Îmân ve Takvâ - Hutbe - 29 Ağustos 1980

1 Mart 2024 tarihinde yayınlanmıştır.

İhlas

HUTBE

Kâlallahu Te'âla fî Kitâbihi'l-Azîz.
Eûzübillahimineşşeytânirracîm.
Bismillahirrahmânirrahîm.
الٓمٓۚ * ذٰلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَۚۛ ف۪يهِۚۛ هُدًى لِلْمُتَّق۪ينَۙ * اَلَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَۙ * وَالَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِمَٓا اُنْزِلَ * اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَۚ وَبِالْاٰخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَۜ * اُو۬لٰٓئِكَ عَلٰى هُدًى مِنْ رَبِّهِمْ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Elif-Lâm-Mîm. Zâlikel kitâbu lâ raybe fîh, hüden lil muttakîn. Ellezîne yü’minûne bil gaybi ve yukîmûnes salâte ve mimmâ razaknâhum yünfikûn. Vellezîne yü'minûne bimâ ünzile ileyke vemâ ünzile min kablik, ve bi'l-âhiretihüm yûkinûn. Ülâike alâ hüden min rabbihim ve ülâike hümü'l-müflihûn.
Sadakallahü'l-azim.

Tevhîd nûruyla gönülleri nûrlanan, Hakk'a secde etmekle alınlarında eser-i secde bulunan, Allah Resûlünü herşeyinden ziyâde sevmekle îmânını kemâle erdiren, kıyâmet gününe inanan, Hakk'ın cennetine tâlib, rızâsına râgıb, cemâline âşık olan mü'minler, âşık-ı sâdıklar!

Geçen hafta deryâdan bir katre, güneşden bir zerre olarak aynı âyet-i kerîmeden bir mikdar sizlere Allah'ın bize söyletdiği kadar, bildiğimiz kadar anlatmaya devâm etdik. Gene aynı âyet üzerinde duracağız, bu âyet-i celîleden istifâde edeceğiz. 

Malûm-i ihsânınız, denizler mürekkeb olsa, ağaçlar kalem, semâvât ve ard kağıt, bütün zî-rûh yani rûh sâhibi mahlûkât da kâtib olsalar, Allah'ın kelimâtına nihâyet olmaz. Kalemler kırılır, yazanlar yorulur, kağıtlar tükenir, mürekkebler biter fakat Allah'ın kelâmı bitmez. Onun için Türkçe tefsîrlerde yâhud tercümelerde okuduğunuzu, manâsı hemen bu diyerek kestirip atmayınız. Manâ-yı Kur`âniyye gâyetle geniş. Ve manâ-yı Kur`âniyye Hakk'dan korkanlara söyler. İnsan Allah'dan ne kadar çok korkarsa, o kadar Kur`ân'ın manâsına âşinâ olur. Cenâb-ı Hakk Celle ve Tekaddes Hazretleri gene bir âyetinde "وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ وَيُعَلِّمُكُمُ اللّٰهُۜ vettekullah yuallimükümüllah, Allah'dan korkun ki ben size öğreteyim" buyurmuşdur. 

Hakk'dan korkanlara hidâyet olur. Hakk'dan korkanlara Kur`ân söyler. Allah'dan korkanlar Kur`ân'dan anlarlar. Onların nasîbleri vardır. Kâfirlerin nasîbleri yokdur. Meselâ bir misâlini size vereyim. Hocaefendilerden işittiniz ve dinlediniz. 

Vakt-i Saâdet'de müslümanlara en çok eziyet edenlerden bir tânesi de islâmından sonra adâletde sembol olmuş ve islâmın adliye bakanı, adliye vekîli, islâm dîninin yani, Hazret-i Ömer ibn Hattâb, islâm olmadan evvel islâma çok düşmandı ve Resûlullah Efendimizin en büyük düşmanlarından bir tânesiydi. İki Ebe'l-Hakem vardı, birisi Ebû Cehil birisi Ömer. Ve nihâyet işi Resûlullah Efendimizi öldürmeye kads emeye kadar götürdü. Efendimiz duâ buyurdu. Burada bize çok büyük ders ve ibret var. "Yâ Rabbi, iki Hakem'den biriyle islâmı teyîd eyle" dedi, duâ buyurdular. Ertesi günü, küffâr-ı Kureyş Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme sûikasd hazırladılar ve bu işe de Hazret-i Ömer'i tayîn etdiler. 

O vakit Ömer daha, hazreti yok. İslâmdan evvelki hâli Ömer. Sonra Hazret-i Ömer oldu. Çünkü islâm insanları yüceltir ve aziz kılar. Mü'min olmayan izzete nâil olamaz. İzzet, malda mülkde devletde değildir. İzzet, Allah ve Resûlünün indindedir ve islâmdadır. Onun için mâdem ki mü'minsin, müslimsin, azîzsin, izzetlisin. Bu şerefi Allah sana bahşetmişdir. İslâm şerefini. 

