29 Kasım 2021 tarihinde yayınlanmıştır.
Ravza-i Tevhîd sâhibi Ahmed Efendi Hazretleri buyuruyorlar ki :
Bil ki ey emre tâlib, kurbete râgıb! Hakîkat-i insân mecmû'a-i kemâlât-i Rahmân'dır. Câmi'-i cemî'-i hakâyık, merci'-i cümle-i dekâyıkdır. Bu ecilden cemî'-i esmâullâha 'âlim ve mevcûdâta küllen hâkim oldu.
Pes imdi hakîkat-i insân kenz-i sırr-ı Rahmân olıcak her hâlet ki hakîkat-i insânda mahzûndur, efrâd-ı insândan her ferde hisse meknûndur. Eğer 'âlim, eğer câhil, eğer nâkıs eğer kâmil, eğer mü'min, eğer tersâ, eğer fâsık eğer pârsâ. Velâkin ol hâlâtı zuhûra getirmek bazı nesne ile meşrûtdur. Meselâ hakîkat-i insân bir ulu ağaçdır. Nice dalları vardır ve her dalda nice budakları vardır ve her budakda nice yemişleri vardır ve her yemişin içinde çekirdek vardır. Ol çekirdek ol ağaca nisbet zâhirde zerrenin şemse ve katrenin bahre nisbeti gibidir. Ol çekirdekde kâbiliyyet vardır ki ol ağaç misillü dalları ve budakları ve yemişleri ve çekirdekleri olur. Bir ulu ağaç olup ol ağaçdan zuhûr eden âsâr cemî'an bu çekirdekden dahi zuhûr eyleye. Velâkin çokluk şerâit vardır.
Evvelâ bir kimse anı yer içine gömmek gerek. Ziyâde derin ve ziyâde yufka olmaya. Badehû gâh yağmur, gâh güneş, eğer dess, eğer habs, ve cemî'-i kevâkib te'sîri birle mürebbî ve küdûrât-i taht-i arzdan müntefî olup yer yüzüne zuhûr eyleye. Badehû ol mürebbî bunun etrâfına hıfz içün bir sûr ide, tâ ki hayvânât-ı mühlike zararından dûr ide. Badehû yine gâh yağmur ve gâh kuraklık, gâh güneş ve gâh gölge, gâh kış ve gâh yaz, gâh bulut ve gâh ayaz olup bu hâlet üzerine on beş, yâ yirmi yıl mikdârı mürebbâ oldukdan sonra, eğer âfât-ı semâviyyeden ve arazıyyeden halâs olursa, ol ağaçdan zuhûr iden âsâr bundan dahi zuhûr itmeğe başlar.
İmdi ey sûretde insân ve sîretde hayvân, zâhirde 'âkil bâtında câhil, şerî'atde kâsır, tarîkatde kâsir, hakîkatde hâsir, halk katında 'âlim ve Hakk katında zâlim! Nice bir hevâ-yı nefse tâbi' ve nâr-ı şehevâtda vâkı', mün'atış-i âb-i latîf ve mütehayyir-i arz-ı kesîf, sahrâ-yi bu'd ü firkatde ser-gerdân ve kulel-i cibâl-i infisâlde hayrân gezersin? Seyr etdiğin yerler küllen harâb ve içdiğin cemî'an mükedder âb. Târik-i et'ıme-i nefs ve 'âkil-i habâis-i cîfesin. Gel imdi anla ve zevk eyle kim ol çekirdek rûh-ı cüz'îdir kim ana nefs-i nâtıka derler. Her şahsın bir nefs-i nâtıkası vardır, arz-ı vücûdunda, bâğ-ı kalb içinde dikilmişdir. Rûh-ı küllîde olan cemî'-i kemâlât bi'l-kuvve anda mahzûndur. Eğer şerâit üzerine terbiye idersen, rûh-ı küllîden zuhûr eden âsârun cemî'si bunda dahi zuhûr etmek mukarrerdir.
Gel imdi kendine taksîrlik itmeyüp, "Ve câhidû fillâhi hakka cihâdih" emriyle 'âmil, "Vellezîne câhedû fînâ le nehdiyennehüm sübülenâ" zümresine dâhil ol, tâ ki "Se nüriyehüm âyâtinâ fi'l-âfâkı ve fî enfüsihim" tâifesinden olup, seyr-i âfâk-ı vilâyet-i tarîkat ve fütûh-i künûz-i bilâd-i hakîkat müyesser olup, âyât-i 'acîbiyye ve 'alâmât-i garîbiyye görüp, her nesne ki âhıretde mev'ûddur, dünyâda meşhûd olup, "Ve men kâne fî hâzihî a'mâ ve hüve fi'l-âhıreti a'mâ ve edallü sebîlâ" fırkasından olmayup, vuslat-ı bâkîye ve rü'yet-i dâimede olasın. Kula Allâhu Te'âlâ'dan karîb nesne yokdur. "Ve hüve me'aküm eyne mâ küntüm", "Ve na'lemü mâ tüvesvisü bihi nefsühû", "Ve nahnü akrebü ileyhi min habli'l-verîd", "Va'lemû ennallâhe yehûlü beyne'l-mer'i ve kalbihî" âyâtı muktezâsınca. Ve hucûb-i şehevât ve sütûr-i küdûrât, ve iltifât-i mâsivâ, mine'l-arzı ve's-semâ hâciz-i hasîn ve râfi'-ı yakîn olup "Vellezîne kezzebû bi âyâtinâ summün ve bükmün fi'z-zulümât", "Hatemallâhu "alâ kulûbihim ve 'alâ sem'ihim ve 'alâ ebsârihim gışâve", "Ülâikellezîne taba'allâhu 'alâ kulûbihim ve't-tebe'û ehvâehüm" âyâtı muktezâsınca kuldan ba'îd nesne yokdur.
