Şimdi, evvelâ yü’minûne bi’l-gayb”. Bu gayb da şudur. Geçen hafta size bir mikdârını söyledim. Âhiretde ne varsa, dünyâ âlemine bir numûnesi verilmişdir bunun. Cenneti de buradan görebilirsin, cehennemi de buradan sezebilirsin. Bir çok âyât u beyyinât var, akıl sâhibleri için, göz sâhibleri için, gözünde ibret olanlar için. Ne varsa âhiret âleminde dünyâda bir misâli vardır. Gören için. İşte söyledim size, bu akrepler, yılanlar, çıyanlar niye yaradıldı? Sivrisinek niye yaradıldı?
Hani Emevî halîfelerinden birisi hutbe okuyormuş, aşağıda da Dahhâk Hazretleri oturuyormuş, mihrâbın önünde. Halîfenin burnuna sinek konmuş. Zâlimmiş kendisi. Sineği, karasineği yani, kovalamış halîfe. Gene konmuş sinek halîfenin burnuna. Sinek inadçı bir hayvandır, aynı yere konar gene. Gene konmuş, gene konmuş, derken halîfenin canı sıkılmış ve birdenbire Dahhâk’e hitâb etmiş, “Allah bu sineği niye yaratdı!” demiş, “Ne lüzûm vardı buna” deyince, Hazret-i Dahhâk şöyle cevâb vermiş, “senin gibi mütekebbirlerin kibrini kırsın diye. Ordulara hükmedersin fakat bir sineğe hükmün geçmez”.
Daha başka manâları vardır, bir tânesini söyledik burada. Ne yaradıldıysa kâinâtda hepsi âhiretden bir numûnedir. Haber veriyoruz. Onun için “yü’minûne bi’l-gayb” âyet-i kerîmesi, cehennemi görmedim, muhbir-i sâdık olan Muhammed aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm haber verdi, âmennâ, ama burada da görebilirsin, misâlleri vardır burada. Hapishâneler, hapishânenin derekâtı, cehennemin derekâtı gibidir. Dünyâda misâlleri bu. Âhiretde cehennem var, ayrı. Dünyâda görmek istiyorsan eğer.
Sen gitdin mi tımarhânelere? Sarhoşların yarın yevm-i kıyâmetde aynı şekilde haşrolacağını biliyor musun? Sekir hâlinde, ağızlarından, burunlarından kan akarak, huzûr-ı Rabbü’l-âlemîn’e geleceklerini, sonra öylece nâra sevkolunacaklarını. Haberin var mı ondan?
“Efendi, filanca sarhoş içmiş de sonra ermiş”. Senin önderin sarhoş değildi. Senin önderin Hazret-i Muhammed Mustafâ’dır. O’nun yoluna tâbi ol. Bir sarhoş, tövbekâr olur, erer, Allah onu velâyet mertebesine yükseltebilir, ona sözümüz yok bizim ama her sarhoş ermez.
Velî ol. Allah’ın velîsi iki kısımdır. Velâyet-i âmme, velâyet-i hâssa. Velâyet-i âmme, umûmî mü’minler, “Lâilâheillallah Muhammedü’r-Resûlullah” dedi mi, onlar Hakk’ın dostlarıdır. Velâyet-i hâssa, onlarda Allah kerâmet zuhûra getirir. Müstakîm olursan kerâmet tâcını başına giyersin. Müstakîm olanlarda. Evvelâ müstakîm ol. İstikâmetin başı da Allah’ı sevmek ve Allah’dan korkmakdır. Allah’ın emirlerini seve seve yapmak, nehiylerinden Allah’dan korkarak kaçınmakdır.
“Yü’minûne bi’l-gayb”. İnsanlarda iki melek vardır, evvelki hafta söylemişdim size, Kirâmen Kâtibîn. Bunlardan senin haberin yokdur, onlar seninle beraber dolaşırlar. Senin efâl u harekâtını takîb ederler. Ve senin efâl u harekâtını yazarlar.
