Elif, lâm, mîm. Zâlikel kitâbu lâ raybe fîh, hüden lil müttekîn. Ellezîne yü’minûne bil gaybi ve yukîmûnes salâte ve mimmâ razaknâhum yünfikûn
Sadakallahü'l-azîm.
Bu âlemde, îmân nimetine, islâm devletine erişen, kıyâmet gününe inanan, Habîb-i Hudâ Şefî'-i Rûz-i Cezâ Mahbûb-i Kibriyâ Serdâr-ı Enbiyâ Muhammed aleyhissalâtü vesselâma gönül veren ve O'nun rızâsını özleyen ve gözleyen, kıyâmet gününe inanan, Hakk'ın cennetine tâlib, rızâsına râgıb, cemâline âşık olan mü'minler!
Düstûr-i mükerremimiz, Allah'ın kitâbı, bizlere şöyle hitâb ediyor, "هُدًى لِّلْمُتَّقِينَ * الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُقِيمُونَ الصَّلاةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَhüden lil müttekîne'llezîne yü’minûne bil gaybi ve yukîmûnes salâte ve mimmâ razaknâhum yünfikûn". Cenâb-ı Hakk burada mü'minlerin sıfatını sayıyor.
Bir defa, Kur`ân-ı Kerîm'in taraf-ı Hakk'dan nâzil olduğuna, bunda hiç şek ve şübhe götürmemeye, Kur`ân'ın yalnız ve mücerred müttakîlere hitâb etdiğini, yani Allah'dan korkanlara hitab etdiğini, Allah'a inananlara hitâb etdiğini ilân etmede, sonra bu Hakk'dan korkan, Allah'a îmân edenlerin sıfatlarını Allah tayîn ediyor ki, "يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ yü'minûne bi'l-gaybi", onlar gayba îmân ederler. Yani gaybdan murâd peygamberlere teslîm olurlar, resûllere teslîm olurlar. Çok mühim!
Mahşeri biz görmedik, mîzânı seyretmedik, ne sırâtı, ne cehennemi gördük, ne cennete vâsıl olduk. Ammâ muhbir-i sâdık olan Muhammed Mustafâ bize bunları haber verdi. Sonra "Leyle-i İsrâ"da Allah O'nu götürdü, bize gayb olarak haber verdiklerini peygamberine gözüyle gösterdi ve ayne'l-yakîn ve hakka'l-yakîn ona tanıtdı ve bizlere böylece haber verdi. Biz de Resûlullah'a teslîm olduk. Burada "يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ yü'minûne bi'l-gayb" demek, Allah'ın resûllerine teslîm olurlar demekdir. Akıllarını Allah resûllerinde kurbân ederler.
Meselâ Ebâ Cehl'in kâfir kalması aklına güvenmesindendir. Çünkü her şeyi akıl tartmaz. Mi'râc gecesi sabâhı Peygamberimize diyor ki Ebû Cehl, akıllı adam, "Yâ Muhammed sen gecenin bir cüz'ünde semâya çıkdın, arşı cevelân kürsîyi seyrân etdin, Hakk ile konuşdun, cennet ve cehennemi seyretdin, yatağın soğumadan geldin, bu nasıl olur?. Kalk ayağa", Efendimiz kalkıyor, "Bir ayağını kaldır yerden", Efendimiz kaldırıyor, "Öteki ayağını da kaldır", "Düşerim" diyor Cenâb-ı Peygamber. "Nasıl gidersin" diyor, "Bak, yerden bir karış kalkamıyorsun sen". Akıllı adam çünkü. Peygamber diyor ki, "Ben gitmedim, Allah götürdü beni".
Nice su üstünde yürüyenler suda boğuldular. Su üstünde yürüyenler susuz öldüler. Su üstünde yürüyenler suda boğuldular. Allah dilediğini yapar. Onun için mü'minlerin bir sıfatı, Allah Resûlü Muhammed Mustafâ'ya aklını kurbân edecek ve O'na öyle teslîm olacak.
"يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ yü'minûne bi'l-gayb". İşte Hakk'ı tanıyan, Hakk'ı bilen, Hakk'ın kudretini tasdîk eden, O'nun habîbine gönül verdi mi, muhbir-i sâdık olan Peygamberimiz, bize bunları haber vermişdir. Kıyâmet gününde olacak hâdisâtı. Bundan sonraki âlemi haber vermişdir. En ufak teferruatına kadar. "وَلَا رَطْبٍ وَلَا يَابِسٍ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ velâ ratbin velâ yâbisin illâ fî kitâbin mübîn". Zîrâ Kur`ân-ı Kerîm'de yaş ve kuru, küçük ve büyük, ne varsa, ne olacaksa, Allah Kur`ân'a cem' etmişdir. Anlamak için evvelâ Allah'dan ittikâ lâzımdır. Bir adam müttakî olmazsa, Allah'dan korkmazsa, Allah'ı tanımazsa, Kur`ân ona bir şey söylemez. Hidâyet mutlakâ ittikâ iledir, ittikâ yani Allah'dan korkmadır, verâ iledir. Bir saat verâ, bir sâat Allah korkusuyla yaşama, yetmiş sene ibâdetden Allah'a daha sevgilidir. Onun için mü'minlerin bir sıfatı müttakî, Hakk'dan korkan ve verâ sâhibi olan demekdir ki, Allah da Kur`ân'da gene, Bismillahirrahmânirrahîm. "يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُم مِّن ذَكَرٍ وَأُنثَى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِندَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ yâ eyyühe'nnâsu innâ halaknâkum min zekerin ve ünsâ ve ce'alnâküm şu'ûben ve kabâile li te'ârafû, inne ekrameküm 'indallâhi etkâkum, Ey insanlar! Biz sizi bir kadınla bir erkeğin izdivâcından halk etdik, kabîle kabîle, millet millet ayırdık, sizlere isimler verdik, fakat içinizde benim indimde en kerîm olan, en yüceniz, en makbûlünüz, en mebrûrunuz, en kerîminiz, benden korkandır" diyor Hazret-i Allah Celle Celâluhû.
Dünyâ yüzünde sorsalar, bir ârif-i billâha yâhud bir mü'mine, "Hakk'dan en fazla kim korkar?". Hazret-i Muhammed Mustafâ. İmâmü'l-etkiyâdır. Yani Allah'dan korkanların imâmıdır Peygamber, önderidir, başıdır. Hattâ Cenâb-ı Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, "Ben Leyletü'l-Mirâc'da", yani Mi'râc Gecesi, "Cebrâil'in Hakk korkusuyla, rüzgar esdiği vakitde devenin çulunun titrediği gibi titrediğini gördüm" diyor, Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem.
Onun için Allah'ın kelâmını işitenler, Hakk'dan korkanlar Allah'ın kelâmını işitdi mi, Allah ismini işitdi mi, Muhammed ismini işitdi mi, tüyleri diken diken olur, cildleri ürperir,Hakk korkusuyla, Hakk sevgisiyle, Hakk aşkıyla, Muhammed muhabbetiyle. O vakit bilsin ki o adam, Hakk'a makbûldür.
"Allah'a ben makbûl müyüm değil miyim bilmiyorum" derse, Allah ismi anıldığı vakitde, Kur`ân zikrolunduğu vakitde, Muhammed Mustafâ söylendiği vakitde, ismini işitdiği vakitde, vücûdunda bir titreme, cildinin ürperdiğini, tüylerinin diken diken olduğunu duyarsa, bilsin ki o kimse, îmândan nasîbi olup kurb-i ilâhîye yol açmış demekdir.
