İnsanın Kıymeti ve Kul Hakkının Önemi - Hutbe - 20 Haziran 1980

1 Ekim 2020 tarihinde yayınlanmıştır.

Hutbe

HUTBE

Kâlallahu te'âla fî kitâbihi'l-azîz.
Eûzübillahimineşşeytânirracîm.
Bismillahirrahmânirrahîm.
قُلْ هُوَ الَّذ۪ٓي اَنْشَاَكُمْ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَۜ قَل۪يلًا مَا تَشْكُرُونَ * قُلْ هُوَ الَّذ۪ي ذَرَاَكُمْ فِي الْاَرْضِ وَاِلَيْهِ تُحْشَرُونَ * وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ * قُلْ اِنَّمَا الْعِلْمُ عِنْدَ اللّٰهِۖ وَاِنَّمَٓا اَنَا۬ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ
Kul hüvellezî enşeekum ve ce'ale lekümü's-sem’a ve'l-ebsâra ve'l-ef'ideh, kalîlen mâ teşkürûn. Kul hüvellezî zeraeküm fi'l-ardi ve ileyhi tuhşerûn. Ve yekûlune metâ hâze'l-va'dü in küntüm sâdıkîn. Kul inneme'l-'ilmü 'indallah ve innemâ ene nezîrun mübîn.
Sadakallahü'l-azîm.

Dilleriyle Allah'ı zikr eyleyen, gönülleriyle Allah'ı seven ve Allah'ın birliğine, vahdâniyyetine îmân eyleyen ve O'nun habîbi, mahbûbu, mergûbu, rahmeten-lil-âlemîn olan, Cenâb-ı Muhammed Mustafâ, sallallahu teâlâ aleyhi vesellem Efendimiz Hazretlerinin risâletini tasdîk eyleyen ve Resûlullah'ı evlâdından, malından, canından, kasasından, kesesinden, rütbesinden çok severek îmânını kemâle erdiren, kıyâmet gününe inanan, Hakk'ın cennetine tâlib, rızâsına râgıb, cemâline âşık olanlar! 

Allahu Zü'l-Celâl ve Tekaddes Hazretleri, kudretini izhâr eyleyip, bir katre su parçasından ana rahminde, hayız kanıyla, kudret fırçasıyla bizleri yoğurup şekl-i insâna koydu ve istediği şekli verdi bize. Esteîzübillah. "Hüvellezî yusavviriküm fil erhâmi keyfe yeşâ, sizi ben ana rahminde istediğim şekle koydum". Bir et parçasını konuşturdu. Dil. Bir et parçasına konuşmak kudretini verdi. Dil. Bir kemik ve sinir parçasına da, işitmek kudreti verdi. O da kulak. Bir su parçasına da görmek kudretini ihsân u inâyet buyurdu. Sonra vücûdumuzu mütenâsib bir şekilde halk eyledi. Dünyâ yüzünde insandan daha güzel yaradılmış bir mahlûk yokdur. "Ve lekad halaknel insâne fî ahseni takvîm, biz insânı ahsen-i takvîm üzere halk eyledik". 

Ve bütün mevcûdâtın da, her idâresini, her şeyin idâresini de insanoğluna bahş eyledi. Cennet, cehennem, arş, kürsî, semâvât, ard, melekler, güneşler, yıldızlar, denizler, deryâlar, ne görülüyorsa, ne görebiliyorsak, ne hissedebiliyorsak, gördüğümüz ve görmediğimi âlemler, insanoğlu için halk olundu. Onun için Cenâb-ı Hakk Celle ve Tekaddes Hazretleri, bir hadîs-i kudsîde, "Bütün mevcûdatı ben insan için halk ettim insanı kendim için halk ettim" diyor. 

