30 Aralık 2021 tarihinde yayınlanmıştır.
Allah'a îmân etmekle gönülleri nûrlanan, alınlarında eser-i secde bulunan, kıyâmet gününe inanan, Hakk'ın cennetine tâlib, rızâsına râgıb, cemâline âşık olanlar!
İnsanlığın şerefi, mahlûkâtın şerefi, Allahu Sübhânehû ve Teâlâ Hazretlerine abd olmakla, kul olmakladır, şeref bundadır. Bütün peygamberân-ı izâmın şerefi ve bâhusûs peygamberler peygamberi olan Hazret-i Muhammed aleyhis's-salâtü ve's-selâmın şerefi abdiyyetindedir. Ona binâen, kelime-i şehâdetde, "Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve resûluhû" diyoruz. Yani Resûl-i Ekrem'in risâletinden evvel abdiyyetini zikrediyoruz.
Allah'a kul olan iki cihâna sultân olur. Zâten hilkatimizin sebebi de budur. Görünen ve görünmeyen mahlûkât-ı ilâhiyyenin, Hakk Teâlâ'yı bilip Allah'a secde etmek için halk olunduğunu Kitâb-ı Kerîm ifâde etmekdedir. Esteîzübillah. "وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ Vemâ halaktü'l-cinne ve'l-inse illâ li ya'budûn", "illâ li ya'rifûn". Bunlar tekâlifde oldukları için ikisi zikredilmişdir. Melekler de böyle. Bütün mevcûdât da böyle. İster cemâdât olsun, yani cansızlar. Cansız bir şey yokdur kâinâtda, geçen hafta size söyledik, anlatdık, bize göre cansız sayılır. Cansızlar, nebâtât, hayvânât, insanlar, melekler, cinniler, bütün kâinât, ne varsa, hepsi Hakk'ı tesbîh eder ve Allah'ı zikreder. Bazısı Hakk'ı tekâlifle zikreder, bazısı aşk ile zikreder, bazısı hem tekâlifle hem aşk ile zikreder, bazısı bilmeyerek zikreder, gene Allah'ı zikreder. Hattâ vücûdumuzdaki bulunan, bütün mahlûkâtın böyle, vücûdumuzdaki bulunan ellerin, yüzün gözün, dudağın, dilin, kalbin, ayağın yani her uzvumuzun zikri vardır. Onların ayrı ayrı zikirleri vardır.
Gözün zikri Kur`ân'ı tilâvet etmekdir. Âyât, üç türlüdür. Âyât-ı enfüsiyye, âyât-ı âfâkiyye, âyât-ı elfâziyye. Kur`ân-ı Kerîm, âyât-ı elfâziyyedir. Âyât-ı âfâkiyye, semâvâtda ve ardda bakdığın her şey, bunların hepsi kitâbullahdır. Okuyan için de seriyyeden süreyyâya kadar birer risâledir. Okuyabilen için. Okuyamayana ne diyelim. Hakk'dan ayan hiç bir şey yokdur fakat gözsüzlere pünhândır. Gözsüzler göremezler. Bu da baş gözüyle değil, kalb gözüyle görmek şartdır, kalb gözü. Hazret-i Ömer radıyallahu anh "Ben rabbimi kalb gözüyle gördüm" buyurmuşdur. Yine Hayder-i Kerrâr Cenâb-ı Hazret-i Ali, "Lâ a'büde rabben lem ereh" yani "Ben görmediğim rabbe ibâdet etmem" buyurmuşdur. Buna bâb-ı müşâhede derler. Bunu tadanlar bilir.
En büyük şeref Hakk'a ibâdetdir. Abd olmayanlar çok pişmân olacaklardır, fakat bu pişmânlıkları onlara hiç bir fâide temîn etmeyecekdir. Yarın kıyâmet gününde, ki bu olacak, ki her dâim olmakdadır, her sene olmakdadır, Hakk Sübhânehû ve Teâlâ Hazretleri, Kitâb-ı Kerîminde şöyle buyuruyor, "وَآيَةٌ لَّهُمُ الْأَرْضُ الْمَيْتَةُ أَحْيَيْنَاهَا وَأَخْرَجْنَا مِنْهَا حَبًّا فَمِنْهُ يَأْكُلُونَ ve âyetün lehümü'l-ardu'l-meyte, ahyeynâhâ ve ahrecnâ minhâ habben fe minhâ ye'külûn, ölü ardın dirilmesi onlara âyât u beyyinât değil midir? Biz ölü ardı diriltdiğimiz gibi insanları da öldükden sonra dirilteceğiz" diyor Cenâb-ı Allah.
Gene Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem, resûller resûlü olan peygamberimize sormuşlar, "Yâ Resûlallah, bize kıyâmetin burda bir numûnesi var mıdır?", "Rebî'e bakınız" buyurmuşlar, "İlkbahara bakın" demişler.
Her varak, her çiçek, her yaprak, her ot, okuyabilen için bir risâledir, bir kitâbdır, âyât u beyyinâtdır. Okumak için kafa lâzımdır, göz lâzımdır. Baş gözüyle olmaz. Allah, kalb gözünü açmayınca, baş gözüyle pek mahdûd bir hudûd görebiliriz, ondan ilerisini göremeyiz. Allah kalb gözümüzü açarsa, neler görürüz, neler görürüz. Tabii, bu görmeyi de herkes kaldırmaz. Herkesin kaldıracağı iş, her pehlivanın yiyeceği aş değildir.
