İnsan Niçin Yaratıldı?

19 Mart 2015 tarihinde yayınlanmıştır.

Kuran
Muzaffer Efendi Hazretleri, insanın yaradılış hikmetin beyân eden "وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ / ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûn" âyet-i kerîmesinden bahsederken buyurdular ki :
Müfessirler, bu âyet-i kerîmenin sonundaki "li ya'budûn" lafzını, "li ya'rifûn" ve "li yuvahhidûn" diye tefsîr etmişlerdir. Demek ki, "hilkat-ı dünyâ ve mâfîhâ"dan murâd, ma'rifet-i ilâhiyyeyi tahsîldir.
Efendi Hazretleri buyururlardı ki :
Allah bütün mükevvenâtı, görünen ve görünmeyen âlemlerin cümlesini insân için, insânı da kendisi için yaratmışdır. Bu dünyâya gelmekden maksad, Hakk'ı bilmek, Hakk'ı bulmak ve Hakk'da olmakdır.
 
Bu âyet-i kerîme ile beyân edilen hikmeti, Azîz Mahmûd Hüdâî Kuddise Sırruh Hazretleri, "Necâtü'l Garîk" adlı eserinde şu şekilde dile getirmişler. Hazret'in gâyet özlü beyânlarını kısaca îzâh etmeye çalışdık : 


Müfesserdir ibâdet ma‘rifetle
Bilinmez işbu câh menziletle 

Sakın kim olma bu ma‘nâya câhid
Kelâm-ı "küntü kenzen" ana şâhid

İbâdetden maksad marifetullahdır ancak bu ma'nâ kolay kolay anlaşılmaz. İnsan bu hususda elli tâne kitap da okusa, sohbet de dinlese bu hakîkati idrâk edemez. Bu hakîkati idrâk edebilmek için önce âyet-i kerîmenin zâhiri ile amel etmek yani Hakk'ın emirlerini yerine getirmek gerekir. O da yetmez, Allah'ın emirlerini angarya gibi değil seve seve yapmak gerekir. O da yetmez yapılan ibâdet ve amelleri karşılıksız yapmak gerekir. Yani ne cennet arzusu ne de cehennem korkusuyla sadece ve sadece Allah'ın rızâsı için yapmak gerekir. Eğer aklına bir şüphe gelir de bu tefsîre i'tirâz edecek olursan "ben gizli bir hazîne idim" diye başlayan meşhûr hadîs-i kudsîyi oku!

“küntü kenzen mahfiyyâ fe ahbebtü en u‘rife fe halaktü’l halka li u‘rife ve tahbebtü ileyhim bin ne‘ami hattâ arafûnî”
“Ben gizli bir hazine idim. Bilinmekliğimi istedim ve mükevvenâtı yarattım. Verdiğim nimetlerimle kendimi onlara sevdirdim, tâ ki onlar da beni bilsinler”
Kudsî Hadîs


Eğer oldunsa bu ma‘nâya vâkıf
Çalış sa‘y et olagör Hakk'a ‘ârif

Nedir dersen eğer ânın tarîki 
Bilir Hakk'ı bilen nefsin hakîkî

Eğer bir kimse bu hadîs-i kudsînin ma'nâsını anlarsa çalışarak, cehdederek Hakk'a ârif olabileceğini de bilir. Bunun yolu da "Nefsini bilen rabbini bilir"  hakîkatini bilmekden geçer.


Kâle’nnebiyyü sallallâhu ‘aleyhi vesellem
“men ‘arafe nefsehû fekad ‘arafe rabbehû”
Hazret-i Peygamber sallallahu aleyhi vesellem “Nefsini bilen rabbini bilir” buyurdu.

www.muzafferozak.com




LUGÂT ve TEFSÎR

Kur'ân-ı Kerîm'i anlamak için hiç bir lugât kâfî gelmez ancak lugât bilgisi olmadan da olmaz. Kelimeler ve lafızlar dar kalıplardır, bu yüzden yüksek ma'nâları istiâb edemezler yani ma'nâlar kelimelere sığmaz, taşar ancak âyeti kerîmelerin bazı hikmetleri de onlarla anlaşılır. Daha derin ma'nâ ve hikmetler ise ancak zevk ile, ilhâm ile, mükâşefe ile anlaşılabilir. Biz bu âyet-i kerîmenin anahtarı olan "illâ li ya'budûn" lafzı ve onun tefsîri olarak verilen "illâ li ya'rifûn" ve "illâ li yuvahhidûn" lafızlarına kısaca temâs edip bahsi kapatalım.

"Li ya'budûni" lafzına, meâllerde "ancak bana kulluk etsinler diye" karşılığı verilmekdedir ancak bu karşılık ma'nânın incelkilerini aksettirmekden pek uzakdır. Zîrâ âyet-i kerîmede rastgele bir kulluğa değil ihlâslı bir kulluğa işâret vardır. Yani ibâdetleri cennet arzusu veya cehennem korkusuyla değil sırf Allah rızâsı için yapmak esasdır. Diğer bir incelik kulluk kavramı ile ilgilidir ki çoğu zaman kulluk, ibâdetle karıştırılmakdadır. İbâdet, kulluğun vechelerinden biridir sadece. Kulluk, ibâdetden çok daha genişdir. Kul, Mevlâ'sına sadece ibâdet etmez, hizmet de eder, her emrine boyun eğip itâat de eder, Mevlâ'sının hiç bir fiiline i'tirâz da etmez, O'na sevgiyle bağlanmışdır, kovulsa da gitmez. İşte abdiyyeti böyle anlarsak âyet-i kerîmenin ma'nasını da bir ölçüde anlamaya başlarız.
Gelelim müfessirlerin ma'nâ verirken zikrettikleri "Li ya'rifûn" ve "Li yuvahhidûn" lafızlarına. 

"Li ya'rifûn", "bilmeleri için" demekdir. Çok sık kullandığımız "İrfân", "Ma'rifet", "Ârif" gibi kelimeler de aynı kökden gelir. Türkçemizde buna başka bir karşılık bulunamadığı için bilmek tabiri kullanılır ancak bu kuru bilgi anlamında bilmek değildir. Öyle olsa "ilim" kelimesi kullanılır ve "Li ya'lemûn" diye tefsîr edilirdi. "ﻣﻌﺮﻓﺖ Marifet" olsa olsa anlamak, idrâk etmek olarak çevrilebilir.

"Li yuvahhidûn" demek "tevhîd etsinler diye" demekdir. Fakat burada kasdedilen tevhîd, "Allah'dan başka ilâh yokdur" lafzından öte bir tevhîddir. Bu tevhîd ile kasdedilen, "lâ ilâhe illallah" kelime-i tayyibesinin derûnunda gizli olan "lâ fâile illallah", "lâ mevsûfe illallah" ve "lâ mevcûde illallah" mertebeleridir ki sôfiyye lisânında bunlara tevhîd-i ef'âl, tevhîd-i sıfât ve tevhîd-i zât denir. 

İşte insanın yaradılmasından maksad da budur.

Terk eyle mâsivâyı gözet sırr-ı vahdeti
Benlik hayâlin eyleme zinhâr sen sen ol

www.muzafferozak.com
Listeye geri dön