İnsân-ı Kâmilin Hakîkati

28 Ocak 2025 tarihinde yayınlanmıştır.

Tasavvuf

Hamd-i bî-hadd ol zât-i Ehad Hazretlerine ki cemî' eşyâda vahdeti ile hâzır ve cümle mezâhir-i ekvânda cemâli ile mütecellî ve zâhirdir. Salât ü selâm ol mir`ât-ı zât ve mazhar-ı esmâ ve sıfat olan nebiyy-i mükerrem Muhammed sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem Hazretlerine ve âl-i güzîn ve ashâb-ı pür-temkîn hazretlerine olsun, ebedü'l-âbâd.

Ba'de zâlike. Şöyle bilmek gerekdir ki, Hakk Teâlâ gayb-ı hüviyyet ve hazret-i ehadiyyetde kendi zâtı ile mevcûd olup kendi zâtını kendi zâtında müşâhede ederdi. Cemî' hakâyık-ı imkâniyye ve suver-i kevniyye ve esmâ ve sıfat-ı ilâhiyye ve nisbet-i zâtiyye-i ehadiyye, cem'iyyet-i ilâhiyye-i zâtiyye kabzasında müstehleke idi. Ve onları müstehleke müşâhede ederdi. Zîrâ zâhirde zuhûr edecek bunların a'yânı yok idi. Pes, zâtında müstehleke olan, esmâsının a'yânı hasebiyle kendi zâtını ve aynını ve sıfat ve kemâlâtını bir göre câmi'inde ki cemî' emr-i vücûdu hâzır ve câmi'dir, müşâhede eylemek diledi. 

Pes, evvelâ 'âlemi Rahmân sûreti üzerine halk eyledi. Yani cemî' esmâ ve sıfatıyla 'âlemin sûretinde zuhûr edip, suver-i âlemde ancak esmâsının a'yânını müşâhede eyledi. Zîrâ zât-ı ehadiyyete mazhar olmağa, 'âlemde kuvvet ve isti'dâd yokdur. Ondan sonra berzah-ı kâmil olan insân-ı kâmili iki yüzlü halk eyledi. Bir yüzü zâhir, bir yüzü bâtındır. Bâtın yüzü zâta mazhar ve esmâ-i sıfata mazhardır. Zâhir yüzü 'âlemdir. Suver-i âlemde zuhûr eden esmâ-i ilâhiyye sûretidir. Bâtını vahdet, zâhiri kesretdir. Bâtını Hakk, zâhiri halkdır. 

Pes insân-ı kâmilin mazharı âyînesinde kendi zâtını ve aynını ve zâtında müstehleke olan esmâ-yı hüsnâ a'yânını tafsil üzerine müşâhede eyledi. Zuhûr ve izhâr-ı cemâl ve tecellî-i zât ve sıfat 'alâ vechi’l-kemâl anınla hâsıl oldu. Zîrâ her şeyin kendi nefsini kendi nefsinde görmesi şey'-i ahar gibi evvelâ şey'e tecellî idüp anda kendi sûretini müşâhede idüp görmesi gibi değildir, âyîne gibidir meselâ. 

Pes, insân-ı kâmil, mazhar-ı zât-ı Hakk ve âyîne-i vücûd-ı mutlakdır. Esmâ ve sıfat-ı ilâhiyye ve neseb ve şuûnât-ı zâtiyyeden bir şey yokdur ki bâtınında mevcud ve mestûr olmaya. Ve sâhife-i vücûddan hakâyık-ı kevnivye ve hurûf-ı imkâniyyeden bir harf yokdur ki anın zâhirinde meşhûd ve mastûr olmaya. Ve zerrât-ı mevcûdâtdan bir zerre yokdur ki ana ittisâli olmaya. 