Cenâb-ı Hakk, İslâm'ı beş şey üzerine binâ kılmışdır. Bunu hepimiz biliyoruz. Kelime-i Şehâdet. "Eşhedü", şehâdet, görülen şeye söylenir. Çok dikkat buyur konuşduğum söze, dikkat et. "Eşhedü", şehâdet, tanıklık, gördüğüne tanıklık edilir, görmediğine tanıklık edilmez.
"Eşhedü", Ben şehâdet ederim, "en lâ ilâhe illallah", Allah'dan gayrı ibâdete lâyık hiç bir ilâh yokdur. Allah'ın istediği de evvelâ budur. Şirkden berî olacaksın. Bir. Hakk, bir, şerîki nazîri yok, evveli âhiri yok, Evvel, Âhir O. Mekândan münezzeh, mekânların mekânı Cenâb-ı Hakk Celle ve Tekaddes Hazretleri. "Küllü şey'in muhît"dir yani. İşte 99 esmâsı, 1001 esmâsıyla bizlere kendisini bildirmişdir. Kudretini de gözünle görüyorsun. Evvelâ kendi vücûdunu gör, işte âyât- enfüsiyyeyi gör kendinde, nasıl halk olunmuşsun. Sana bu kâfî gelecek.
Bunu göremiyorsan, pek yakın olduğu için, çünkü çok yakınlar görülmez, görmenin şartları vardır, pek yakın görülmez, pek uzak da görülmez, görmenin ve görülmenin şartları vardır, binâenalâzâlik, bak semâvâta yıldızlarla nasıl süslenmiş. Hepsi bir intizâm ve hesâb üzere.
Yani çok şübheli ma'nâsına, bildiğimiz o ma'nâya değil. Çünkü o ma'nâya söylersek eğer, o hayvan, mahkem-i kübrâda insânı da'vâ eder de mahkemeyi kazanır sonra. "Yâ Rabbi, bir kâfiri bana teşbîh etdi" der, "Beni eşek yapdın, üzerime peygamberler bindi, ben peygamberler taşıdım" der. "İtirâz mı etdim eşek olduğuma" der, "beni niye kâfire teşbîh etdi" der Cenâb-ı Hakk'a yevm-i kıyâmetde ve adamı mahkûm etdirir. Burada o "eşekk", daha şübheli demek, vesveseli demek, şübheli, şübheli.
Şübheyi kalbinden gider. Safâya er. Sağlam bir îmâna mâlik ol. Gözünle görmüş gibi Allah'a inan. Her ne kadar sen Allah'ı görmesen de Allah seni görmekdedir.
Halbuki, "فَأَيْنَمَا تُوَلُّواْ فَثَمَّ وَجْهُ اللّهِ fe eynemâ tuvellû fe semme vechullah", nereye bakarsak Hakk'a döneriz. Hakk'a döneriz ama görmek şartdır. Nereye dönsen Hakk'ın cemâline dönersin. Yakın bir zamanda da inşâallah o cemâl-i bâ-kemâl-i ilâhiyyeyi herkesin istidâdına göre Cenâb-ı Hakk kendisi, bize takdîm edecek, gösterecekdir. Tabii bu, âşıkları için, bu söz. Âşık olmayan, Allah'ı görmüş ya da görmemiş onun için müsâvîdir. Kimisi cennetde kaldı, kimisi rıdvâna gitdi, kimisi firdevsde bulundu, kimisi cemâle gitti. Âşıklar cemâle gitmişlerdir. Aşkın ne olduğunu bilenler, bu sözden rûhlarını Allah'a teslîm edebilirler, cemâl-i Hakk'ı görmek için.
Yarın kıyâmet gününde, nedâmet ânında, biliyorsunuz ki bu olacakdır, işte rebî', ilkbahar, bunun bir numûnesidir, gören için.
Hani Huzûr-i Saadet'e geldi o Übeyy ibn Halef denilen herif. Ölü kemiklerini eline almış, gelmiş böyle ufalıyor ve Resûl-i Ekrem'in yüzüne üfürüyor.
Halbuki ahmak bilmiyor ki üfürmekle olacak iş. Hep üfürmekle olmuşdur. Âdem'i Allah halk etmişdir "ve nefahnâ min rûhî", rûhudan nefh etmiş, üfürmüşdür, Âdem meydana gelmişdir. Hazret-i Allah babasız Îsâ'yı halk etmişdir, Cibrîl-i Emîn üfürmüşdür, Îsâ meydana gelmişdir. Üfürmekledir. Gene kıyâmet de üfürmekle olur. Yani sûru üfler. Kim? Hazret-i İsrâfil aleyhisselâm. Gene üfürmekle olur.
O zavallı da üfürüyor ama farkında değil işin. Üfürüdü böyle, "fffüüüüfff". "Yâ Muahmmed!" sallallahu aleyhi vesellem...
