20 Aralık 2024 tarihinde yayınlanmıştır.
Dilleriyle Allah'ı tevhîd eden ve gönülleriyle Allah'ın birliğine inanan ve Hakk'ı seven ve O'nun mahbûbu, cümle peygamberlerin seyyidi, evliyânın rehberi ve mahbûbu olan Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâmı, canından, malından, evlâd u ayâlinden, kasasından, kesesinden, rütbesinden, nefsinden daha ziyâde severek îmânını kemâle erdiren, kıyâmet gününe inanan, bu kısa hayâtın hisâbını Allah'a vermeği kabûl eyleyen, o günün hak ve gerçek olduğunu bilen ve Hakk'ın cennetine tâlib, rızasına râgıb, cemâline âşık olanlar!
Allah dilediği kulu hidâyete, dilediği kulunu da dalâlete sevkeder. "يُضِلُّ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۘ yudıllü men yeşâu ve yehdî men yeşâ", sadakallahu'l-âzîm. Dilediklerini hidâyetine alır, onlarla sevişir, onları sever ve onlara kendisini sevdirir, onları felâha, necâta, saâdete, safâya erişdirir. Sevmediklerini dalâlete sevkeder. Çünkü Hakk'ın cehennemi vardır, Allah oraya ehil halk etmişdir. Mâdem cehennemi halk etdi, oranın ehli vardır. Allah cenneti halk etmişdir, oranın da ehli vardır. Cennetin ehli, cehennemin ehli vardır. Allah cemâlini göstermeği vaad etmişdir. Esteîzübillah, "وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَاضِرَةٌۙ * اِلٰى رَبِّهَا نَاظِرَةٌۚ vücûhün yevme izin nâdıratün ilâ rabbihâ nâzırah". Bunun da ehli vardır. Yani cemâlullahı görecek ehiller vardır.
Şimdi, hidâyete eren kimdir, dalâletde kalan kimdir? "Lâilâheillallah Muhemmedü'r-Resûlullah" diyen kimse, bu sözüyle yedi cehennemin kapısını kilitlemiş, sekiz cennetin kapısını açmışdır. Bu kelime-i tayyibe ki, "Lâilâheillallah Muhemmedü'r-Resûlullah". Fakat bu nimete ermek için bu kelime üzerinde dâim olmak ve kâim olmak lâzımdır. Yani îmânını kurtarmak lâzımdır. Çünkü Rabbim Allah dedim, Allah beni kulluğua kabûl etdi mi, düşünmek lâzım. Peygamberim Muhammed Mustafâ dedim, Resûlullah beni ümmetliğe kabûl etdi mi, bunu düşünmek lâzımdır.
İnsan müslüman doğar dünyâya geldiği vakitde. Anne bir çocuğu dünyâya getirdi mi, o çocuk islâm üzere doğar. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, Sultân-ı Enbiyâ, yani peygamberler sultânı olan Muhammed Mustafâ böyle söylüyor. Çocuk dünyâya geldi mi, islâm üzere doğar. Sonra annesinin, babasının dîni üzere yetişir. Annesi babası Yahudi mi, Yahudi yetişir, Hıristiyansa Hıristiyan olur, mecûsî ise mecûsî olur, onların terbiyesiyle. Ama Hakk'ın hidâyeti erişirse, annesi babası kâfir de olsa, onun başına îmân tâcı konulur, sırtına libâs-ı şerîat, şerîatın elbisesi giydirilir, gönlü tevhîd nûruyla münevver olur.
