9 Şubat 2023 tarihinde yayınlanmıştır.
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretlerine Amerika'daki bir sohbetlerinde bir Amerikalı sordu, "Îsâ Peygamber'in vazîfesi neydi, ne için geldi?" dedi. Efendi Hazretleri bu suâle şöyle cevâb verdiler :
Îsâ aleyhisselâmın iki vazîfesi vardı. Bir tânesi hahamların taassubu. Kendileri âmil olmadıkları hâlde, halkı ahkâm-ı Tevrât'a davet ederler ve onları ağır ağır cezâlara çarpdırırlardı.
Hattâ bir gün geçiyordu Hazret-i Îsâ aleyhisselâm, bakdı ki bir kadını recm edecekler, taşlayacaklar. Ahkâm-ı Tevrât'a göre ve ahkâm-ı Kur`ân'a göre zânîler ve zâniyeler, başlarından nikah geçdiyse, taşlanırlar, recm edilirler yani. Hazret-i Îsâ gördü orada o kadını recm edecekler, şöyle söyledi o topluluğa, hep taş almışlardı ellerine, "Bu kadına taş atın ama zinâ etmeyenler atsın" dedi. Herkes taşı koydu kaçdılar. Çünkü hepsi edebsizdi.
Onların taassubunu ve dîni yanlış anlayışlarını düzeltmek üzere gönderildi. Kendi elleriyle kitâb yazarlar, Allah tarafından geldi diye, parayla satarlardı. Allah öyle diyor Kur`ân-ı Kerîm'de çünkü. İşte bir, onların bu noksanlıklarını ikmâle, bir de Tevrât'ın bozulan ahkâmının idâmesine ve itikad kısmının da tashîhine memûr olduğu gibi, "Yâ Benî İsrâil, Ey İsrâil oğulları, size ben Ahmed Peygamber'i müjdelemekle emrolundum, sizi tebşîr ederim ki benden sonra Ahmed Peygamber gelecek" dedi, Hazret-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâmın müjdesini verdi.
Öyleyse iki vazîfesi vardı Îsâ Peygamber'in. Biri bizim peygamberimizi müjdelemek halka, beyân etmek. Şân-ı Muhammedîyi ilân etmek ve haber vermek. İkincisi de müteaasıb ve dinden çıkanların, itikadları bozulanların itikadlarını düzeltmek üzere gönderildi.
Efendi Hazretleri Îsâ aleyhisselâmın mucizleri hakkında da şöyle buyurdular :
"Sen apâşikâr sihir yapıyorsun Yâ Îsâ" dediler. "Gaybdan haber veriyorsun, böyle bir şey yok ortada". Halbuki Îsâ Peygamber, her peygamberin mucizatı olduğu gibi, onun da bir çok mucizâtı vardı ki insanların aklını mebhût edecek ve kudretullah önünde insanların bellerini rükûya eğdirecek, kafalarını secde etdirecek kudrete mâlik mucizât gösterdi Allah onun elinden. Allah yapdı, Îsâ yapmadı. Ölüleri ihyâ etdi. Ekmehe çâre buldu. Hiç gözü olmayanın gözünü açdı. Bi iznillah. Cüzamlılara şifâ verdi. Yerden çamur alır, çamuru üflerdi, Cenâb-ı Hakk onun nefesiyle ihyâ eder, kuş olurdu, uçardı. İnsanların evde sakladığı erzakı haber verirdi. Sen evinde şunu saklıyorsun, bunu saklıyorsun diye. Sonra, bi-gayrı-hak para cem eden hahamlara, onlara çatardı, derdi ki, "Görmüyor musunuz kuşları? Sabahleyin çıkıyorlar, karınlarını doyuruyorlar, akşama yuvalarına dönüyorlar, hiç bir şeyi iddihar edip saklamıyorlar ertesi gün için". İşte Papa da Îsâ aleyhisselâmın yolundan gitdiği için, başına on milyonluk taç giyiyor!Efendi Hazretleri sohbetlerinde sık sık böyle tarîzler yani taşlamalar yaparlardı. Tarîz, bir söz sanatıdır ve kasd edilenin tam aksini söylemek sûretiyle yapılır. Meselâ kabahat işleyen birisine "âferin" demek gibi. Kötü bir şey karşısında "maşallah, maşallah, aman ne güzel" demek gibi. Dinleyenler son cümledeki tarîzi anlayamayınca, Efendi Hazretleri "kavrayamadılar inceliği" buyurdular ve sözlerine şöyle devâm etdiler :
Halbuki Hazret-i Îsâ aleyhisselâmın sırtında bir gömleği vardı, bir de iğnesi vardı dikmek için. Yastığı taşdı. Yatdığı vakit taş koyardı başının altına. Şeytan bir gün geldi dedi, "Yâ Îsâ, dünyâya tamah etdin, rahatlığını arıyorsun, başının altına taş koyuyorsun" dedi. Kızdı, onu da kaldırdı atdı. Onu da atdı. Sonra bir gün bakdı, bir adam elini böyle çeşmeye koymuş, su içiyor yâhud pınardan eline su doldurup böyle içiyor suyu. Yanında bir maşrabası vardı, o maşrabayı fukarâya verdi. "Mâdem ki elle su içiliyor, bunu ne taşıyacağım" dedi. Onun için Papa Îsâ aleyhisselâmın yolundan gitdiği için, altın tasdan su içiyor şimdi. Bunu talîm etdi Îsâ aleyhisselâm. İşte böyle, vazîfesi oydu.
Efendi Hazretleri soruyu soran zâta dönerek buyurdular ki :
Şimdi onun vazîfesi ne? Ona soruyorum ben, hiç ihyâ-yı emvât etdi mi, ölü diriltdi mi hiç? Yani Allah'ı bilmeyene Allah'ı bildirip ihyâ etdi mi? Allah'ı bilmeyenler ölü gibidir. Hakk'ı görmeyenler kör gibidir. Hiç bir göz açdı mı? Hakk'ı gösterdi mi? Dünyâ pisliğine bulaşmış olan eller, cüzam hastalığına benzer, hiç onları ihyâ etdi mi, temizledi mi? Demek ki bunlar vazîfelerimiz bizim. Mücâdele yapmak lâzım. Allahu Sübhânehû ve Teâlâ'nın kimsenin müdafaasına ihtiyâcı yok. Ama biz bu mücâdeleyi üzerimize alırsak, şerefleniriz, izzet buluruz, azîz oluruz.
Efendi Hazretleri peygamberlerin mucizelerindeki hikmetler hakkında da şöyle buyurdular :
Enbiyâ aleyhimüsselâm, devrinde, hangi ilim neş'et etdiyse, o ilmin fevkinde bir mucize ile gelir. Susturmak için, halka mucizât ve burhân göstermek için. Îsâ Peygamber zamânında doktorluk çok ileri gitmişdi, yalnız ihyâ-yı emvât edemiyorlardı, ölüleri diriltemiyorlardı. Îsâ Peygamber geldi, ihyâ-yı emvât etdi ki doktorlar îmân edeler. Doktor îmân edince ötekiler îmân eder. Çünkü onun kıymetinin ne olduğunu onlar bilir. Hazret-i Mûsâ aleyhisselâm zamânında da sihirbazlık ilerlemişdi. Allah Mûsâ Peygamber'e bir âsâ verdi, o âsâ, bütün sihirbazların sihirlerini yutdu, onları ibtâl eyledi. Dâvûd Peygamber zamânında da mûsıkî ileri gitmişdi. Allah Dâvûd'a bir ses verdi ki Zebûr'u okuduğu vakitde dağlarda bulunan vahşî hayvanlar, hepsi gelirler Hazret-i Dâvûd'un önünde böyle hepsi secdeye kapanırlardı.
Hazret-i Peygamber, Hazret-i Muhammed aleyhisselâm zamânında da, şâirler almış yürümüşdü. Yani bir Arap şâiri böyle âsâsına dayanır, kırk sekiz saat vezinli kâfiyeli konuşur, söz söylerdi. Sonra Allah, Habîb-i Hudâ'ya, Resûl-i Ekrem'e, nebîler nebîsine, Kur`ân'ı verdi ve ilân etdi : "وَاِنْ كُنْتُمْ ف۪ي رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا عَلٰى عَبْدِنَا فَأْتُوا بِسُورَةٍ مِنْ مِثْلِه۪ۖ وَادْعُوا شُهَدَٓاءَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ ve in küntüm fî raybin mimmâ nezzelnâ 'alâ 'abdinâ fe'tû bi sûretin min mislih, ved'û şühedâeküm min dûnillahi in küntüm sâdıkîn". Eğer abd-i hâssımız olan Muhammed'e indirdiğim Kur`ân'ı Muhammed yazdı diyorsanız, hodri meydan, siz de gelin sûrelerinden en kısa bir suresinin bir mislini yazın bakalım. "فَاِنْ لَمْ تَفْعَلُوا وَلَنْ تَفْعَلُوا فَاتَّقُوا النَّارَ الَّت۪ي وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُۚ اُعِدَّتْ لِلْكَافِر۪ينَ fe in lem tef'alû ve len tef'alû fetteku'n-nâralletî vakûduhe'n-nâsu ve'l-hicâra, u'iddet lil kâfirîn". Resûlullah zamânında Kur`ân'ın en kısa sûrelerinden bir sûresinin mislini getiremediler, kıyâmete kadar da getiremeyecekler. Hattâ gene bir sûre-i celîlede, diyor ki, "Cinniler ve insanlar, bütün mahlûkât hepsi birbirine yardımcı olsa, târihçiler, coğrafyacılar, tıbçılar, hep bütün sanat erbâbı, ilim erbâbı, bir yere toplansınlar, birbirlerine yardımcı olsunlar, Kur`ân'ın sûrelerinden ufak bir sûrenin mislini getiremeyecekler." Ve getiremediler, getiremeyecekler.
İşte cümle peygamberânın mucizâtı, kendi devrine göre ne ilerlediyse, hangi fen, onun fevkinde gelmişdir.
www.muzafferozak.com