Çok ricâ ediyorum ve size hak yolu gösteriyorum. Her sefer söylüyoruz, her dâim söyleyeceğiz, ölünceye kadar söyleyeceğim, Allah bana o kudreti verdiği müddetçe söyleyeceğim, Resûl-i Ekrem'in ismini işitdiğiniz vakitde, kalbin titremiyorsa, salavât-ı şerîfe vermiyorsan, cennetin yolunu çokdan unutdun, rızâyı çokdan geçdin. Mutalakâ Resûl-i Ekrem'e kalbde muhabbet bulunmalıdır. Yani bir adamın yerden semâya kadar ibâdet ve tâatı olsa, zühdü olsa, içinde muhabbet-i Muhammediyye yoksa reddolunur o. Bir duâda, ism-i Nebî zikredilirse duâ yerine vâsıl olur. Eğer Resûl-i Ekrem'e salavât okunmazsa, duâ yerine vâsıl olmaz, perdeyi yırtmaz, yakmaz duâ. Onun için Resûl-i Ekrem'e çok muhabbet. Ümmet-i Muhammed'in başına gelen felâketler ve zilletler, Resûl-i Ekrem'den muhabbet kesilmekledir. Biz kesmedik, ordan kesdiler. Biz kesmedik, ordan kesdiler. Biz öyle zannederiz.
Meselâ câmiye gelmeyen adam zanneder ki "ben câmiye gelmiyorum". Hayır! Sen câmiye gelmiyorsun değil, sen öyle biliyorsun, seni sokmuyorlar. Evet, böyle, sokmuyorlar. Cebir mi? Cebir yok. Bildiğin gibi değil hâdisât. Cebir filan yok, ne cebiri.
Hani her dâim size anlatırım, söylerim ben. Pek latîf bir kıssa da, Ankaravî'nin Mesnevî Şerhinde var.
Efendisi ile kölesi gidiyorlarmış. O vakit köle devri. Ferdî köle kullanıyorlar. Şimdi ferdî köle kanunları kalkdı da milletleri, milyonlarca insanı köle olarak kullanıyorlar şimdi. Eskiden ferdî kölelik vardı, o ferdî köleliği kaldırdılar bütün devletler, insanların hürriyetini verdiler. Halbuki öyle olmadı iş. İş öyle olmadı, milyonları köle yapdılar. Allah'ın esmâsını ve müsemmâsını kalblerden silerek, kullara secde etdirmeye kalkdılar insanları kamçıyla. Milyonlarca insanı. Sen bu memleketde oturuyorsan, serbest Allah diyorsan, Rabbi'l-âlemîn'e çok çok secde eyle, başını secdeden hiç kaldırma. Yaa! Serbest Allah demek ne kadar güzel bir şey. Allah diyenlerin çenesini kırdılar, dişlerini dökdüler. Sana ve bana İslâm Dîni mîrâs olarak geldi böyle. Ooh, rahatçacık. Kolay olmadı iş öyle, pek kolay değil. ,
Kölesiyle gidiyormuş, o devirde. Efendi yerine biz patronu koyalım da öyle konuşalım, daha güzel olacak. Patronlar iki kısımdır. Bir kısmı var, kendi inanamaz, fakat inananın îmânına hürmet eder. Bu kudsî kişidir, ümîd edilir ki nihâyetinde Cenâb-ı Allah buna îmân nasîb eder. Mâdem ki îmân eden mü'minlere eziyet cefâ etmiyor, onlara hüsn-i muamale ediyor, Allah ona da îmânı belki nasîb eder. Bir patron var, kendi kılmadığı gibi, kılanı da men etmeye kalkar. Hem de tecâvüz eder, lisânıyla, kalbiyle, eliyle, diliyle, kalemiyle, filan, filan, filan. Ötekinde bir hayır tarafı vardır ki me'mûldür ki Cenâb-ı Hakk son nefesde ona îmânı nasîb kılacak.
Meselâ bazen bana gelip soruyorlar, diyorlar ki, "Elektriği îcâd eden bu zât, îmânlı mı göçdü, îmânsız mı göçdü?" filan. Dikkat buyrun, bir şey söyleyeceğim. Hadîs'de de böyle, hadîs-i şerîfde, Buhârî-i Şerîf'in beyânına göre, beşeriyyete iyilik eden kişiler, nihayetinde îmânı tâcı başına konur onların, son nefesde. İnsanlara iyilik ediyor mu, hizmet ediyor mu bir adam, insanlığa, nihâyetinde o adamın başına îmân tâcı koyulur. Bir adam ibâdet sâhibi de olsa, insanlığa hizmeti yok mu, insanlığa ihâneti var mı, son nefesde îmân tâcı başından alınır. "Efendi ibâdet". İbâdet ama nice ibâdetliler âhirete îmânsız gitdiler. Onun için bu çok dikkat edilecek bir da'vâdır. Yanlış olmuşdur, onun îzâhı burda olmaz, bu kürsünün üzerinde. Başbaşa kalırsak anlatırız size öyle şeyleri.
Gidiyorlarmış yolda, dedi "Efendi, ben bir namaz kılıvereyim şurada, gireyim şu câmiye, ikindi namazının zamanı geçmesin".
Aman! Bizi dinleyen kardeşler! Hakk rızâsını arayan kardeşler! Namazı terketmeyin sakın hâ! Sakın hâ! Sakın hâ! O namaz, abdiyyet ile ma'bûdiyyetin birleşmesidir. Namazda kul Hakk'la birleşir. Namazda, "فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ أَوْ أَدْنَى fe kâne kâbe kavseyni ev ednâ" sırrı zâhir olur. O iki rek'at namâzın ne olduğunu, yakın zamanda anlayacaksın. Pek yakın zamanda! Yani mal-mülk bırakılıp, masa, kasa, rütbe bırakılıp da gidiyoruz ya bir yere. Ki bizi götürüyorlar dostlarımız, bir çukur açıyorlar, oraya bizi koyuyorlar, üstümüzü örtüyorlar ve hattâ örtmeyi de sevap biliyorlar, toprak atıyorlar üzerimize. Büyük büyük taşlar koyuyorlar, çıkmasın dışarıya diye kokusu. Orda anlayacaksın iki rek'at namazın ne olduğunu.
