Anlayanlar var tabii. Kimin kulağından gaflet pamuğunu çıkardıysa Hakk Sübhânehû ve Teâlâ Hazretleri, mevcûdâtın tesbîhâtını işitir. Bir tânesini söyleyiverelim. Hayder-i Kerrâr, Sâkî-i Kevser, Fâtih-i Hayber Hazret-i Ali kerremallahu vecheh diyor ki, "Biz Resûl-i Ekrem ile berâber Medîne hâricine çıkdığımız vakitde, taşların ve ağaçların Resûl-i Ekrem'e selâm verdiğini, ben duydum" diyor.
"Efendim, taş konuşur mu?". Bunları bırak bunları. Senin ve benim aklıma göre, akl-ı meâşa göre konuşmaz ama, Allah dilediğini yapar, dilediğini konuşturur, dilediğini konuşturmaz. Zâten zamânımızda küfür kapıları seddolunmuşdur. Herşey konuşuyor, konuşmayan bir şey yok. Yalnız sağır olmamak gerek işitmek için.
Gene Huzûr-i Saâdet'e bir gün Ebû Cehil gelmiş, elinde bir takım şeyler var, böyle yummuş, Peygamber'e demiş ki, "Yâ Muhammed!", sallallahu aleyhi vesellem...
Burda antre parantez bir şey söylemeden geçmeyeceğim. Sûre-i Hucurât'da âyet-i kerîme, "Birbirinize seslenir gibi Resûl'e Ekrem'e seslenmeyiniz" diyor Allahu Sübhânehû ve Teâlâ. Hani birbirimize Ahmed, Mehmed, Ali diye sesleniriz değil mi? Sakın hâ! Siz Resûl-i Ekrem'e böyle seslenmeyiniz. "Birbirinize seslenir gibi peygamberime seslenirseniz amellerinizi sevâblarınızı habt ederim, bâtıl kılarım" diyor Hazret-i Allah. Onun için Resûl-i Ekrem'in ismini işittiğin vakitde, salât ü selâm okuyacaksın Resûl-i Ekrem'e. Onun için bazı hâfız efendilerin, Mevlid kırâatı esnâsında yâhud kasîde okuduğu vakitde, "Yâ Muhammed" diye, sallallahu aleyhi vesellem, seslenmeleri doğru olmaz. "Yâ nebiyyallah", "Yâ resûlallah", "Yâ ekreme''r-rusül", "Yâ eyyühe'l-müzzemmilu", "yâ eyyühe'l-müddessiru", "yâ eyyühe'n-nebî" diye seslenmek daha hayırlıdır. Çünkü Hakk Sübhânehû ve Teâlâ Hazretleri Kur`ân-ı Kerîminde peygamberine "Yâ Muhammed" diye hiç hitâb etmemişdir, yokdur böyle bir hitâb. Sen bakma şimdi tefsîrlerde yazıyorlar böyle. Onu halk anlamıyor da anlasın diye. "Kul Yâ Muhammed", "Söyle Ey Muhammed", öyle yok. "Kul Yâ Ekmele'r-Rusul, ey sevgilim, resûllerin en kâmili, en mükemmeli olan Muhammedim" demekdir o.
Onun için, İslâm dîni demek, edeb, terbiye, âdâb dîni demekdir. Ağzına geleni söyle, eline geleni ye, diline geleni de, böyle olmaz. Diline de sâhib olacaksın, uçkuruna da sâhib olacaksın, eline, beline, diline de sâhib olacaksın, uçkuruna da sâhib olacaksın. Hele Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem üzerinde. Tekrar tekrar ediyorum. Tekrar tekrar söylüyorum. Resûl-i Ekrem üzerine, çok terbiyeli olmak lâzımdır. Ümmet-i Muhammed'in başına gelen felâketlerin sebebi, Resûl-i Ekrem'e hürmeti kesmişlerdir, hürmeti kaldırmışlardır, Allah onların üzerine musîbet verdi. O kadar, kestirme yoldan. Resûl-i Ekrem azîzdir, semâvâtın ve ardın sâhibi Allah, ona tazîm eder, Kur`ân'da zikretdiği gibi her Cuma günü her câmide müezzin efendiler, O'nun şânını Allah'ın âyetiyle ilân ederler : "اِنَّ اللّٰهَ وَمَلٰٓئِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّۜ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْل۪يمًا innallahe ve melâiketehû yusallûne 'ale'n-nebiyy, yâ eyyühellezîne âmenû sallû 'aleyhi vesellimû teslîmâ". Yani ma'nâsı şu, denizden bir katre, toprakdan bir zerre, şemsden bir huzme, "Ben Allahlığımla meleklerimle beraber muttasılen Resûl-i Ekrem'e, resûlüme salât ediyorum. Ey îmân edenler! Ey beni birleyenler, beni tevhîd edenler! Siz de habîbim Muhammed'e salât ediniz" diyor Cenâb-ı Hakk. Geçiyoruz.