Yalnız Allah’ın rahmeti geniş, gadabını geçmişdir. Seksen sene bir adam küfr ü dalâletde dolaşsa, sonra Allah’a rücû etse, “Yâ Rab” dese, “Allah” dese, “Ne istiyorsun kulum” der Cenâb-ı Hakk, tenezzül buyurur. Merhametlidir. Seksen sene mi? Seksen sene, evet. Şirk koşsa, şirk koşsa, sanem, sanem diye ibâdet etse, seksen sene sonra aklı başına gelse, bir kere “Yâ Samed” dese, Allah, “Lebbeyk” der, “Ne istiyorsun kulum” der. Kendine yürüyerek gidene, Allah koşarak gelir. Rahmeti gâyetle genişdir.
O iki meleğin bir tânesi hayır hasenâtı yazar. Bilmezsin, görmezsin. Görenler vardır. Konuşanlar da vardır. İsteyenlere göstereyim yerini. Konuşanlar var, kitâblarda gördük.
İki türlü kitâb vardır, bir hayât kitâbı vardır, bir kaleme alınmış, yani kağıt üzerine yazılmış kitâb vardır.
Sağ melek, mü’min bir sevâb işledi mi, hemen yazar. Riyâ mıdır, ihlâs mıdır bilmez yalnız. Ona müsâade edilmemiş, o zâhiri görür. Mü’minin yapdığı bu amel amel-i sâlih midir yoksa riyâ mıdır, bilmez onu o, ne yaparsa onu yazar. Bir günah işlediği vakitde, sol melek tehîr eder, yirmi dört saat geri bırakır. Neden? Çünkü Allah’ın rahmeti gadabını geçmişdir, kul belki tövbe eder diye Allah öyle emretmişdir, “Yazmayın günahlarını hemen. Farkına varmazsa, ısrar ederse o vakit yazınız” der, yirmi dört saat sonra kayda geçer.
Bundan murâdım ne şimdi? İnsanların da arkasında, devletin memurları vardır. Senin haberin olmaz, senin hakkında dosyaları düzerler. Zamanı geldiği vakitde, ortaya çıkarırlar. Misâl veriyorum. Hapishânelere gidersen içeride gardiyanları görürsün, cehennemin zebânîleri vardır. Allah’ın melekleri vardır, insanları sevkeder, insanları idâre eder. Devletin kuvvetleri vardır. Allah’ın bir kitâbı vardır, devletlerin de kitâbı vardır, kânûnu, Allah’ın da kânûnu ve kitâbı vardır. Ne varsa, bir numûnesini Allah buraya vermişdir. Ama cehennemi gözünle görmedin. Gördün ama farkında değilsin. Cenneti de gözünle gördün ama farkında değilsin. Hakk da seni görüyor, farkında değilsin. “fe eynemâ tüvellû fe semme vechullah”, nereye dönersen Hakk’a dönersin. Allah senin nerede olduğunu görmekdedir. Her ne kadar görmesen de O’nu görüyor gibi her amelini öyle işle. İster günah, ister sevâb. Sevâb ederken bil ki Hakk’ı görmesen de Hakk seni görmekde. Günah işlerken de öyle, sen Hakk’ı görmesen de, Hakk’ın seni gördüğünün farkında olmandır. Bu da senin ihsânındır. Îmânın en yüksek mertebesidir. Geçiyoruz. Saat, yeter diyor.
Bir veliyullah geçiyormuş, kısa bir şey anlatacağım, zevklendim çünkü, bir velî geçiyormuş, güzel bir kız, kendini satanlardan yani etini, kanını, o devirde. İki genç kıza laf atmışlar filan. Tabii Allah muhâfaza buyursun, Allah evlâdlarımızın üzerinden alsın, Allah yazmasın böyle kötü yazılar bizim için, tevfîkini refîk etsin. Etini, kanını satarak geçiniyormuş filan. İşte gençler ona para teklif etmişler filan. O veliyyullah bunu görünce yanına sokulmuş, gençler üç dinar teklif etdiyse, bu velî demiş ki “On dinar var benden” demiş. Tabii kız on dinara gelmiş. Sakallı, sarıklı adam, almış hânesine getirmiş. “Gel evladım, otur içeriye” demiş. “Şu hakkını al bir defa, şu on dinarı”. Kız demiş ki, “Efendi ne yapacaksan bana yap da ben çıkıp gideyim” demiş. “Susss! Aman sakın hâ! Görüyorlar” demiş. Öyle deyince, o vakit şiddetli, bu fiil-i şenîyi icrâ edenlerin başından nikah geçdiyse, islâmda recm olurlar yani. Nikah geçmediyse, dayak yer. İslâmın ahkâmı böyledir. Yüz sopa yer, başından nikah geçmediyse. Eğer başından nikah geçdiyse, taşa gömerler, öldürürler. Çok ağır cezâsı zinânın.