Yolda gelirken bir zâta rast geldi, dedi, "Böyle hışımla nereye gidiyorsun yâ Ömer?"dedi. Dedi ki, "Putlarımızı yalanlayan, dînimizi tekzîb edeni milletimizi ikiliğe düşüren Muhammed'i katletmeye gidiyorum". Sallallahu aleyhi vesellem. Dedi, "Çok büyük, çok ağrı bir yük üzerine yüklenmişsin, sen bu işi pek beceremezsin. Sen evvelâ, Muhammed'den evvel, eniştenle kızkardeşini öldür" dedi, "onlar müslüman oldular" dedi. "Deme!" dedi. "İftirâ ediyorsun!". "Hayır" dedi, "kardeşinle enişten islâm oldular". "Öyleyse evvelâ onları katledeyim, sonra Muhammed'i katledeyim" dedi, doğru kızkardeşinin evine gitdi. Dedi ki o zâta, "Ben onların müslüman olduğunu nereden bileyim?" dedi. Dedi ki, "Senin kesdiğini onlar yemezler, sen müşriksin" dedi, "müşrikin kesdiği yenilmez". Bir hayvan kesdi, "Bunu pişirin yiyelim beraber" dedi. Pişirdiler, önüne koydular. O arada Sûre-i Tâhâ nâzil olmuş, Cenâb-ı Peygamber oraya bir sahabeyi göndermişdi, Sûre-i Tâhâ'yı talîm edecekdi, gizli olarak. Yani Hazret-i Ömer'in kızkardeşiyle eniştesine. 

Çok mühim, onun için anlatıyorum kıssayı. Hepiniz bilirsiniz fakat üzerinde durmadık, hikâye diye dinledik.

Bakdılar ki Ömer geliyor, hemen hocayı sakladılar dolabın içerisine. Evin bir tarafına gizlediler yani. İçeri girdi, hayvanı kesdi, "Pişirin bunu yiyeceğiz" dedi, Pişirdiler, önüne koydular. "Yiyelim beraber" dedi. "Biz yemeyiz" dediler, "karnımız tok bizim". "Yiyeceksiniz. Bir parça alın" dedi "karnınız tok olsa da" dedi. Dediler, "Hiç yiyemeyiz" dediler. Ayağa kalkdı, "Yoksa müslüman mı oldunuz?" dedi. "Olduysak bir kabahat mi etdik" dedi kardeşi, islâmın verdiği bir gayret ile ve şecâat ile. 

Hakkıyla Allah'dan korkandan herkes korkar. Îmânının nûru az olanlar, korkak olurlar. Îmânın nûru az oldu mu. Îmân kemâle erdi mi Hakk'dan başka bir kimseden korkmaz. Onun için Cenâb-ı Allah Kitâb-ı Kerîminde, Peygamberimiz hakkında, sevgili Efendimiz hakkında, Resûl-i Ekrem hakkında, esteîzübillah, "اَلَّذ۪ينَ يُبَلِّغُونَ رِسَالَاتِ اللّٰهِ وَيَخْشَوْنَهُ وَلَا يَخْشَوْنَ اَحَدًا اِلَّا اللّٰهَۜ ellezîne yübelligûne risâlâtillahi ve yahşevnehû velâ yahşevne ehaden illallah" buyurmuş. "Benim risâletimi teblîğ eyleyen Habîbim Muhammed benden başka kimseden korkmaz" diyor Hazret-i Allah, "ancak benden korkar". Müslüman öyle olur. Müslümanın elinden dilinden diğer müslümanlar sâlim olurlar, müslümanların alâmetlerinden bir tânesi de odur. Kâfire karşı izzetli, mü'mine karşı zilletli olur müslüman. Yoksa müslümana karşı izzetli, kâfire karşı zilletli olmaz. Ters. Kâfire karşı izzetli, mü'mine karşı zilletli. Mü'minler arasında kuzu merhametli, merhamet sembolüdür, kâfire karşı bir aslandır. 

"Ne olacak islâm ile müşerref olduysak?" dedi. Onun üzerine, "Vay! Evvelâ sizi katledeyim, öldüreyim, sonra gideyim Muhammed'i öldüreyim" dedi. Kızkardeşine bir tokat vurdu, çok kuvvetliydi, kızkardeşini yere yıkdı. Hemen kılıcını çekdi, üzerine düşdü. Kılıcın altından kızkardeşi, talîm etdiği Kur`ân-ı Kerîm'i okumay abaşladı, esteîzübillah, "Tâ-Hâ, mâ enzelnâ aleyke'l-Kur`âne li teşkâ, illâ tezkiraten li men yahşâ, tenzîlen mimmen halaka'l-arda ve's-semâvâti'l-ulâ, er-rahmânu ale'l-arşistevâ". Bunu okuyunuca, Ömer'in elleri, ayakları titremeye başladı. Ve dedi, "Bu okuduğun senin nedir?". "Bu, Kur`ân'dır. Allah'ın Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâma inzâl etdiği Kûr`ân'dır bu". "Ben çok dinledim Kur`ân'ı" dedi, "hiç böyle söylemiyordu". Gördün mü bak şimdi. Hidâyetden evvel Kur`ân'ı anlamıyordu hiç. "Hiç böyle bir şey söylemiyordu?" dedi, "bir daha oku dinleyeyim". Tekrar okudur. Başladı ağlamaya. "Allah Allah! Bu ne manâlı, ne yüksek bir kelâmdır bu. Bu , Allah kelâmıdır" dedi. Görüyor musun müslüman, îmân gelmeden evvel anlamıyordu, hidâyet gelince, Kur`ân'ı anlamaya başladı. Maksadımız bu, buraya kadar anlatacağım. Gerisini biliyorsunuz. 