Ebû Cehil terbiyesiz tabii, kâfir. Ona düşen vazîfe odur. "Yâ Muhammed!", sallallahu aleyhi vesellem, "Avucumdakini bilirsen sana îmân edeceğim" diyor. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem, buyurdular ki, "Ben gaybı bilmem, gaybı Allah bilir". Ebû Cehil güldü, "Hani istikbâlde kıyâmetden, cennetden, cehennemden, suâlden, mîzândan haberler veriyorsun ya! Elimdekini dahi bilmiyorsun benim".
Akıllı herif, doğru söylüyor. İyi ki söylemiş, ki biz de bunlara muttali olduk, îmânımız kemâle erdi. Hani, Mirâc geçdi ama söylemeden geçemeyeceğiz, Mirâc sabâhı Peygamber'e geldi Ebû Cehil, "Yâ Muhammed, sen Mekke'den Kudüs'e gitdin mi?", "Gitdim". "Ordan semâya çıkdın mı?", "Evet çıkdım", "Kalk ayağa", Efendimiz ayağa kalkdı. "Kaldır bir ayağını yerden", kaldırdı. "Öteki ayağını da yerden kaldır bakayım", "Düşerim" dedi Peygamber. "E sen semâya çıkıyorsun da yerden bir karış kalkamıyorsun, bu nasıl iş?" dedi. Akıllı!
Akl-ı meâş, herkesde vardır ama akl-ı meâş, ata binip denizin kenarına kadar götürür adamı, denizden öte götürmez. Misâli böyle. Bu, akl-ı meâd, aşk, Allah'ın kudretine inanma meselesidir. Efendimiz dedi ki, "Ben şimdi kalkarsam ayağa, düşerim ama, o mirâcda ben gitmedim, ben havalanmadım, Allah beni götürdü".
O kâdir değil mi? Hani seni ve beni bir katre menîden halk eden, koca ecrâm-ı semâvâtı, ayları, yıldızları, direksiz tutan Allah'a bunu çok mu görüyorsun? Gökde güneşi ne tutuyor acaba? Direk mi var üzerinde, zincirle mi bağlamışlar? Yıldızlar da öyle milyonlarca! Senin aklının, benim aklımın bilmediği, makinaların tesbît edemediği daha nice yıldızlar var semâvâtda. Bunlar, bir emirle halk olunmuş, "kün" emriyle.
"اِنَّمَٓا اَمْرُهُٓ اِذَٓا اَرَادَ شَيْـًٔا اَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ innemâ emruhû ve izâ erâde şey'en en yekûle lehû kün fe yekûn". Allah bir şeyi murâd etdi mi, o şeye "ol" der, o şey olur. Ama Allah murâd etmezse olmaz. Sen şimdi uçamazsın ama tayyâreye bindin mi gidiyorsun. Bak, kulların yapdığı tayyâre seni kaldırıyor. Güzel. Allah'a tayyâre kuvveti kadar kuvvet vermeyecek misin? Kullar bir kişiyi değil, baksana beş yüz kişiyi tayyâreye doldurup götürüyorlar.