Bir defa, bunları anlattığımdan manâ, kıymetini takdîr edeceksin, insan olmanın kıymetini bileceksin. Güzellik öyle. Kollar mütenâsib, ayaklar mütenâsib, vücûd mütenâsib halk olunmuş. İşte okuduğum âyette de, "hüvellezî", her şeye kâdir u kayyûm olan Allah, "enşeeküm", sizi yoktan vâr etti, bir katre su parçasından halk eyledi. Evvelâ Âdem aleyhisselâmın hamurunu kudret eliyle yoğurdu. Sonra kendi rûhundan ona rûh nefh eyledi. "Ve nefahnâ min rûhî". Onu hayy etti, diriltti. Sonra Âdem'den Havvâ'yı halk eyledi. Bütün mevcûdâtın idâresini insanoğluna bahş eyledi, bıraktı. İki yol gösterdi. Birisi hak ve hakîkate giden yol, birisi uçurum ve helâke giden yol. Helâke ve uçuruma giden yol, küfür, dalâlet, şirk, isyân; hidâyete varan yol da, abdiyyetin kadr u kıymetini bilmek ve verilen nimete şükreylemek, Allah'a kulluk etmek, kulluk ederek sultân olmak, dünyâ ve ahret âlemine, her iki cihâna da mâlik olmak. İnsanoğluna bu nimet verildi. Güzelliği dillere destân oldu. Resûlullah'ın vech-i seâdeti, mir'ât-ı Hakk oldu. Hakk kendini Hazret-i Muhammed'in yüzünden gösterdi, sallallahu aleyhi vesellem. 
Bir gece ay tam bir bedirde, yani bedr-i tâmmda, halîfe-i müslimîn olan, Hârûn Reşîd, âilesi Zübeyde Hanım'la oturuyorlarmış, mehtapta âilesinin yüzüne bakmış, demiş ki "Eğer şu aydan güzel değilsen benden boş ol" demiş. Sonra aklı başına gelmiş.

Konuştuğu söz çok tehlikeli. Gençler ve dînden bî-behre olanlar bu sözün ne demek olduğunu pek anlayamazlar ama, dînden biraz anlayanlar bunun ne demek olduğunu bilirler. İslâm'da nikâh bir söze bağlıdır. Bir erkek karısına "Al bohçanı git babanın evine" dedi mi, boş düşer. "Git de gel" diyeceksin. Köpek çatışması, köpek buluşması değildir. İki tarafın muhabbeti, meveddeti, birbirine karşı saygısı, sevgisi ebedî olacaktır. Sövmek, dövmek, ağza-burna küfür etmek, bunlar, insanlık işi değildir ve kadın boş düşer. Boş düşer, haberin olmaz, sonra hep kadınla yatarsın, zinâ defterine kayd olunur. Çocukların da olur, gayr-ı meşrû olur yani piç olur. Onun için âilelerinizi bağırlarınıza basınız, onların Hakk tarafından size bir nimet olduğunu biliniz, onların haklarını hak ediniz. Kazanmış olduğun para, senin kazandığın para, sana ait değildir. Çoluğunun çocuğunun âilenin hakkı da senin kesene girmiştir, hepsini kendine sarf edemezsin, fuhşiyyata gidemezsin. Onların haklarını koruman lâzımdır. Âileni ve evlâdını cehennem ateşinden koruyacaksın. Dîn ve diyâneti, Allah ve Peygamber'i göstereceksin, öğreteceksin. Geçiyoruz, bu kadar. Ârif olana kâfî geldi. 

Hadi şunu da söylemeden geçmeyelim. Ey evli olanlar, kulaklarınız benden yana veriniz ve iyi dinleyiniz. İki cihân serveri Cenâb-ı Muhammed, sallallahu aleyhi vesellem, Peygamberimiz diyor ki, "Bir kimse bi gayrı hak âilesine eziyet ve cefâ etse", bir daha tekrar ediyorum, "Bir kimse bi gayrı hak âilesine eziyet ve cefâ etse, onu aç bıraksa, kisvesinden dûr etse, bakmasa, sövse, itse, kaksa, yarın yevm-i kıyâmette o kimsenin hasmı benim" diyor Cenâb-ı Peygamber. "O kadının muhafızlığını üzerime alacağım, hasmı benim" diyor. Onun için eve gittiğin vakit, âileni kucaklayacaksın, çıkarken de öyle. Hattâ hattâ, hadi şunu da söyleyelim, mevzu açılmışken. Çiftçi mü'minler Resûlullah'a geldiler, a'râbî, çiftte-çubukta çalışıyorlar. Dediler ki, "Yâ Resûlallah, biz gece ibâdet edemiyoruz, gündüzleri yorgun düşüyoruz, gece ibâdete kalkamıyoruz. İşlerimiz ağır" dediler. Fahr-i risâlet buyurdu ki, "Âilelerinizi bağrınıza basınız, onları öpün ve koklayınız, ibâdet etmiş olursunuz, Allah ibâdet sevâbı verir" dedi. Acaba anlatabildik mi? Hudûdu aşmamalı. Her şeyi vasatla, kıstla, adâletle idâre etmelidir. Ne o tarafı, ne o tarafı. Ne demek istediğimi anladın.

Döndü yüzüne baktı, dedi ki, "Şu aydan güzel değilsen, benden boş ol" dedi. Sonra aklı başına geldi halîfenin. Bütün ulemâyı topladı, hiç kimse cevap veremedi. İmâm-ı Yûsuf'a haber saldılar, İmâm-ı Yûsuf geldi, ulemâ huzûrunda diz üstüne oturdu. "Eûzübillahimineşşeytânirracîm. Bismillahirrahmânirrahîm. Vet tîni vez zeytûni ve tûr-i sînîne ve hâzel beledil emîn lekad halaknel insâne fî ahseni takvîm. Sadakallahulazîm" dedi. "Biz insanı her şeyden güzel yarattık". Bunu okuyunca, halîfe anladı ki karısı boş düşmedi ve işi de halletti. Ve halîfenin hoşuna gitti, onu kendisine şeyhülislâm etti, İmâm-ı Yûsuf'u. Geçiyoruz. 
İnsanoğlu hepsinden güzle yaratılmış. İnsanoğullarının en güzeli kimdir? Hazret-i Yûsuf'dur. Sonra kimdir? Hazret-i Âdem aleyhisselâmdır. Bizâtihî kudretullah ile halk olunmuş. En güzeli kimdir, en güzeli kimdir? Hazret-i Muhammed Mustafâ'dır, sallallahu teâlâ aleyhi vesellem. Enbiyâdna çirkin yüzlü kimse yoktur. Resûlullah Efendimiz, gâyetle âdâba dikkat eder, oturuşu-kalkışı, yiyişi-içişi, dolaşışı, gidişi-gelişi, giyimi filan, çok intizamlı idi. Saçları vardı Fahr-i risâlet'in, mübârek saçları, kulağının yumuşağına kadar. Saç bırakmak, sünnet-i seniyyedir. Bizim beldemizde âdet olmamış, öyle bırakanlara kötü nazarla bakıyorlar. Bazı gözlerinde pislik olanlar, gözlüğü kirli olanlar, kötü nazarla bakıyorlar. Halbuki sünnet-i seniyyedir, saçları kulağının yumuşağına kadar uzatmak. Peygamberimiz bazen kulağının yumuşağına kadar, bazen de omuzuna kadar uzatırdı. Ömründe iki defa başını usturayla tıraş ettirdi, kazıttırdı ve mübârek saçlarını ashâbına bize hediye olmak üzere, hediye etti. Ki bugün elimizde var. Resûlullah'ın mübârek sakalından, mübârek saçından parçalar elimizde durmaktadır. Âşıkâna yâdigâr bıraktı. Sakalları çenesinden bir tutam aşağı, fazlasını kestirirler idi. Çok dikkatli giyinirler, saçlarını Hazret-i Âişe tarardı. İki tarafa tararlardı. Yana doğru tararlardı saçlarını. Cümle enbiyâ saçlıdır. Hazret-i Îsâ aleyhisselâm olsun, İbrâhim Peygamber olsun, Hazret-i Mûsâ olsun, cümle enbiyâ saçlıdır. Efendimiz de saçlıdır. İki defa mübârek başlarını, arştan daha yüce olan mübârek başını, kürsîden daha yüce olan mübârek başını, cennetlerden daha âlâ olan mübârek başını kazıtmış, sevgili ümmetlerine selâm bırakmış, demiş ki ashâbına, "Kardeşlerime selâm söyleyiniz". "Yâ Resûlallah biz senin kardeşlerin değil miyiz?" demişler. "Hayır, siz benim kardeşlerim değilsiniz, siz benim ashâbımsınız, arkadaşlarımsınız. Benden sonra gelecekler, beni görmeden bana inannacaklar, beni sevecekler, bana âşık olacaklar, işte onlar benim kardeşlerimdir". Bize kardeş hitâbıyla hitâb etmiş Cenâb-ı Peygamber, sallallahu aleyhi vesellem. Allah şefâatından dûr etmesin. Nazar-ı iltifatlarına mazhar buyursun. Geçiyoruz. 

O Allah ki, "kul", "Habîbim Ahmed Resûlüm Yâ Muhammedi kullarıma söyle, haber ver, hatırlat". Hatırlatmak için. 

Gafletten uyan, çok yattın, gözlerin şişti. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin mübârek ayakları ibâdet ve tâattan şişmişti. Hele Receb ve Şaban ve Ramazan aylarında. Ümmü'l-mü'minîn diyor ki, "Gece kalkar, kıyâmında ve rükûunda ve secdesinde 'Ümmetî Ümmetî Ümmetî' diye Cenâb-ı Hakk'dan bizi isterdi. Hattâ seyyidinâ Hayder-i Kerrâr İmâm-ı Ali kerremallahu vecheh buyuruyorlar ki, "Ben Resûlullah'ın âlem-i cemâle gittiği anda yanında idim. Mübârek ayaklarından rûh çekildi, dizlerine doğru, hep 'ümmetî' diyordu. ''Ümmetî Ümmetî' yani ümmetim diyordu. Arapça ümmetî, ümmetim demekdir. 'Ümmetim Ümmetim Ümmetim' diyordu. Sonra göbeğine çekildi rûh. Sonra göğsüne geldi. Sonra boğazına geldi. Sonra mübârek parmağını kaldırıp, "Sümme refîkü'l-a'lâ" dedi. Sonra rûhu pervâz etti, uçtu. Ondan sonra gene mübârek dudakları oynadı. Gittim, kulak verdim, dinledim, 'Ümmetim' diyordu. 
Sen ise Ezân-ı Muhammedî'de, Allah ve melekleri ezânı dinliyor, sen ve ben ezânı dinlemiyoruz. Açıyoruz radyomuzu yâhud televizyonumuzu. Ezâna hürmet lâzımdır. Ezâna hürmet etmeyenlerin, son nefesde îmânsız göçmek ihtimalleri vardır. Ezân-ı Muhammedî okunmağa başladığı vakit, Cenâb-ı Hakk Celle ve Tekaddes Hazretleri ve melekleri ezânı dinlerler ve müezzin efendiyi tasdîk ederler. Cenâb-ı Hakk buyurur ki, "Doğru söylüyorsun yâ müezzin, benden daha büyük yok". Allahuekber. Eşhedü en lâilâheillallah. "Şehâdetinde yalancı değilsin, şehâdet et, benden başka Allah yok, benden başka ilah yok, tapılacak, ibâdet edilecek, sevilecek. Mahbûb benim, matlûb benim, ma'bûd benim". Hayyealessalah Hayyealessalah. Birinci Hayyealessalah, mü'minlere. İkinci Hayyealessalah, kâfirlere. Hayyealelfelah'ın birincisi mü'minlere, ikincisi gene kâfirlere. Davet-i ilâhiyye. 

Cenâb-ı Hakk dinliyor ve seni davet ediyor. Sen namazdan kaçınıyorsun, "Kalbim temiz" diyorsun, yâhud seni şeytan oyalıyor. Diyorsun ki, "Daha gencim, istikbalde kılarım". Bu düşünce çok çirkin bir düşünce, dar görüşlülerin düşüncesi bu. Bir an evvel ibâdet kemerini beline dola, abdiyyetini icrâ eyle. Yakın bir zamanda burdan seni alıp götürecekler. Nasıl ki bu câmiye geldik, burda toplandık, dağılacağız, buraya gelenler burdan giderler. Yani hiç bir ferd yoktur ki ölümün nehrinden içmesin, tatmasın. Hiç bir kimse yoktur ki, sırtından elbisesini çıkarıp kefene sarılmasın. Hiç bir fânî yoktur ki, o cansız ata binmesin. Hiç bir fânî yoktur ki kabir denilen kapıdan içeri girmesin. Seni orda bekleyenler var. Hattâ bu âlemde bile. 

Allah'ı bilenler, Allah'ı bulanlar, Allah ile olanlar. Hep Allah seninle berâber, her yerde, her mekânda, her zamanda. Sana senden yakın, sen de O'na yaklaş. Lisânın zikriyle meşgûl, kalbin O'nun muhabbetiyle ve korkusuyla dolsun. Hakk'dan korkan bir kalbe mâlik ol. Allah'ı seven bir fuâda sâhib ol. Zarar etmeyeceksin. Malın mülkün hepsi darmadağın olur, yakın bir zamanda. Hattâ kabre koydukları vakit, Cenâb-ı Hakk rûha emreder, bir ay gitsin görsün mallarını vârisleri nasıl taksîm ediyorlar. Kendi mâlik olamaz, elini koyamaz mala, bırakmış olduğu, helalda haramdan topladığı mala. Haramdan toplayanlara çok azâb vardır. Çok korkunçtur. Tahammül olunmaz. Çünkü kul hakkı, kazâ olmayınca, yerine gelmez. Kul hakkında tövbe ile iş bitmez, yerine verilecek. 

Biliyorsun ya, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, son demlerinde bir eli Hazret-i Ali'nin omuzunda bir eli Fazl'ın omuzunda olarak, Abbas'ın omuzunda olarak, mescide geldiler. İki rekat namaz kıldılar. O hâliyle. Ayaklarını yere basamıyordu. "Yâ Resûlallah, çok rahatsızsınız, azıcık ibâdetden, namazdan geri dursanız" dediklerinde, "Rabbime şükretmeyeyim mi?" diyor Cenâb-ı Peygamber. "Rabbime şükretmeyeyim mi?" diyor. Namaza doyamamış. Allah'a ibâdete doyamamış. Geldi namazcağızını kıldı sonra  hutbeye çıkdı ve kendi ümmetine döndü, şunu îrâd eyledi. "Ben size müşfik ve merhametli bir baba gibiydim, sâdık bir kardeş gibiydim. Allahu Teâlâ Hazretleri beni iki cihân arasında muhayyer bırakdı. Ben ahreti tercîh ettim. Rabbime gideceğim. Şimdi size soruyorum, Allah aşkına, kime vurdumsa, gelsin, işte Muhammed burda duruyor, vursun. Gelsin, bana vursun. Hak yerine kazâ olsun. Mahkeme-i Kübrâ'da Huzûr-i İzzet'de kazâ olmadan bu muhâkeme burada olsun. Bu iş burada bitsin. Kime vurdumsa gelsin vursun. Kimin malını aldımsa gelsin alsın". Üç defa seslendi. Sonra bir zât kalktı ayağa. "Yâ Resûlallah, benden on dirhem almıştınız, bunu kazâ etmediniz, şimdi Allah aşkına dediniz, emrinize imtisâlen söylüyorum. Bizim malımız canımız hepsi senin, biz senin köleniz. Mallarımız da senin yâ Resûlallah. Böyle söylediğiniz için söylüyorum, benim sizden on dirhem alacağım var". Efendimiz, "Mü'min yalan söylemez. Bana hatırlat bakayım, nereden alacağın var" dedi. 

Dikkat! Hazret-i Peygamber'in ahlâkına bakınız.

O zât dedi ki, "Bir gün mescidden dışarı çıktık, bir fakîr geldi, 'şeyenlillah yâ Resûllallah" dedi size, yanınızda paranız yokmuş, bana dönüp dediniz ki 'eğer paran varsa buna on dirhem ver sonra gel benden al' dediniz. Ben on dirhemi verdim fakat sizden istemedim. Bu on dirhem sizin üzerinizde kaldı. Efendimiz, "Hatırladım"dedi, "Yâ Ali, ver bunun on dirhemini" dedi. 
Görüyorsun ya bak, borçlu olanın Resûlullah, namazını kılmıyor. Borçlu olan kabirde eli zincirde. Sorarmış Cenâb-ı Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, "Borcu var mıydı?" diye, "Vardı" derlerse, kılmazmış. 

Aklını başına al. Cezâsı ne acaba mahşerde? Yedi dirhem arpaya, yedi yüz vakit namaz verirler. Korkutayım sizi. Ben korkutmuyorum, Resûlullah söylüyor yani benim sözüm değil. "Müflis kimdir?" diyor, ashâb-ı kirâm hazerâtı diyorlar ki, "men lâ driheme velâ metâ, parası, malı-mülkü olmayandır yâ Resûlallah". "Yok" diyor, "O dünyâ müflisi. Kıyâmet gününde bir adam getirilir, birine vurmuş, birinin malını almış, birine şetmetmiş, birini gıybet etmiş, arkasından konuşmuş, gönlünü kırmış, kafasını kırmış". Yani ahlâkını düzeltmemiş. Nasıl ki odun ateşi yerse, ahlaksızlık da ibâdet ve tâatı öyle yer. Şimdi dinle. "Cenâb-ı Hakk hak sâhiblerine bunun namazını, orucunu, haccını, sadakâtını taksîm eder. Yetişirse ne a'lâ. Yetişmezse, hak sâhibinin günâhını alırlar buna yüklerler, sonra cehenneme götürürler, yüzüstüne atarlar" diyor. "Müflis budur" diyor Peygamberimiz. 

