İrşâd Ehli

7 Kasım 2023 tarihinde yayınlanmıştır.

İsmail Hakkı Bursevi

Büyük mürşidlerimizden İsmâil Hakkı Bursevî Hazretleri, bir Mevlid Gecesinde, "Elhamdülillahillezî ahye'l-fuâd ve ersele resulen hüve efdalü ehli'l-irşâd" ibâresiyle kalbine gelen bir vâridi îzâh için buyuruyorlar ki :

Fuâd, kalbin bâtınıdır ki insân bu mertebenin sâhibi olmadıkça 'aşk ve şevk sâhibi olmaz. Zîrâ 'aşk-ı ilâhî perde-i kalbin içindedir. Pes ehl-i kalb ve ehl-i dil dedikleri ehl-i fuâddır ki bunların hâllerine i'timâd var ve gayrıların yokdur.

Ma'nâ-i terkîb-i gaybî demekdir ki, hamd ve senâ şol ulûhiyyet ve rubûbiyyet sâhibi Mevlâ'ya mahsûsdur ki böyle leyle-i mübârekede kalbimizi feyz-i 'ilmiyle ihyâ eyledi ve nûr-i Mustafâ ile, sallallâhu aleyhi ve sellem, münevver kıldı ve şol Resûl-i Mu'azzam ve Muhterem'i irsâl eyledi ki ehl-i irşâdın efdalidir. Ya'nî gerçi cümle enbiyâ dâ'î-ilallâhdır, velâkin da'vetleri ümmetlerinin mertebelerine göredir. Ve bu ümmet-i merhûmenin isti'dâdları sâir ümmetlerden ziyâde olmakla onları tevhîd-i ef'âl ve tevhîd-i sıfât ve tevhîd-i zâtın cümlesine da'vet eyledi. Ve ümmet-i merhûme dahi bu da'vetleri bi'l-fi'l kabûl kıldılar ve şol kemâlât-i ilâhiyye ile muttasıf oldular ki ümem-i sâlifeye ihsân olunmadı. Zîrâ eğer bu kemâlât-i külliyye bi'l-farz ya İbrâhîm veyâ Mûsâ veyâ Îsâ ümmetine verilmiş olsa idi, ol ümmetin peygamberi hâtemü’l-enbiyâ olmak lâzım gelirdi. Pes, hatmiyyet fazîleti Resûl-i Kibriyâ'ya mahsûs ve cemî'-i de'avâtı bi'l-fi'l kabûl etmek devleti ümmetine erzânî oldu. İşte efdal-i ehl-i irşâd olduğu budur ki zikr olundu ve bu fazîlet ümmetine dahi sârî olup "قُلْ هٰذِه۪ سَب۪يل۪ٓي اَدْعُٓوا اِلَى اللّٰهِ عَلٰى بَص۪يرَةٍ اَنَا۬ وَمَنِ اتَّبَعَن۪يۜ" mûcebince ol Habîb'e sûreten ve ma'nen ittibâ'-ı kâmil ile ittibâ' eden 'ulemâ-i ümmet dahi her asrda halkı ol merâtibe da'vet etdiler.

Ve "küntü kenz"in sırrının zuhûrundan netîce vücûd buldu ki zât ve esmâ ve sıfatın bir meclâ-yı tâmm ve bir mazhar-ı vâsi'de zuhûrudur. Çün ki bu netîce vücûd bulup gayrı da'vete hâcet kalmadı, pes kamer bedr oldukdan sonra intikâs semtine ikbâl etdiği gibi bu ümmetin dahi devri bin sene olup muhâka yüz tutdu. Muhâk, ay âhirleridir ki ol gecelerde ay zuhûr etmez, kıyâmet kurbunda nûr-i hakîkat gurûb etdiği gibi. Ve bundan fehm olundu ki her kâmil olan kimse kemâlden sonra dünyâda çok durmaz, belki âhirete intikâl eyler. Zîrâ maksûdu hâsıl olmuş ve işi bitmişdir. Pes, eğer kemâlden sonra birkaç sene muammer olursa onun hayâtı hayât-i tayyibe-i bâkıye olur, ervâh-ı melekûtiyye hayâtları gibi. Ve eğer intikâl ederse mevti için elemi yokdur. Eğerçi geride kalanlara elem ve hasret vardır. Zîrâ öyle kâmilin mevti bütün dünyânın mevti gibidir ki Hakk Te'âlâ ibâdına o makûle kimsenin yüzünden nazar eder ve rahmet eyler ve onun vücûduyla bu kadar nâkıslar kemâl bulurlar.

Pes, kâmilin vücûdunun netîcesi hem kendi vücûdunu tekmîl ve hem âharın murâdını tahsîldir. Ve her üstâza bir kâbil şâkird gerekdir ki onun kemâli ol şâkird âyînesinde zâhir ola ve silsilesi munkatı' olmaya. Zîrâ hakâik-ı esmâ ve sıfât mezâhir yüzünde zuhûr eder. Tecellî-i Hakk ise dâimdir. Şu kadar vardır ki bir nesne netîce mertebesine vusûlden sonra tavr-ı âhara intikâl eder. Meselâ dünyâdan irtihâl eyler. Bu irtihâl ise onun 'ademini iktizâ etmez, belki bu yokluk içinde başka varlığı vardır. Hattâ bir kimsenin rûhu kabz olundukdan sonra cesedi için başka rûh vardır ki ona rûhu'l-anâsır derler. Zîrâ kabz olunan rûh-i menfûhdur ki ona rûh-i müfârık derler. Zîrâ bedenden müfârakat eyler ve alâkasın kat' eder.

Ve mevtin netîcesi Allahu Teâlâ'ya vusûldür. Zîrâ hadîsde gelmişdir ki, "Sizden biriniz vefât etmedikçe Perverdigâr'ını görmez". Gerek mevt-i tabîî ile olsun ve gerek mevt-i irâdî ve fenâî ile olsun. Nitekim "Mûtû kable en temûtu" ona işâretdir. Ve bu fenâ-i küllînin ibtidâ mazharı Ebû Bekr Sıddîk'dır, radıyallâhu anh. Nitekim hadîsde gelir : "Men erâde en yenzura ilâ meyyitin yemşî beyne'l-ahyâi fel yenzur ilâ Ebîbekrin" (Diriler arasında yürüyen bir ölü görmek isteyen, Ebûbekr'e baksın).

Listeye geri dön