dostuna da rızık verir. Rahîm'dir, sevdikleri için âhiretde lutfunu hazırlamışdır. Rahmânün fi'd-dünyâ ve Rahîmen fî'l-âhire. O'nun ismini andım" dedi. Kız "Ama bu sana pek ağıra mâl olur. Sen kavmimiz arasında fitne mi çıkaracaksın. Yoksa sen Mûsâ'ya mı îmân ettin"dedi. Mâşite, "Evet Mûsâ aleyhisselâma îmân ettim. Lâilâheillallah Mûsâ Kelîmullah" dedi.

Firavun'un kızı babasına geldi dedi ki, "Bizim dadı yani hizmetçimiz Mûsâ'nın Rabbine inanmış. Senin ismini anmıyor, O'nun Rabbisinin ismini anıyor. Bu böyle devâm ederse kavmimiz arasında fitne çıkar ve kavmimiz birbirine düşer" dedi. Firavun kendisini ve kocasını çağırdı.

Bunu Cebrâil aleyhisselâm Peygamberimize böyle anlatıyor. Ben size kıssa olarak anlatıyorum. 

Firavun dedi ki, "Siz benden başka kendinize ilâh mı ittihâz ettiniz, yani Mûsâ'ya mı inandınız. O'nun nebîliğine inanıp, O'nun çağırdığı Allah'a mı ibâdet ediyorsunuz?". Adam korkudan sükût etti. "Ben öyle bir şey yapmıyorum" dedi. Firavun "Sen ayrıl o zaman bu tarafa" dedi ve kadına sordu yani Mâşite'ye. Mâşite, "Evet" dedi. "Ben Rabbü'l-âlemîn'e yani semâvâtın ve ardın ve bilinen ve bilinmeyen âlemlerin mâliki olan Allahu Zü'l-Celâl Hazretlerine îmân ettim. Rahmân O'dur, Rahîm O'dur. Seni halk eden de O'dur. Seni buradan yok edecek yine O'dur" dedi. Firavun, "Buna sana ağıra mâl ederim. Gel sen bunu terk et, bana dön, bana taabbüd et" dedi. Mâşite, "Ben sana taabbüd etmem" dedi. Firavun, "Seni çok ağır bir cezâya uğratırım ve seni halka ibret yaparım" dedi. Yani bu cezâları ibret için sana tatbîk ederim dedi. Mâşite, "Ne yaparsan yap, ben Rabbimden yüz çevirmem" dedi. Bunun üzerine Firavun, çocuklarını oraya getirtti. Büyük bir kazan kaynattı. Suyla. Dedi ki, "Gel bana taabbüd et, benim rabliğimi kabûl et", Mâşite "Hâşâ" dedi. "Lâilâheillallah Mûsâ Kelîmullah" dedi. Firavun "Atın büyük çocuğunu kaynak suya" dedi. Büyük oğlunu kaynak suya attılar, derhal dağıldı. Su o kadar kaynamışdı. Diğer yavrusunu da aldı eline. "Gel bana taabbüd et, Mûsâ'nın Rabbini terk et, yoksa bunu da atacağım" dedi. Mâşite "Hayır! İbâdete lâyık ancak Allah'dır, O'ndan başka ilâh yokdur" dedi. İkinci çocuğunu da attılar. 
Efendiler! Buna şaşmayınız, bunu hikâye diye dinlemeyiniz. Bunların hepsi olmuşdur kâinâtda. Eğer vahdet-i İslâm'ı bozarsak, birlikden ayrılırsak, birbirimize düşman olursak, düşman gelir aynını yapar bize sonra. İşte İspanya medeniyyetinde İspanyolların müslümanları imhâsı, işte Rumelinde bizim imhâmız, bunlar hepsi oldu başdan aşağı. İbret almadık böyle şeylerden.

Üçüncüsünde kundakda bir yavrusu vardı, Firavun kundakdaki çocuğu alınca, "anneyi yatırın" dedi, yere yatırdılar. Dedi ki, "Çocuğu annesinin ağzına boğazlayın" dedi. Çocuğu kadının göğsüne yatırdılar, saçlarını tutup ağzını açdılar, çocuğu ağzına boğazlayacaklar, çocuk elini annesinin memelerine soktu, sokunca kadının şefkati taştı. Çocuyk zannetti ki "annem bana süt verecek". Mâşite'nin şefkati taşınca, kadın içinden dedi ki, "Yâ Rabbi, beni affet, ben zâhiren onu kabûl edeceğim ama hakîkatde sana inanıyorum ben. Hâlimi görüyorsun yâ Rabbi" dedi. Mâşite bunu düşünürken çocuk dedi ki, "Anne! Sabr et! O kaynayan su, kaynak su değil, cennetin bahçesi o! Hakk Teâlâ bizi bekliyor" dedi. Bunun üzerine Mâşite, "Ne yaparsan yap fakat sana şu vasiyetim var benim" dedi. "Sana bu kadar hizmetim var, beni imhâ ettikden sonra beni çocuklarımla berâber bir kabre koy" dedi. Firavun kadını da çocukları da imhâ etti ve oraya gömdü. Cebrâil, "Yâ Resûllah! İşte onun kokusu geliyor, onun kabrinden" dedi.

Ey mü'minler! Biz İslâm'ı, Allah'a inanmayı ve Kitâb-ı Kerîm'i verâset olarak elimize aldık, yani babamızdan cedlerimizden. Ya böyle işler başımıza gelirse acabâ tahammül edebilir miyiz? Allah'dan döner miyiz acabâ? Soruyorum! Biz İslâm diyârında doğduk, kulağımıza ezan okundu, biz ibâdetden tâatdan berîyiz. Allah sevgisi, Peygamber muhabbeti, en fazla olması lâzım gelen kişilerde dahi noksanlık arzetmekde.  Amellerimizle yani yaptığımız işlerle. İşdir kişinin âyînesi lâfa bakılmaz. İş sözle değil, işledir.

Ashâb-ı Uhdûd da böyle. Kitâb-ı Kerîm'de zikredilen Ashâb-ı Uhdûd da böyle. Hendek açıyorlardı, ateşler yakıyorlar ve Allah'a inanan mü'minleri onun içine atıyor ve imhâ ediyorlardı. Yakın zamanda milyonlarca Allah'a inanan mü'minleri kesiverdiler, boğazlayıverdiler. Yakın bir zamanda. Onun için fırsat elinde iken fırsatı ganîmet bil. Rabbine ibâdet eyle. Hüsrandan kurtulanlar ancak Allah'a inananlar, Allah'a îmân edenler, sabrı tavsiye edenler ve sabredenler, hakkı tavsiye edenler ve hak üzerinde bulunanlardır. Allah cümlemizi, habîbi Muhammedine ümmetlikde dâim ve kullukda kâim eylesin. 

Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm.

"İnne'l-insâne lefî husrin"i cân ile işit
Düşme husrân ile 'ukbada sakın hasrete sen
Bende-i nefs ü hevâ perver-cism olma sakın
Ki ezel, ahd ile geldin Hakk için hizmete sen
Nice taht sâhibinin oldu tabutu tahta
Hakk'a sıdk ile kul ol kim eresin devlete sen
Nice atlas giyenin olmada kaftanı kefen
Hıl'at-i tâ'at-i Hakk ile eriş zînete sen
Nice zergîrlerin zerre-i hâk oldu teni
Zer-i hâlis ederek kalbi eriş safvete sen
Sâmiyâ nush ederek kendini irşâd eyle
Ermek istersen eğer tâ ebedî izzete sen



Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 25 Eylül 1981 (26 Zilkade 1401) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.
Listeye geri dön