Bak, Receb ayı derken Şa'bân ayı. Şa'bân ayının da hemen hemen ortasına doğru yürüdük. Derken Ramazan. Receb şehrullah dedik. Şa'bân, Peygamberimiz "şehrî" diyor. "Receb Allah'ın ayıdır" diyor Cenâb-ı Peygamber sallallahu aleyhi vesellem. Çok mühim! "Şa'bân da benim ayım" diyor. "Ramazan da ümmetimin ayıdır" diyor. Kim ki Receb ayında ibâdet ve tâat tohumlarını ekdi, Şa'bân'da gözyaşıyla suladı, mutlakâ Ramazan'da onun meyvasını biçecekdir. Sakın gafletle geçirmeyiniz! Geceleri, gündüzleri, ibâdetle, tâatla meşgûl olunuz.
Kötü kişilerin yanına gitmeyin, sizi yoldan çıkarırlar. Bak sana söyleyeyim, kötü ahlâklarından, kötü âdetlerinden vazgeçeceksen, o işlerle arkadaşlık yapdığın kimseleri evvelâ terket, sonra kurtarabilirsin kendini. Yoksa kurtaramazsın. Sana yol gösteriyorum. Meselâ daha açayım ben sana, ufak para yapayım. İçkiyi terkedeceksin, evvelâ içkiden evvel içki içdiğin arkadaşlarını terekedeceksin. Onları terketmeyince içkiyi terkedemezsin. Kumarı terkedeceksin değil mi, evvelâ kumar arkadaşlarını terkedeceksin. Sonra kumarı terkedersin. Böyle kötü şeylere gitmeyin, iyi değil bunlar. İnsanlığa yakışacak sıfatlar değildir. İnsana lâyık olan, iffet, ırz, nâmûs, kâmil bir insan olmakdır, mükemmel insan olmakdır, insanları kurtarmakdır. Yoksa böyle çukurlar içerisinde, çamurlar içerisinde dolaşmak, hele bâhusûs Muhammedü'r-Resûlullah demiş, nüfus kağıdında mü'min diye yazılmış, müslüman diye, bir de kalbinde de var senin bu, hiç yakışmaz bize. Aman hâ! Göreyim sizi. Hemen tövbe istiğfâr edelim bu aylarda ve bir daha da dönmeyelim o çirkefe, öyle şeylere.
Patrona dedi, "Şurda bir namaz kılayım ben, müsaade eder misin?". Patron dedi ki, "Hadi çabuk ol" dedi, "İçeri gir, ben burda bekliyorum seni ama çabuk ol" dedi, "uzatma işi" dedi.
Ekseriyâ müslümanlar, bazı gâfil müslümanlardan bahsedeceğim, söylemden geçemiyorum ki, hep üzerinde durmak lâzım, meselâ götürü bir iş verdin değil mi, herif namazı tavuk yem toplar gibi kılıyor, yevmiyeli çalışırsa, saatlerce namazı uzatıyor. Bak, namazı hırsızlığına âlet ediyor. Böyle olmayacağız. İşçi, câmiye geliyor, uzatıyor işi. Yâhu uzatma işte, câmiden çıkdıkdan sonra git işinin başına, vazîfenin, o da ibâdet. Öyle yapmıyoruz, bazen ne yapıyoruz böyle namazları, ibâdetleri kendi hırsızlığımıza âlet ediyoruz. Bunlar müslümanlığa yakışmaz. Peygamber, böyle yapanlar bizden değil diyor. "Er-gaşşâşu leyse minnâ, aldatanlar bizden değil" diyor. Kim olursa olsun aldatan. Onun için çok dikkat edeceksin. Özün sözün doğru olacak.
"Hadi çabuk ol, gir de namazı kıl, çık dışarıya, bekliyorum burda" dedi. O bir cigara yakdı kapının önüde. Cigarasını içdi. Fakat içeri girdi bir türlü dışarı çıkmaz bizimki. Sıkılmış adam dışarda. İçeriye seslenmiş, "Hasen!" yâhud "Ahmed!". "Efendim" demiş. "N'apıyorsun orda? Namaz bitmedi mi daha?". "Bitdi" demiş. "Peki niye çıkmıyorsun?". "Beni bırakmıyorlar" demiş. Fesübhânallah! Adam ayakkabılarıyla içeriye basmış böyle eşikden içeriye bakmış, kimse yok. "Yâhu seni kim bırakmıyor?". "Seni içeriye bırakmayan beni dışarı bırakmıyor" demiş.
