3 Mart 2022 tarihinde yayınlanmıştır.
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri buyurdular ki :
Allah hacıya, hocaya, şeyhe filan bakmaz. Nice kerâmetli şeyhler son nefesde îmânsız göçmüşlerdir. Nice ulemâ, cildler dolusu kitâbı yazmışlar, yazdırmışlar, okutmuşlar, son nefesde îmânsız göçmüşlerdir. Ufak bir şeyden. Ufak bir şeyden. Meselâ hiç kıymet vermediğ bir günah, bir adamın îmânsız ölmesine sebeb olabilir. Ufak bir günah. Ufak, ufak böyle, hiç kıymet vermezsin. Vakit müsâidse anlatacağım size bir şey, inşallah gerisini haftaya anlatırız, hava sıcak.
İslâmlardan birisi esir düşmüş, Avusturya'ya yâhud Bizans'a. Kendisi hocaymış, sâlih bir adammış.
Bazı adam sarıklı olur, fâsık olur. Mesleğini marangoz gibi yapar, yani parayı vermezsen imamlık yapmaz, parayı vermezsen vâizlik yapmaz. Halbuki Resûlullah Efendimiz ne para almış, ne pul almışdır ancak teblîgât-ı şer'iyye mukâbilinde, bütün peygamberler, Efendimiz de dâhil içinde, "وَمَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍۚ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلٰى رَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ vemâ es'elüküm 'aleyhi min ecr, in ecriye illâ 'alâ rabbi'l-'âlemîn". Ma'nâsı, "Ey benim ümmetim ve kavmim, sizden hiç bir ecir beklemiyorum, bir şey beklemiyorum sizden, ancak ecri Allah'dan bekliyorum" demekdir.
Bu zât inanmış bir adammış, esir düşer, esir düşünce, kâfir ayırıyor. "Sanatın nedir?". Çünkü esirleri kullanacaklar, "sanatın ne?" diye soruyorlar. Bu demiş, "Ben sarıklıyım, hocayım, dîn adamıyım yani rûhânîyim" demiş. Rûhânî diye hıristiyan dÎn adamlarına derler. Rabbânî diye bize derler. Onların anladığı gibi konuşmuş. Öyle deyince, "ne yapalım buna?". Demişler ki, "Bunlar domuz yemezler, müslümana eziyet olsun diye domuz güttürelim hocaya" demişler. Sarayın domuzlarını buna vermişler. Fakat yanında kelâmullah varmış. Domuzu güdüyor bir tarafdan, ne yapsın, esirdir. İbâdetini yapıyor gene, ibâdetini yapıyor ve Kur`ân okuyor filan. Bir gün Kur`ân-ı Kerîm okurken, kralın kızı ava çıkmış, nasılsa oraya gelmiş, dinlemiş mollanın okuduğu Kur`ân'ı, tesîr etmiş Kur`ân-ı Kerîm kıza. Arapça bilmediği hâlde, Kur`ân'ın ma'nâsını anlamadığı hâlde tesîr etmiş.
Malûm ya, çoğumuz anlamayız ve bilmeyiz fakat böyle olmasına rağmen Kur`ân okunduğu vakitde, herkes boynunu büker ve dinler, îmânı olanlar yani îmândan nasîbi olan, Hazret-i Muhammed'in kokusunu duyanlar, Kur`ân'a teslîm olurlar. Ma'nâsını bilmediği hâlde. O da dinlemiş, tesîr etmiş. Meselâ Muhammed ismi tesîr eder insanlara. Başka isimlere benzemez. Süleymân'dı, Dâvûd'du, Ahmed'di, İsmâil'e benzemez. Muhammed ismi konuşulduğu vakitde insanlara gayr-ı irâdî tesîri vardır. Îmânlıya, îmânsıza tesîri vardır Muhammed isminin.