Dedi ki Peygamberimiz, "Ben gaybı bilmem". Ebû Cehil, akıllı adam, "Sen kıyâmetden, mahşerden, suâlden haberler veriyorsun. Ölecekmişiz, dirilecekmişiz, mahşere sürüklenecekmişiz, bu dünyâda yapdıklarımızın hesâbını Allah'a verecekmişiz, cehennem varmış, cennet varmış, filan, bunları haber veriyorsun ya". Efendimiz, "Onları Allah bildiriyor, biliyorum. Bunu şimdilik bildirmedi, bilmiyorum" derken Cebrâil aleyhisselâm nâzil oldu. "Sor Habîbim, Ebû Cehil'e, avucundakiler mi seni bilsin, sen mi avucundakilerini bilesin". Efendimiz dedi ki, "Şimdi Hakk Teâlâ bana bildirecek, avucundakiler mi beni bilsin, ben mi avucundakilerini bileyim?. Allah bana böyle diyor, böyle vahyolundu" dedi. Ebû Cehil akıllı ya, "avucumdakini bil" dese, Peygamber belki atar tutar, tesâdüf etdirir, ama taşın konuşması onun için muhaldir. Ona göre taş konuşmaz. "Avucumdaki seni bilsin" dedi. Başladı avucundaki taşlar, "Ente Resûlullah, Ente Resûlullah, Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah" demeye, kâfirin küfrü artdı. "Ente sahhârun azîm, sen büyük sihirbazsın" dedi, elindeki taşları atdı ve kaçdı gitdi. İmkânı yok!
Çünkü îmânda da istidâd lâzımdır. Herşeyde istidâd lâzımdır. İstidâdı olmayan adam, îmân edemez, yapamaz bir şey. Îmânda istidâd şartdır. Bak bir ateş alıyoruz, tahtanın üstüne koyuyoruz, yakıyor. Aynı ateşi başka bir şeyin üzerine koyuyoruz, yakmıyor. Her şey de böyle. Sesi çirkinmiş herifin, sesi güzel olsun diye, ilaç yutuyor. Olmaz! İstidâd şartdır. İstidâd şartdır, îmânda da istidâd şartdır.
Hazret-i Yûsuf aleyhisselâm, kardeşleri onu kuyuya atdılar. Tasavvufî ma'nâları vardır fakat onlara geçecek olursak dersi yapamayız sonra, hikâyenin sathî kısmını anlatalım. Kardeşleri ona hased etdiler, babamız çok seviyor diye, onu kuyuya attılar. Sonra bir kervan geldi, kuyudan su alacağım derken, Yûsuf'u buldu. Sonra kardeşleri kervanın Yûsuf'u kuyudan çıkardığını görünce, "bizim kölemizdi kaçdı" dediler. Ufak bir paraya Yûsuf'u kervana satdılar. Kardeşleri, kendi kardeşleri! Çok ibret var, anlayabilirsen eğer, konuşduğum sözlerde. Sonra Mısır'a pazara götürdüler, haraç mezat satdılar.
O devir kölelik devriydi, insanları böyle haraç mezat satarlardı, hayvan gibi, ferden ferden. Şimdi o kölelik kalkdı, milletleri köle yapıyorlar. Yüz milyonu köle yapıyorlar, iki yüz milyonu köle yapıyorlar. Ferdî kölelik kalkdı şimdi. O vakit, bir kişiyi, iki kişiyi, beş kişiyi köle yaparlardı.
Yûsuf'u babası sevmeseydi, kardeşleri ona hased etmeyecekdi. Kardeşleri hased etmese, onu kuyuya atmayacaklardı. Kervan su aramasa, Yûsuf'u kuyuda bulmayacakdı. Yûsuf köle olarak Mısır'a satılmasa, Mısır'a sultân olmayacakdı. Onun için bütün hayatın böyle, hayatın her birisi bir menzildir senin için. Hayatın her biri bir menzildir. Her menzilde ibret almalısın. İbretsiz göz, sâhibinin baş üzerindeki düşmanı gibidir.