Onun için öyle maneviyyatda bir şey vardır, senin bildiğin, benim bildiğim gibi değil böyle. Biz zannediyoruz ki, biz yapdık, biz etdik. Yapma sakın ha öyle şey! Bak Resûl-i Ekrem ne diyor? "Bana üç şey sevdirildi" diyor. "Sevdim" demiyor, "sevdirildi" diyor. "Sevdirildi". İyilikler olduğu vakitde, hayırlar, bunu Hakk'a yüklememiz lâzım gelir. Şer olursa, o da Hakk'dandır ama, "hayrihî ve şerrihî minallahi te'âlâ", fakat onu nefsimize yüklemek lâzım gelir. Kulluğun terbiyesi, îcâbâtı budur. Meselâ kötülük yapan bir adama, "Niye yapdın?" diye sorulunca, "Allah yapdırdı" dememeli, ayıpdır. Esâsında Hakk yapdırmışdır, çünkü kul, kâsib, Allah, hâlıkdır. Allah dilemese o kula yapdırmaz onu. O lâyık olur o günâha, irtikâb eder, kisb eder, Allah da halk eder ve nâra mahkûm eder onu. Lâyık olmazsa, bazı kullar vardır, günah yapmak isterler de Allah onlara günâh işletmez. Ona tevfîk-i rabbânî derler, akâidde, yani itikâd fasıllarında.
"Efendi, ben secde edemiyorum". Îmâ ile kılarsın. "Su yaramıyormuş, doktor böyle söyledi". Teyemmüm edersin. "İdrârımı hiç tutamıyorum, şıp şıp damlıyor". Öyle kılacaksın. Kurtuluş yok! Hem de bunu şeref bil. Yani bunu bir angarya bilme. Namazı, orucu, zekâtı filan. "Eyvâh! Allahım bana namazı farzetmeseydi, benim hâlim nice olurdu?" de. "Allah, abdesti farz etmeseydi benim hâlim nice olurdu?" de. Pis gezerdik yâhû. Emir olduğu hâlde gene pis geziyoruz, hele hiç emir olmsaydı büsbütün pis gezeceğiz demek ki. Sokaklarımız pis, helâlarımız pis, yollarımız pis, özümüz pis, sözümüz pis, pis, pis, pis. Berbat bir şey.
Müminler pis değildir yalnız. Onu tenzih ederim. Çünkü Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemle Ebâ Hureyre geliyorlarmış, Buhârî-i Şerîf'in beyânına göre, Ebâ Hureyre bir aralık kayboluvermiş, sonra Efendimizin yanına gelmiş, Efendimiz sordu ona, li-hikmetin, "Nerdeydin Yâ Ebâ Hureyre?". "Yâ Resûlallah, ben pisdim gitdim yıkanmaya" dedi. "Mü'min pis olmaz" dedi Cenâb-ı Peygamber. Kâfir necisdir. Mü'min necis olmaz. O sıfat bakımından öyledir. Hattâ bir kul da öyledir. Kulluk meselesi çok mühim. Bütün mahlûkâtın en eşrefi insanoğludur. Baksana Firavun'un yapdığı eziyet cefâlar, bilmem neler filan, en nihâyetinde, Hazret-i İbn Arabî diyor ki, Muhyiddîn İbn Arabî Hazretleri, "îmân ile göçmüşdür" diyor. Buyrun. Öyle diyor, Firavun için. Çünkü en sonunda, sihirbazların "قَالُوا آمَنَّا بِرَبِّ الْعَالَمِينَ* رَبِّ مُوسَى وَهَارُونَ kâlû âmennâ bi rabbi'l-âlemîn, rabbi mûsâ ve hârûn" dedikleri gibi, "قَالَ اٰمَنْتُ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا الَّذ۪ٓي اٰمَنَتْ بِه۪ بَنُٓوا اِسْرَٓاء۪يلَ وَاَنَا۬ مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ" demiş ve sözü kurtarmış kendisini. Ama hesâb sorulur kendisine, o ayrı da'vâ. Yapdığı zulümler sorulacak.
Aman Allahım Yâ Rabbi. Aman Allahım Yâ Rabbi. Yani iki koyun böyle dövüşseler, iki koç, biri boynuzlu biri boynuzsuz olsa, Hakk Sübhânehû ve Teâlâ Hazretleri, hükmü kazâ edecek, boynuzlu koyun, boynuzsuz koyunun canını fazla acıtdığı için, onlara da kazâ hükmolunacakdır, hayvanlara. Sonra toprak olacaklar, başka.
Aman! Aman kul hakkından, aman âh almakdan kaçınınız! Burda kolay o iş, birini ağlatmak ama sonra sen ağlayacaksın. Hem nasıl ağlama! Burda ağlayanı tesellî edebilirler, orda ağlayan pek tesellî olmaz. Yakın zamanda! Güneş tepemize indirilecek, kafatasının içerisinde beyin kaynayacak, gözler yerinden uğrayacak. Bir ayak bir yerden bir yere gidemez, sorulara cevap vermeyince. Dört soru. Kim? Sana, bana. Yalnız bir zümre vardır, onlar Cenâb-ı Hakk'ın mahbûblarıdır, Cenâb-ı Hakk'a gizli ibâdet yapmışlar. İbâdetlerini kimseye bildirmemişler. Hattâ duâlarını lisâna getirmemişler, melekler duyar diye. Sırrımız fâş olur, melekler haberdar olurlar diye. Bir kısım öyle kullar vardır. Senin için değil bu. Bazı kullar vardır öyle, onlar, bilâ hisâb velâ azâb velâ kıyâmet velâ mîzân cennete gidecekler.