Şimdi, îmânı kurtarmak meselesi mevzûbahs olan. "Lâilâheillallah Muhemmedü'r-Resûlullah", bu kelime-i tayyibeyi bir adam söyledi mi, yedi cehennemin kapısını kilitler bu kelime, anahtardır bu, miftahdır yani, kilitler nârı ve cennetin kapısını açar, sekiz cennetin. Fakat bu îmânda dâim olmak ve kâim olmak lâzımdır. Bu ne ile kâim olur? İşte Cenâb-ı Hakk Celle ve Tekaddes Hazretleri, beş tâne esas koymuş, temel-i islâm olarak. Beş vakit namaz, ömründe bir defa hac, nisâba mâlik olan malının kırkda birini zekât, senede bir ay oruç Ramazân-ı Şerîf'de. Bunlar temel-i islâmdır. Bu tevhîd bunun üzerine binâ olunur ve tevhîd de muhabbetle olması şerâitdendir. Muhabbetdir, aşkdır, Allah'a muhabbetle sarılmakdır. Allah'a muhabbetle bağlanmak, Allah'a muhabbet de, aşk da, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin, Hazret-i Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâmın yolundan gitmek ve Resûlullah'a bîat etmekle mümkündür. Hazret-i Muhammed'in yolunu tutmayan, O'nun yolundan, isrinden gitmeyen, O'nun izine ittibâ eylemeyen, muhabbetullaha nâil olamaz. Hakk'a giden yollar, her mahlûkâtın nefesi sayısıncadır. Fakat bütün yollar mesdûddur, seddolunmuşdur, ancak Bâb-ı Muhammediyyet açılmış, o kapıdan kim girerse, Allah Resûlü'nün kapısından kim girerse, Resûlullah'a kim bîat ederse, Allah'a bîat etmiş olur. Allah Resûlü'ne kim itâat ederse, Allah'a itâat etmiş olur. Allah Resûlü'ni kim severse, Allah'ı sevmiş olur. Onun için Cenâb-ı Hakk, "Allah'ı seviyorum diyenlere habîbim şöyle söyle, قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون۪ي يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ kul in küntüm tuhibbûnallahe fettebiûnî yuhbibkümüllah, Allah'ı seviyorum iddiâsında bulunanlara şöyle söyle, eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana tâbi olunuz ki Allah sizi sevsin". Hazret-i Muhammed'e tâbi olunmayınca, Resûlullah'a bağlanmayınca, Resûlullah'a bende olmayınca, Resûlullah sevilmeyince, Hakk bilinmez, Hakk bulunmaz. Buna imkân ihtimâl yokdur. Hakk gün gibi âşikârdır, Resûlullah'ı görmeyenlerin gözleri a'mâ olduğu için Hakk'ı göremezler. Ancak Mir`ât-ı Hakk'a bakmak lâzım ki Hakk'ı göreler.
Şimdi, bundan evvelki derslerimizde, müslümanları dört sınıfa ayırmışdık. Birinci kısım, tevhîd edip amellerini düzeltmeyenler Tevhîd ediyor fakat Hakk'ın menhiyyâtından kaçınmıyor, Allah'ın yapma dediklerini yapıyor, dinlemiyor Allah'ı. Allah'ı kırıyor yani, sevgili Allahını, Rabbini yani. Onu bir katre menîden halk eden Allah'ı kırıyor, O'nun sözünü dinlemiyor. Ve ona babasından yetmiş bin derece şefkatli olan Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâmı üzüyor, yapdığı efâl ü harekât ile. Nedir o? İşte namazını terketmiş, zekâtını vermemiş, haccını etmemiş, orucunu tutmamış ama tevhîdi var yalnız mücerred. Âkıbeti korkulu. Eğer tevhîd ile ölürse, îmân nasîb olursa, Allah dilerse cezâsı mikdarı nârında yakar sonra âzâd eder. Yâhud hiç yakmaz, affeder. Ona karışmayız. Çünkü Cenâb-ı Hakk buyurmuş ki, "Benim rahmetim gadabımı geçmişdir". Bir adam seksen sene küfr ü dalâletde dolaşsa, türlü türlü günah işlese, kötülük yapsa filan böyle, sonra aklı başına gelse, sonra tövbe etse, Allah'a rücû eylese, Allah onu mahrûm göndermez. İmkânı ihtimâli yok. Kapısından boş çevirmez. Meğer ki bile ve bula. Ama bazen tövbesini de kabûl etmeyebilir. Karışmayız. Mâlike'l-mülk O'dur çünkü, istediğini yapar Allah.
