19 Mart 2019 tarihinde yayınlanmıştır.
Mahlûkât-ı ilâhiyyenin niçin halk olunduğu soracak olursak, Hakk Teâlâ buyuruyor ki, este'îzübillah, "وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنْسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ vemâ halaktül cinne vel inse illâ li ya'budûn", yani "Ben cinnileri ve insanları, yani görünen ve görünmeyen kuvvetleri, beni bilip, bana ibâdet etmeleri için halk eyledim" buyuruyor. Mahlûkâtın ekmeli insândır, sonra cindir yani görünmeyen kuvvetlerdir. Bunlar şerefli oldukları için Allah bunları ibâdetle mükellef kıldı yani "Bana ibâdet edin" dedi.
Diğer mahlûkâta gelince; Allah, kendi vücûdunda bulunan âyât u beyyinâtı görmeyen gâfillere, vahdâniyyetini hayvanlarla i'lân eyledi. Allah, insanın kendisinde bulunan ahlâk-ı zemîmeyi yani kötü huyları ve ahlâk-ı hamîdeyi yani iyi huyları insanlara hayvanlarla gösterdi. Allah, insanın içinde bulunan o ahlâk ne ise, onun bir remzi olarak bir hayvanı halk etdi ve aynı zamanda da insanların yaşaması için onları bir vâsıta kıldı, sebeb kıldı.
Meselâ hayrını şerrini bilmeyen bir adam öküz gibidir, yani öküz onun remzidir. Aynı zamanda öküz insana hâdim oldu. İnsan, onu kesdi, etini yedi, derisinden kendisine ayakkabı yapdı, aynı zamanda arabaya koşdu, tarla sürdürdü, yük çektirdi. İnsanoğlunun hayvana bu şekilde muamele etmeye ne hakkı var? Çünkü Allah, onu insanoğluna hâdim olarak yaratdı. Allah, insanda bulunan şehvânî kuvvetin timsâli olarak eşeği halk etdi ve aynı zamanda eşeği insana hâdim etdi. İnsan, onun üzerine biniyor, yükünü taşıtıyor. Allah, karıncayı insandaki tamahın remzi olarak halk etdi. Çünkü karınca, hep toplar, toplar, toplar, topladıklarını yiyemeden ölür. Biz bunların sadece birer faydasını saydık, daha çok şey var. Hepsini anlatmaya vakit yetmez. Hayvanların kimisinin remzinden istifâde ediyoruz, onları görüp ibret alıyoruz, kimisinin de hem remzinden hem de etinden, sütünden, derisinden, kemiğinden istifâde ediyoruz.
İnsanın kursağına düşen bir tek üzüm tânesi, veya bir kiraz tânesi, ya da bir buğday tânesi için 365 gün güneş çıkdı, yağmur yağdı, ay doğdu. Bütün bunlar insanın kursağına bir lokma girsin diye yapıldı.
Allah, insanların dünyâda rahat etmeleri için, peygamberler vâsıtasıyla bir takım kânûnlar ve doktrinler gönderdi. Kur`ân gönderdi, İncil gönderdi, Tevrat gönderdi, Zebûr gönderdi, suhuf gönderdi ve bir takım doktrinler verdi ki, adâlet te'mîn oluna, insanlar birbirinin hakkına tecâvüz etmeyeler. İlâhî kânûnlar böyle vaz' edildiği gibi, aynı zamanda da, dünyâda yapılan iyiliklerin mükâfâtının ve kabahatlerin cezâsının da bu âlemden sonraki âlemde verileceği haber verildi.
Eğer âhiret olmasaydı, dünyâda yapılan haksızlıkların, yâhud yapılan hayırların ve şerlerin karşılığı olmaması lâzım gelirdi ki, iyilik yapanın iyiliği hebâ, zâlimin de zulmü yanına kâr kalacakdı. Halbuki öyle olmadı. Allah kıyâmet gününde mahşeri hazırladı ki, bu kısa hayâtın hesâbı orada sorula. Hayır yapanlar için bir binâ inşâ eyledi, ismini cennet koydu, şer yapanlar için de bir hapishâne yapıp ismini cehennem koydu. Bu âlemden sonra iki makâma gidilir, ya ehl-i cennet olunur, ya da ehl-i nâr, üçüncüsü yokdur.
Cennet, cehennem, dünyâ, âhiret, mevsimler, yazlar, kışlar, güzler, hepsi insân için halkolundu. Allah buyurdu ki, "Ey insanoğlu, bütün mevcûdâtı, görünen-görünmeyen, düşünebildiğin-düşünemediğin, bildiğin-bilmediğin, bütün ni'metleri, herşeyi senin için hazırladım, seni de kendim için halk etdim".
İşte dünyâda bütün bunları düşünenlerin rûhları tekâmül etdi. Yani hayvanı gördü ibret aldı, yağmuru gördü ibret aldı, Kur`ân'dan ibret aldı ve rûh tekâmül etmeye başladı. Rûh semâvîdir yani arşîdir, cesed ise toprakdandır. İkisi izdivâc etdiler, yani evlendiler. Rûh, bedenin üzerine bindi. Ölüm geldiği vakit, cesed toprağa gitdi fakat rûh Hakk'a gitdi. Zâten Allah'dan gelmişdi, yine Allah'a gidiyor.
Niçin geldiğimizi, nereden geldiğimizi, nereye gittiğimizi ve niçin gittiğimizi ve rûhun da nasıl inkişâf ettiğine dâir sorulan soruya âcizâne cevâblarımı verdim. Tabii vermiş olduğum cevâblar, deryâdan bir katre, şemsden bir hüzme, toprakdan bir zerre misâlidir. Gözlerinde ibret olanlar bunları gördüler. İbretli göz, sâhibinin dostudur. İbretsiz göz ise sâhibinin başı üzerinde dolaşan düşmânı gibidir.