Sonra dedi ki, "Acaba beni alır mı Peygamber?". "O, rahmeten-lil-âlemîn'dir, bâb-ı Muhammediyyetden kimse mahrûm olmaz yâ Ömer" dediler. Hoca da çıkdı, tekbîr aldılar ve Huzûr-ı Peygamberî'ye götürdüler. Ve gözcüler görmüşler, Resûlullah'a haber verdiler, "Yâ Resûlallah, Ömer geliyor". "Bırakın" dedi, "kılıcını da almayın" dedi, "Lüzûm yok kılıcını almaya". Hazret-i Hamza dedi, "Ben onun hakkında gelirim" dedi Hazret-i Hamza. "Bırakın, kılıcını almayın" dedi, "Ömer îmâna geliyor, Cebrâil geldi şimdi bana haber verdi" dedi. Ve Huzûr-ı Risâlet'e geldi, diz çökdü, "Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve resûluh". Bir Kelime-i Tayyibe. 

Eyyyy mü'minler! Bir kelime, yedi cehennemin kapısını kilitliyor, sekiz cennetin kapısını açıyor. Bu da nedir? “Lâilâheillallah Muhammedü’r-Resûlullah”. Bu, “Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve resûluh”, bu şehâdet, öteki, “Lâilâheillallah” Kelime-i Tevhîd’dir. Bu şehâdetin başka manâları vardır, o ehline malûmdur, fazla söylemeyeceğim, geçiyorum, çünkü burası yeri değil. 
Anlaşılan şu ki, kim ki müttakîdir, kim ittikâ sâhibidir, Allah ona hidâyet eder, Kur`ân ona söyler. Kamyon dolusu kitâb okuyabilir fakat Kur`ân’dan bir zerre nûr alamaz. Çünkü neden biliyor musun? Kur`ân, taallukunda değişir. Bir yağmur gibidir. Mü’minlerin üzerine düşdüğü vakitde şifâ olur, kâfir üzerine düşdüğü vakitde cefâ olur. Mü’minlere şifâ, kâfirlere hüsrandır Kur`ân-ı Kerîm. Onun için kâfir anlayamaz Kur`ân’dan. Onun için biz de bakdığımız vakitde, tefsîrlere yâhud tercümlere filan, hemen ceffe’l-kalem manâsı bu kadar demeyelim. Manâsına nihâyet yokdur. Geçiyorum. Misâllerini inşâallah zamanla veririz. Allah müsâade etdiği müddetçe. Geçiyoruz şimdi. 
Ey azîz müslüman kardeşim! Kur`ân’ı okumaya gayret et. Vaktini boşa geçirme. Kur`ân-ı Kerîm’i okumakla kalma, manâsını anla. Anlamakla da kalma, âmil ol, yap, işittiğini yerine getir, Allah’ın emirlerini yerine getir. Velev ki zerre kadar olsun Allah’ın emri. Ona koşarak yap, severek yap onu. Allah’ın men etdiği de zerre kadar olsa ondan kaçın. Allah’ı severek Allah’ın emirlerini yap, yerine getir. Allah’ın celâlinden korkarak kötülüklerden kaçın. O vakit müttakî olacaksın. Müttakî olduğun vakitde, insanların en kerîmi olacaksın. Çünkü, “اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ اَتْقٰيكُمْۜ inne ekremeküm indallahi etkâküm”, Allah ilân etmiş, buyuruyor ki, “İçinizde en kerîminiz, benden en ziyâde korkanınızdır” diyor Cenâb-ı Hakk.

Hakk’dan korkandan kork. Bütün kâinâtı taht-ı hükmüne alır. Çünkü Allah müttakîlerle beraberdir. Âbâ u ecdâdımız Hakk’dan korkarlar, Allah’ın yolunda, Resûlullah’ın boyasıyla boyanıp, aşk-ı Muhammedî ile yürüdüler, şark, garb, şimâl, cenûb bizim oldu. Sonra vaktâ ki biz Kitâbullah’ı geriye atdık, Kur`ân-ı Mübîn’i arkaya atdık, yani ahkâmını tutmadık manâsına. Gene kağıdına, yazısına filan hürmet etdik de ahkâmını tutmadık. Ondan sonra ne oldu? Zelîl olduk. 