İki. Fenâlıklarda dolaşıyor, zinâda, livâtada, içkide, fışkıda, kötülüklerde yani. Tevhîdi var. Nasîb olacağı şübhelidir îmânla göçmesi. Dikkat buyurunuz. Neye benzer bilir misin? Fırtınalı havada yanan muma benzer. İbâdetsiz, tâatsiz, ahlâk düzeltilmeden yapılan tevhîd, rüzgarlı havada yanan muma benzer. Bunun etrâfına bir çerçeve geçirmek lâzımdır. Yani bir fener geçireceğiz ki sönmesin. Öyleyse ibâdet, bu îmân nûrunun etrâfına ibâdet fenerini geçireceğiz. Namaz, hac, zekât, oruç, bunlarla çevireceğiz. İş bununla da bitmedi. Ahlaksız olursa insan, ahlâkını düzeltmezse eğer, bu sefer o feneri o ahlaksızlık taşı kırar, gene mumu söndürür. Onun için evvelâ tövbe, sonra ibâdet. Nefs-i emmâre sâhibleri ki nâra yakındır, son nefeslerinde îmânlarından korkulur. Onun için bunların hemen tövbe ederek Cenâb-ı Hakk'a rücû etmesi lâzımdır. Allah bütün tövbeleri kabûl eder, şirkden gayrını, dilerse ama. Şirkden gayrı bütün günahların tövbesini Allah kabûl eder, şirk müstesnâdır, ondan gayrısını dilerse affeder. Allah'ı mecbûr edemezsin, Allah'a cebir olmaz, Celle Celâluhû Hazretlerine.
Onun için tevhîd eden zât, ahlâkını hemen düzeltmeli. Çünkü ecel denilen nesne, ne vakit geleceği malûm değildir. Hemen tövbe etmelidir. Misâlini sana vereyim. Resûlullah buyuruyor ki, "Heleke'l-müsevvifûn, tövbesini tehîr edenler helâk oldular". Bugün yaparım, yarın yaparım, öbür gün yaparım. Ekseriyâ görüyoruz böyle dar görüşlü mü'min kardeşlerimizi, "Canım niye namaz kılmıyorsun?", "Memurum ben, inşâallah tekâüd olayım yakında, sen beni o zaman gör" filan. Canım, kullar seni tekâüd edip de kullukdan âzâd etdikleri vakitde mi Allah'a kul olacaksın yani? Allah'a muhtâc değil misin? Allah gözünün nûrunu söndürürse, senin gözünün nûrunu kim verir? Soruyorum sana. Muhtâc değil misin Allah'a? Niçin? Neden?
Aklı başında olan, gençliğine, ihtiyarlığına bakmaz, genç de olsa hemen gayret kemerini beline kuşanır ve tövbe istiğfâr eder ve Cenâb-ı Hakk'a ibâdete başlar. "Efendim, ben nefs-i emmâremi yenemiyorum, nefsime mağlûb oluyorum" dersen, sana bir takım ilaçlar söyleyeceğim. Peygamber'în, sevgili peygamberimizin reçetesiyle, Allah eczâhânesinden bu şifâ. Eğer yaparsan bunları, kurtaracaksın kendini. Misâllerini vereceğiz. Tövbe etmeyenler, bugün tövbe ederim, yarın tövbe ederim diyenler, bunlar helâk oldular. Çünkü ecel, ne vakit geleceği malûm değildir.