Biz cennet için ibâdet yapmıyoruz, kul olduğumuz için ibâdet yapıyoruz Allah'a. Kulluk cennetini bekliyoruz biz. Ne cehennemden korkarak, ne cennetine tamah ederek. Ümîdimiz var, rahmetinden ümîdimizi kesmeyiz. Allah'ın kuluyuz. Allah'a biz kulluk yaparız, o ister nâra koyar, ister nûra, karışmayız başka bir şeye. Böyle ol. Bu söz biraz ağırdır yani dînde fakülte mezunlarının sözüdür bu ama sen de bunu hazmetmeye çalış. Hemen hemen saçına, sakalına kır düşdü, ak düşdü yani.
O kıyâmet gününde, dediğimiz gibi, güneş dürülür ve insanların beynine indirilir ve kafatasında beyinler kaynar. "تَشْخَصُ ف۪يهِ الْاَبْصَارُۙ teşhasu fîh'il-ebsâr" yani gözler yerinden uğrar. Ve herkes bekler. Uzun bir müddet bekler. Uzun bir müddet bekler. Bu, mü'minlere göre ayrıdır. Bak, mü'minsin, îmânın kadr u kıymetini bil. Mü'min ne demek biliyor musun? Allah'ın bir ismi mü'mindir. Allah, kendi ismini sana vermiş. "Mü'minü'l-müheyminü'l-azîzü'l-cebbâru'l-mütekebbir". Allah, aynı ismi sana da vermiş. "Ey mü'min!" diyor bak sana. Mir'ât-ı Hakk oluyorsun yani. Mâşâallah beklerler. Beklerler ama mü'minlere ayrı.
Fırsatı ganîmet bil! Rûh kuşu uçmadan Hakk'a ibâdet kıl! Îmânlı göçmeye çalış! Gece-gündüz Cenâb-ı Hakk'dan dile! Elin kârda, gönlün yârda olsun. Yani oturarak, kenara çekilerek ma'nâsına değil! Terâzini doğru tut! Mîzânını doğru tut! Sözüne, diline sâhib ol!
Mü'minlere gâyetle sehil. Ne kadar biliyor musun? Haber vereyim mi ne kadar? Bir hayvan sağacak kadar. Kâfire elli bin sene mikdarı. "Efendi bu nasıl olur?". Yâhu bu vakitler, zamanlar izâfîdir. Sana şununla ben ufak bir misâl vereyim ki îmânın kemâle ere. Ev sâhibi misin, kirâcı mısın? Kirâcıysan hemen ay gelir. Ev sâhibiysen uzar. Yâhud memursan uzar maaş almak. Halbuki ev sâhibi "ne kadar uzadı bu ay" diyor, "bir türlü bitmedi". Çünkü kirâ alacak. Öteki diyor ki, "Yâhu daha dün verdik". Görüyorsun ya bak izâfî demek ki. Mü'minler rahmetdedir. Resûl-i Ekrem'in sancağı altındadır. Onun ismine Livâ-yı Hamd derler. Resûl-i Ekrem'in, o muhterem nebiy-yi zîşân'ın, rahmeten-lil-âlemîn'in, sebeb-i hilkat-i âlem'in, sebeb-i hikmet-i Âdem'in sancağının ismi Livâ-yı Hamd'dır. Cümle enbiyâ da onun altına sığınır. O şefâat etmeyince kimseye şefâat izni verilmez. Kim o şefâat edecek olan zât? Makâm-ı Mahmûd'un sâhibi Muhammed Mustafâ. Yaa! Senin peygamberin O. Daha kabre girer girmez, O'ndan sorarlar sana, "Bunun hakkındaki malûmatın nedir?" derler. Sevgili peygamberin, sallallahu aleyhi vesellem.
Onun için bak Resûl-i Ekrem ne diyor, Peygamberimiz, tekrar edelim gene. Ben her hutbede söylüyorum sizlere bunu. Bunu söylemekdeki gâyemiz, eûzü-besmele çeker gibi. Diyor ki, tekrar ediyorum, kulaklarını aç benden yana, gaflet pamuğunu sıyır kulağından, "Birbirinizi sevmedikçe îmân etmiş olmazsınız". Bir daha söylüyorum. "Birbirinizi sevmedikçe". Murâd mü'min kardeşlerini sevmek. Bu sevmekden murâd, okşamak, yanağını sıkmak ma'nâsına değil hâ! Öyle alma kafaya sakın hâ! Herkes birbirinin hakkına hukûkuna riâyet edecek. Resûl-i Ekrem'in ümmeti olduğu için, sevgilinin ümmeti olduğundan dolayı, ona karşı hürmetkâr olacaksın, hakkına hukûkuna riâyet edeceksin, onu ezmeyeceksin, ona şefkat bağrını açacaksın, rahmet kollarını uzatacaksın. "Birbirinizi sevmedikçe îmân etmiş olmazsınız. Beni de her şeyinizden ziyâde sevmedikçe îmânınız kemâle ermez". İbâdetin başı bu. Sonra beş vakit namaz.
İşte o şiddetli günde, o dehşetli anda, evvelâ namazdan sorulur. Öyle diyor Peygamberimiz." أَوَّلُ مَا يُحَاسَبُ بِهِ الْعَبْدُ الصَّلاَةُ evvelü mâ yuhâsebü bihi'l-'abdü es-salâh". Salâtdan sorulur, namazdan sorulur. İyi dinle! İyi dinle! Namazdan sorulur. İ'tikâdda, tevhîd ve Cenâb-ı Hakk'a ve Cenâb-ı Peygamber'e muhabbet, i'tikâd faslında, amelde ise namazdan sorulur evvelâ. Bir adamın namazı sağlam çıkarsa, diğerleri suhûletli geçer. Çünkü iş abdiyyetdedir.