Bir göz ki olmaya ibret onun nazarında
Ol düşmenidir sâhibinin baş üzerinde
Akşam hasta, sabahleyin sıhhatli olur. Sabahleyin diri olur akşama ölür. Akşam diri olanın sabahleyin cenâzesi çıkar. Hiç belli değil. Ne olacağımız malûm değil. Onun için Allah'a muhtâc olduğun kadar Rabbü'l-âlemîn'e ibâdetde bulun, ateşe tahammül edebileceğin kadar günah işle. Sana iki tâne şey veriyorum. İki tâne tavsiye. Allah'a muhtâc olduğun kadar Cenâb-ı Hakk'a ibâdet kıl, ateşe tahammül edeceğin kadar günah işle. İstediğini yap, serbestsin yani. Yakın zamanda elin ayağın bağlanır. Cansız ata bindirirler. Cansız at kapıya gelir. Seni cansız ata bindirirler. Sevgililerin seni omuzlarlar. Dostların ağlar, düşmanların güler. Sonra seni götürürler bir çukurun içerisine amelinle başbaşa bırakırlar. Ne sevgili karın, ne pek sevgili çocuğun, ne şefkatli baban, ne merhametli annen seninle beraber kabre girer. Amelinle başbaşa kalırsın. Yakın zamanda, pek yakında. Yani öyle çok uzak değil. "Küllü âtin karîb"dir. Her gelen yakındır. Ben daha dün sokakda oynuyordum, şimdi yolları kaybetmeye başladık. Nerden nereye gidiyoruz. Yürüyemiyorum da. Onun için hazırlığını yap.
Rabbü'l-âlemîn'e kim ki ibâdet eder, Allah onu Yûsuf Peygamber gibi Mısır'a sultân eder. Kulluk yapar, azîz olur. Nefsine hâkim olur, nefsine hâkim oldu mu insân olur, insân oldu mu kâmil olur, kâmil oldu mu mükemmel olur. Nefsine hâkim olmayan, nefsinin mahkûmudur. Züleyhâ gibi. Züleyhâ da Mısır kıtfîrinin âilesi iken, nefsine şehvetine mahkûm olunca, elinden her şeyi gitdi ve zelîl oldu. Sonra, Yûsuf Peygamber'e âşık olduğu için, Cenâb-ı Hakk onu aşk hürmetine, aşk hürmetine, aşk, aşk, sevgi, muhabbet, aşk hürmetine, tekrar onu Yûsuf'a iâde etdi. İşler uzun. Aşk, mukaddesdir, kudsîdir. İster günah işle, bu kürsüde bu söylenmez, ama söyleyeyim sana, ister günah işle, ister sevâb işle, aşk ile yap. Aşksız ne sev3ab bir şeye yarar, ne günah. Aşk ile yapacaksın, ibâdetini, tâatını, kulluğunu. Şerefini bileceksin bir defa evveliemirde.
Bak, Resûl-i Ekrem ne diyor, çok dikkat et, sana cennet yollarını, rızâ dârını, rıdvânı ve Cenâb-ı Hakk'ın cemâline davet ediyor Peygamber, bak, "Birbirinizi seviniz. Birbirinizi sevmedikçe îmân etmiş olmazsınız". Her ne kadar "Lâilâheillallah" da desen, mü'min kardeşini sevmiyorsan îmân etmiş olmazsın diyor Peygamber. Birbirinizi sevmedikçe diyor. İki, "Beni her şeyinizden ziyâde sevmedikçe îmânınız kemâle ermez" diyor.
Hattâ bir gün Hazret-i Ömer'e sormuş. Ömer, biliyorsunuz ya, radıyallahu anh. Yani dünya yüzünde adâlet sembolü olarak gösteriliyor Ömer ibn Hattâb, ona sormuş Cenâb-ı Peygamber. "Yâ Ömer, beni ne kadar seversin?" demiş. "Yâ Resûlallah, seni her şeyimden ziyâde severim ama nefsimi senden ziyâde severim" demiş. Doğru konuşmuş, yalan söylememiş, riyâ yapmamış. Ne kadar güzel.
Bazen kavga çıkar âile arasında filan, o iyidir. Riyâyı kaldırır o. İnsanın mâhiyetini ortaya koyar. Geçiyoruz.
Demiş ki Cenâb-ı Peygamber, "Beni hak nebî olarak gönderen Allah'a kasem ederim ki, Yâ Ömer, îmânın kemâle ermedi" demiş Peygamber, Ömer ibn Hattâb'a.
