30 Ekim 2023 tarihinde yayınlanmıştır.
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretlerine Amerika'daki sohbetlerinden birinde bir Amerikalı sordu, dedi ki, "İnsan evvelâ kendisini bilmeli dediniz, peki insan kendisini bilmek için ne yapar?". Efendi Hazretleri buyurdular ki :
Kendi kitâbını okur, vücûd kitâbını. Vücûd bir kitâbdır, onu okursa, "men arefe nefseh fekad arefe rabbeh" olur. İnsan âyet-i kübrâdır. Kâinât, âlem-i sugrâdır. Kâinât küçük âlem, insan büyük âlemdir. Ne varsa kâinâtda insanda aynı şeyler vardır, insan kendi vücûd kitâbını okursa. Ona âyât-ı enfüsiyye derler. Bir de âyât-ı âfâkiyye vardır. Yerden semâvâta kadar. İşte dağ nasıl kaldırılmış, ard nasıl döşenmiş, denizler nasıl halk olunmuş, yıldızlar nasıl semâyı süslemiş, ayın nûrlu olması, güneşin ziyâdâr olması, yağmurların yağması ve bir lokma ekmeğin meydana gelmesi için 365 elekden geçmesi lâzım geldiğini düşünmesi lâzım.
Soruyu soran zât, "Şimdi bulunduğumuz bu düşük seviyede bunu yapabilir miyiz?" diye sorunca Efendi Hazretleri buyurdular ki :
Tabiî, mümkünâtdan bu canım, mümkünâtdan. İnsanın yapamayacağı bir şey yokdur dünyâ yüzünde. İki şeyi yapamaz insan. Birisi, ölüme çâre bulamaz. Bir de ihtiyarlığa çâre bulamaz. Ondan gayrı hepsini Allah insanoğluna müsahhar kılmışdır. İki şeyin çâresi yok. Birisi ölüm. O ölüm de vakti geldiği vakitde insan için nimet oluyor zâten. İkincisi, yaşlanmamak, ihtiyarlamamak. Ondan gayrısı hemen hemen hepsi insanoğluna müsahhar kılınmışdır. Hattâ hattâ şems ve kamerin müsahhar kılındığını Allah söylüyor.
Mümkün tabiî. Niçin aşağı seviyede olalım. Gören bir gözümüz, işiten bir kulağımız, anlayan bir zihnimiz ve beynimiz var. Hayrı ve şerri ayırabiliyoruz. Ateşle suyu tefrîk ediyoruz. İyiyi kötüyü tefrîk ediyoruz. Hâl böyle olunca insan mutlaka yapar bunu. Ne var ki insan gafletde bulunursa, perdeyi aşamaz. Tarîkata girmek de işte o perdeyi mürşid-i hak eliyle yırtmak demekdir.
Böyle olmasına rağmen, çelikden daha kavî insanoğlu, bir ince kağıtdan daha zayıf. Semâları yarıyor, aya varıyor, fakat bir mikroba karşı gelemiyor, ufak bir mikrop onu mahvediyor. Allah öyle halk etmiş, öyle yaratmış. Her şeyi müsahhar kılmış Cenâb-ı Hakk, hepsini vermiş. Ardı deliyoruz, madenlere iniyoruz, denizlerin diplerine istikbâlde yaşayacak olan insanların rızıklarını ekmeye çalışıyoruz. Güneşin harâretini alıyor, enerji yapıyor, evini ısıtıyor. Bak demek ki insanoğlunda ne kuvvet var, ne kudret var. Ama benden başka kuvvet yok dediği vakitde, Allah bir mikrop gönderiyor, kıvrım kıvrım kıvrandırıyor, mağlûb oluyor o. "لَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ ف۪ٓي اَحْسَنِ تَقْو۪يمٍۘ le kad halakne'l-insâne fî ahseni takvîm". "Biz muhakkak sûretde insanı ahsen-i takvîm üzere yaratdık, yani kâmil yaratdık" diyor Allah. Semâ, ard, cennet, cehennem, dünyâ, âhiret, yaz, kış mevsimler, gece ve gündüzün tebeddülâtı ve ihtilâfâtı hep bu insanoğlu için, başka bir şey için değil.
İnsan bunu böylece bildiği, bu esrara vakıf olduğu vakitde, insanın ne olduğunu bilecek ve insanlara hizmet edecekdir o. İnsanlığı bilip, insanlığa hizmet etdiği gibi aynı zamanda insanlığı halk eden Hakk'a da kulluk yapması lâzım gelir.
www.muzafferozak.com