Gıybet etmek daha ağır zinâdan. “El-gıybetü eşeddün mine’z-zinâ”dır. Adam çekişdirmek yani. Saçı vardı, şalvarı vardı, şusu vardı, busu yokdu diye halkın günahını görmek ve etrafa onu ifşâ etmek, o daha günahdır. Ben söylemiyorum, dînimizi getiren, o zât-ı azîz, rahmeten-lil-âlemîn haber veriyor. “El-gıybetü eşeddün mine’z-zinâ, gıybet etmek zinâdan daha eşeddir” diyor.
“Aman görüyorlar evlâdım” deyince kız başlamış titremeye filan. Gene bir müddet sonra, “Gideyim ben” demiş, “Al paranı” filan. “Yok” demiş, “para senin evlâdım, al sen paranı”. “Efendim ben ne yapacağım burada, ben gideyim”. “Görüyorlar evlâdım” deyince “Efendim kim görüyor?” demiş. “Âh evlâdım” demiş, “iki melek sende var gören, iki de bende var, dört. Bir de Allahu Zü’l-Celâl Hazretleri bizi görüyor. Beş tâne şâhid yanında, biz bu işi nasıl yapalım” deyince, kız başlamış eli ayağı titremeye. Demiş, “Evlâdım gel”, başından kavuğunu çıkarmış başına koymuş, demiş, “Yâ Rabbi, ben bunun zâhirini süsledim, sen de bâtını süsle” demiş, bir Fâtiha çekmiş. Kız ondan sonra bir veliyye olmuş, tövbe istiğfâr etmiş.
“Et-tâibü mine’z-zenbih ke men lâ zenbe leh”. Unutma! Bunun manâsı şu. Günaha tövbe eden, o günahı yapmamış gibidir. Ama hakkıyla tövbe. Hakkıylanın manâsı yani bir hayvanı sağdık, o sütü tekrar o memeden içeri veremediğimiz gibi, yapılan tövbe bir daha o günahı yapmamak üzere niyet etmek lâzımdır. Ne günah olursa olsun, günahına tövbe edeni Allah affeder. O günahı yapmamış gibidir o. Ve kâle’n-nebiyyü aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm, “Et-tâibü mine’z-zenbih ke men lâ zenbe leh, tâib, tövbe eden, günahına tövbe eden, o günahı yapmamış gibidir”.
Hattâ bazen de Allah’ın öyle hoşuna gider ki ve meleklerine sorar der ki, bize duyurmak için hâ!, bilir, Allah bilir, meleklerine sormasının sebebi, bize duyurmak içindir o, “Tövbe etdi günahlarını affetdik, ne kadar günahı vardı?”. “Yâ Rabbi, yüz bin günahı var idi”. “Yüz bin günahını affetdim ve yüz bin günahını sevâba çevirdim” der Allah, “öyle yazın defterine”. “يُبَدِّلُ اللّٰهُ سَيِّـَٔاتِهِمْ حَسَنَاتٍۜ yübedilullahu seyyiâtihim hasenât”. Sûre-i Furkan’dan okuduğum âyet-i kerîme. Onun için hemen tövbe edegör. Îmânını kemâle erdir ve Allah huzûruna dur. Namazı, abdesti ve Allah’ın emirlerini bir nimet olarak bil, külfet bilme, ağırlık bilme. Bir nimet olarak bilerek Allah huzûrunda dur ve kulluğunu ifâde et. Yakın zamanda, burada Allah’a kul olan o cihânda sultân olacakdır.