Bana bir Avrupalı profesör öyle söyledi, dedi, “Sizin elinizdeki kitâb semâvî, ilâhî bir kitâbsa, niye geri kaldınız. Bizim elimizdeki İncil de muharref ise, niçin biz ileri gitdik” dedi. Dedim, “Sen yanlış yerden kapı çalıyorsun arkadaş. Ne senin ileri gitmen İncil’le, ne bizim geri kalmamız Kur`ân’la. Sen İncil’i geriye atdın ileri gitdin, biz Kur`ân’ı geriye atdık, geri kaldık” dedim. Bitdi o kadar. “İsbâtı kolay” dedim. “Bir müslüman günd ebeş vakit namaz kılar”. 

İşte Allah burada ilân ediyor bak, “yü’minûne bi’l-gaybi ve yukîmûne’s-salah”, âyet-i kerîmede. Beş vakit namazını kılar mü’min. Mü’min olan kılar. Resûlullah’ın ümmetiyim diyen kılar. Resûlünü seven kılar. Kıyâmet gününe inanan kılar. Namazdan hesâba çekileceğini düşünen kılar. 

“Beş vakit abdest alması lâzım” dedim “bir müslümanın. Ben basit bir şeyle sana cevâb vereceğim” dedim, “çünkü sen pek esrâr-ı islâmı kaldıracak durumda değilsin” dedim ona, kendisine. “Beş vakit namaz kılar bir müslüman. Beş vakitde beş defa ellerini kollarını yıkar”. 

Yarım bir yıkanma olur. Ne kadar rahatlıkdır. Bilen için. Bilen için ne kadar rahatlıkdır. Ne büyük bir nimet-i ilâhîdir yıkanmak, gusletmek, abdest almak, temizlenmek. Allah’ın bunların hiçbirine ihityâcı yok. Bizim rahatlığımız, bizim saâdetimiz için bize farz eylemişdir ki bir nimet-i ilâhîdir abdest. Bütün a’zâ ve cevârih, bir adam günahkâr da olsa, yarın nâra girse, abdest a’zâlarını, Allah’a secde etdiği a’zâları cehennem yakmayacakdır. Bir adam afv-ı ilâhîye, Resûlullah’ın şefâatine de mazhar olmasa, nâra girse bir adam, abdest aldıysa, abdest mahalleri, Hakk’a secde etdiyse, secde mahalleri nâr-ı cehennemde yanmaz. Bu kadar. Geçiyoruz. 

Dedim, “Beş vakit namaz var. Beş vakit namazda, beş defa yarım bir yıkanma var”. 
İşte kollar dirseklere kadar, yüz, saç dibinden sakal dibine kadar, ağzı burnu çalkalamak, yıkamak, temizlemek, başa mesh etmek, enseye su vurmak, o enseye su vurmanın da faydası çok, sünnet-i seniyye, baş ağrılarını alır, baş ağrısını alır, ayağı yıkamak kezâ yorgunluğu giderir.

“Ondan başka da üç defa helâya girse çıksa, gene üç defa elini yıkaması lâzım. En aşağı. Etdi sekiz. İki öğün de yemek yer müslüman”. 

Üç öğün yemez müslüman yemeği, iki öğün yer. Sünnet iki öğün yemekdir ve acıkarak sofraya oturmak, doymadan sofradan kalkmakdır. Doyanlar, çok iyi olmazlar. Karnını çok doyuranlar, iyi olmaz. Az yemek lâzımdır. Hastalıklar ondan gelir insanlara. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin sünnetine dâim ol, iki cihânda saâdet bulursun. Resûl böyle yapmışdır. 

“İki vakit de yemek yerler. Ellerini yıkarlar yemek için. Ne oldu? On. On defa. Hıristiyanlıkda hiç yıkanmak yokdur” dedim ona ben. Vaftiz suyu çıkacak diye hiç yıkanmaz hıristiyan. Günahdır yıkanmak hıristiyanlıkda. Durdu şöyle. “Bak” dedim, “Siz İncil’i geri atdınız, günde üç defa, beş defa banyo yapıyorsunuz, yıkanıyorsunuz, bizim müslüman günde bir defa eline su vurmuyor, toprakdan halk olundum, çamur olacağım diye korkuyor” dedim. “Bak Kur`ân’ı geriye atdı, ahkâm-ı Kur`âniyyeyi. Siz de geriye atdınız İncil’i, ondan ileri gitdiniz. Yoksa siz İncil’e tâbi olarak yükselmediniz” dedim. Çünkü İncil Allah’ın kitâbıdır ama ellerinde bulunan Allah’ın kitâbı değildir, muharrefdir, tahrîf edilmişdir. 