Geçen hafta size söyelmişdim. Kâfirlere zerre kadar mühlet verilmez. "فَاِذَا جَٓاءَ اَجَلُهُمْ لَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ fe izâ câe ecelühüm lâ yeste'hirûne sâ'aten velâ yestakdimûn". Âsîlere de mühlet verilmez. "Aman dur tövbe edeyim". Olmaz, Melekü'l-mevt geldi mi, vurur, kabz eder. Fakat âşık-ı sâdıklara, nefslerini ıslâh etmiş, nefslerini Hakk'da yok etmiş, aşk-ı Muhammed ile kalblerini tezyîn eylemiş, zâhirini şerîatın nûruyla pür-nûr eylemiş, kalbi aşkullah, muhabbetullah, muhabbet-i Resûlullah ile taşmış, lisânında zikir, gözünde ibret, işittiği Kur`ân'dan başka bir şey değil, söylerse hak kelâm söyler, lağviyyâtdan kaçınmış, gıybet etmemiş, kötü söylememiş, sebbetmemiş, şetmetmemiş, küfretmemiş, lisânını temizlemiş, bunlara Melekü'l-mevt, koca bir melâike yani meleklerin peygamberi olan Hazret-i Melekü'l-mevt, edeble gelir, emr-i ilâhî ile, "Allah'ın selâmı var, rûhunu kabzedeyim mi, Allahu Teâlâ soruyor". Halîliyyetdir çünkü, bundan evvel söylemişdik gene, halîliyyet.
Sen görmezsin. "فَلَوْلَٓا اِذَا بَلَغَتِ الْحُلْقُومَۙ * وَاَنْتُمْ ح۪ينَئِذٍ تَنْظُرُونَۙ felevlâ izâ belagati'l-hulkûm ve entüm hîne izin tenzurûn". Cân hulkûma geldiği vakitde âlem, başka bir âlem olur. Yok dediğim meydâna gelir, var dediğin yok olur. Elindeki bütün vâriyetin, âriyet olan vâriyetin, hepsi elinden çıkar. Rütben, kasan, kesen, evlâdın, her şey. Her şey seni terk eylemişdir. Seninle kimse kabre girmeyecekdir. Sana kimse enîs olmayacakdır, ancak amelin olacakdır. İster güzel işlerin, güzel amellerin, ister çirkin işlerin. Şimdi haber vereceğim sana.
"Heleke'l-müsevvifûn, tövbesini geriye bırakanlar helâk oldu".
Bir pâdişah, büyük bir ibret, göz sâhibleri için, izân ve irfân sâhibleri için büyük âyât u beyyinât pâdişahda zuhûr eylemiş hâdise, halka ibret olsun için. Çünkü pâdişahın kasası, kesesi, askeri, iki dudağı arasından çıkacak bir sözle binlerce insanın kellesi düşebilir, bu kudrete mâlik olan bir zâtın başına gelen hâdise. Ölüm yatağına yatmış kendisi, son nefesde toplamış vezir vüzerâsını etrâfına. Demiş ki, "Ben Kaf'dan Kaf'a hükmederdim. Öldüğüm vakitde elimi tabutun hâricine çıkarınız koyunuz, tabutun içine koymayın ellerimi benim".
Manâsı ne biliyor musun? Çocuk dünyâya geldiği vakitde, çocuğun elleri yumuludur böyle. Sorun bilenlere, belki şâhid olmadınız. Dünyâya harîs gelir. Giderken elleri açıkdır. Boş gider eli, hiç bir şey götüremez âhirete. Maddeden bir şey gitmez. Manâ gider yalnız.
"Ellerimi açık bırakınız. Sonra ikincisi, ben tövbe edeceğim, bugün yarın diye, güzel günler, âlâyişli günler gelip geçiverdi hemen".
Kaç yaşına geldin? Altmış yaşındasın, elli yaşındasın, kırk yaşındasın. Bir gün gibi değildir. İster acı günlerin, ister tatlı günlerin. Ama onların hâtırasıyla, onların anısıyla yaşarsın. Ve mesûlsün, iyiliklerden ve kötülüklerden. Gelip geçmişdir fakat mesûlsün. Onların hâtırasıyla yaşarsın. Fakat dün gitdi, yarın geleceği mechûldür, dem bu dem, saât bu saâtdir. Bak dikkat et konuşduğum söze. Dün gitdi, bir daha gelmez. Milyonları ver gelmez. Yarına çıkacağın da şübhelidir. Dem bu demdir, saât bu saâtdir. Hemen tövbe istiğfâr etmek lâzım gelir.
