"Îmân Yetmiş Küsûr Şubedir En Yüksek Derecesi Lâilâheillallah Sözüdür" Hadîs-i Şerîfinin Bazı İncelikleri

28 Şubat 2018 tarihinde yayınlanmıştır.

İman
Resûl-i Ekrem Efendimiz'in îmân hakkındaki bu hadîs-i şerîfini çoğunuz duymuşsunuzdur. Sultânü'l Enbiyâ ve Habîb-i Kibriyâ aleyhi ekmelü't-tehâya Efendimiz buyurmuşlardır ki :

 الإِيمَانُ بِضْعٌ وَسَبْعُونَ شُعْبَةً فَأَفْضَلُهَا قَوْلُ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَأَدْنَاهَا إِمَاطَةُ الأَذَى عَنِ الطَّرِيقِ 
 El-îmân bid'un ve seb'ûne şu'betün fe efdaluhâ kavlu lâilâheillallah ve ednâha imâtatü'l-ezâ 'ani't-tarîk.
 Îmân, yetmiş küsûr şu'bedir, en yüksek derecesi lâilâheilallah sözü, en düşük derecesi ise ezâ veren şeyleri yoldan kaldırmakdır.

Pek üstünde durulmayan bu hadîs-i şerîfin işâret ettiği hakîkatlerden bazılarına dikkatinizi çekmek istiyorum :

Kelime-i Tevhîd'i diliyle söyleyip kalbiyle tasdîk eden kişi îmân etmiş olur. Bunda şek ve şübhe yokdur. Fakat bu şekilde îmân etmek pek zahmetsiz ve kolaycacık yapılabilecek bir şeydir. Halbuki Resûl-i Ekrem Efendimiz, bu kelime-i tayyibeyi îmânın en yüksek derecesi olarak beyân etmişlerdir. Acabâ bunun hikmeti nedir?

Bildiğiniz gibi Cenâb-ı Hakk'ın isimlerinden biri de MÜ'MİN'dir. Allah bu ism-i şerîfini mü'minlere de vermişdir. Mü'min demek, "koruyan, emniyyet veren, korkulardan, kurtaran, endîşeleri gideren" demekdir. Şimdi bir düşünelim. Acabâ insan nelerden korkar?

Önce dünyevî korkuları yazalım. Aç kalmakdan, açık kalmakdan korkan vardır. Fakîr kalmakdan, muhtâc olmakdan korkan vardır. Hasta olmakdan, zayıf düşmekden korkan vardır. Bulunduğu makâmı- mevkîyi kaybetmekden korkan vardır. Sevdiklerini kaybetmekden korkan vardır. Ölümden korkan vardır. İnsanın dünyevî korkuları sayılamayacak kadar çokdur fakat hepsi de aynı kapıya çıkar. İnsan aslında sevdiği, gönül bağladığı şeylerden mahrûm olmakdan korkar. 
Bir de uhrevî korkular vardır. Kimisi günâhlarının hesâbını verememekden korkar, kimisi ibâdetlerini lâyıkıyla yapamadığı için mahcûb olmakdan korkar, kimisi Allah'ın azâbından korkar, kimisi de Allah'a yakın olamamakdan korkar.

  • Allah'a hakkıyla îmân eden bir kimse, açlıkdan da yoklukdan da korkmaz çünkü bilir ki Allah, Rezzâk-ı âlemdir. Cenâb-ı Hakk öyle Kerîm'dir ve sofra-yı ilâhi o derece genişdir ki inananı da inanamayanı da dinlisi de dinsizi de her gün o sofradan yer. Denizdeki balıklar da havadaki kuşlar da dağlardaki kurtlar da hep O'nun sofrasından yer. 
  • Allah'a hakkıyla îman eden bir kimse, hastalıkdan ve zayıflıkdan da korkmaz çünkü bilir ki Allah hem Şâfî hem de Kâfî'dir. Kuluna her hâl ü kârda yeter. Yine böyle bir mümin bilir ki, Allah Kaviyy'dir insan ise âcizdir, Allah Ganiyy'dir, insan ise muhtâcdır, Allah Azîz'dir insan ise zelîldir.
  • Allah'a hakkıyla îman eden bir kimse, ölümden de korkmaz. Ölen bedendir, rûh ölmez. Bilir ki ölümden sonra ebedî bir âlem vardır. Allah, kendisine mutî' olanları o âlemde cennetine alacakdır.
  • Allah'a hakkıyla îman eden bir kimsede günâh ve azâb korkusu da olmaz. Çünkü böyle bir mü'min Cenab-ı Hakk'ın kendisini dâimâ gördüğünü bildiği için hiç günâh işleyemez. 
  • Kâmil bir mü'min, ibâdetlerinin eksikliği sebebiyle mahcûb olmakdan da korkmaz çünkü böyle bir mü'min ibâdetlerine hiç kıymet vermez. Yaptığı her işi Allah'ın yaptırdığını ve kendisinin o işlerde bir dahli olmadığını bilir.  
  • Allah'dan ayrı düşmekden korkanların ilâcı da "Tevhîd"dir. Zîrâ hakkıyla tevhîd etmek demek, sâdece Allah'dan başka ilâh olmadığına ve Allah'dan başka fâil olmadığına inanmak demek değildir. Allah'dan gayrı varlık olmadığına da inanamak demekdir. Bu da Allah yolunda nefsi kurbân edip fenâfillah mertebesine ermekle olur.
İşte "Kelime-i Tevhîd" bütün bu korkuları yok eden bir iksîrdir, hattâ iksîr-i a'zamdır. "Kelime-i Tevhîd"in hakîkatine eren kâmil bir mü'min de, kendi korkularını ve endîşlerini yok eden diğer bir ifâde ile kendi kendisini korkulardan ve endîşelerden kurtaran kişi demekdir. "أَلا إِنَّ أَوْلِيَاء اللّهِ لاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ / Elâ inne evlîyâallâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn" âyet-i kerîmesi de bu hakîkate işâret eder. Cenâb-ı Hakk bu âyeti tamamlayan bir sonraki âyet-i kerîmede "الَّذِينَ آمَنُواْ وَكَانُواْ يَتَّقُونَ / Ellezîne âmenû ve kânû yettekûn" buyurarak "bu mertebeye erenlerin "müttakî mü'minler" olduğunu beyân ediyor. Ekseriyâ "Allah korkusu" olarak tercüme edilen "takvâ" ile "havf" arasında ne büyük fark olduğu da bu âyetlerden çok iyi anlaşılıyor.

Efendimizin, îmânın en alt derecesini "yoldan ezâ verecek şeyleri kaldırmak" olarak beyân etmiş olmasındaki hikmet de böylece ortaya çıkmış oluyor. Zîrâ yukarıda saydığımız korkulara ve bunların insanın başına açacağı felâketlere kıyasla yollardaki çer-çöp ya da diğer zararlı şeylerin insana vereceği zararlar arasında çok büyük fark vardır. Fakat ne kadar küçük olursa olsun halka zarar verebilecek şeyleri bertarâf etmek de bir îmân alâmetidir.


Terk eyle mâsivâyı gözet sırr-ı vahdeti
Benlik hayâlin eyleme zinhâr sen sen ol

Listeye geri dön