Onun da ölçüsünü veriyorum size. Bir adam bir adamın, bir müslümanın yedi dirhem arpasını alsa. Hele gayr-i müslimlerin, hele hayvânâtın hakkı, hele ağaçların ve çiçeklerin hakkı. Bahçende çiçeğin varsa, sulayacaksın, mecbûrsun sulamaya. Komşunun domuzu olsa, etini yemezsin, haramdır, ama suyunu vereceksin, aç bırakmayacaksın hayvanı. "Ama Efendi domuz". Domuz ama Allah seni de domuz yaratabilirdi, onu yarattığı gibi. Mahlûkâtı-ı ilâhiyye. Merhamet, şefkat. İslâm Dîni, şefkat, merhamet dînidir. "İrhemû men fi'l-ard yerhamuküm men fi's-semâ". Sen kürre-i ardda bulunan zî-rûha merhamet et, Allah sana merhamet edecek.

Yedi yüz vakit namaz kılmış, imam arkasında, kabûl olmuş, birisinin yedi dirhem hakkını gasbetmiş, o yedi yüz vakit namazı ona verecekler. Böyle diyor kitaplarımız, böyle okuduk, böyle haber verdik. Pek mantığımı yürütmem ben böyle şeylerde, olur mu olmaz mı filan diye. Mantık bazen bozulur. Akıl terâzisi esrâr-ı ilâhî yanında kırılır. Esrâr-ı ilâhîyi akıl terâzisi tartamaz, aklın mâverâsındadır. Yalnız âşinâ gönül ister. Hakk'a teslîmiyyet ister. Allah Resûlüne teslîmiyyet ister. 

Resûlullah ayağını nasıl attıysa öyle yürüyeceksin Cenâb-ı Muhammed aleyhisselâmın yolundan. Nasıl yaptı, oku, önderin senin. Selâmete, rahmete, cennete, cemâle ve rızâya gitmek istiyorsan, Hazret-i Fahr-i Risâlet'in Hazret-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâmın yaptığı gibi yapacaksın. Bak dinle.

"Kime vurdumsa vursun", tekrar ediyor. Birisi kalktı, dedi, "Yâ Resûlallah bana vurdunuz" dedi. "Nerde vurdum?", "Bir muhârebede" dedi, "Ben sizin devenizin yanındaydım, elinizde bir kamçı vardı, bana kamçıyla vurdunuz ama kasden mi vurdunuz sehven mi vurdunuz, onu bilmiyorum" dedi. "Peki öyleyse, ister sehiv ister kasıd, mutlakâ kısas lâzım, senin de bana kamçıyı vurman lâzım. Burda vurmazsan huzûrullahda vurursun" dedi. Kim bu? Hazret-i Muhammed Mustafâ sallallahu aleyhi vesellem. 

Aklını başına al sofu! Adam çekiştirme arkasından, etini yeme. Bütün ibâdet ve tâatın gider. Evliyâullah diyor ki, velîler diyorlar ki, "Adam çekiştirmek lâzım gelirse ananı babanı çekiştir ki sevâbını hiç olmazsa anana babana ver" diyorlar. Bir daha söyleyeyim mi?  Kavrayabildik mi acaba bu sözü? Sözümü anlatabildim mi acaba? 

Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, "Yâ Bilâl, o muhârebede şu kamçı vardı, git Fâtımatü'z-Zehrâ'ya, kızıma, o kamçıyı bana göndersin" buyurdu. Hazret-i Bilâl gitdi kamçıyı almaya, orda bulunan sahâbe feryâd u figânı basdılar. Bâhusûs Hazret-i Haseneyn. Cenâb-ı Hasenü'l-Müctebâ ve İmâm-ı Hüseyin Efendimiz Hazretleri dediler ki, "Yâ Resûlallah, bize vurmak sana vurmak gibidir, bu kamçıyı bize vursun" dediler ama Cenâb-ı Peygamber kabûl etmedi. "Yok evladlarım" dedi, "Allah size ecr-i azîm versin, mâdem ki kamçıyı ben vurdum, kamçı bana vurulması lâzımdır" dedi. Allah böyle istiyor. Allah'ın hükmü böyle. Allah'ın takdîri böyle. 
Ey Efendiler! Bilmiş olunuz ki, Allah boynuzsuz koynun hakkını boynuzlu koyundan alacakdır. Yani dövüşdükleri vakit, boynuzlu koyun diğerinin canını fazla acıtmışdır, boynuzu var çünkü. Allah bunu da kazâ edecek. Kimseye zulüm olmaz. Herkes yapdığını bulur. Aklını başına al. Ölmeyeceğim zannetme. O gelici, sana da gelecek bir gün. Mâdem ki, çün sefer kıldı Muhammed Mustafâ, hiç kimse ummasın dünyâdan vefâ. Nihâyeti o, âkıbeti o. Kendine bir dost ara. Kabirde yalnız olmaz. Ama kötü şeyleri götürme kabrine, yılan çıyan götürme kabrine. A'mâl-i sâliha götür. Aşk götür. Muhabbet götür. Tevhîdin nûrunu götür. A'mâl-i sâlihata müekkel olan melekler sana gelsinler. Senin omuzunda iki melek var, bunlar senin için kabirde istiğfâr etsinler. Sana hizmette bulunsunlar. İstemiyor musun? Vallâhi olacak, billâhi olacak. Söylüyorum, yemîn ediyorum size. Bu böyle olacakdır. Siz bunu burda hikâye gibi dinlemeyiniz. Bu muhakkak olacakdır. Yakın bir zamanda. O saçlar dökülecek, inci dişler sökülecek, keman vücûd bükülecek, mal-mülk elden çıkacak, dost sûretindeki düşmanların senin malına sâhib olmaya kalkacaklar. Hem de senin rûhun bunları görecek, Allah gösterecek, "Bak, dostunu düşmanını öğren" diye. Yakın bir zamanda olacak bunlar. Çok yakın bir zamanda. 

Bu câmide ben tam otuz senedir size ders yapıyorum. 50'de bu câmiye geldim, hutbe okuyorum, buraya imâm tayin oldum. Oranın hutbesi yokdu, buraya geldim. Otuz sendir bu câmi çok doldu boşaldı. Biz kaldık. Sıra bizde. Teneşirin yanına biz sokulduk, yaklaşdık. Çok doldu ve boşaldı bu câmi, otuz sene zarfında. O birer birer toplar, birer birer kâinâta gelir, hiç belli olmaz o, sessiz sedâsız götürür. 

Kamçıyı getirdiler, Hazret-i Eb3abekir kalktı, "Yâ Resûlallah, bana vursunlar" dedi, Efendimiz "Olmaz yâ Ebâbekir, Allah sana ecr-i azîm versin" dedi. Hazret-i Ömer bir tarafdan "Yâ Resûlallah, olur mu böyle şey, hastasın, bize vursunlar" dedi, "Olmaz yâ Ömer, Allah ecri sana versin". İmâm-ı Ali kerremallahu vecheh ortaya çıkmış, "Yâ Resûlallah, bana vursunlar. Biz aynı nûruz, nûr-i vâhidiz, bana vurulan sana vurulmuş gibidir" dedi. Efendimiz, "Yâ Ali, bırak, Allah sana ecr-i azîm versin, mutlakâ bana vurması lâzım" buyurdu. Sokuldu geldi Hazret. İsmi Ukkâşe idi. "Yâ Resûlallah, kamçıyı vuracağım ama senin omuzunda gömlek var, benim o gün sırtımda ehram yoktu, çıplaktı benim sırtım" dedi. Malum ya, o vakitler, elbise yok arabistanda, ehram sarıyorlar. "Ehram yokdu sırtımda, siz kamçıyı benim çıplak etime vurdunuz, şimdi ben sizin gömleğinizin üstüne kamçıyı vurursam, hüküm yerini bulur mu?". Cenâb-ı Peygamber, "Bulmaz" dedi. "Mâdem ki çıplaktı çıplak vuracaksın". Efendimiz soyundu, buyur gel dedi o vakit Ukkâşe kaldırdı kamçıyı attı, Resûlullah Efendimize arkasından sarıldı. Çünkü Cenâb-ı Peygamberin sırtında bir mühr-i nübüvvet vardı. "Tebahbah yâ Muhammed ente haysûrun/Tevecceh haysü şi'te fe inneke mansûrun". Mühr-i nübüvvet üzerinde, bu yazı vardı. Ona sarıldı, öpmeye başladı. "Yâ Resulallah, yüz bin Ukkâşe sana fedâ olsun. Korkuyordum ki Cenâb-ı Hakk benim vücûdumu nâra koyar, senin vücûdunla birleşti vücûdum, artın ateş beni yakmaz" dedi. O vakit Cenâb-ı Peygamber buyurdular ki, "Ehl-i cennetten birini görmek istiyorsanız Ukkâşe'yi görünüz" dedi. "Nârdan âzâd olmuşdur" dedi. 