Pekâlâ şimdi bu îmânın, dikkat buyurun, bu îmânın muhâfazası nasıl olacak? Allah gene söylüyor, mücerred îmân, ibâdetsiz îmân, rüzgârlı havada yanan kandile benzer, muma benzer efendiler. İbâdetsiz îmân, rüzgarlı havada yanan muma benzer. Nasıl ki rüzgârlı bir havada mumu yakdık, bir fenerin içine koymazsak, rüzgar onu söndürürse, bir adam mücerred ibâdet ve tâat etmeden "Allah'a benim îmânım var" derse, son nefesde, küfür rüzgarları, ma'siyet fırtınaları o mumu, îmân mumunu söndürebilir. Onun için Cenâb-ı Allah, îmânın arkasından, "يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُقِيمُونَ الصَّلاةَ yü'minûne bil gaybi ve yukîmûnes salâh", dînin direği olan namazı zikrediyor. Çünkü her şeyin bir alemi var, bir alâmeti var, bir alâmet-i fârikası var, bir nişânı var, îmânın da alâmeti, namaz, salât. Bu salât ki, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, o Mahbûb-i Kibriyâ, sebeb-i hilkat-i âlem olan Muhammed Mustafâ, bu namaz hakkında "gözümün nûru" demiş, "الصلاة قرة عينى es-salâh kurratü 'aynî". Gene bir hadîs-i şerîflerinde, dikkat buyurunuz, o kafaları değiştirelim, "Kulun, abdin Allah'a ilk hisâbı namazdandır".
"Efendim, benim namazım yok ama kalbim temiz" filan, bunların hiç bir kıymeti yokdur. Senin kalbin temiz olsun, namazını da kıl sen. Mücerred kalb temizliğiyle bırakma işi. Kendi kendini kandırmış olursun sonra.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, mi'râcı işte mal'ûm olan, ma'rûf olan gecede olmuş, Allah Ümmet-i Muhammed'e beş vakit namazı mi'râc olarak hediye etmişdir. Namazda urûc vardır, yükselme vardır, maneviyyatla. Bir defa, Allah ile, Allah mekândan münezzeh olduğu hâlde, namaz kılanla Allah arasında hiç bir perde yokdur.
"اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَع۪ينُۜ iyyâke na'büdü ve iyyâke neste'înü", "اِيَّاكَ iyyâke", muhâtab, müfred. "اِيَّاكَ نَعْبُدُ iyyâke na'büdü, Yâ Rabbi, biz sana ibâdet ederiz". "Biz" diyoruz hem de, bak dikkat buyurunuz. Öyle talîm buyurmuş Allah. Neden? "Ben" dersem eğer, "iyyâke a'büdü" desek, olur ama, benim ferden namazımı Allah ya kabûl eder ya etmez. Ya ismim dîvânda kayıtlıdır, ya değildir. "Na'büdü" dersek, cümle Allah'a ibâdet eden, cinniler, melekler, insanlar, peygamberler, velîler, onlarla beraber söylediğin için, Allah senin sözünü reddetmiyor. Yani kabûl ediyor.
"اِيَّاكَ نَعْبُدُ iyyâke na'büdü, Yâ Rabbi, biz sana ibâdet ederiz". Kim bunlar? Başda Resûlullah olmak üzere, sallallahu aleyhi vesellem, diğer iki yüz yirmi dört bin peygamber, Kur`ân'da zikrolunan yirmi sekiz peygamber, melekler, sulehâ. "na'büdü, sana ibâdet ederiz". "وَاِيَّاكَ نَسْتَع۪ينُۜ ve iyyâke neste'înu". Dikkat buyurunuz konuşduğum söze! "اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَع۪ينُۜ iyyâke na'büdü ve iyyâke neste'înü". "Yâ Rabbi, bu namazı kılmak için de, senin huzûruna varmak için de, senin rızâna ermek için de, senden yardım isteriz yâ Rabbi. Eğer huzûruna kabûl etmezsen biz sana ne kıyâm, ne rükû', ne secde, ne de tesbîh edebiliriz".