Allah bizi tövbe edenlerden, tövbe edip rahmet-i ilâhiyyeye kavuşanlardan, Resûlullah ile buluşanlardan, Allah ile sevişenlerden eylesin.
"Bugün tövbe ederim, yarın tövbe ederim diye tövbemi tehîr eyledim ve Rabbime elim boş gidiyorum. Mülkümden bir şey götüremedim âhirete, ordularım, sarayım, kasam, kesem burada kaldı. İşte benim rütbemden yüksek bir rütbe yok, en büyük pâdişah benim, şarkdan garba hükmeyledim. Benim hâlimi görünüz ve tövbe istiğfâr ediniz".
Vezirlerine nasîhat ediyor son nefesinde. Gene hayırlı adammış. Bazısının dili tutulur, konuşamaz. "Lâilâheillallah" bile diyemez. Çene kilitlenir çünkü. Yaaa! Belin bükülürken Allah'a rükû et, secde et. Bir gün gelecek, belin bükülmeyecek. Elin kâdir iken infâk eyle, bir gün gelecek elin kâdir olmayacak, kasandan para alıp dağıtmaya. Düşmanların tarafından taksîm olunacak, sevmediklerine kalacak malın mülkün. Hepimizin böyle. Velev ki sırtında yamalı bir hırkan olsun, yâhud bir palto olsun, o da sevmediğine kalacakdır. Aklını başına al. Aklımızı başımıza alalım. Dünyâyı boşuna çiğnemeyelim. Gelip geçiyoruz, gidiyoruz. Bu dünyâ kaç defa doldu boşaldı. Bu mescid kaç defa doldu boşaldı. Bu hutbe kaç defa doldu boşaldı. Nice hatîbler geldi gitdi. Hutbe öyle sesleniyor bana, "Senin gibi nice hatîbleri eskitdim". Mihrâb öyle sesleniyor, "Senin gibi nice imamları ben buradan yürütdüm" diyor "eskitdim, savurdum". Dünyâ değirmeni un gibi savurdu, öğütdü, savurdu havaya. Ama manâsı bâkî. "Öldüm kurtuldum", yok öyle bir şey. Ancak "Lâilâheillallah Muhemmedü'r-Resûlullah"ı götürenler kurtuldular, necâta erdiler. Yoksa ondan gayrısı, ne öldü de kurtuldu, asıl ondan sonra iş başlıyor.
Bütün nâs uykuda, insanların kâffesi uykuda, öldüğü vakit uyanıyor. Gördüğün şey, rüyâdan başka bir şey değil. Hep gördüğün rüyâdır başdan aşağı. İster malın olsun, ister câhın olsun, hepsi rüyâ. Öldüğün gün uyanırsın, gözünü açarsın, bir de bakarsın ki rüyâdan başka bir şey değilmiş. Yok dediğin var oluyor, var dediklerin yok oluyor.
"Hâlimi görün, ibret alın, Allah'a rücû eyleyin" dedi. "Bir vasiyyetim var size. Ben öldüğüm vakitde, kabir azâbı hakdır ve gerçekdir". İyi dinle! "Kabir azâbı hakdır ve gerçekdir, beni tabutuma koyun ama gömmeyin. Beni filanca sarayımın tavanına altın zincirlerle asınız. Hıfzedin beni, asker beklesin beni. Ben azâb-ı ilâhîden korkuyorum".
Ahmak! Düşünemiyor ki, Allah'ın azâbına asker mi mâni olacak! Demir kalelere girsen ecelden kurtulur musun! " وَلَوْ كُنْتُمْ ف۪ي بُرُوجٍ مُشَيَّدَةٍۜ velev küntüm fî burûcin müşeyyede". Düşünemiyor oraları, zannediyor ki asker men edecek onun azâbını. Hayır! Belki azâbı artar. Bildiğin gibi değil hâdisât. Âh! Allah kalb gözlerimizi küşâd eylesin, bak neler göreceğiz. Allah anlatsın, neler anlayacaksın, neler işiteceksin, neler duyacaksın, ondan ibret alacaksın.