Bunu Peygamberimiz yaptı. Sana bana ne oldu acaba? Sen hâlâ o kafada gidiyorsun. Etten kafa. Bırak etten kafalığı. Kafayı işlet. Bu sözü sana söylemiyorum, kendime söylüyorum. Bırak o kafayı, kafayı işlet biraz. 
Efendiler! Güneş gurûba doğru yöneldi. Felâketler yağmur gibi üstümüze durdu, hazırlandı. Çarşılar kapanıyor. Tövbe kapıları kapanıyor. Allah'a rücû ediniz. Belki ömrümüzün son Ramazanını geçireceğiz, son Şabandayız. Çünkü âyetin alt tarafında, " قُلْ هُوَ الَّذ۪ي ذَرَاَكُمْ فِي الْاَرْضِ وَاِلَيْهِ تُحْشَرُونَ kul hüvellezî zeraeküm fi'l-ardi ve ileyhi tuhşerûn", "Mezrûâtı zâri yani çiftçi zer ettiği gibi, sizi toplayacağım dünyâ yüzünden, bana geleceksiniz" diyor Hazret-i Allah âyetin alt tarafında. 

İnşâllah haftaya anlatacağız o âyet-i kerîmeyi de. Burda anlattığımız deryâdan bir katre, şemsden bir zerre, zannetme ki ma'nânın tamâmını verdik. Receb, Şaban derken, Ramazan. Bak, haftaya bugün akşamı Berat Kandilidir. Hazırlığınızı yapınız. Tövbe istiğfar ediniz. Zâhirlerinizi ve bâtınlarınızı tathîr ediniz ve hazırlanınız. Kur`ân-ı Kerîm okuyunuz. Hakk'ı zikrediniz. Haram yemeyiniz. Helâla gidiniz, haram dan kaçınınız. Dilinle akrep gibi kimseyi incitip mahvetmeye kalkma. Bir gönül yıkarsan, yüz bin kere Kabe'yi tavâf etsen faydası yoktur. 

Kabe bünyâd-ı Halîl-i Âzerest
Dil nazargâh-ı Celîl-i Ekberest

Kabe, İbrâhim Peygamber'in yaptığı bir binâ, kalb ise Allah'ın yaptığı bir binâdır. Özüne, sözüne sâhib ol. Gözüne sâhib ol, haramdan gözünü kaçır. Kâinâta ibret ile bak. İşinde, terâzinde, ölçeğinde doğru tart. Doğru ol. Merhametli ve şefkatli ol. İslâm Dîni demek, şefkat dîni demektir, rahmet dîni demektir. Yetîmlere, yoksullara ellerin açık olsun. Gönlün de açık olsun. Bilmiş ol ki yakın bir zamanda Allah huzûrunda toplanacağız, herkes yaptığı fiilin, yaptığı işin, mükâfâtını veyâhud cezâsını bulacaktır. Burada cezâ iki ma'nâya da gelir ama biz halka anlatmak için konuşuyoruz böyle yani benim cehlime vermeyin. Cezâ iki ma'nâya da gelir. Herkes mükâfâtını ve belâsını görecektir, cezâsını bulacaktır. 

Yâ Rabbi bizleri Habîbin Muhammed'e bahşet. İşittiklerimizle amel ederek senin rızâna eren kullarından eyle.

Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm.

Gönül yıkmak harâb itmek gibidir Beyt-i Ma'mûr'u
Velî yapmak hezârân Kâ'be bünyâd etmekden yeğdir

www.muzafferozak.com

Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 20 Haziran 1980 (6 Şaban1400) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.
Listeye geri dön