20 Aralık 2023 tarihinde yayınlanmıştır.
"Men arafe nefseh fekad arafe rabbeh", nefsini her kim bilirse muhakkak sûretde Rabbini bilir. Ama Rabbini bilmesinin manâsı, Rabbini kemâliyle bilemez. Allahu Teâlâ'yı bilmek için, Allah Allah'la bilinir. Yoksa kula verilen akl u idrâk ile Cenâb-ı Hakk'ın kudreti ölçülmez. Ancak sun'-ı ilâhîye yani Allah'ın sanatlarına bakarak, oradan anlayabilir. İnsan da en büyük kitâbdır, vücûd bakımından. Çünkü üç büyük kitâb anlatacağız şimdi.Bu, "Nefsini bilen Rabbini bilir"in manâsı iki kısımdır. "Men arafe nefseh fekad arafe rabbeh, her kim nefsini bildi, o Rabbini bildi", Rabbini bildi ve buldu manâsına ama künh-i hakîkat-i ilâhîyi bilemez yani zât-ı ulûhiyyet-i ilâhîyi. Bu da iki kısım. Meselâ kul nefsinin zaafını bilir. Kul fânîdir bir bâkîye ihtiyâcı vardır. Kul çıplakdır, bir giydiriciye ihtiyâcı vardır. Kul rahatsız olur, hasta olur, bir şâfîye, şifâ vericiye ihtiyâcı vardır. Bir defa nefsinin aczini bilmek, Allah'ın kudreti yanında. Kudretullahı görmek ve nefsininin aczini bilmek. Bir böyle Hakk bilinir. Bu, bidâyetdir. Yani insanların ibtidâî şeklinde bu şekilde Hakk'ı bilirler. Yükselince, insanda bir kudret ve kuvvet yani insanın bir benliği vardır ki benliğinden daha içeridir. Yani ilâhî bir makâmdadır insanoğlu. Buna gidemez ama evvelâ bidâyetde. Evvelâ aczini bilecek. Sonra kendindeki bulunan, hâmil olduğu defîneye vâkıf olacakdır. Hepsinin inşâallah tahlilâtını yaparız.İlâhî bir tecelliyât var insanda. O benlikden içeri ben olan şey, ilâhî tecelliyât. Bunun da misâli, denizden böyle bir bardak su alsak, dışarı çıkarsak, bu deniz midir? Değildir. Ama denizden hâriç de değildir. Cenâb-ı Hakk'la iltisâkı ve münâsebetlerini söylemek istiyorum yani bu şekilde. Ancak böyle tarif edilebilir. Yâhud lezzetle duyulur, söylenmez. Ama insanların hiç birisi, yani bugüne kadar gelen insanların, bugünden sonra da kıyâmet gününe kadar insanların ve hâl-i hâzırda bulunan insanların, hiç birisi birisinin aynısı değildir. Her husûsâtda. Öyleyse, her kula ayrı tecelliyât vardır. Zâten aynısı olursa, Cenâb-ı Hakk'ı ihâta etmiş oluruz. Gayr-ı muhîtdir Allahu Teâlâ. Öyleyse, tecelliyât her ân olmakda ve herkese ayrı ayrı olmakda. Herkesin iktidârına göre, herkesin kâbiliyyetine göre tecelliyât olur.Bu üç şeyle anlaşılabilir, üç ilimle.Birisi, âyât-ı âfâkiyye. Yani kâinâtda olan nesneleri görerek okumakla. Meselâ güneş. Güneş diye gökyüzünde yazılı değil, güneşin kendisi var. Şimdi bu âyât-ı âfâkiyyedir. Bu kâinât bir kitâbdır. Ne kadar? Tâ seriyyeden süreyyâya kadar, yâhud onun mâverâsında, artık nereye kadar gidiyorsa, bir kitâbdır ve bir risâledir, okuyabilen için. Okuyabilen için! Güneş, ay, yıldız, dağlar, ağaçlar, çiçekler, toprak, su, derya, deniz, nehirler, hayvanlar, insanlar, dört ayakla yürüyenler, kırk ayakla yürüyenler, iki ayak üzerinde yürüyenler, uçanlar, ayaksız olanlar. Ayne'l-yakîn bunlar şimdi, birinci.İkincisi, âyât-ı enfüsiyye. Kendi mâlik olduğumuz, vücûdumuzdaki bulunan teşekkülâtın ve hâmil olduğumuz esrâra sâhib olmak, vâkıf olmak. Meselâ bir tıb âlimi, bir doktor, kudretullahı yani insan vücûdunda bulunan kudretullahı diğer insanlardan daha çok bilmekde. Ama doktor olmasan da sen de kendi vücûdunu aynaya bakdığın vakitde, niçin gözümün üzerinde kirpiğim var, kirpiğimin üzerinde kaşım var, ağzımın üzerinde burnum var, burada dişler, çiğneyici dişler, burada koku, burada anlama, duyma. ve iki tâne ve öne verilmiş. Bu şekilde vücûdun ahvâl ü harekâtı, midenin hazmetmesi filan ve gâitin arkadan çıkarılması, kokusu. Çünkü önden çıksaydı gâit, meselâ farazâ, bütün koku ağzımıza burnumuza dolacakdı bizim. Vücûdun en uzak bir yerinden çıkıyor. Demek ki bir kudret bunu bir şekle koymuş ki, hem de öyle bir intizamlı, muntazam bir şekle koymuş ki, akıl duruyor karşısında. Bu da işte bir âyât u beyyinât. Âyât-ı enfüsiyye yani nefs âyetleri.Üçüncüsü, âyât-ı kitâbiyye, elfâziyye. Yani kudsî kitâblar, semâvî, mukaddes kitâbların nuzûlü. Yâhud o kudsî kitâblardan ilhâm ile alınarak yazılan, büyük insanların yazdıkları eserler, insanları doğruya, hakka götüren.Esteîzübillah. "ve nahnu akrebu ileyhi min habli'l-verîd, ben size can damarınızdan daha yakınım" diyor Kitâb'da. Fakat biz bunu kendi vücûdumuzda, vücûd kitâbımızda okumayınca sezemeyiz. Bu üçünün de birbirine ihtiyâcı var şimdi. Onu söylemek istiyorum. Yani âyât-ı âfâkiyye, âyât-ı enfüsiyye, âyât-ı elfâziyyenin, üçünün birbirine ihtiyâcı var. Bir beşerin yükselmesi için bu üçünü bir araya cem edecek, toplayacak. Bazısı âyât-ı elfâziyyeden, bazısı âyât-ı âfâkiyyeden, bazısı âyât-ı enfüsiyyeden Hakk'a gidiyor. Hepsi âyât-ı elfâziyyeden gitmiyorlar. Hepsi enfüsiyyeden gitmez. Hepsi âfâkiyyeden gitmez. Herkesin nasîbi neyse nasîbi, oradan yürüyecekdir Hakk'a.