Pes anın dâiresinde hâric bir şey müte'ayyin olmamağın, zât-ı Hakk anda zuhûr-ı küllî ve tafsîlî ile zuhûr idüp tecellî eyledi ve ol yüzden zâtı güneşi işrâk itdi ve esrâr-ı ilâhiyye-i gaybiyye anınla âşikâre oldu ve 'ibâdet-i zâtiyye anınla kâmil ve ma'rifet-i ilâhiyye anınla hâsıl oldu. Ve dahi insân-ı kâmil Hakk'ın nurudur, 'âleme anınla nazar idüp rahmet ider. Ve 'âlemin ruhûdur, 'âlem bir nefes onsuz olmaz, beden rûhsuz kaim olmadığı gibi. Ve dahi vücûh-ı Hakk'a âyîne olan mezâhir-i kevniyyenin cilâsı ve nûrudur.  Rahmeti cemî' eşyâya vâsıl belki esmâ-yı ilâhiyyeye dahi şâmildir. Zirâ cemî' eşyânın zuhûru ve kıyâmı insân-ı kâmilin nûruyladır. Kezâlik esmâ-yı ilâhiyyenin zât-ı ehadiyyetde olan istihlâk-ı giryeden ıztırâbdan teneffüsü dahi anınla zuhûrlarından ve cümlesi andan zâhir olduklarındandır. Bu i'tibâr üzerine insân-ı kâmil Hakk ile halkın kıblesidir. Zîrâ cemî' eşyânın teveccühü anadır ve feyz andan gelir. Ve esmâ-yı ilâhiyyenin bâtınından zuhûru andandır. İmdi Hakk'ın kendi aynını müşâhede-i külliye-i tafsiliyye ile müşâhedesi, sûret-i cem'iyye-i ilâhiyye-i zâtiyye-i ehadiyye ile insân-ı kâmilin mazharında zuhûruna mevkûf olduğu gibi, mertebe-i kemâle tâlib olan insân-ı kâbilin ma’rifet-i ilâhiyyeyi tahsîl etmesi ve Hakk'a vâsıl olup müşâhede kılması dahi insân-ı kâmil mazharına kalb-i selîm ile teveccüh etmeğe mevkûfdur. Zîrâ Hakk mevâd ve mezâhirden mücerred idrâk olunup müşâhede olunmaz. İllâ mazharda zuhûr idüp ol mazharın cem'iyyeti ve ihâtası kadar müşahede olunur. İnsân-ı kâmil dahi, mazhar-ı etemm ve eşmel ve mecellâ-yı ecma' ve ekmel olmağın anda olan zuhûr-ı küllîdir ve anda olan müşâhede, müşâhede-i zâtiyyedir.  Ansız Hakk bilinmez ve dahi müşâhede olunmaz. 

Pes ana vâsıl olan Hakk'a vâsıldır ve anı müşâhede iden Hakk'ı müşâhede ider ve ana mahabbet iden Hakk'a mahabbet ider ve ana mutî' olan Hakk’a mutî' olur ve anın merdûdu olan Hakk'ın merdûdudur ve anın makbûlü olan Hakk'ın makbûlüdür ve ana 'âsî olan Hakk'a 'âsîdir ve ana münkir olan Hakk'a münkir olur ve ana hâin olan Hakk'a hâin olur ve ana ezâ iden Hakk'a ezâ ider. Zira insân-ı kâmilin zâtı, zât-ı Hakk'ın âyînesidir ve zât anın üzerine vech-i küll ve icmâlî ile mütecellîdir ve anınla zâhirdir ve 'ilmi dahi Hakk'ın 'ilim âyînesidir. Belki zâtı Hakk'ın zâtı ve vücûdu Hakk'ın vücûdu ve 'ilmi Hakk'ın 'ilmidir. Zîrâ Hakk'ın varlığından gayrı anın ne zâtı vardır ve ne vücûdu ile 'ilmi vardır. Ve bu vahdet, ikilikden hâsıl olur vahdet değildir ve hulûl ve ittihâddan dahi berîdir. Belki kâmilin ma'dûm olan 'ayn-ı sâbitesi âyînesinde kemâliyle Hakk'ın zuhûrudur ve sûret-i ilâhiyye-i ehadiyye ile ol mazhardan işrâk ve bürûzudur. Ehadiyyetde müşâhede olunan yine zât-ı ilâhiyyedir. Esmâ-yı ilâhiyve anda müstehlekedir ve 'âlemde müşâhede olunan suver-i esmâ-yı ilâhiyyedir. Ammâ insân-ı kâmilde olan müşâhede zât ve sıfat ve esmâ-yı ilâhiyye cem'iyyetinin müşâhedesidir. Pes anda olan müşâhede ecma' ve ekmel ve etemm ve eşmeldir. 