Binâenalâzâlik, dinlemiş, demiş ki, "Ne okuyor acabâ" demiş yanındaki bulunan lalasına yani mürebbiyesine yâhud hizmetçisine. O da "Sorarım" demiş, gitmişler o akşam. O gece kralın kızı rüyâ görmüş. Rüyâsında kıyâmet kopmuş. Yani semâlar yıkılmış, insanlar kabirlerden kalkmışlar, bir zât-ı muhterem gâyetle nûrlu bir makâma oturmuş, kim gidip şefâat dilerse, ona şefâat ediyor ve o kurtarıyor. Şefâat etmediklerini nâra götürüyorlar. O kralın kızı da koşmuş o zâta, "Sen ne mukaddes, ne mübârek insansın, beni de kurtar burdan" deyince, o zât demiş ki, "Sen benim dînimde değildin, bana sen îmân etmemişdin, sana şefâat edemem" deyince, "Sen kimsin?", "Ben müslümanların peygamberi olan, bütün peygamberlerin seyyidi Muhammed Mustafâ'yım". Kız demiş ki rüyâda, rüyâ hak ve gerçek, "Ben senin dînini diyânetini bilmezdim, işitmemişdim ki îmân edeyim sana, ben hıristiyandım. Hıristiyan diyârında büyüdüm, ne Kur`ân işitdim ne senin ismini işitdim ben". Demiş ki, "Senin domuz çobanın var, Süleyman. Ondan niye öğrenmedin?" demiş. Kız uyanmış, ter içerisinde, korkudan titriyor.
Çok insan var ki efendim, çok insan var ki, mahşerin şiddet ve dehşetini görmüşler, akşamdan siyah saçlı yatmışlar, sabahleyin bembeyaz kalkmışlardır. Rüyâda mahşeri, kıyâmetin kopduğunu görmüşler, akşamdan siyah saçlı yatmışlar, sabahleyin kalkmış, saçı sakalı ağarmışdır. Böyle olanlar vardır, kitâblarda, kütüb-i islâmiyyede.
Hemen kaldırmış hizmetçisini, tabbi sırdaşıymış hizmetçisi, "Sabahleyin gidelim o Süleyman'a" demiş, "O domuz çobanına, müslümana". Sabahleyin gitmişler, kız demiş ki, "Bana Kur`ân'ı öğret, ben islâm olacağım" demiş. Hizmetçisine ricâ etmiş, bunu kimseye söylemeyeceksin demiş. Ve kız he rgün av diye gelir, Süleyman'dan Kur`ân'ı talîm eder. O da onların lisânını öğrenmiş ve kız güzel bir müslüman olmuş. Kızı başka bir kralın oğluna verecekler. Kız ağlamış, sızlamış, demiş, "Yâ Rabbi, beni kâfire nasîb etme. Ben mü'mine oldum, beni bir kâfire nasîb etme. Ben îmânımı da izhâr edemeyeceğim şimdi, beni gavur karısı, kâfir karısı yapma" demiş. Ağlamış, sızlamış. O gece Fahr-i Risâlet'i görmüş, demiş, "Kızım, seni ahret âlemine, benim âlemime alacağım. Üzülme sen kâfire nasîb olmayacaksın. Sen kız olarak, pâkize olarak, âhirete böyle geleceksin, yakın zamanda".
Kız sabahleyin kalkmış, sevinerek Süleymân'a gelmiş. Demiş ki, "Ey Süleymân, kardeşim, hocam, mürşidim, ben bu gece Resûlullah'ı rüyâda gördüm, ben âhirete göçeceğim". Süleymân üzülmüş, demiş, "İnşallah Allah ömür vermişdir". "Hayır" demiş, "Arzum oldu, arzum böyleydi". "Ben öldüğüm vakitde benim üzerime kırk gün İncil okurlar" demiş. "Ben vasiyetnâme yazacağım, benim rûhumun istirahati için, müslüman esirlerinden on kişiyi âzâd et diye babama söyleyeceğim. Bir tânesi de sensin" demiş. "Senin ismini koyacağım, anlamasın diye. Burdan ayrıldıkdan sonra, beni bekle, kırkıncı günden sonra, gel benim kabrimi aç, benim üzerime elmaslarımı, altunlarımı gömerler, onların hepsini al, git memleketine. Helâl hoş olsun, ye, beni rahmetle yâd et" demiş.
Vasiyetnâmesini yazmış ve vefât etmiş kız. Kral çok severmiş kızını. Vasiyetnâme mûcibince on tâne müslüman esîrini âzâd etmiş. Arada Süleymân'ı da âzâd etmişler. Süleymân beklemiş oralarda kırk gün. Kırk gün sonra gitmiş kabri açmış, altunları, elmasları alsın diye. Bir de bakar, İstanbul'da tahsîl-ıi ulûm etdiği hocası yatıyor kabrin içerisinde. Söylemişdim ya size geçenlerde, geçenlerde anlatdım size burada. Şaşırmış, kabri kapamış, oradan İstanbul'a gelmiş, doğru hocasının evine. Taaccüb etmiş. Kapıyı çalmış, âilesi çıkmış, "Hocam nerde?", "Sizlere ömür oldu" demiş. "Ne vakit öldü?" demiş, vaktini sormuş. O kızın öldüğü günlerde. "Nerde hocamın kabri?". "Ayvansaray'da". Gece gitmiş, kabri açmış, bakmış ki, kralın kızı olduğu gibi orda yatıyor, elmaslarıyla beraber. Elmasları almış. Üzerine türbe yapmış. Kral Kızı Türbesi, hâlâ duruyor orda şimdi. Çocuğu olmayan kadınlar giderler ordan gül kopartırlar, rûhuna Fâtiha okurlar, Allahu Teâlâ çocuğu olmayanlara çocuk ihsân edermiş. Böyle bir an'ane de vardır.
Sonra geliyor "Bu âlim adam niçin bu hâle gelsin?". Size anlatmışdım evvelki hafta, adamın birisi Medîne'de ölmek istermiş de, sonra bir zât demiş ki, "Oğlum, sen Medîne'de ölme, Medîne'ye lâyık olarak yaşa" demiş. Kişi nerde ölürse ölsün, lâyık olduğu yere gider. Burda ölüyor, zannediyor musun ki kabrin içinde duruyor senin baban, benim babam. Eğer sâlih kişilerse, Hazret-i Muhammed'e lâyık kişilerse, Medîne'ye gidiyorlar. Medîne'ye lâyık olmayanları da başka diyarlara atıyorlar. Taşırlar hepsini. Yerli yerine gidiyor hepsi. Hepsi yerli yerini bulur.
Sonra gitmiş soruyor hocasının karısına "Hocamın ne gibi kusûru vardı, dîn husûsâtında, itikâdında, biliyor musunuz? Namaz mı kılmazdı?". "Kılardı". "Abdest mi almazdı?". "Alırdı". Demiş ki kadın, "Yalnız hocanın bir kusûru vardı. Mâdem istiyorsun söyleyeyim. Kocam derdi ki, tekarrüb yani cima olsa da yıkanmayı Allah farz kılmasaydı, çünkü güç oluyor yıkanması diye". Bundan dolayı îmânsız göçmüş, gitmiş.
Bunu niçin söyledim size? Zerre kadar bir hayır insanı cennete, zerre kadar bir kötülük de insanı ebedî cehenneme götürebilir.
Efendi Hazretleri bir başka seferinde bu kıssayı anlatdıklarında sözün sonunda şu duâyı yapdılar : "Allahümme lâ tuhricnâ mine'd-dünyâ illâ mea'ş-şehâdeti ve'l-îmân". Meâli şudur : "Allahım bizi bu dünyâdan îmânsız ve şehâdetsiz gönderme".
www.muzafferozak.com