"Böyle yapınız" dedi. Vasiyetini yerine getirdiler. Öldü, yıkadılar, kefenlediler, bir şey koymadılar tabutun içerisine. Ne kazandıysa hayâtında ibâdât ü tâatdan onu götürdü. Ne kabahat yapdıysa onların suçlarını aldı gitdi.
Cehennemde ateş yok, ateşi buradan götürüyorsun. Cennetin nimetleri de buradan götürülüyor. Aklını başın al. Ahmaklığa lüzûm yok. Hiç ahmaklığa lüzûm yok, katiyyen ve kâtıbeten. Cehennemin derekâtı ve ateşi buradan gider. "Cehennemde yılanlar var" diyor Peygamber, "hurma ağaçlarının kalınlığı kadar. Akrebler var, katır kadar" diyor, buradan gider onlar. Orada bir yılan halk olunmaz, sen götürürsün buradan. Kur`ân okuduğun vakitde melâike halk olunur. Zikrullah yapdığın vakitde melâike halk olunur. Sebbedersen şeytan halk olunur sebbinden. Ne yaparsan buradan götürüyorsun beraber.
Sen bir sultansın, bir takım defînelere mâliksin, fakat haberin yok sultanlığından. Bir dağ gibisin, zâhirde görüyorsun yeşillik, otluk, ağaçlık, kayalık, altında bir defîne var. O defîneye bir mâlik olsan, onu bir anlasan, onu bir görsen! Sultansın ama ne yapalım ki kaybetmişsin sultanlığını.
Ve pâdişahın vasiyeti yerine getirildi.
İyi dinle! Bazı ahmaklar, bak ahmak diyorum, "Efendim, yerimi aldım, kabrimi yapdırdım, işte betondan yapdırdım, mermerden yapdırdım, üzerine şöyle yapdım, böyle yapdım" filan. Kabir yapmak mesele değil, kabir hazırlamak mesele değil, kabre kendini hazırla, kendini kabre hazırla! Kabir hazırlamak mesele değil. O yapılır o. Öldüğün vakitde bir çukur bulurlar, seni koyarlar. Kabrin içerisi mamûr ola, ziynetlene. Oraya gelen yılan dünyâ yılanı değildir, seni sokacak olan kabirde. Sen kendin götürdün o yılanı elinle.
Gece bekliyorlar, büyük bir gürültü oldu. Askerler koşdular ne oluyor diye, açdılar tabutu, büyük bir yılan pâdişahı yutmuşdu. Nereden geldi, nereden girdi acabâ? Dünyâ yılanı değil. Pâdişâhın kendi ameliydi. Çünkü zâlimlerin amelleri yılandır. Hazret-i Mûsâ aleyhisselâmın asâsı yılan olmuşdu Firavun'a karşı. Pars olabilirdi, fil olabilirdi, aslan olabilirdi. Firavun zâlim olduğu için Allah Hazret-i Mûsâ'nın asâsında onun amelini gösteriyordu yılan olarak. Acaba anlatabildim mi? Gitdiler, öldürdüler yılanı. Pâdişahı koydular yerine. Gene bir feryâd kopdu, koşdular bakdılar, gene aynı yılan pâdişahı yutmuş. Ve üçüncü sefer de açdılar ki simsiyah kesilmiş. O devrin velîlerine, âlimlerine gitdiler, sordular. "O dünyâ yılanı değil, o ameli kendisinin". Acaba anlatabiliyor muyum?
Yakında amelinle başbaşa kalacaksın. Dostun, annen, baban, sevdiklerin seninle kabre girmez. Onun için hemen tövbe istiğfâr ve ibâdet ve tâata devâm. Sakın "Bugün tövbe edeceğim, yarın tövbe edeceğim" deme. Bak gene getirelim bir misâl, sana misâlini de vereyim.