İmdi, çünki bu 'âlem-i şehâdet, müşâhede 'âlemidir ve bunda müşâhede iden âhiretde müşâhede ider ve bunda a'mâ olan ahiretde a'mâ olur. Pes Hakk'a tâlib olup mazhar-ı küll olmağa râgıb olan ihvân-ı müsta'iddîne lâzım olan budur ki, mehbit-i envârı 'İzzet ve mahall-i kuds-i ulûhivyet olan dil hânesini 'âlem-i imkân kazûrâtından pâk ve musaffâ eyliye ve kalbi âyînesini ki meclâ-yı tecelliyât-ı rabbânîdir ve mir`ât-i cemâl-i rahmanidir, 'alâik-i bâtınî olan her mahbûbun gubârından ve her matlûbun âsârından mücellâ eyliye. Ba'dehû beyt-i Hakk ve mazhar-ı vücûd-ı mutlak olan insân-ı kâmilin kalbine teveccüh idüp kalbini anın kalbine ulaşdıra, tâ kim müstevâ-yı Hakk olan kâmilin kalbinde zuhûr iden envâr-ı ilâhiyye ve şümûsât-ı rabbâniyye, ol tâlibin kalbine işrâk idüp, bakayâ-yı sıfatını dahi ifnâ idüp, bi'l-külliye kalbini anın kalbinde zuhûr iden zât-ı kudse âyîne idinüp, zuhûr-ı küll ile kalbinde zuhûr idince mahabbet-i ilâhiyyeye teveccühünden hâlî olmaya ve bir nefes andan i'râz itmeye, tâ kim zâtı insân-ı kâmilin zâtında ve sıfatı anın sıfatında ve ef'âli anın ef'âlinde fânî olup, mazhar-ı küll ve insân-ı kâmil ile şey'-i vâhid ola ve anın mazharında Hakk'la vuslat bula. Gören ve işiden ve yapışan ve söyleyen Hakk ola ve Hakk'ın varlığından gayrı bir varlık kalmaya. 

Pes, vahdet iklîmine sefer itmeğe ve Hakk'la vuslat bulmağa insân-ı kâmilin kalbine kalbin ittisâlinden ve mahabbet-i ilâhiyye ile ana teveccüh idüp ol mazhar-ı feyz-i akdes kalb-i mukaddesden münbasit olan nûr-ı ilâhiyyenin kalbine inbisâtından ve kalbin cânib-i Hakk'a incizâbından gayrı tarîk yokdur. Ve insân-ı kâmilden gayrı Hakk'a kapı yokdur ve kalbinden gayrı ana yol yokdur. Zîrâ zât ve sıfatıyla ve cemi’ esmâsıyla Hakk Teâlâ kâmilin kalbinde istivâ etmişdir. Hakk'ı isteyen kendi varlığından geçsin ve Hakk'dan gayrı kalbinde olan havâtırı çıkarsın ve Hakk'ı kalbinde hâzır müşahede itsin veyâhûd kalbini kâmilin kalbine ulaşdırsın tâ ki cümle müşkilâtı âsân ola ve tutduğu iş kolay gele. Bâkî işi Allah onara. "فَمَنْ شَٓاءَ فَلْيُؤْمِنْ وَمَنْ شَٓاءَ فَلْيَكْفُرْۙ "

İnsân-ı kâmilden murâd, Resûl-i Ekrem sallallahu 'aleyhi ve sellemdir. "وَاللّٰهُ يَقُولُ الْحَقَّ وَهُوَ يَهْدِي السَّب۪يلَ"Zîrâ anın hakîkati câmi'-i cemî'-i hakayıkdır. Vücûdu, ekmel-i mevcûd ve câmi'-i cemî'-i zuhurâtdır. Zirâ anın hakîkati câmi’-i cemi’ hakayıkdır, vücûd-ı ekmel-i mevcûd ve câmi'-i cemi’i zuhûrâtdır. Ve dahi vâris-i ekmel olan insân-ı kâmildir ki her devirde bir merd-i müte'ayyendir.

Listeye geri dön