Ne arıyorsan, hepsini Kur`ân’da bulacaksın. İncil, Tevrat, Zebur hepsi Kur`ân’da mündemiçdir. Ve bu dört kitâbın manâsı Sûre-i Fâtiha’da mündemiçdir. Sûre-i Fâtiha’nın manâsı, Bismillahirrahmânirrahîm’de mündemiçdir. Besmele’nin manâsı, “Be” harfinde mündemiçdir. “Be” harfinin manâsı, noktasındadır. Anlayana! El-ârifü yekfîhi’l-işâre.

Anlamak lâzım. Ve anlamanın da birinci çâresi, ittikâdır. İttikâyı şöyle anlatayım sana. Bir işi yapacağımız vakitde, bu işde Allah rızâsı var mı yok mu, Allah’ı gücendirir miyiz, sevgili Allah’ı, bunu düşüneceğiz. 

Allah’ı sevmen lâzım. Bak seni bir katre menîden getirdi. Ana rahminde seni hayız kanıyla yoğurdu. Kudret fırçasıyla tersîm eyledi. Şekl-i insana koydu. Ne kadar mükemmel bir a’zâya mâliksin. Ellerin, kolların, gözlerin, zâhirin ve bâtının, aklın, fikrin, izânın ve irfânın, hepsi, bak insanoğlu. Peki bu kadar nimet ile seni mütena’im kıldı Allah’ı sevmeyecek misin? O’na teşekkürün yok mu? Hani ben söylerim dâimâ, bir şalvarı veren, yâhud bir pantolonu veren adama sen teşekkür ediyorsun, yarı bele kadar eğiliyorsun da o pantolonu giymek için sana kıçı veren Allah’a secde etmeyecek misin? Sana bir çift ayakkabı verene teşekkürün var, elini öpüyorsun, çok teşekkür ediyorum diyorsun, cân u yürekden teşekkür ediyorsun, etmen lâzım tabiî, ama o ayakkabıyı giymek için ayağı veren Allah’a secde etmeyecek misin? Gözlüğü verene teşekkür var, ya gözü verene teşekkür yok mu? Rükû yok mu, secde yok mu, tesbîh yok mu? O’na sevgi yok mu? O’ndan ittikâ yok mu? Binâenalâzâlik Allah’ı sevmek istiyorsan, içinde bulunduğun nimetlere bak. 

“Efendim ben fakîrim, hiçbir şeyim yok” dersen, senin zengin olduğunu ben sana isbât ederim. Aklını kaça verirsin? Kaç milyona? Bir gözünün nûrunu kaça satarsın? Diğer gözünün nûrunu kaça satarsın? Kulağının işitmekliğini, işitme hassasını kaça verirsin? Anlamak hassanı kaça verirsin? Beynini kaça verirsin? Sağ kolunu, sol kolunu, ayağını? Söylüyorum sana haydi. Bak milyonlar içinde yüzüyorsun. Bir de onun üzerine sana Allah îmân vermiş, nasîb etmiş, îmân tâcını başına koymuş, kendisine kul, habîbi Muhammed’ne ümmet etmiş. Senden daha zengin bir kimse ben göremiyorum hiç. 

Zâten mü’minler dünyâ metâına değil, mü’minler dünyâ metâına değil, Allah rızâsına tâlibdirler. Allah rızâsına tâlib olur, dünyâ metâı onun ayağına gelir zâten. Her kim ki dünyânın üzerine düşdü, dünyâ ondan kaçdı. Gölge gibi, yetişemezsin peşinden. Hakk’a koşanların dünyâ peşinden koşar, rızk ayağına gelir. Denemeye kalkma, senin haddin, benim haddim değil. Ehline mahsûs olan bir söz söyledim. Denemek yasakdır. Allah tecrübe edilmez, Allah imtihan olunmaz, Peygamber imtihan olunmaz, hoca imtihan olunmaz, ayıpdır. Hakk’a teslîm ol. Kur`ân boyasıyla boyan. Bâtınını îmân ile, zâhirini şerîat-i garrâ-i Ahmediyyenin emirleriyle süsle.

Bir ev farzediniz, onun içinde nûr yanarsa, onun pencerelerinden dışarı ziyâ sızar. Işık görünür yani. Bir kalbde îmân varsa, o zâtıni elinden, ayağında, dilinden, kulağından o îmânın nûru ne yapar, dışarıya neş’et eder. Mü’min olduuğu bilinir, “Şu zât mü’min” derler. Ahlâk-ı hamîde sâhibidir. İnsandır. Hayrını şerrini bilir. Ve Allah’ı bilir. Şeytan’ı tanır. Ak ile karayı fark eder ve zulmet ile nûru ayırır, bâtıl ile hakkı tefrîk eder. Mü’min olan böyledir. Allah onlara gösterir. Müttakîler Hakk’la beraberdir. Hakk da müttakîlerle beraberdir. Çünkü sırrullah insandadır. İnsan sırrullahdadır.