Sen bu câmiye kendi kendine mi geldin zannediyorsun? Senin zannın öyle değil mi? Seni kabûl etdiler buraya. Seni kabûl etdiler manevî olarak, kabûl etmeselerdi gelemezdin. Allah sana tâlib olmasa, sen Allah'a tâlib olamazdın. Resûlullah sana tâlib olmasa, sen Resûlullah'a tâlib olamazdın. O zâhirdedir böyle, bir de işin bâtın tarafı vardır, iç tarafı vardır. Bir şeyin ki dışı vardır, onun içi vardır, evveli vardır, âhiri vardır. Zâhiri varsa bâtını vardır. Evvel, Âhir, Zâhir, Bâtın, Allah'dır, ayrı. Bu sözümüzü şerh edelim.
Bir zât gidiyordu yolda, îmânlı bir adamdı, insaflı da bir adamdı fakat ibâdetsizdi. Yanında çalışan adamı, işçisi, o, ibâdetli bir adamdı, dedi ki patronuna, "Efendi, ikindi vakti geçiyor, güneş kuvvetini kaybetdi, müsaade edersen ben şurda ikindinin farzını kılıvereyim" dedi.
Aman ne kadar güzel! Sen namâzdan lezzet aldın mı, zevk aldın mı, tad aldın mı? Allah'la konuşma, işte söyledim sana, bilâ-perde. Mekândan münezzeh olarak tecellî eder Cenâb-ı Hakk, salâtda. Tahiyyatda da öyle. "Esselâmü 'aleyke eyyühennebiyy" diyorsun. "Ey nebiy-yi zîşân, ey nebiy-yi muhterem, sana selâm olsun" diyorsun, "salât olsun" diyorsun. "Esselâmü 'aleyke eyyühennebiyy".
"Çabuk kıl da çık dışarıya, hemen kıl da çık" dedi. "Peki" dedi. Mescidde kimse yok. O da kapının dışına oturdu. İyi dinle! Bekliyor. İş biraz uzadı. Patronun canı sıkıldı, içeriye bağırdı, "Sâlih!" yâhud "Mehmed!", "Efendim", "Ne oldu, namaz bitmedi mi?", "Bitdi", "Niye çıkmıyorsun dışarıya?", "Bırakmıyorlar" dedi, "Beni dışarıya bırakmıyorlar". Patron başını sokdu, içeriye bakdı, câmide kimse yok. "Kim bırakmıyor" deyince, "Seni içeriye bırakmayan" dedi. "Sen içeri giremiyorsun ya, seni bir bırakmayan var, beni de burdan dışarıya bırakmıyorlar" dedi.
Onun için sen zâhirde geldim zannedersin. Seni kabûl etmişlerdir. Allah seni huzûruna, meclisine almışdır, kabûl etmişdir. Etmezse gelemezsin. Nice insan var, "Aman tekâüd olayım, namaza başlayayım. İşim bitsin, şu işe başlayayım" diyor, olmuyor bir türlü, olmaz. "Efendim, mesûliyyet nerden îcâb eder?" diye bana sorarsan, o da ayrı bir bahisdir.
Bir adamın namazı kazâya kalsa, ağlaması lâzım. Neye biliyor musun? "Ne kusûr etdim de, Allah beni huzûruna almadı" diye, namaz kazâya kaldı diye. Bir kusûr etdin ki seni Hakk huzûruna almadı, namazın kazâya kaldı senin. Erbâb-ı mükâşefe yani bize gayb olup onlara gayb olmayanlar böyle söylüyorlar. Bize gayb. Bir de gayb olmayanlar var. Onlar böyle söylüyorlar.
Ha, şimdi îmânın hıfzı, îmânın hıfzı, ibâdetde. Bunun da başında namaz geliyor evvelâ. Mü'minlerin, îmânın işâreti.