Kim biliyor musun Ömer? Cenâb-ı Peygamber'in kayınpederi. Kırkıncı islâm olan. İslâm olmasıyla islâm izhâr olunan. Bütün muhârebelerde Peygamber'le beraber bulunmuş. Onun hakkında bir çok hadîsler var da bir tânesi de şu, "Benden sonra peygamber gönderilseydi, Ömer gelirdi" demiş Cenâb-ı Peygamber. Üç aylık yoldan askerlerini idâre etmiş, "Yâ Sâriye el-cebel" diye. Ömer İbn Hattâb. Ona söylüyor Peygamber. "Yâ Ömer, beni ne kadar seversin?". "Yâ Resûlallah, her şeyimden ziyâde seni severim ama nefsimi senden ziyâde severim". Buyurmuş ki, "Îmânın kemâle ermedi yâ Ömer". Hazret-i Ömer ağlamış. Gözlerinden akan sular çaylar gibi çağlamış. Demiş ki, "Yâ Resûlallah, şimdi seni ben nefsimden de ziyâde seviyorum". "Yâ Ömer, şimdi îmânın kemâle erdi" demiş.
Onun için îmânını kemâle erdirmeye çalış. Vallahi ve billahi bu kürsünün sâhibi, şu mihrabın sâhibi, bu kâinâtın âlemlerinin sâhibinin mahbûbu olan Muhammed Mustafâ dedi ki, kabre girer girmez, size ve bize Resûl-i Ekrem'den soru olur evvelâ. "Bu zât hakkındaki malûmâtın nedir?" diye sorarlar. Haber veriyorum size. "Efendim, Peygamber Mekke'de doğmuş, Medîne'ye hicret etmiş, âilelerine orda ev yapdırmış, gazâ etmiş, mirâc etmiş, şöyle yapmış, böyle yapmış". Bu Peygamber'i bilmek değildir. Onu Ebû Cehil de biliyor o kadar. Senden daha iyi biliyor. Kalbinde Hazret-i Muhammed'e muhabbet için yer açacaksın. Olmaz! Olmaz! Olmaz! İş muhabbetledir.
Muhabbetden Muhammed oldu hâsıl
Muhammed'siz muhabbetden ne hâsıl
Evet. "وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّى يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ ba'büd rabbeke hattâ ye'tiyekel yakîn". Ma'nâsı, "ölünceye dek ibâdet kıl". Kurtuluş yok. Herkes serbestdir itikadında, kılar, kılmaz, ayrı davâ. Ben mü'minlere ve Hakk'a tâlib olanlara söylüyorum. "Kalbim temiz, vücûdum semiz. Sen bakma sofuların namazına, bizim niyâzımız vardır. Onlar namaz kılar ama onların kalbleri kirlidir, bizimki temizdir". Bunlar Şeytan'ın verdiği iğvâlardır. Senin önderin Resûl-i Ekrem'dir. Hiç ölmeyecek gibi dünyaya çalışacaksın. Bu da biraz güççe ya, neyse söyleyelim. Elin kârda gönlün Yâr'da olacak. Çalışdığın vakitde halka menfaatli, Hakk'a kul olacaksın. Yalandan dolandan berî olacaksın.
Aman haram yemeyiniz! Haram yemeyiniz! Yedi dirhem arpaya yedi yüz vakit namaz veriyorlar, âhiret âleminde. Bir adam bir adamın yedi dirhem arpa hakkını yese. Sen ister dinle, ister dinleme. "Efendi, olur mu olmaz mı?" Valla ister inan ister inanma, bu böyle olacak. Sen ister inanma. Bir kimse bir kimsenin yedi dirhem arpasını çalsa, alsa, çalan da namazlı olsa...
Ey namaz kılan mü'min! "فَوَيْلٌ لِلْمُصَلّ۪ينَۙ *اَلَّذ۪ينَ هُمْ عَنْ صَلَاتِهِمْ سَاهُونَۙ fe veylün lil musallîn ellezîne hüm fî salâtihim sâhûn". "Şu namaz kılanlara veyl olsun ki, onlar namazlarında sehv ediyorlar" diyor. Sehvden ma'nâ vâcibin terk ve tehiri, farzın tehiri ma'nâsına değil. Secdegâhını bilmiyor. Namaz kılıyor ama haramdan kendini korumuyor, dilini yalandan, uçkurunu haramdan. Dilin dokuz hakkı var. Gözün on sekiz hakkı var. Sayalım mı hepsini? Kıyâmet gününde imâm arkasında kılınmış yedi yüz vakit namaz yedi dirhem arpaya hak sâhibine verilecek. Sen var düşün.