Evet efendim. Kur`ân’ın söylemesi için lâzım olan evvelâ îmân ve ittikâdır. Meğer ki Cenâb-ı Hakk bir kula tâlib ola. Çünkü îmân mevhibe-i ilâhîdir, onu haber vereyim sana, kisbî değildir. Mevhibe-i Rahmân’dır. Esteîzübillah, “وَمَا تَشَٓاؤُ۫نَ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُۜ vemâ teşâûne illâ en yeşâallah, sen dilemedin, Allah diledi, اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَل۪يمًا حَك۪يمًاۗ innallahe kâne alîmen hakîmâ, Allah her şeyi bilicidir ve hüküm sâhibidir”. Yani istediğini yapar. Seni O dilemişdir, âlem-i ervâhda. “Elestü bi rabbiküm” hitâbını hatırladın mı? Sözünde dur. Bu âleme geldin, bu âlemde Allah, Kur`ânıyla seni kendine muhâtab kıldı. Bak namaz kıldığın vakitde, “iyyâke na’büdü ve iyyâke neste’înü”, bak “ke” diyorsun, “ke” kelimeleri Arapçada muhâtaba denir. Muhâtaba denir yani karşındakine “ke” harfi kullanılır. ”He” harfi uzağa kullanılır. Ne oluyor şimdi? Mekândan münezzeh olan Allah, mekânların mekânı olan Allah, mekânlardan münezzeh, mekânların mekânı olan Allah, Celle Celâluhû Hazretleri, seninle perdeyi kaldırır namazda, salâtda. Perde kalkar. Der ki o ânda, “İste kulum ne isteyeceksen, vereyim sana”. Bu hitâb-ı İzzet’i duyanlar vardır. Bu hitâb-ı İzzet kelimeyle zâhir olmaz. Sözle değildir, harfle, savtla değildir. Cihetsizdir. Bir neş’edir. Tarîfi bizce mümkün değildir. Tadan bilir. Çünkü kör için renk, sağır için âhenk olmadığı gibi, tadan bilir, tatmayan bilmez. Aramızda hiçbir perde yokdur.

Gene, “es-selâmü aleyke eyyühe’n-nebiyy” dediğimiz vakitde, “aleyke” kelimesinde, Resûlullah’ın rûhâniyyeti her mü’minin karşısında hâzır ve nâzırdır. Resûlullah’la irtibat temîn edersin yani namazda, salâtda.Çünkü salât mü’minlerin mirâcıdır. 

Şimdi, evvelâ yü’minûne bi’l-gayb”. Bu gayb da şudur. Geçen hafta size bir mikdârını söyledim. Âhiretde ne varsa, dünyâ âlemine bir numûnesi verilmişdir bunun. Cenneti de buradan görebilirsin, cehennemi de buradan sezebilirsin. Bir çok âyât u beyyinât var, akıl sâhibleri için, göz sâhibleri için, gözünde ibret olanlar için. Ne varsa âhiret âleminde dünyâda bir misâli vardır. Gören için. İşte söyledim size, bu akrepler, yılanlar, çıyanlar niye yaradıldı? Sivrisinek niye yaradıldı?

Hani Emevî halîfelerinden birisi hutbe okuyormuş, aşağıda da Dahhâk Hazretleri oturuyormuş, mihrâbın önünde. Halîfenin burnuna sinek konmuş. Zâlimmiş kendisi. Sineği, karasineği yani, kovalamış halîfe. Gene konmuş sinek halîfenin burnuna. Sinek inadçı bir hayvandır, aynı yere konar gene. Gene konmuş, gene konmuş, derken halîfenin canı sıkılmış ve birdenbire Dahhâk’e hitâb etmiş, “Allah bu sineği niye yaratdı!” demiş, “Ne lüzûm vardı buna” deyince, Hazret-i Dahhâk şöyle cevâb vermiş, “senin gibi mütekebbirlerin kibrini kırsın diye. Ordulara hükmedersin fakat bir sineğe hükmün geçmez”.

Daha başka manâları vardır, bir tânesini söyledik burada. Ne yaradıldıysa kâinâtda hepsi âhiretden bir numûnedir. Haber veriyoruz. Onun için “yü’minûne bi’l-gayb” âyet-i kerîmesi, cehennemi görmedim, muhbir-i sâdık olan Muhammed aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm haber verdi, âmennâ, ama burada da görebilirsin, misâlleri vardır burada. Hapishâneler, hapishânenin derekâtı, cehennemin derekâtı gibidir. Dünyâda misâlleri bu. Âhiretde cehennem var, ayrı. Dünyâda görmek istiyorsan eğer.

Sen gitdin mi tımarhânelere? Sarhoşların yarın yevm-i kıyâmetde aynı şekilde haşrolacağını biliyor musun? Sekir hâlinde, ağızlarından, burunlarından kan akarak, huzûr-ı Rabbü’l-âlemîn’e geleceklerini, sonra öylece nâra sevkolunacaklarını. Haberin var mı ondan?