"Efendim, çalışma da ibâdet değil mi?" Çalışma da ibâdetdir, iffetiyle, ırzıyla, nâmûsuyla. Terâzîsini doğru tutarsa, kantarını tamam verirse, ölçeğini tam tartarsa, ölçerse, yâhud memursa, adâletle iş görürse, vatanına, milletine, insâniyyete, hayvâniyyete, yardım ederse, hizmet ederse, ibâdetdir ama namazın yerini hiç bir şey tutmaz. Onda, namazda vuslat var çünkü, takarrüb vardır namazda. Hattâ bak, tefsîrleriniz varsa açın bakın, Sûre-i İkra' Bismi'nin sonuna. Allah diyor ki, Arapçasından okursan secde lâzım gelecek, "Secde ediniz, bana yaklaşınız" diyor Hazret-i Allah. Allah bize bizden yakındır, biz Allah'a uzağız, secdede Hakk yaklaşır kula. Geçiyoruz. Ârif olana kâfî geldi.
Böyle "Efendim, ben gencim daha, biraz havâî dolaşayım" filan demeyin. Aman evlâdlarım! Aman kardeşlerim! Aman ağabeylerim! Aman hemşerilerim! Aman yaşdaşlarım! Hiç güvenmeyiniz! Bizi takîb eden bir kuvvet var arkamızda. Onun kılıcının kimin ensesine ne vakit ineceğini, gence mi, ihtiyara mı, bilmiyoruz ve hiç kimse de bilmiyor. Hastanın başında ecelli doktor dolaşıyor. Hastayı tedâvi ederken doktor ölüyor. Onun için bu gelici bir gün ansızın gelecekdir. 13:00
Dikkat ederseniz meyva kemâle ermeden düşer yani hamken düşer. Gençlere ölüm daha çok isâbet eder. Biz aklımızca ihtiyarları bekleriz. Aklı kurbân etmek lâzım dedim başdan zâten. Bak, sakatat satan dükkanlara gidiniz, yani işkembe, ciğer, hayvan başı satan dükkanlara, hep genç hayvanların başını orda göreceksin, pek yaşlılar kalmaz. Onun için vakit-saat belli değildir. Ârif olan kimse, hemen gayret kemerini beline dolar, Allah'a kulluk eder. Câmiye kendisini hapseder ma'nâsına değil. Beş vakitde Allah huzûruna çıkar, ictimada bulunur Allah'a karşı. İki namaz arasındaki yapmış olduğu muameleyi tartar, terâziler onu. Ne yapdım acaba iki namaz arasında? Beş defa istiyor Allah, seni davet ediyor. Gayret et oraya. Hakk'ın sevgisine lâyık olmaya çalış. Ondan sonra çalışacaksın, en büyük fazîlet. Şimdi altda gelecek âyet-i kerîme.
Çünkü Allah'a ibâdet eden kimse, kimsenin hakkına tecâvüz etmez, ne yetîm hakkı yer, ne hayvan hakkı yer, ne insan hakkına el uzatır. O, kazancını, kisbini helâlinden kazanır ve Allah'ın arzu etdiği yerlere, rızâsı olan yerlere sarf eyler. Gözyaşı siler, çıplak giydirir. İstiyor musun cehenneme perde olsun? Cehenneme kalkan istiyor musun? Çıplak bir adamı giydir, git yetîmi giydir bugün.
Görüyorsun ki, evlerimizin camını açıp bir saat oturamıyoruz, hemen nezle oluyoruz. Nice fukarâ-yı müslimîn var, nice fukarâ insan var. Sadaka herkese verilir. İslâm dîni merhamet, şefkat dînidir. Dînliye-dînsize, donluya-donsuza, sadaka verilir. Zekât müslümanın hakkıdır, müslüman kardeşine vereceksin. Bir saat pencerini aç, hemen nezle olacaksın. Öyle fukarâ var ki, penceresinin camı yok, ayakkabısının altında tabanı yok, akşama götürecek ekmeği yok. İstiyor musun cehenneme bir sütre, bir setre, bir kalkan, bir perde? Bugün Allah'ın kullarından bir çıplağı giydir. Sana yarın yevm-i kıyâmetde cehenneme bir setre olur, bu âlemde de belâya kalkan olur. İstiyor musun bugün cennete dâhil olmak? Bir acı doyur. Mahallende dul, yetîm, kimsesiz, yoksul kimseler yok mu? Fuhşiyata hiç gözümüzü kırpmadan para sarfediyoruz. Gazetelerde okuyoruz bazen, düğün yapıyor adam, milyonlar sarfediyor. Bu adama üç tâne yetîm götürsen, şunları giydir diye, giydirmez. Yazık nüfus kağıdındaki islâm kaydına.
Bir misâl verelim, sizi fazla oyalamayalım burda.
Böyle bir kış günü, dikkat buyur!, böyle bir kış günü, bir mecûsî, mecûsî ateşe tapan, Allah'a şirk koşan demek, ateşi Allah biliyor, elinde bir takım yemler, kürre-i ardı kar kaplamış, hayvanlar aç, o mecûsî, gitmiş elindeki yemi hayvanlara dağıtıyormuş. Oradan Allah'ın velîlerinden bri velî geçmiş. Buna Seyyidü't-Tâife Cüneyd-i Bağdâdî derler, bu söylediğim velîye. Ona irşâd zımnında şöyle konuşmuş, "Yapdığın hayır-hasenât Allah yanında reddolunur, sen mü'min değilsin, Allah'a şirk koşuyorsun, müşriksin" demiş. O mecûsîye, o veliyallah. Mecûsî şu cevâbı vermiş, "Belki ben Allah'a şirk koşuyorum, Allah'ın düşmanıyım ama, yapdığım şu hayır-hasenâtı Allah görüyor mu?" demiş, bizim velîye, Seyyidü't-Tâife Cüneyd'e. Kendisi anlatıyor Cüneyd-i Bağdâdî, kaddesallahu sırrahu'l-âlî. Hazret-i Velî demiş ki, "Elbet görüyor" demiş. "Eh, o görüyor ya, bizim için kâfî o" demiş. "Bir müddet sonra, Kabetullah'a gitdim, bir de bakdım, o mecûsî Kabe'yi tavâf ediyor" diyor. "Yanına gitdim, dedi ki, Yâ Cüneyd, Allah gördü, bana îmân tâcını verdi" diyor.
Yani insan, kuşlara, mahlûkâta bile şefkatli ve merhametli olmalıdır. Çünkü gene sultân-ı rusül, yani peygamberler sultânı Peygamberimiz, "irhemû men fi'l-ard, yerhamüküm men fi's-semâ" buyurmuş, "Siz kürre-i ardda bulunanlara merhametli olunuz, Allah size merhametli olsun". Merhametli olmayana merhamet olunmaz. "Men lâ yerham lâ yurham". Bütün mahlûkât-ı ilâhiyyeye. Mü'min denildiği vakitde, Allah bir, Muhammed hak, uyduğum kitâb Kur`ân-ı Mübîn dediği vakitde bunun her sözünden, her efâl ü harekâtından halk menfaat görür, iyilik görür. O vakit o kişi mü'mindir. Davâsında haklıdır. Dilinde yalan, gözünde ihânet, insanlara fenâlık, mahlûkâta merhametsizlik ve sadistlik yaparsa bir adam, o adamda hayır yokdur. İsmi ister şu isim olsun, ister bu isim olsun. İsimlere kıymet verilmez.
O mecûsî hayvana yapdığından dolayı, hayvanlara iyilik etdiğinden, Allah ona îmân tâcını verdi. Şimdi sizleri hayra teşvîk ediyorum. Evvelâ hısım akrabâlarınızdan fakîr-fukarâ kimseler varsa. "Efendi, işte bazen de bozuyor havayı" filan. Cehâlet etmiş. Sen Allah'a şükret, seni Allah öyle bir derde mübtelâ kılmamış, yardım et gene. Odun al götür. Parayı fuhşiyata sarfedecekse, biliyorsan yakînen, odun götür, ekmek götür kendisine ver. Ya her hangi bir şey, bir iyilikde bulun, para verme eline. Senin irfânına kalmış bir iş. Şimdi bakacağız etrafımıza, bak istersen bir ayağından ayakkabıyı çıkar, bir yürü, caddeye kadar. Bir çok mü'min var, ayakkabılarının altında tabanları yokdur, içine kar suları girmekde. Hele masûmlar, yetîmler. Bir yetîmi okşarsan, bil ki Hazret-i Muhammed'i okşadın. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem yetîm olarak büyümüş, yetîmi okşayan, Resûlullah'ı râzı kılmış demekdir. Hattâ bir hadîs-i şerîflerinde buyuruyorlar ki, "Kendi yetîmini, yani hısım akrabâsından, yâhud gayrın yetîmini tekeffül e den kimse, cennetde benimle berâberdir, şu parmağım gibi" diyor Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem.
Kalbinden kîni at. Bir kalbde ya muhabbet bulunur ya kîn bulunur, hem kîn hem muhabbet olmaz, hem kîn hem dîn olmaz, hem îmân hem kîn olmaz. Kalbini tathîr et. Allah'a tevekkül et ve Cenâb-ı Hakk'a teslîm ol. Allah'ın kitâbını kendine önder tut. Hakk Teâlâ'dan kork., O'nu sev, O'nun ni'metlerine şükreyle ki Allah ni'metini sana çoğaltsın.
Doğru yoldan yürü. Güneş gurûba yaklaşdı, genci, ihtiyârı, o gelici gelecek. Gitdiğin yerde seni ya memnûniyyetle kucaklayacaklar yâhud sana karşı çirkin bir yüz asacaklardır. Yakın zamanda olacakdır bu. Hacılık, hocalık, şu, bu filan para etmez. Ancak, "يَوْمَ لَا يَنفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُونَ * إِلَّا مَنْ أَتَى اللَّهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ yevme lâ yenfa'u mâlun ve lâ benûn, illa men etallahe bi kalbin selîm". Ne kasa, ne kese, ne rütbe menfaat verir. Ancak kalb-i selîme mâlik olanlar, kalb-i rahîme mâlik olanlar, Hazret-i Muhammed'in aşkıyla kalblerini dolduranlar, Allah sevgisiyle kalbleri titreyenler, onlar müstesnâdır. Onlar arşın gölgesinde sevdikleriyle berâber haşrolacakdır. Söylemişdim bundan evvelki hutbede. Kişi sevdiğiyle beraber haşrolur. Zâlimleri sevenler de zâlimlerele berâber olacak. Hiç kimse üzülmesin, herkes sevdiğiyle haşrolur.
Yakın zamanda sultânlığını göreceksin. Mü'minlik ne demekdir, Muhammedîlik ne demekdir, müslümanlık ne demekdir, bunun nimetine ereceksin. Yakın bir zamanda. O kâfirlere verilen salâhiyyete bakmayınız. Metresler, teresler, yazlıklar, kışlıklar, husûsî arabalar filan, onlar bir rüyâdan başka bir şey değildir. Yakın bir zamanda hepsi ellerinden alınır, ağızları kan içinde, yüzleri simsiyah, elleri zincire vurulmuş, gözleri göğermiş, kabre amelleriyle başbaşa konulurlar, amelleriyle başbaşa kalırlar. Yakın bir zamanda. Mü'minler de îmânlarının nûrunu bulurlar, namaz onlar için mi'râc olur ve ma'şûklarına vuslat ederler. Kişi sevdiğiyle berâberdir.
Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm.
Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 5 Şubat 1982 (10 Rebîulâhir 1402) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.