Gene sana bir şey daha söyleyeyim. Söylemeden geçmeyeceğim, yapamayacağım. Hazret-i Ömer zamanında bir devenin yuları kopmuş, yedi defa dikmişler. Hazret-i Ömer, demiş, "Yenisini takın, bunu atın" demiş. Vefâtından yedi ay sonra görmüşler Hazret-i Ömer'i, İmâm-ı Ali görmüş, yüzü sapsarı, "Ne oldu Yâ Ömer, bu hâlin nedir?". "Bir yular meselesi vardı" demiş. Altı defa kopdu, devenin başına bağladılar, yedincide dedim ki, bırakın başkasını takın diye. Cenâb-ı Hakk buyurdu ki, "Yedinci sefer de hayvanın başına bu yular takılabilirdi, bir defa daha kullanılabilirdi, niye attırdın diye, milletin malını hebâ ettirdin diye bana bu soruyu sordular, yedi aydan beri" demiş. Ömer ibn Hattâb. Peygamber'in yanında yatıyor türbede. Sen var kıyâs eyle. Sen kim oluyorsun, ben kim oluyorum? Ben Kitapçı Muzaffer, sen Manifaturacı Ahmed Efendi. Ömer bu!
İbâdet! Her şeyin başı ibâdetledir. Yalnız karnını ve mideni haramdan, gözünü haramdan sakın. Allah'ın dediği gibi bir kul ol ki, meleklerden efdal olasın. Öyle hâle gelir ki, bak şimdi dinle. Bir kul namaz kılmaya kalkdı mı, Cenâb-ı Hakk emreder, sâlih kuldan bahsediyorum, böyle haramı helalı bilen bir mü'min kardeşimizden. Ağzından çıkanı kulağı işitiyor, secdegâhını biliyor. Namaz kalkar, tek başına namaz kılmaya, Hakk Teâlâ emreder meleklerine, "Ona iktidâ ediniz. Onu imâm yapın kendinize, iktidâ edin. İktidâ edin o kuluma". Melekler derler ki, " Yâ Rabbi, o günahkar biz masûmuz". Niye? Kullarda şehvet var, filan filan. Halbuki melekler masûm yaradılmış. Hakk Sübhânehû ve Teâlâ der ki, "Günahlarını kaldırın üzerinden. O da masûm oldu mu?". "Oldu yâ Rabbi" "Haydi iktidâ edin öyleyse". Namazı kılarlar cemaatle. O mü'min, haberi olmaz onun. Kendim namaz kılıyorum zanneder. Arkada melekler vardır. Cemaat sevâbı da verecek çünkü Allah ona. Namazdan fâriğ olur, melekler sorarlar, "Yâ Rabbi, günahlarını iâde edelim mi?". "Hayır! Ben kaldırdığım, affetdiğim şeyi geri vermem bir daha". Onun için gerisin geriye iâde olunmaz.
Ama kul hakkından kaçın! Kul hakkı meselesi mühim. Kâfir hakkı, kul hakkı, hayvan hakkı, bunlardan kaçın. Çok kaçın bunlardan. Allah kendi hakkından vazgeçer, ganîdir, kul hakkından vazgeçmez, yakana sarılır sonra mahkeme-i kübrâda.
Ölünceye kadar ibâdet. Zarar etmeyeceksin. Hangi günahı işlersen işle, en zevkli günahları işle, sabahleyin yatağından kalkamazsın, kımıldayamazsın.Gece ibâdet eden, sabahleyin dinç kalkar. Hem gönlü refahlamış, ferahlamış, saâdete kavuşmuş, hem de vücûdu sıhhate erişmişdir.
Receb ayı gitmek üzere, el-vedâ, el-firâk diyor Receb-iş Muazzam. Receb ayında yapılan sevâblara en ekall yetmiş verilir, Şa'bân'da yedi yüz, yapacağın hayır hasenâta. Sevâblar kat katdır da günahlar bir mislidir. Rahmeti genişdir Allahu Teâlâ'nın. Allah bir sevâba on sevâb yazar, bir günaha bir günah yazar. Ama mü'min olan kişi, Allah'ı seven de Allah'a karşı bir günah da olsa, küçük günah da olsa işlemez. Günah günahdır. Ama iş zâhir olursa, tövbe istiğfar etsin. Allah tövbeleri kabûl eder.