Ebu'd-Derdâ Hazretleri, Cenâb-ı Resûlullah'ın pek karîbinde bulunan sahabesinden, arkadaşlarından ve ashâb-ı soffeden ve bize hadîs rivâyet eden büyük zât-ı muhterem, o söylüyor. Diyor ki, çok ince, ben ekseri zaman söylerim hutbede, çünkü mühim şeyleri söylemek lâzımdır, unutulmasın. "Bir adam" , çok dikkat et konuşduğum söze, "îmânsız öleceği korkusu yoksa kalbinde, îmânsız ölürüm korkusu yoksa, o adam îmânsız ölür" diyor Ebu'd-Derdâ Hazretleri.
Gene onun bir kelâmını söyleyeyim sizlere ki îmânınız daha yakîne gele. Bir evceğizi varmış. Bu ev kışın ayaklarını soğukdan yazın sıcakdan korumazmış, kulubesi yani. Derme çatmaymış. Kendisi ashâb-ı soffeden, Peygamberimizin dervîşlerinden yani. Ashâb-ı soffe, Peygamber'in dervîşleri. Demişler ki kendisine, "Yâ Ebe'd-Derdâ, şu evini biraz büyütsen de kışın ayakların soğukdan yazın güneşden hıfz olsa" demişler. Kim söylemiş biliyor musun? Söyleyen Melekü'l-mevt, Azrâil aleyhisselâm. İnsan şeklinde gelmiş kendisine. "Yâ Ebe'd-Derdâ, evini biraz büyütsen de kışın ayakların soğukdan yazın güneşden korunsa" demiş. Deyince şöyle bakmış yüzüne, "Sen beni takîb etdiğin müddetçe bu bile bana çok" demiş Melekü'l-mevt'e. Yaaa! Görüyor yani, okuyor yani.
Onun için ârif-i billah olanlar okurlar insanların yüzünden okurlar. İnsanlar mushaf-ı nâtıkdır, yüzünden okurlar insanları. Ârif olmayan okumaz. Meselâ her Muhammedînin alnında "Muhammedü'r-Resûlullah" yazılıdır. Haberin var mı ondan? Gördün mü hiç? Dikkatli bak, gözlerini iyi sil. Allah kalb perdesini kaldırsın da gör. Cümle mü'minlerin alnında eser-i secde yani "Muhammedü'r-Resûlullah" damgası vardır manevî olarak. Bazı zevât eser-i secde, secdede alnı çürümüş manâsına gelir diyorlar, o manâya da gelir ama, asıl mühim olan, Muhammedî olarak kayıt vardır burada. Onun için koca bir gayr-ı müslim ordusunun içinde iki müslüman koysunlar, bir müslüman eğer ârifse böyle baksın, on bin kişinin içinden o iki müslümanı bulur, çıkarır. Hemen belli olur yüzü. Hattâ dikkat ederseniz laf aramızda Avrupa'ya giderseniz göreceksiniz, köpekleri ve koyunları dahi kendilerine benziyor. Gidenler varsa baksınlar, beni tasdîk edecekler. Onun için bu alından bu Muhammedîliği silmemeli. Aşkullah, muhabbetullah ile sünnet-i peygamberîye tâbi olmalı ve Âl-i Muhammed'i, ashâbını, ensârını ve evliyâsını sevmeli ki o eser oradan silinmeye.
Bak şunu da söyleyeyim sizlere mü'min kardeşlerim. Kendi canını kurtarmaya çalışma yalnız. "Efendim, ben tövbe etdim, hak yolu buldum". Vazîfen bununla bitmiyor senin. Hısım akrabanla güzel güzel mücâdele yapacaksın, onları Hakk'a davet edeceksin, Allah'a çağıracaksın. Eğer oğlunu helâldan besledin, büyütdünse sana tâbi olacak, sana itâat edecek, haramdan besledinse, sana âsî olacakdır, seni dövecekdir. Merâk etme, üzülme hiç! Dikkat et konuşduğum sözlere! Komşunun kapısını kötülükle çaldınsa eğer, senin de kapını çalacaklar. Komşunun karısına kızına yan bakdınsa, seninkilere da bakacaklar. Yetîmleri incitdinse senin de yetîmlerini incitecekler. Hiç hak yerde kalmayacak. Vurana vururlar, çalandan çalarlar. Müstakîm olmaya çalış, bütün kerâmet istikâmetdedir. Müstakîm olursan, aşk-ı Muhammed'le kalbini münevver kılarsan, zâhirini Peygamber'in emirleriyle süslersen, Allah'ın emirlerine riâyet edersen, iki cihânda sultân olursun. Geçiyoruz.
Bir zât geldi dedi ki Ebu'd-Derdâ Hazretlerine, "Ben uğraşıyorum, ben bir çukura düşdüm Yâ Ebe'd-Derdâ, çırpındıkça çamura batıyorum ve gömülüyorum, kendimi kurtaramıyorum, içkiden, şundan, bundan filan. Nefsimin mahkûmu olmuşum".
Çünkü vücûdda iki büyük kumandan var. Birisi rûh, biri nefs. Çarpışıyorlar mütemâdî sûretde. Rûh galebe çalarsa, yardımcısı tevfîkli akıldır, o adamın vücûdu beytullah oluyor. Eğe rnefs kazanırsa, nefsin yardımcısı hannâsdır, o şeytandır, o binâ şeytan evi oluyor. Düşün! Bazı adam ne yapıyor, kendini kurtaramıyor, mağlûb oluyor nefsine.
Bu zât işte derd yanıyor, Hazret-i Ebe'd-Derdâ'ya. İyi dinle, kulağını benden yana ver! Dedi ki, "Kurtarmak istiyorum ama kurtaramıyorum kendimi. Nefs-i emmâreden kurtulmak istiyorum. Sınıfım yükselsin benim".
Üç sınıf daha yükseleceksin, insan olmak istiyorsan. Yani ölüm sana gülerek gelsin ve ölüm ânında Hazret-i Peygamber'in kucağına düşmek istiyorsan, vuslata ermek istiyorsan, üç mertebe yükseleceksin. Yükselmeden olmaz iş. İçkiyle, fışkıyla olmaz, yürümez, îmân nûru söner. Söyledim sana az evvel, verdim misâlini. Binâenalâzâlik hemen tövbe istiğfâr etmek lâzım ve Hakk'a yönelmek lâzımdır.
"Kurtaramıyorum kendimi". Peki, şimdi sana ilaç veriyoruz. Hazret-i Ebe'd-Derdâ, Peygamber'in arkadaşı, sahabisi, Kur`ân reçetesiyle, eczâhâne-i Muhammed'den şifâ sunuyor sana. İyi dinle şimdi.
O zâta dedi ki, "Kendini kurtarmak istiyorsan, sana üç tâne ilâç tavsiye edeceğim. Birisi, cenâze namazı kıl. İki, hastahânelere git hastaları yokla. Üç, mezarlıklara git dolaş. Sonra bana gel". O adam gitdi, döndü dolaşdı, geldi ve dedi ki, "Vallahi ben bu işleri yapdım ama bana bunların hiç bir tesîri olmadı". Hazret-i Ebe'd-Derdâ dedi ki ona, "Sen bu işleri yapmışsın ama hakkıyla yapmadın. Meselâ cenâze namazı kıldın ama sen kendini o cenâzenin yerine koymadın. Cenâze namazını kılarken, tabutun için ben varım, benim namazım kılınıyor diye düşüneceksin, namazı öyle kılacaksın. Hasta ziyâreti yapdın, ama hiç düşünmedin, bu hastanın yerinde ben de olabilirdim diye. Mezarlıklara gitdin ama ölümünü hiç düşünmedin, muhakkak ki bir gün sen de kabre gireceksin. Eğer benim dediklerimi böyle yapsaydın, mutlakâ tesîrini görecekdin" dedi.
Maalesef bu hutbenin son kısmı kayda alınamamışdır.
Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 29 Aralık 1978 (28 Muharrem 1399)) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.