Namazda 'abd ile ma'bûd birleşirler. Secdeye eğildin mi, o dağlardan yüce burnumuzu toprağa sürdük mü, secde etdik mi, orada Hakk'la birleşilir. Hattâ Cenâb-ı Hakk diyor ki, çok mühim, "Men etâ'anî fekad et'atehû". Ma'nâsı yani denizden bir katre olarak ma'nâsı, "Bana itâ'at edene ben itâ'at ederim" diyor Cenâb-ı Hakk. Yaa yaa yaa yaa! "Bana itâ'at edene ben itâ'at ederim". Burda şimdi edebe mugâyir olur o. Demek ki, "Bana itâ'at edenin duâsını, isteğini yerine getiririm" ma'nâsını verelim, daha güzel benim için. Yoksa öteki âşıklar içindir. Çünkü âşıkların Allah ile nâz ve niyâzları vardır.
Malûm ya, hadi söyleyelim bitirelim, sizi fazla terletmeyelim burda. Benim de güneş gurûba eriyor yani. Öteki tarafa hazırlandık. Buluşamayacağız, onun için uzatıyoruz işi. Hazret-i Mûsâ Tûr'a gidiyormuş. Niye gidiyormuş, biliyor musun? yağmur duâsına gidiyorlarmış.
Bak o Trakya'nın köylerinde vaktiyle nişanlısının yüzüne bakamayan delikanlılar, köylere meyhâne açmışlar, ne güzel yaşıyorlar mâşâallah! Köylerde meyhâne var. Allah da yağmuru kesdi. "Efendi keser mi?". Kesmez, rahmeti boldur ama bazen de böyle adamı tedib eder. Sonra ne oldu? Biz dar zamâna kadık mı Allah deriz. Halbuki ehlullah diyor ki, "Yâ Rabbi, bizi dar zamanda Allah diyenlerden eyleme" diyor. Refahda, saâdetde, darlıkda, her dem Allah demek lâzım gelir. Darda Allah diyenler, onlar münâfıkların, kâfirlerin sıfatlarıdır. Dara düşdü mü, "Aman yâ Rabbi". Refaha çıkdı mı, "Ben çıkdım ben indim", Arab'ın ağaçdan inmesi gibi.
Köylere meyhâne koymuşlar. Karışmayız kimsenin meyhânesine, içkisine ama yakışmıyor. Ayran içen Türk köylüsü, parasını götürüyor şaraba yatırıyor, içkiye yatırıyor. İş onunla kalsa iyi, anasını kırıyor, babasını kırıyor, Allah'ı kırıyor, Peygamber'i kırıyor. Ondan sonra bir de elinden cinâyet çıkıyor, Allah muhâfaza buyursun. Çünkü parasıyla deli oluyor herif, parayla deli oluyor, kendi parasıyla.
Hani tımarhânede deliye demiş ki pâdişah, söylemden geçmeyeceğim hadi, isterseniz kızın bana, pâdişah da içkiye mübtelâymış, içiyormuş, deli gelmiş karşıdan, deliye uzatmış içkiyi, "Al sen de iç" filan demiş. Telin arkasında deli. Demiş ki, "Bir soru soracağım sana sonra içeceğim" demiş. İçkiye mübtelâ olanlara söylüyorum, ben burda sizi berî kılarım öyle şeylerden. Deli diyor şimdi pâdişaha, devlet idârecisine, "Sen bu içkiyi içiyorsun, benim gibi olmak için" demiş. Deli söylüyor pâdişaha. Hangisi deli acaba? "Sen bu içkiyi içiyorsun, benim gibi olmak için, pekâlâ ben içeceğim kimin gibi olacağım?" demiş. Hangisi deli acaba?
Hani tımarhâneden geçreken bir sôfî seslenmiş, "İçeride kaç tâne akıl hastası var, deli var?" deyince, içerden bir deli cevâb vermiş, "Dışarda kaç tâne akıllı var?" demiş ona. Soruyoruz. Hani aklım başımda diyorsun ya. Yirmi bin liraya içki içiyor herif, götürüyor parayı akşam veriyor, yirmi bin lira! Sonra ağlıyor, "Ah param yok, geçinemiyorum, kazanamadık yâhu, bak herkes küplerini doldurdu". Yaaa! Hep Allah soracak bunları. O kazandığın para senin değil. Çoluğunun, çocuğunun, âilenin rızkı senin üstünde. "يَوْمَ يَفِرُّ الْمَرْءُ مِنْ أَخِيهِ*وَأُمِّهِ وَأَبِيهِ yevme yefürrü'l-mer'ü min ahîh, ve ümmihî ve ebîh". Oku Kur`ânı Kerîm'den. Evlad babadan, baba evladdan kaçacakdır yevm-i kıyâmetde.
