Îmânın Esasları ve Müminin Sıfatları - Hutbe - 23 Şubat 1979

15 Eylül 2023 tarihinde yayınlanmıştır.

Hazret-i Musa

HUTBE

Esteîzübillah
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَلْتَنظُرْ نَفْسٌ مَّا قَدَّمَتْ لِغَدٍ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ 
Yâ eyyühellezîne âmenu't-takullahe ve'l-tenzur nefsün mâ kaddemet li gadin vettekullah, innallahe habîrun bimâ ta'melûn.
Sadakallahu'l-Azîm 

Âlem-i ervâhda "elestü bi rabbiküm" hitâbına "kâlû belâ" deyüp bu âleme, bu âlem-i şuhûda geldiği vakitde, sözlerine sâdık bulunarak Allah'ı tevhîd eden ve O'nun resûlü cümle peygamberlerin seyyidi, iki cihâna rahmeten-lil-âlemîn olarak gönderilen Habîb-i Hudâ Şefî'-i Rûz-i Cezâ Mahbûb-i Kibriyâ Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâmın risâletini tasdîk eyleyen, Hakk'ın cenntine tâlib, rızâsına râgıb, cemâline âşık olan mü'minler!

En yüce nimet, âlem-i ervâhda Allahu Teâlâ Hazretlerinin "elestü bi rabbiküm" hitâbına, yani "Ben sizin rabbiniz değil miyim?", rûhlar âleminde cümle rûhlar, bu söze karşı, "kâlû belâ" dediler, "sen bizim rabbimizsin" dediler. Fakat bu âleme gelince, bu âlemin âlâyişi bir çok insanlara bu vermiş olduğu sözü unutturdu. Bu âlemde Allah'ı tevhîd edenler, Allah'a gönül verenler ve O'nun habîbi Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâma îmân edenler, bu sözleri üzerine yani âlem-i ervâhda Allah'a verdikleri söz üzerine bu âlemde de sözlerinde durdular ve sâdık oldular. İşte bunlara Allahu Sübhânehû ve Teâlâ Hazretleri bu zümreye mü'min diyor. Ki Allah'ın da bir esmâsı mü'min esmâsıdır. Kendi esmâsını vererek mü'min diyor. Ve başımıza îmân tâcını, tâc-ı kerâmeti koymuş ve bize de gene hitâb-ı kerâmât ile, "yâ eyyühellezîne âmenû" hitâbıyla hitâb ediyor ki bundan daha büyük bir şeref olamaz. Allah'ın muhâtabı bulunyorsun Allah'ın karşısında ve Allah sana hitâb ediyor, sana sesleniyor, seninle knuşuyor yani. 

Hattâ namazda bile öyle. Hiç şübhe yok. Çünkü mü'minlerin mirâcıdır namaz. "اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَع۪ينُۜ iyyâke na'büdü ve iyyâke neste'înü", Yâ Rabbi, biz sana ibâdet ederiz, bu ibâdeti yapmak için de, senden yardım bekleriz. Yani huzûruna bizi almazsan biz bu ibâdeti yapamayız. Bize kudreti kuvveti veren, havli veren sensin yâ Rabbi. Bu kuvveti veriyorsun ki, bizi huzûruna kabûl ediyorsun ki, biz senin huzûruna gelip boyun büküyoruz. Sana karşı kıyâmda, rükûda, sücûdda seni tesbîh ediyoruz ve seninle konuşuyoruz. 

Allah'la konuşuyorsun. Kul diyor ki, "اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَع۪ينُۜ iyyâke na'büdü ve iyyâke neste'înü". Eğer sözünde sâdıksa kul, hakîkaten bunu düşünebiliyorsa, "lebbeyk kulum, ne istiyorsan benden arzun nedir diyor" Cenâb-ı Hakk Celle ve Tekaddes Hazretleri. Çünkü namazda Allah ile kul arasında hiçbir perde yok, hiçbir hâil yok. Doğrudan doğruya Cenâb-ı Hakk'la görüşme ve konuşmadır. Bu hitâb sana ve bana oluyor namazın içerisinde. İşte mü'min olduğumuz için bu nimete ermişiz. Ve Allah bize "yâ eyyühellezîne âmenû" hitâbıyla hitâb edip bizi yüceltmiş yükseltmiş, hitâb-ı kerâmât ile bize hitâb eylemiş ki, Allah bu âlemde bize bu hitâb ile hitâb etdiği gibi yarın yevm-i kıyâmetde gene aynı hitâb ile hitâb etsin ve Habîbi Muhammedinin sancağı altına böyle cem' ve haşr eylesin. 

Îmân denildiği vakitde, ben dâimâ söylerim, Resûlullah'ın ve cemî enbiyânın taraf-ı İzzet'den yani Allah tarafından inanmaya dâir getirmiş olduğu maddelerdir. Allah'a inanmak, kitâblara inanmak, peygamberlere inanmak, kıyâmet gününe inanmak, hayrın ve şerrin Hakk'dan geldiğine inanmak, öldükden sonra dirilmeye inanmak. Bunu lisân ile ikrâr, kalb ile tasdîk. Zâten en mühim bu altı şartın içerisinde, Hakk'ı tasdîk etmek, bir de tabiî Hakk'la beraber Resûl'ü. Çünkü bir adam mücerred Allah'ı tasdîk etse de Resûl-i Kibriyâ'ya îmân etmese, o kimsenin îmânı reddolunur. Çünkü Cenâb-ı Allah Kitâb-ı Kerîminde, "مَنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ اَطَاعَ اللّٰهَۚ men yutı'ir-resûle fekad etâ'allah"dır. Allah Resûlü'ne itâat, Allah'a itâatdır. Allah Resûlü'ne îmân, Allah'a îmândır. Allah Resûlü'ne muhabbet etmek, sevmek Peygamber'i,  Allah'ı sevmekdir. Resûlullah'a ihânet, Allah'a ihânetdir. Peygamberleri işitmediyse, mücerred Allah'ın varlığını tasdîk etdiyse, kâfî gelir. Ama Resûl'ü işitip de Peygamber'i tasdîk etmeyen adamın îmânı sahîh olmaz. İstediği kadar Allah'ı tasdîk etsin. Çünkü peygamberler Allah'ın hüviyyetidir bu âlemde. Enbiyâ ile evliyâ nûr-ı vâhiddir. Evliyâ vechullah, enbiyâ zâtullaha işâretdir. Onun için Peygamber'i tasdîk etmemek, Resûl sallallahu aleyhi vesellemi reddir. Resûlullah'ı reddetmek, Allah'ı reddir. Geçiyoruz. 

Ama işitmemiş, duymamış, peygamberlerin geldiğini, o başka.  Bugün için küfür kapıları kapanmışdır, inkâr kapıları kapanmışdır. Bu radyoların îcâdı, teyplerin keşf olunması, Resûlullah'ın nübüvvetinin, dünyânın en ücrâ köşelerine kadar teblîgât-ı şeriyyesini etmekdedir. Bir sırrı da budur. Ne vakit açarsan aç, nereden açarsan aç radyoyu bir Kur`ân sesi işitiyorsun, bir ezan sesi işitiyorsun, bir Peygamber'in hadîsini işitiyorsun. Onun için bugün, "Ben Peygamber'i işitmedim, Kur`ân'ı duymadım, Hazret-i Muhammed'in geldiğinden haberim yok" diyenler olamayacakdır, bunların mazereti kabûl edilmeyecekdir yevm-i kıyâmetde. Ama hiç Peygamber'i işitmemiş, Avusturalya'nın bilmemneresinde doğmuş. Fakat düşünüyor ki, "Kendi kendine bu iş olamaz. Bu semâ kendi kendine ref' olunamaz. Bu arda altıma böyle döşenemez. Bir insan meydana getirilemez. Yani buna imkân ihtimâl yok. Bir kuvvet var benim üstümde diyor". Bu adamın îmânı sıhhatdedir ve yevm-i kıyâmetde zâten onlar bu şekilde Cenâb-ı Hakk'ın lutfuyla cennete dâhil olurlar. Ama Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemi münkir olan ve Peygamber'e eziyet ve cefâ eden ve O'nun âline, evlâdına, ashâbına, ezvâcına eziyet cefâ edenlerin hâlleri müşkil olur. 

Şimdi, îmân. Îmân bir tâcdır insanın başında. Hiç bir kelle boş kalmaz.Kafasına ya tâc-ı îmân koyarlar, ya küfür külâhını geçirirler adamın kafasına. Bize, elhamdülillah, îmân düşdü. Fakat bu îmânı muhâfaza etmek gâyetle güçdür. Bak şimdi bir defa, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyuruyor : "Birbirinizi sevmedikçe îmân etmiş olmazsınız". "Îmân etdik" diyorsun sen şimdi, ben de diyorum. Şimdi bu sıfatlar sende varsa, bil ki îmândasın. Çünkü senin îmânda olup olmadığını tayîne den Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemdir. Sözleriyle bunu ifşâ etmiş, ulemâ-i benâm hazerâtı, evliyâ-i kirâm hazerâtı bize bunları teblîğ etmiş, getirmişlerdir. Diyor ki Resûlullah Efendimiz, bir adam Allah ve Peygamber'e inandım diye bu davâda bulunsa, fakat mü'min kardeşlerini sevmese, mü'minleri sevmese, bu adamın îmânı sıhhatde değildir. Tekrar ediyorum! Îmân etdim dedi, mü'min kardeşlerini sevmedi, onlara ihânete hazırlanıyor, mü'min kardeşlerine. 

"Birbirinizi sevmedikçe îmân etmiş olmazsınız". Çünkü bir çok insanın yevm-i kıyâmetde îmânı reddolunur. Meselâ Sûre-i Bakara'da Cenâb-ı Allah bunu güneş gibi böyle ayan beyân beyân ediyor. "وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَبِالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَمَا هُمْ بِمُؤْمِن۪ينَۢ ve mine'n-nâsi men yekûlü âmennâ billâhi ve bi'l-yevmi'l-âhiri vemâhüm bi mü'minîn". İnsanlardan bir tâife vardır ki bunlar derler ki, biz Allah'a inandık, kıyâmet gününe de inandık, derler ama onlar mü'min değil diyor Cenâb-ı Hakk Celle ve Tekaddes Hazretleri. Onun için îmânın şartlarından bir tânesi, mü'min kardeşlerini seveceksin, tevhîdi, vahdeti bozmayacaksın. Allah'a, dîne, îmâna, Peygamber'e, Peygamber'in âilesine, evlâdına, ezvâcına, ashâbına ihânet eden kişiler, bunlar tehlikeli kişilerdir. Her ne kadar ismi islâm ismi olsa, nüfus kaydında islâm kaydı olsa ve kendisi de sünnetli bulunsa, gene îmânları sıhhatde değildir. İkincisi. 

Îmânın ikinci bölümü şu. Resûlullah buyuruyor, "Birbirinizi sevmedikçe îmân etmiş olmazsınız". Mücerred ben îmân sâhibiyim demekle olmaz. Bu iddiâ makbûl olmaz, reddolunur. Birbirimizi sevmek nasıl olacak? Hak ve hukûka riâyet, Dîn-i İslâm'ı vikâye, mü'min kardeşlerini canınla, malınla, herşeyinle müdafaa, küffâra karşı. Hak ve hukûka riâyet, küçüklere, şefkat, büyüklere hürmet, ibâdullaha merhamet ve rahmet. Hattâ, îmân sâhibi olan bir mü'min için söylüyorum bunu, Allahu Teâlâ Hazretleri cenneti açsa, o kula dese ki, "Gel içeri geç" dese, îmân sâhibi kimse, kendi geçmez evvelâ, diğerlerini sokmaya çalışır içeriye. Farzet bir gemi batıyor, evvleâ kendi canını kurtarmaya gayret etmez, evvelâ ibâdullahı kurtarmaya çalışır. Eğer kalbe indiyse, îmân kalbde bir yer yapdıysa, yedi a'zâsından îmânın nûru zuhûra geldiyse, gemiyi terketmez evvelâ. Evvelâ garîbleri, nâkısları, âcizleri çıkarır, sonra kendisi terkeder. Gene vatan müdafaası, din müdafaası, nâmus iffet müdafaası için de böyle. Her şeyini fedâya hâzır olacak. Çünkü senin "lâ ilâhe illallah" demen senin hürriyyetine bağlıdır. Hür olmayan memleketlerde Cuma namazı kılmak bile sahîh olmaz. Geçiyoruz.

Resûlullah, sallallahu aleyhi vesellem, buyuruyor, "Birbirinizi sevmedikçe îmân etmiş olmazsınız. Beni her şeyinizden ziyâde sevmedikçe îmânınız kemâle ermez". Îmânın kâmiliyyeti için, Hazret-i Fahr-i Risâlet Muhammed Mustafâ sallallahu aleyhi vesellemi her şeyinden ziyâde seveceksin. Evlâdından, makâmından, rütbenden, kasandan, kesenden, her şeyinden ziyâde, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemi seveceğiz ki îmânımız kemâle ere. Kimin îmânı kemâle erdiyse, bu mevkiye nâil olur. Fahr-i Risâlet sallallahu aleyhi vesellem de onu sevecekdir. 

İşte âbâ u ecdâdımızın sırrı budur. Âbâ u ecdâdımızın bütün feth ü fütûhâtları, üç kıtada feth ü fütûhâtları Peygamberimize olan muhabbetlerindendir. Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme olan hürmetlerinden, muhabbetlerinden Cenâb-ı Allah üç beledeye onları hâkim kılmışdır. Bu kavm-i necîb, gene böyle kıyâmet gününe kadar pâyidâr olacakdır. Îmân nûrunu kimse söndüremeyecek. Kâfirler üfleyecekler söndürmek için îmân nûrunu ama söndüremeyecekler, daha çok parlatacaklardır, parlayacakdır. Onlar söndürmek için üfleyecekler, halbuki o îmân nûru daha ziyâde parlayacakdır. 

Cenâb-ı Hakk'In hîleleri vardır, Allah hayru'l-mâkirîndir. Allahu Zü'l-Celâl ve Tekaddes Hazretleri Mûsâ'yı Firavun'un kucağında büyütmüşdür. Firavun arıyordu düşmanını, katletmek için, Allah Mûsâ'yı Firavun'un kucağına gönderdi ve kendi kucağında büyütdü Mûsâ'yı, yani kendi düşmanını. Malûm-ı ihsânınız, işittiniz, duydunuz, vâzilerden, kısas-ı enbiyâ'dan, târihden filan, Firavun haber almışdı kâhinlerden. 

"Efendim, kâhinlerin sözü doğru çıkar mı?". Resûlullah'a kadar çıkardı. Neden? Çünkü iblisler, şeytanlar semâya çıkarlar Allah'ın bazı meleklere teblîğ etdiği şeyleri işitirler, gelir kâhinlere haber verirlerdi. Resûlullah'ın zuhûruyla bu kesilmişdir. Şeytanlar semâya çıkamazlar, onları recmeder melekler, Kur`ân-ı Kerîm'in beyânına göre. 

Firavun Benî İsrâil'den çocukları öldürtüyordu. Neden? Çünkü demişlerdi ki, "Benî İsrâil'den bir çocuk gelecek, seni tahtından dûr edecek" demişlerdi Firavun'a. O da bir tedbîr aldı ama takdîri bozamadı. Tedbîr almasına tedbîr aldı ama takdîri bozamadı. Çocukları keserdi. İşte malûm annesi, çocuğu nehre bırakdı, Mûsâ'yı, bir kutunun içerisinde. Firavun'un kucağına düşdü çocuk. Çünkü Firavun o gün su kenarına çıkmışdı gezintiye. Bakdı bir sandık geliyor, açdılar, bir çocuk var içerisinde. Aldılar ve bağrına basdı Firavun. Dedi, "Benim aradığım çocuk gâliba bu" dedi Firavun. Yani İblis vesveseyi verdi ona. Fakat Âsiye Vâlidemiz dedi ki, "Bu çocuk masûmdur" dedi, "bunu kendimize evlad edinelim" dedi, "faydasını görürüz" dedi Âsiye Vâlide. 

Sonra baba demiş, "bab, bab" demiş Hazret-i Mûsâ aleyhisselam. Yani bugün senin anlayacağın gibi söylüyorum. Firavun kucağına aldı, hoşuna da gitdi, bir muhabbet kaynadı Hazret-i Mûsâ'ya karşı. Fakat bir tok atdı Firavun'a, gözlerinden ateş çıkdı. Dedi, "Yeni doğan çocuk böyle tokat vuramaz" dedi, "öldüreceğim ben bunu" dedi. Âsiye Vâlide dedi ki, "Hayır, çocukdur o" dedi. "Bir tabak altın getir, bir tabak ateş getir, göreceksin ki ateşe saldıracak" dedi, "çocuk iyiyi kötüyü tefrîk edemez" dedi. Getirdiler. Altına saldırmasın mı! Fakat Cebrâil geldi, eline vurdu Hazret-i Mûsâ'nın, ateşe doğru itdi. Ateşi tutdu ve diliyle yaladı. Onun için konuşurken pek fesahatlı konuşamazdı Hazret-i Mûsâ. Dili yanmışdı küçükken ateşle. Onun için kendisi peygamber olarak Firavun'a gönderildiği vakitde, "Yâ Rabbi ehlimden bir vezîr ver bana. Lisânımdan benim bu ukdeyi de al" diyor. Kekelermiş o ateşin tesiriyle. 

Ve bağrına basdı Firavun ve Mûsâ büyüdü ve Firavun'u helâk eyledi. 

Yani Allah mekkârdır, onu demek istiyorum, hayru'l-mâkirîndir. Düşmanlar İslâm Dînine tecâvüz de etseler, Cenâb-ı Hakk onlara bir hîle hazırlar, kendi kazdıkları kuyuya kendileri düşerler. Bu Dîn-i İslâm yevm-i kıyâmete kadar bâkîdir ve dâimdir. Buna saldırılar çok olmuşdur şimdiye kadar. Fakat her saldıran kafasını taşa vurmuş dalga gibidir, kayaya vurmuş dalga gibi, dağılmışdır beyni. Çünkü bu dînin sâhibi Allah'dır, Celle Celâluhû Hazretleri. Yani bizim sâhibimiz Allah'dır. Allah, mü'minlerle, müttakîlerle, muhsinlerle berâberdir. 

Dâimâ doğrulur sarsılır fakat yıkılmaz. Biz, kendimizi çekip çevirirsek, Hazret-i Muhammed aleyhisselâmın yolundan yürürsek, Kur`ân çizgisinden dışarı taşmazsak, mutlakâ yakın bir zamanda üzerimizdeki külfetleri atabiliriz ve yüceliriz, yükseliriz. Çünkü Dîn-i İslâm terakkîye mâni değildir. Kim ki Dîn-i İslâm terakkîye mâni dedi, kendi ahmaklığını söyledi, ifâde etdi. Bütün beşeriyyete son olarak gönderilmişdir, bu dînin vâzii Allahu Zü'l-Celâl ve Tekaddes Hazretleridir. Allah kadar sen düşünebilir misin, ben düşünebilir miyim?  Bu dîn böyle azîz bir dîndir. Fakat bizler Dîn-i İslâm'a çok şeyler karıştırmışız, kendi görüşümüzü Dîn-i İslâm zannetmişiz. Bir takım zorluklar, müşküller çıkarmışız. Onun için Resûlullah Efendimiz mucizâtıyla keşfetmiş, buyurmuşlar ki, "Yessirû velâ tuassirû beşşirû velâ tüneffirû" hadîs-i şerîfleriyle, "Kolaylaştırınız" tekrar ediyorum, "Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız. Tebşîrât verin, müjdeleyin, Dîn-i İslâm'da insanları nefret ettirmeyin" demişdir. Fakat bizler öyle değil. Bizler câmiye geleni kovarız. Adam Ramazan'da câmiye gelmemiş, Bayram günü gelmiş. Kalbinde bir nûr-ı îmân olmasa câmiye gelmeyecek o. Bakıyorsun vâiz efendi, hoca efendi, "Senin ne işin var burada câmide! Ramazan'da oruç tutmadın" filan. Bu câiz değil, bu çirkin bir söz. Allah evi herkese açıkdır. Her vakit açıkdır. Her gün açıkdır. Kim isterse gelebilir, nasîbini buradan alabilir. Câmiye gelen mü'minin kalbini çal, onu Dîn-i İslâm'a bağla, eskiden yapmadıklarına yani a'mâl-i sâlihâ, güzel amelleri yapmadığına pişmân olsun, "niye kötülük yapdım şimdiye kadar" diye ağlasın ve dövünsün ki Cenâb-ı Hakk'ın rahmetine nâil olsun. O da câmiye gelmişse olacakdır. 

Hele bâhusûs kadınlar hakkında müslümanlar çok geridir bu husûsda. Câmiye gelen kadını kovuyorlar. Yâhu beyinsiz adam! Kimse câmiden men edilmez. Kadın câmiye gelirse, şerîata mugâyir hareketde bulunursa, onun çıkıntısını düzeltebilirsin. Kadının çocukla daha çok irtibatı vardır, evlad anneden dînîni öğrenir ekseriyâ. Yani îmân nûrunu anneden tadar. Babayla pek ihtilâtı yokdur çocuğun. Erkeklerimiz câhil, İslâm'dan bîhaber, kadını da câmiden kovuyor sofular bizim. Çünkü câmi onlara verilmiş, tapulu malları çünkü! Ahmak sofuların. Kovuyor. Kadın bir yolsuzluk yaparsa ona, "Hemşîre, kardeşim, şöyle yap, namazı şurada kıl, öne geçme" dersin. Tatlı sözle. Acı sözle işimiz yok, acı sözle konuşmakla. 

Hani malûm-i ihsânınız, bilirsiniz ya, bir zâhid, Abbâsî halîfelerinden birine, ağır ağır sözler söyledi, acı acı sözler söyledi halîfeye. İyi dinle, kulağını benden yana ver. Ama nasıl acı sözler söyledi böyle, zehir gibi sözler filan. Halîfe dinledi. İstese onu bir anda kahredebilirdi. Dinledi, dinledi, sonra vâiz kesdi. "Sözün bitdi mi vâiz efendi?" dedi. "Bitdi". "Şimdi beni dinle" dedi. "Ben Firavun'dan kötü bir adam değilim. Sen de Mûsâ'dan büyük nâsih, vâiz değilsin. Çünkü o Kelîmullah, peygamber o, sen peygamber değilsin. Ben de Firavun'dan kötü bir kâfir değilim, ben de müslümanım. Allah Mûsâ Peygamber'i Firavun'a gödenrdiği vakitde, 'Yâ Mûsâ, kardeşinle berâber git, tatlı sözlerle, yumuşak kelâmlarla onu hakka davet et' diye emretmedi mi Kur`ân'da. Sen Mûsâ'dan büyük müsün? Ben de Firavun'dan kötü bir kâfir miyim" dedi. 

Onun için mü'minler dâimâ tatlı olacak. Mü'min tatlı olur. Lisânı tatlı olur, sözü tatlı olur, özü tatlı olur, yüzü tatlı olur mü'minin. Dâimâ hak ve gerçeğe doğru davet eder beşeri. İrşâd eder, tenfîr etdirmez, kalbine şübhe düşürmez ibâdullahın, onu dâimâ hakka doğru çeker ve çağırır. Zâten en büyük mertebe de bu değil midir? 

Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme yarın yevm-i kıyâmetde şefâat-i kübrâ verilir. İyi dinle! Resûlullah buyurur ki Hakk'a karşı, Cenâb-ı Hakk'a buyurur ki, o günün şiddet ve dehşetinde, "Yâ Rabbi kalblerinde hardal tânesi kadar îmân olan îbâdullah ben şefî olayım". Allah şefâatini kabûl eder Peygamberimizin. Yedi büyük şefâati vardır Peygamberimizin. Tekrar secde eder, Allahu Sübhânehû ve Teâlâ der ki, "Habîbim Muhammed, kaldır başını secdeden. Ben sana söz verdim. Senin şefâatin makbûl, sözün kabûldür bugün. Ne istiyorsun?". "Kalblerinde zerre mikdarı", zerre zerre!, "zerre mikdarı îmân olana da ben şefî olayım, onu nârdan kurtarayım". Allah ona da müsâade eder. Ne anlıyorsun? Peygamberler dâimâ beşeri nârdan kurtarmaya çalışıyorlar,  bizimkiler ateşe doldurmaya çalışıyorlar. 

İşitmedin mi Seyyidinâ Ebâbekir Sıddîk'ı? Duâsını işitmedin mi? Diyor ki Ebâbekir Sıddîk radıyallahu anh Hazretleri duâsında, "Yâ Rabbi, bu Ebâbekir kulunun vücûdunu öyle büyüt öyle büyüt öyle büyüt ki, cehennemi benimle doldur, oraya başka mü'mini koyma yâ Rabbi" diyor duâsında. Gene Hayder-i Kerrâr Şâh-ı Velâyet radıyallahu anh Efendimiz Hazretleri diyor ki, "Yâ Resûlallah, ben sırâtın başında beklerim, ümmetinden birini nâra atarlarsa, onu çıkarır kendim girerim yerine" diyor. Gene bir veliyyullah diyor ki, "Yâ Rabbi, ne kadar kazâ, belâ, fenâlık, ne kadar musîbet varsa bana ver, Ümmet-i Muhammed'i koru" diyor. Kalkan olmuşlar. İşte bunlar âşık u sâdıklar. Allah'a hakkıyla îmân etmiş, îmânı kemâle gelmiş kişilerdir.

Yoksa ibâdullahdan öne geleni ısır, arkaya geleni tep, sonra kendi görüşünü dîn zannet. Değil. Senin görüşün dîn değil. Nasîbin kadar anlamışsındır, öğrenmişsindir. Ben de öyle, sen de öyle yani senin için benim için konuşmuyorum, umûmî olarak söylüyorum.

Dîn-i İslâm'ın hakâikini Allah Habîbi Muhammedine bildirdi. Habîbi Muhammed de kendisine vâris olan ulemâya, yani büyük velîlere bildirdi. Sen ben kendi görüşümüzü söylüyoruz. Ne vakit Cenâb-ı Hakk sana o perdeyi yırtacak, çâk edecek, senin kalbine esrâr-ı ilâhîyi hakkedecek, ki o kalbde Allah ve Resûlünün muhabbetinden gayrı hiç bir muhabbet bulunmayacak, o vakit senin kalbine aksolur o ilmullah, o vakit senin sözün müctehidlerin sözü gibi olur. Karşında kimse duramaz senin hak ve hakîkatde. Ümmî dahi olsan! Elifi mertek zannetsen senin karşında papa dahi duramaz, tepelirsin. En büyük âlimi devirirsin, karşında hak konuşmuyorsa eğer.  Hak konuşuyorsa mesele yok. Zâten tevâzu demek hakkı kabûl etmekdir. 

Şimdi, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemi her şeyimizden ziyâde sevmeyince îmânımız kemâle ermez. Bir gün Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, mescidde oturuyordu, bir zât mescide girdi, Habîb-i Hudâ'ya şöyle bir hitâbda bulundu : "Ey nebîler serveri, yâ Resûlallah, mete's-sâa, kıyâmet ne vakit kopar?" dedi. Efendimiz namaza durdular. Bu soruya cevâb vermedi, namaza durdu. Namazı kıldı, sonra döndü ashâb-ı bâ-safâya mübârek cemâlini, mir`ât-ı Hakk olan cemâlini döndü ashab-ı bâ-safâya, dedi, "eyne's-sâilü, soru soran nerede o zât?". O adam ayağa kalkdı. Dedi, "Yâ Resûlallah, ben sordum". "Ne dedin?". "Dedim ki kıyâmet ne vakit kopar?" 

İyi dinle, çok mühim! Bazı ilimler vardır ki o ilimlerin bilinmemesi bilinmesinden hayırlıdır. Onlar gayb ilmidir, her kul kaldıramaz. Bazı esrâr-ı ilâhîye hâmil olan zevât kaldırır onu. Sen, ben kaldıramayız. Meselâ insan öleceğini bilse, ne gün olduğunu, yakînen bilse yani, ârif de olmasa, âlem-i âhiretin ne olduğunu bilmese...

Çünkü malûm ya, bir çok adam ölümden firar edip kaçıyor, ölüm istenmez, halbuki ölüm ânı geldiği vakitde, ölüme koşmak lâzımdır. Neden? Vuslat-ı cemâl vardır, yâr ile vuslat vardır. Allah'a mülâkat vardır yani. Allah'dan mı kaçacaksın yani? Hani söylemişdim bundan evvel, Halîlullah'a gelmiş de Azrâil aleyhisselâm, dedi, "Allah'ın sana selâmı var, rûhunu kabz edeceğim". İbrâhim Halîlullah şu cevâbı verdi Azreâil aleyhisselâma, "Ben Allah'ın dostuyum, hiç insan sevdiğinin rûhunu kabzeder mi?" deyince, Cenâb-ı Hakk Azrâil'e şöyle vahyetdi, "İnsan sevdiğine gelmekden kaçınır mı?" dedi. Binâenalâ zâlik o kâfirler için hasret, nedâmet var. Ölümde kâfirler için, münkirler için hasret e nedâmet var. Hakîkaten onlar için korkunç bir şey. Fakat mü'minler için korku yok hiç. Çünkü dâimâ hayy ve bâkî zâten. Vücûd gözden nihân olur. Onun için şehîdler hakkında Allah ne diyor, "وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ يُقْتَلُ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَمْوَاتٌۜ بَلْ اَحْيَٓاءٌ وَلٰكِنْ لَا تَشْعُرُونَ velâ tekûlu li men yuktelu fî sebîlillahi emvât bel ahyâun velâkin lâ teşurûn". Ancak hayy olduğunu şehîd biliyor Allah biliyor, sen bilmiyorsun, gözünden zâil oluyor senin. Onlar hayy ve bâkîdirler. Kim ki Hakk'da yok oldu, o kimse Hakk ile bâkî oldu. "وَلَا تَدْعُ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهًا اٰخَرَۢ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ۠ كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ اِلَّا وَجْهَهُۜ لَهُ الْحُكْمُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ velâ ted'u ma'allahi ilâhen âhara lâ ilâhe illâ hû küllü şey'in hâlikün illâ vecheh lehü'l-hükmü ve ileyhi türca'ûn". Hakk'da yok olanlar Hakk'la bâkî olurlar. Çünkü Hakk kalacakdır nihâyetinde. Her şey zâil olacak, Allah bunu çevirecek başka türlü bir âleme. 

Evet, bir çok ilimler vardır ki, onların bilinmemesi bilmekden daha hayırlı. İşte ölümünü bilme, başına gelecek olan felâketi bilme. Daha evvelinden insan sefîl olur. Halbuki biz diyoruz ki ve enbiyâ diyor ki ve evliyâullah diyor ki âhiretde bir azâb vardır, cennet vardır, cemâl vardır, rızâ vardır, cehennemin derekâtı vardır diyor, hiç aldırmıyor. Neden? Çünkü îmânı karîb değil, yakın değildir âhirete, onun için tesîr etmez. Ama dünyâ âleminde darağacını kurmuşlar, adamı saat üçde asacaklar, gösteriyorlar,  o adamın hâlini düşün. Her ânda yüz bin defa ölür. Onun için bazı şeylerin bilinmemesi hayırlıdır. Meselâ bir çok insan vardır ki onun başı vardır, üzerinde takkesi yokdur. Bazısının takkesi vardır, giyecek başı yokdur. Bazı adam bu havada yalınayak yürür, ayakkabısı yokdur. Bazısı da ayakkabıları vardır, ayakkabı almaya kâdirdir, ayakları yokdur. Kiminin evi yok, kiminin damı yok, kiminin tası var çorbası yok. Kiminin aklı var tevfîki yok. Kiminin islâm kaydı var, kendi islâmdan hâriç, haberi yok. Onun için hâlin e şükreyle ve mü'min kardeşlerinin hak ve hukûkuna tecâvüz etme, onları sev, vahdeti bozma, tevhîdi parçalamaya kalkma. Nihâyetde çok pişman olacaksın, hem dünyâda, hem âhiretde. Allah ilân etmişdir, diyor ki Cenâb-ı Hakk...

Dinle! İyi dinle! Buradan girip buradan çıkmasın!

Allah diyor ki Celle Celâluhû Hazretleri, "Beni tanıyanlar bana âsî olurlarsa, tevhîdi bozarlarsa, birbirlerine hasım ve düşman olurlarsa, beni tanımayanları onların başına getiririm sonra" diyor. Tekrar ediyorum bir daha, anlayamadık gâlibâ, kavrayamadık. Allahsızlardan kork. Allahsız kişide ne merhamet ne şefkat vardır. Adamın gözünü çıkarır bakar böyle, nasıl oldu diye. Diğer gözünü de çıkarır bakar, burnunu keser, kulağını keser. Mü'minin en kötüsü çeker alır vurur öldürür, böyle eziyet cefâ etmez. Allahsızlar böyledir.  Dikkat buyur! Onun için bak ne diyorum, tekrar ediyorum. "Beni tanıyanlar bana âsî olurlarsa, onların başına beni tanımayanları getiririm" diyor Cenâb-ı Allah Celle ve Tekaddes Hazretleri. Onun için yol karîb iken beline ibâdet kemerini bağla.  Başından tâc-ı îmânı düşürme. Lisânını tevhîd ile süsle. Yüzünü salât ile nûrlandır, eser-i secde bulunsun yalnında. Kalbim temiz, vücûdum semiz diye dolaşma. Rabbine ibâdet kıl, mutî ol ki Allah seni a'lâ kıla. İşte bak ne diyor Kur`ân'da gene, "ve entümü'l-a'levne in küntüm mü'minîn, îmânınızı kemâle erdirirseniz sizi hem dünyâda hem âhiretde âlî kılarım, yükseltirim, yüceltirim" diyor Cenâb-ı Allah Celle ve Tekaddes Hazretleri. Geçiyoruz.

Peygamberimiz sordu o zâta, dedi ki, "Ey a'râbî kardeş, bana kıyâmeti soruyorsun, kıyâmeti niye soruyorsun?". Ben de sana soruyorum şimdi, söylüyorum. "Kıyâmeti niye soruyorsun? Kıyâmetin vaktini öğrenip ne yapacaksın? Bu emr-i mühimdir, olacakdır. Ama sen kıyâmet günü için ne hazırladın?"

"Efendi, ben bilmem kaç bin liraya bir kabir aldım, etrâfını da güzel süsletdim yapdırdım, üstüne çiçekler ekdirdim, hazırladım". Peki kabri hazırladın da, kabre hazırlandın mı? Ahmaklığı bırak! Seni bir çukura koyarlar. Amelin sâlih ola. Ben nice mamûr kabirler gördüm ki altından feryâd u figân ediyordu, "Beni kurtaran yok mu azâb-ı ilâhîden" diye ağlıyordu içerisinde. Derdine çâre bulamamışdı. Çâresiz derdlere düşmüş, kakbi yaralanmış, merhemi yok. Milyonları çalmış, toplamış, bırakmış, arkasından yemişler, kendisine bir Fâtiha okumamışlar. Azâba dûçâr olmuş. Ahmak! Çaldı, çırpdı, doldurdu, yemeden gitdi. Zâten yiyemez insan. Dünyâda en harîs hayvan karıncadır. Toplar, toplar, toplar, yemeden gider âhirete. Bazı karınca amelli insanlar vardır, çalar çırpar toplar eder, kendi yemeden gider, başkaları yer, arkasından bir Fâtiha dahi okumazlar kendisine. Bir rahmetle yâd etmezler. "Yemezdi herif" derler, "biz yiyelim şunun parasını" derler arkasından. Bilmem, bunları size hitâb edip söylüyoruz, düşünürseniz göreceksiniz bunları, duydunuz ve gördünüz yani. Görülen şeyleri tekrar ediyoruz ki hatırlayalım, unutmayalım diye. Onun için söylüyorum yani. Hepiniz gördünüz, biliyorsunuz. Nice azîzler akşamdan sabaha zelîl oldular. Nice adam akşamdan sıhhatli yatdı sabahleyin cenâzesi çıkdı, sabah hastaydı akşam iyi oldu, sabahleyin fakîr idi akşam üzeri zengin oldu, akşam zengindi, paralarını saydıi hesâb etdi, sabahleyin kalkdı, on parası yok, müflis olmuş. Ateş gelmiş hepsini almış götürmüş. Daha sayayım mı yani? 

"Ne yapacaksın kıyâmet gününü öğrenip de?" Sen de öyle, ölüm gününü öğrenip de ne yapacaksın? Ölüm için ne hazırladın? "Kıyâmet günü için ne hazırladın?" dedi Peygamberimiz. 

Aman efendim bir müjde verdi, ben de size o müjdeyi vereceğim şimdi, onun için bunu anlatıyorum. O a'râbî dedi ki, "Yâ Resûlallah, benim böyle uzun uzun namazım ve orucum yok. Beş vakit namaz kılarım, senede bir ay oruç tutarım. Ama bir şeyim var, mühim bir şey, Allah'ı ve seni çok severim yâ Resûlallah" dedi. İyi dinle! Demek ki îmânı kemâle ermiş Hazret. "Yâ Resûlallah, benim uzun uzun namazlarım yok" dedi, "beş vakit namaz kılarım, Allah'ın emri kadar. Senede bir ay oruç tutuyorum Ramazan'da. Zekât veriyorum, eğer elime para geçerse. Hac da yapdım ömrümde bir defa. Ama ben Allah'ı ve seni çok severim". Allahça bu malûmdur. Cenâb-ı Hakk belki senin kalbine bunu vahyedecek, bildirecek. O vakit Cenâb-ı Peygamber sallallahu aleyhi vesellem a'râbîye müjde verdi, ben de sana müjde veriyorum, "Ey a'râbî, müjde olsun, kişi sevdiği ile beraberdir" dedi. Kim kimi severse, o onunla beraber olur. Bu, bir müjdeli sözdür, altında büyük de bir tehdid vardır hâ! Onu unutma sakın hâ! Resûl'ü sevenler Resûl'le, Firavun'u sevenler Firavun'la olurlar. Ali'yi sevenler Ali'yle, Yezid'i sevenler Yezid'le beraber olurlar. Kim kimi severse o onunla haşr olur. Acaba anlatabildim mi? Onun için Resûlullah buyurdu ki, sallallahu aleyhi vesellem, "Ey a'râbi, kişi sevdiğiyle beraberdir, sen de benimle berabersin. Mâdem ki îmânını kemâle erdirmişsin, beni her şeyinden ziyâde seviyorsun, benimle berabersin". Ashâb-ı kirâm diyor ki, "O günkü kadar memnûn olduğumuz bir gün olmadı. Bizim için o gün bayram oldu" diyor. "Çünkü hepimizin kalbinde bir şübhe vardı, Peygamberimiz Allah'ın mahbûbu, O'nun makâmı âhiretde yüksek olur, biz O'ndan dûn mevkide kalırız yetişemeyiz, ayrı oluruz diye düşünüyorduk, anladık ki iş muhabbetle, aşkla ve safâ ile. 

Îmânını kemâle erdir. Şimdi bunun da ilâcını söyleyelim, sonra dersi keseceğim. Efendim, bir adam bir adamı zorla nasıl sevebilir? Çok mühim mesele! Çünkü kalbin meyletmesi insanın irâde-i cüz'iyyesinde değildir. O irâde-i külliyyededir. 

Hani sormuşlar Mecnûn'a, demişler ki, "Ey Mecnûn, bu Leylâ'yı sen seviyorsun ama bu Leylâ kara kuru, karga gibi bir kız. Biz sana pâlûze tenlisini, âhû gözlüsünü, servi boylusunu bulalım" demişler. Demiş ki, "Yâhu gelin benim gözümle görün. İnsâf edin. Benim gözümle görün siz Leylâ'yı". Hattâ Leylâ'nın köyüne vardığı vakitde, Leylâ'nın köyündeki bulunan köpeklerin gözlerini ayaklarını öpmüş Mecnûn. Demişler ki, "Bu hayvan necis değil mi?" "Neci ama benim Leylâ'mı gördü, benim Leylâ'mın basdığı yerlere basdı" demiş. Sen Kabe'ye, Mekke'ye, Medîne'ye gitdin geldin ama hiç bunları düşünmedin. Resûlullah'ın basdığı yerleri düşündün mü? Resûlullah'ın basdığı araziyi gözüne sürme diye çekdin mi? Kalbin bir defa titredi mi, Hazret-i Fahr-ı Risâlet burada dolaşdı, burada yedi içdi, burda oturdu kalkdı, burada gazâ etdi diye. Var mı öyle bir şey? Varsa ne mutlu! Yoksa yazık. 

Deve hacı olmaz gitmek ile Mekke'ye
Eşek dervîş olmaz taş çekmekle tekkeye

Uyan! Bi-inâyetillah uyan! Bi-izzetillah uyan! Bi-iznillah uyan! Gaflet uykusunu terk eyle. Gencim kuvvetliyim, malım var, param var, kasam var, kesem var, rütbem var diye düşünme sakın hâ! Hemen bir ân evvel tövbe istiğfâr edip, Allah yoluna rücû eyle. Allah için hazır ol. Yakın bir zamanda bizi buradan toplarlar, amel sandığı olan kabre bizi kilitlerler. Yakın bir zamanda. Maldan, mülkden, evladdan, ayâlden dûr oluruz, götürürler. Sonra oradan bizi tekrar çıkarırlar, âlem-i bâkîye. Hesâblar görülür, mü'minler felâha, necâta ererler. Sâlihler cennete, müttakîler ateşden kurtulur. Âşık-ı sâdıklar dîdâra varır. Kâfirler cehenneme, münâfıklar cehennemin esfel-i sâfilînine girer. Zâlimlerin yapdıkları yanlarına kâr kalmaz. Ellerine bukağı, başların lâl takılır, zincire vurulur, yüz üstüne cehenneme sürülür. 

Bu âlemden sonra iki büyük makâm vardır, iki büyük müessese. Birisi Hakk'ın cenneti ve dîdârı, biri Hakk'ın cehennemi ve celâli vardır. Hangisine gitmek istiyorsun? Hazret-i Muhammed sana bir yol çizmiş, ona islâm yolu derler, o yoldan yürürsen, cennete, cemâle, rızâya, rıdvâna, Hakk'a vâsıl olacaksın, mazhar-ı zât olacaksın. O yolu terkedersen, garka gidiyorsun, helâke gidiyorsun, cehenneme gidiyorsun. İki yol gösterdik. Beş kuruş menfaatini mazarratını düşünen insansın. Düşünmezsen zâten akıllı saymam seni. Düşün! Sana ebedî hayâtı tarîf ediyorum. Muhakkak başımıza gelecek. Ölümü münkir olan yok. Buraya bizi getiren, götürecek. Bizi buraya sormadan getiren, bizi buradan sormadan götürecek. İnkâr edebilir misin? Yok. Hani pâdişahlar, paşalar, peygamberler, sâlihler? Hem sâlihler gitmişler, hem enbiyâ gitmiş, şühedâ gitmiş, sıddîklar gitmişler, hem de kâfirler, zâlimler gitmişler. Hiç kimseye bâkî kalmadı bu âlem. Bu câmiye geldin oturdun ve çıkıp gidiyorsun. Onun gibi yani. Dünyâda altmış sene oturacaksın yâhud seksen sene, bilemedin yüz sene oturacaksın. Sonra gene gideceksin işte. Bitdi o kadar. Ne hazırlayacaksın? Ne hazırladın?

Allah ve Resûlünü sev. Onu sevmek için de kalbin meyli lâzım. Öyleyse sünnet-i Resûlullah'a riâyet et. Peygamberimizin en ufak sünnetinden, ictimâî, ferdî bütün sünnetlerine riâyet eyle. Resûlullah'ın ismini işitdiğin vakitde, O'nun evlâdının, ehl-i beytinin, ashâbının isimlerini işitdiğin vakitde, onlara salât oku. O vakit onların muhabbetini celbedersin. "Efendim, bir kere okudum". Olmaz! Dünyâ menfaati için elli defa bir kapıya gitmişsindir, yüz defa bir kapıya gitmiş, kapı çalmışsındır yani. 

Hâcet-i dünyâ için sen varırsın yüz yere
Hâcet-i ukbâ için hiç komazsın yüz yere

Bir seferde olmaz belki ama vur, kapıdan boş dönmeyeceksin. Resûlullah'a her akşam salât ü selâm oku, bir akşam cemâlini göreceksin. "Gel benim ümmetim" diyecek sana. Bu iltifâta nâil olacaksın. Müşküllerin hall ü âsân olacak. Bir hapla hemen iyi olmaz adam, birkaç hap al bakalım. Düzelt kendini biraz, çek çevir. Bırak fuhşiyyâtı! Ondan hiç bir lezzet yokdur. Akşam içki içenin sabahleyin ağzı çirişlenir, ağzının tadı bozulur. Bir güzel hanım görürsün, altında ejderhâ bulunuyordur. Sana bir hastalık zerkeder, kendin çekdiğin gibi, torunun, çoluğun, çocuğun çeker. Söylüyorum. Kumar oynuyorsun, muhâtabını imhâ etmek için. Ya kendin imhâ olacaksın, çoluğun çocuğun sürünecek sonra, iffet ırzları sokağa çıkacak. Bunların hiç birinden hayır yok. Seni rahmete, felâha, saâdete, salâha çağırıyoruz. Allah Resûlü çağırıyor. Allah çağırıyor. Bırak böyle şeyleri, kötü şeyleri, meşgûl olma böyle şeylerle. Elini, dilini, belini, muhâfaza eyle. Lisânını tevhîde alıştır ve Cenâb-ı Hakk'a vücûdunla secde et ki iki cihânda azîz olasın.

Şu müjdeyi de vereyim size. "Efendim, ben bugüne kadar böyle yapdım, Allah affeder mi?". "Allah affeder mi" kelimesini kaldır, Allah afüvvdür, kerîmdir. Bitdi o kadar. Allah de yalnız. Allah diyen mahrûm kalmaz. Ama bir daha yapma. Bir daha yapmamak üzere terkeyle. Allah'a kasem ederim ki, Cenâb-ı Hakk denizlerin dalgasının damlası kadar, kumların zerresi kadar, havanın zerrâtı kadar günahın olsa, Allah'a rücû etsen, Cenâb-ı Hakk seni affedicidir, affeder Allahu Sübhânehû ve Teâlâ Hazretleri. Dilerse affeder. Bazen onunla da bırakmaz. Daha işi ileri götürürsen eğer, Hakk'la pazarlığı iyi yaparsan, Cenâb-ı Hakk buyurur ki, "Ne kadar günahı vardı bunun?". Bilmediğinden değil, sana duyurmak için, bana duyurmak için. Meleklerine sorar, "Ne kadar günahı vardı bunun?". "Yâ Rabbi şu kadar günahı vardı". "O günahlarını affetdim, o kadar sevâb verdim, değiştirdim". Çünkü "يُبَدِّلُ اللَّهُ سَيِّئَاتِهِمْ حَسَنَاتٍ yübeddilullahu seyyiâtihim hasenât", Allah Kur`ân'da söylüyor, "Ben bazen seyyiâtı hasenâta tebdîl ederim". Yani suçlular, suçlarını bilir, bana rücû ederlerse günahlarını affetdiğim gibi, günahlarını sevâba kalbederim diyor, çeviririm diyor Allahu Sübhânehû ve Teâlâ Hazretleri.

İbâdallah! Hava çok soğukdur. Bunu söylemeye hâcet yokdur. Sen de tadıyorsun, ben de tadıyorum havanın soğukluğunu. Mahallelerinizi araştırınız, yoklar evlerini bul, yok evlerini bulunuz. Yetîmlerin, yoksulların kapılarını. Odunu olmayana odun götürünüz. Cehennemden odununu eksik etmiş olursun, götürürsen eğer. Nice çıplak ayaklı var, onlara ayakkabı ve çorap giydiriniz. Topladığın hepsi burada kalacak, bu söylediklerim seninle beraber gidecekdir kabre. Hakk'ın rahmetinin tecellî etdiği günlerdir bunlar, bunları fırsat-ı ganîmet biliniz. Muhakkak sûretde hısım akrabâlarınızdan fakîrleri, komşularınızda bulunan fakîrleri ve yetîmleri gözetiniz. Onlara ayakkabı, çorap, paltosu olmayanlara palto alıverin. Bir şey lâzım gelmez. Paran bitmez, korkma! Şeytan seni korkutur fakr u zarûretle, "paran bitecek" der, bitmez. Allah sana ağız tadı, vücûd sıhhati âfiyeti verir. Mükâfâtını görürsün. Sen yetîm olarak büyümedin. Belki senin evinde soba çok sıcak yâhud kaloriferin gâyetle yerinde, bir çok mü'minler var ki evlerinde yakacak odunları, ateşleri yokdur. Hattâ sana bir şey söyleyeyim, onları anlamak istiyorsan, onların mevkilerini, bu akşam evine git, pencereyi aç biraz otur. Hemen nezle olacaksın. Allah onları hıfzediyor, başka, ona bir sözümüz yok. Bir akşam aç yat bak, açların hâline vâkıf olmak için. Çok adam, açlıkdan uyuyamıyor gece. Birçok da münkir var, karınlarını şişirmişler, midelerini hazmettiremiyorlar sabaha kadar. Allah için bunlar bir şey vermiyorlar. Allah'ı tanımıyorlar, küfürlerinde devam ediyorlar. Ama öyle devâm etmeyecek, yarın öbür gün rüyâdan uyanacaklar, rüyâdan kalkacaklar yani. 

Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtın müstakîm.

www.muzafferozak.com

Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 23 Şubat 1979 (25 Rebîulevvel 1399) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.
Listeye geri dön