Gel imdi tasdîk-i âyât ve taleb-i gâyet-i in'âmât, ve "summün bükmün" gendünden dûr ve zulümâtı "nûrun 'alâ nûr", ve hatm-i kalbi def' ve gışâ-yi basarı ref' ve izâle-i gaflet ve tahsîl-i safvet ve bu'di kurba tebdîl ve firâkı vasla tahvîl kasd eyleyüp, mürebbî-i rûh ve tâlib-i fütûh ol. Ola kim şecere-i vücûdundan muhâlif 'âdât 'alâ 'âdeti’s-sâdât ağsân-ı envâr ve evrâk-ı esrâr ve ezhâr-i kerâmât ve esmâr-i tecelliyât zuhûr idüp, fırka-i asfiyâ gibi zâik ve zümre-i evliyâ gibi fâik olasın. "Elâ inne evliyâallâhi lâ havfün 'aleyhim velâhüm yahzenûn".
Bu lisâna
âşinâ olmayanlar için, Hazret’in
sözlerini kısaca şöyle îzâh edelim :
İnsan mahlûkâtın en şereflisidir. Neden? Çünkü hiçbir mahlûk insanın sâhib olduğu sıfatlara sâhib değildir. İnsana verilen akıl, insana verilen irfan, insana verilen ilim, insana verilen kalb hiçbir mahlûka verilmemişdir. Cenâb-ı Hakk insana kendi sıfatlarından hisse verdiği içindir ki insan eşref-i mahlûkât olmuşdur. İnsanda ilâhî bir sır vardır.
Bu sırra her insân sâhibdir fakat kimisi bunun farkındadır, kimisi de değildir. Bu sırra vâkıf olmanın bazı şartları vardır. Meselâ ağaçda bunun misâli vardır. Ağaçda dallar vardır, dallarda meyveler vardır, meyvelerde çekirdekler vardır. Biliyoruz ki her bir çekirdekde ağaç olma istidadı vardır. Fakat bunun şartları vardır. O çekirdek doğru yere, doğru zamanda ekilirse, doğru şekilde sulanır, bakılırsa, etrâfı çevirilir zararlı hayvanlardan muhafaza edilirse, yazlar, kışlar geçer, güneşler açar, yağmurlar yağar, aradan uzun zaman geçerse, o çekirdek de tıpkı önceki ağaç gibi meyve veren bir ağaç hâline gelir.
Eğer insan nefsine esîr olur da yalnız yemek-içmek, gezip-tozmak, yan gelip yatmak gibi hayvanların yapdığı işleri yaparak ömrünü tüketirse bu sırra erişemez. Hayvan gelir hayvan gider. Yok eğer, bir tohum misâli içinde gizli olan o ilâhî sırrı güzelce muhâfaza eder, onu ortaya çıkarırsa, kâmil bir insan olur, halîfetullah olmaya lâyık olur.
Tabii bunun için önce tembelliği terk edip, Hakk yolunda nefs ile cihâda girişmek lâzımdır. Mâdem ki Allah kendi yolunda cihâd edenlere yollarını göstereceğini vaad etmişdir, bu cihâda girişen kimse, muhakkak Hakk’ın yardımına mazhar olacakdır. Eğer bu yolda sebât ederse, Cenâb-ı Hakk’ın nice nice lutuflarına nâil olacak, bilmediklerini öğrenecek, ledünnî ilimden nasîblenecekdir. Bu yolda ihlâs ile yürüyen kişi baş gözüyle görülmeyen hakîkatleri müşâhede edecek, nice nice keşiflere nâil olacakdır. Hakk’ın esmâsının ve sıfatının tecelliyâtını burada görecek, böylece âhiretde de Hakk’ı görmeğe lâyık olacakdır. Hakk ona yakın olduğu gibi o da Hakk’a yaklaşacakdır. Dâimâ Hakk’la berâber olacak, Hakk’dan gelen ilhâmâta nâil olacakdır. Nefsinin uşağı, şehvetinin eşeği olup kalbleri mühürlenen ve Hakk’dan uzak kalan kimselerin tam aksine Hakk’a karîb olacakdır. Gide gide evliyâullah mertebesine yükselecek, böylece cümle mâsivâ derdlerinden kurtulacak, her türlü korkulardan ve üzüntülerden âzâde olacak, ölmeden evvel cennete girecekdir.