“Efendi, filanca sarhoş içmiş de sonra ermiş”. Senin önderin sarhoş değildi. Senin önderin Hazret-i Muhammed Mustafâ’dır. O’nun yoluna tâbi ol. Bir sarhoş, tövbekâr olur, erer, Allah onu velâyet mertebesine yükseltebilir, ona sözümüz yok bizim ama her sarhoş ermez. 

Velî ol. Allah’ın velîsi iki kısımdır. Velâyet-i âmme, velâyet-i hâssa. Velâyet-i âmme, umûmî mü’minler, “Lâilâheillallah Muhammedü’r-Resûlullah” dedi mi, onlar Hakk’ın dostlarıdır. Velâyet-i hâssa, onlarda Allah kerâmet zuhûra getirir. Müstakîm olursan kerâmet tâcını başına giyersin. Müstakîm olanlarda. Evvelâ müstakîm ol. İstikâmetin başı da Allah’ı sevmek ve Allah’dan korkmakdır. Allah’ın emirlerini seve seve yapmak, nehiylerinden Allah’dan korkarak kaçınmakdır. 

“Yü’minûne bi’l-gayb”. İnsanlarda iki melek vardır, evvelki hafta söylemişdim size, Kirâmen Kâtibîn. Bunlardan senin haberin yokdur, onlar seninle beraber dolaşırlar. Senin efâl u harekâtını takîb ederler. Ve senin efâl u harekâtını yazarlar. 

Yalnız Allah’ın rahmeti geniş, gadabını geçmişdir. Seksen sene bir adam küfr ü dalâletde dolaşsa, sonra Allah’a rücû etse, “Yâ Rab” dese, “Allah” dese, “Ne istiyorsun kulum” der Cenâb-ı Hakk, tenezzül buyurur. Merhametlidir. Seksen sene mi? Seksen sene, evet. Şirk koşsa, şirk koşsa, sanem, sanem diye ibâdet etse, seksen sene sonra aklı başına gelse, bir kere “Yâ Samed” dese, Allah, “Lebbeyk” der, “Ne istiyorsun kulum” der. Kendine yürüyerek gidene, Allah koşarak gelir. Rahmeti gâyetle genişdir. 
O iki meleğin bir tânesi hayır hasenâtı yazar. Bilmezsin, görmezsin. Görenler vardır. Konuşanlar da vardır. İsteyenlere göstereyim yerini. Konuşanlar var, kitâblarda gördük. 

İki türlü kitâb vardır, bir hayât kitâbı vardır, bir kaleme alınmış, yani kağıt üzerine yazılmış kitâb vardır. 

Sağ melek, mü’min bir sevâb işledi mi, hemen yazar. Riyâ mıdır, ihlâs mıdır bilmez yalnız. Ona müsâade edilmemiş, o zâhiri görür. Mü’minin yapdığı bu amel amel-i sâlih midir yoksa riyâ mıdır, bilmez onu o, ne yaparsa onu yazar. Bir günah işlediği vakitde, sol melek tehîr eder, yirmi dört saat geri bırakır. Neden? Çünkü Allah’ın rahmeti gadabını geçmişdir, kul belki tövbe eder diye Allah öyle emretmişdir, “Yazmayın günahlarını hemen. Farkına varmazsa, ısrar ederse o vakit yazınız” der, yirmi dört saat sonra kayda geçer. 

Bundan murâdım ne şimdi? İnsanların da arkasında, devletin memurları vardır. Senin haberin olmaz, senin hakkında dosyaları düzerler. Zamanı geldiği vakitde, ortaya çıkarırlar. Misâl veriyorum. Hapishânelere gidersen içeride gardiyanları görürsün, cehennemin zebânîleri vardır. Allah’ın melekleri vardır, insanları sevkeder, insanları idâre eder. Devletin kuvvetleri vardır. Allah’ın bir kitâbı vardır, devletlerin de kitâbı vardır, kânûnu, Allah’ın da kânûnu ve kitâbı vardır. Ne varsa, bir numûnesini Allah buraya vermişdir. Ama cehennemi gözünle görmedin. Gördün ama farkında değilsin. Cenneti de gözünle gördün ama farkında değilsin. Hakk da seni görüyor, farkında değilsin. “fe eynemâ tüvellû fe semme vechullah”, nereye dönersen Hakk’a dönersin. Allah senin nerede olduğunu görmekdedir. Her ne kadar görmesen de O’nu görüyor gibi her amelini öyle işle. İster günah, ister sevâb. Sevâb ederken bil ki Hakk’ı görmesen de Hakk seni görmekde. Günah işlerken de öyle, sen Hakk’ı görmesen de, Hakk’ın seni gördüğünün farkında olmandır. Bu da senin ihsânındır. Îmânın en yüksek mertebesidir. Geçiyoruz. Saat, yeter diyor. 

Bir veliyullah geçiyormuş, kısa bir şey anlatacağım, zevklendim çünkü, bir velî geçiyormuş, güzel bir kız, kendini satanlardan yani etini, kanını, o devirde. İki genç kıza laf atmışlar filan. Tabii Allah muhâfaza buyursun, Allah evlâdlarımızın üzerinden alsın, Allah yazmasın böyle kötü yazılar bizim için, tevfîkini refîk etsin. Etini, kanını satarak geçiniyormuş filan. İşte gençler ona para teklif etmişler filan. O veliyyullah bunu görünce yanına sokulmuş, gençler üç dinar teklif etdiyse, bu velî demiş ki “On dinar var benden” demiş. Tabii kız on dinara gelmiş. Sakallı, sarıklı adam, almış hânesine getirmiş. “Gel evladım, otur içeriye” demiş. “Şu hakkını al bir defa, şu on dinarı”. Kız demiş ki, “Efendi ne yapacaksan bana yap da ben çıkıp gideyim” demiş. “Susss! Aman sakın hâ! Görüyorlar” demiş. Öyle deyince, o vakit şiddetli, bu fiil-i şenîyi icrâ edenlerin başından nikah geçdiyse, islâmda recm olurlar yani. Nikah geçmediyse, dayak yer. İslâmın ahkâmı böyledir. Yüz sopa yer, başından nikah geçmediyse. Eğer başından nikah geçdiyse, taşa gömerler, öldürürler. Çok ağır cezâsı zinânın. 

Gıybet etmek daha ağır zinâdan. “El-gıybetü eşeddün mine’z-zinâ”dır. Adam çekişdirmek yani. Saçı vardı, şalvarı vardı, şusu vardı, busu yokdu diye halkın günahını görmek ve etrafa onu ifşâ etmek, o daha günahdır. Ben söylemiyorum, dînimizi getiren, o zât-ı azîz, rahmeten-lil-âlemîn haber veriyor. “El-gıybetü eşeddün mine’z-zinâ, gıybet etmek zinâdan daha eşeddir” diyor. 

“Aman görüyorlar evlâdım” deyince kız başlamış titremeye filan. Gene bir müddet sonra, “Gideyim ben” demiş, “Al paranı” filan. “Yok” demiş, “para senin evlâdım, al sen paranı”. “Efendim ben ne yapacağım burada, ben gideyim”. “Görüyorlar evlâdım” deyince “Efendim kim görüyor?” demiş. “Âh evlâdım” demiş, “iki melek sende var gören, iki de bende var, dört. Bir de Allahu Zü’l-Celâl Hazretleri bizi görüyor. Beş tâne şâhid yanında, biz bu işi nasıl yapalım” deyince, kız başlamış eli ayağı titremeye. Demiş, “Evlâdım gel”, başından kavuğunu çıkarmış başına koymuş, demiş, “Yâ Rabbi, ben bunun zâhirini süsledim, sen de bâtını süsle” demiş, bir Fâtiha çekmiş. Kız ondan sonra bir veliyye olmuş, tövbe istiğfâr etmiş. 

“Et-tâibü mine’z-zenbih ke men lâ zenbe leh”. Unutma! Bunun manâsı şu. Günaha tövbe eden, o günahı yapmamış gibidir. Ama hakkıyla tövbe. Hakkıylanın manâsı yani bir hayvanı sağdık, o sütü tekrar o memeden içeri veremediğimiz gibi, yapılan tövbe bir daha o günahı yapmamak üzere niyet etmek lâzımdır. Ne günah olursa olsun, günahına tövbe edeni Allah affeder. O günahı yapmamış gibidir o. Ve kâle’n-nebiyyü aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm, “Et-tâibü mine’z-zenbih ke men lâ zenbe leh, tâib, tövbe eden, günahına tövbe eden, o günahı yapmamış gibidir”. 

Hattâ bazen de Allah’ın öyle hoşuna gider ki ve meleklerine sorar der ki, bize duyurmak için hâ!, bilir, Allah bilir, meleklerine sormasının sebebi, bize duyurmak içindir o, “Tövbe etdi günahlarını affetdik, ne kadar günahı vardı?”. “Yâ Rabbi, yüz bin günahı var idi”. “Yüz bin günahını affetdim ve yüz bin günahını sevâba çevirdim” der Allah, “öyle yazın defterine”. “يُبَدِّلُ اللّٰهُ سَيِّـَٔاتِهِمْ حَسَنَاتٍۜ yübedilullahu seyyiâtihim hasenât”. Sûre-i Furkan’dan okuduğum âyet-i kerîme. Onun için hemen tövbe edegör. Îmânını kemâle erdir ve Allah huzûruna dur. Namazı, abdesti ve Allah’ın emirlerini bir nimet olarak bil, külfet bilme, ağırlık bilme. Bir nimet olarak bilerek Allah huzûrunda dur ve kulluğunu ifâde et. Yakın zamanda, burada Allah’a kul olan o cihânda sultân olacakdır. 

Vallâhu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm. 

www.muzafferozak.com

Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 29 Ağustos 1980 (17 Şevval 1400) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.
Listeye geri dön