Gidiyormuş. Nereye? Yağmur duâsına. O vakit öyle bir şey olmuş, yağmur kesilmiş. Oluyor öyle bazen, hadîslerde var. Bazı suçlar var ki, yağmur kesilir, yağmur yağmaz yani. Gitmiş, duâ etmiş "Yâ Rabbi, dilsiz hayvanlar susuz, otlar kurudu, yerler şerha şerha parçalandı, su ver yâ Rabbi kullarına, mahrûm etme, her şeye kâdir sensin" deyince, Cenâb-ı Hakk demiş ki, "Bir kul var, yağmur duâsına o gelmedi, onu getirirsen yağmur duâsına, duânı kabûl ederim". "Kimmiş yâ Rabbi bu?". "Şehirde filanca evde oturuyor" demiş Cenâb-ı Hakk ona, Hazret-i Mûsâ'ya. Yağmur yağmamış, dönmüş gelmişler, bulmuşlar o kulu. "Hadi bakalım duâya çıkacağız", "Ben dargınım" demiş. "Kime?". "Allah'a" demiş. Az evvel bir söz söyledim, araya laf karışdı. Bazı insanlar var onlar bizim gibi değildir. Onlar cilve yaparlar Cenâb-ı Hakk'la. Allah da onlarla şaka yapar. Cümbüş yapar Cenâb-ı Hakk, şaka yapar. O sevdikleri, azîz olan kullar vardır, onlar başlarına bayrak takmazlar, biz evliyayız diye. "Hadi yürü!". "Gitmem" demiş, "dargınım". "Fesübhânallah! Yakalayın şunu karga tulumba". Yakalamışlar, karga tulumba götürmüşler, yağmur yağmış. Giderken yolda bağırıyormuş, "Yâ Rabbi biliyorsun ben gitmiyorum, bunlar beni zorla götürüyorlar" diye. Yaaa böyle.
Geçen gün böyle bir kıssa anlatıyordum, birisi gelmiş bana diyor ki, "Akıl bir nûrdur, bu akla sığmıyor". Ulan, akılla iş olsaydı, ayağın altına mesh etmek lâzım gelirdi, kadına iki erkeğe bir verecekdik. İş akılla değil yalnız. Ayağını mesh etdiğin vakitde, mestin üstüne veriyorsun. Halbuki aklen olsa, altına vermek lâzım gelir. Senin aklının ereceği şey değil o. Akıl bir yere kadar gider o, akl-ı meaş, ondan sonra durur.
Sonra Cenâb-ı Mûsâ demiş ki, "Yâ Rabbi bu ne hikmetdir? Bu nedir, bu aranızdaki cilve, cümbüş böyle bu şekilde?". Hakk Teâlâ buyurmuş ki, "Yâ Mûsâ, kimseyi cehenneme koyma diyor. Benim celâlim ibtâl olur. Benden bunu istedi. Ben de yapmayınca, darıldı bana" demiş. "Onun için cilve yapıyor şimdi, gelmem diyor". Yaa! Böyle kullar vardır. Meselâ Yûnus Emre'de de vardır, Yûnus Emre'de de vardır. Bizim evliyâmız Yûnus Emre'de, Türklerin evliyâsı. Yûnus Emre'de vardır o. Yaa! Şaka yaparlar bazı evliyaullah, cilve cümbüş yaparlar Allahu Teâlâ ile.
Hattâ gene birisi, gene böyle ibâdet tâatda, zâhid âbid filan, demiş ki ona Cenâb-ı Hakk, "Ey kulum! Ne yaparsan yap, seni cehenneme koyacağım" demiş. Çok üzülmüş, mürşidi sağmış, oraya gitmiş, ağlayarak anlatmış. "Hadi git ibâdetini yap" demiş, "seninle şaka yapdı Allahu Sübhânehû ve Teâlâ Hazretleri". Yaaa! "Sen kulluğunu yap, o Allahlığını yapar" demiş. Acaba analatabildik mi?
İnsan Allah'a sözünü geçirmeli. Onun için hemen gayret kemerini beline dola. Bak belki ömrümüzün son Şa'bânını geçiriyoruz. "Efendi ben gencim". Belli olmuyor o iş. Ağaçdaki meyva olmadan düşüyor, kuruyor, kopuyor. Bak sakadat dükkanlarına git, hep genç hayvanları keserler, yaşlı kalmaz çünkü. Onun için öyle "ben gencim" filan demek yok. Hemen gayret kemerini beline dola. Vatanını milletini sev. Bütün insâniyyete hâdim olacaksın. Düşmanlık, kin, min filan bunlar burda olmaz, hudud boyunda, düşmana karşı. Burada herkesin hak ve hukûkunu yerine getir, muhabbetle hizmet et. Vatanına, milletine, sokağına, caddene varasıya kadar. Çöpü atma. Peygamberimiz, "Îmân altmış küsur şubedir, ednâsı yoldan ibâdullahı incitecek şeyleri kaldırmak, a'lâsı lâilaheillallah demekdir" diyor. Bak! Sen, ben câmiye geliyoruz, yere tükürüyorsun. Olmaz! Yâhud sıkışdık mı duvara dönüveriyoruz hemen bacağımızı kaldırıyoruz. Onu köpek hayvanı yapar. Hemen çevirir etrâfını, kendisi temizmiş gibi, bacağını da kaldırır ki üstüne sıçramasın diye, köpek hayvanı. "Fatebirû yâ ulü'l-ebsâr". İftah ayneyk! Gözlerini aç!
Ey akıl sâhibleri, göz sâhibleri! Konuşduklarımla çok büyük ibret verdik size. Kısaltayım hadi. Sonra gene anlatırız.
Allah'a muhtâc olduğun kadar Allah'a kulluk et, abdiyyetde bulun! Ateşe tahammül edeceğin kadar günâh işle!
Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm.