İslâm Kardeşliği ve Resûlullah'a Bağlılık - Hutbe - 22 Nisan 1983 ABD

29 Kasım 2024 tarihinde yayınlanmıştır.

Muzaffer Efendi Nasihat

HUTBE

Kâlallahu te'âla fî kitâbihi'l-azîz.
Eûzübillahimineşşeytânirracîm.
Bismillahirrahmânirrahîm.
إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ فَأَصْلِحُوا بَيْنَ أَخَوَيْكُمْ وَاتَّقُوا اللَّهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
İnneme'l-mü'minûne ihvetün fe aslihû beyne ehaveyküm vettekullahe le'alleküm türhamûn.
Sadakallahü'l-'azîm.

Yerin göğün sâhibi, bilinen ve bilinmeyen âlemlerin mâliki olan Allah, ahkâmı eskimeyecek olan, dâimâ genç ve dinç ve hasmını tepeleyen Kitâb-ı Kerîminde, bütün mü'minler yani "Lâilâheillallah" diyerek Allah'ı tevhîd eden ve kalbleriyle Hakk'ın varlığını ve birliğini tasdîk eyleyen, cümle peygamberlere îmân eyleyip, Allah'ın habîbi olan Muhammed aleyhissalâtü vesselâma îmân eyleyip, Resûl-i Ekrem'i her şeyinden ziyâde severek îmânını kemâle erdiren mü'minler, Allah Kitâb-ı Kerîminde buyuruyor ki, "Bütün müslümanlar kardeşdir" diyor, "bütün mü'minler kardeşdir". Renk, ırk, lisân, sıhhat, zenginlik, fakirlik mevzûbahis değildir. Bütün mü'minler birbirinin kardeşidir.
 
Gene aynı sûrenin, ki Sûre-i Hucurât, aynı sûrenin diğer bir âyetinde, esteîzübillah, "يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ ذَكَرٍ وَاُنْثٰى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَٓائِلَ لِتَعَارَفُواۜ اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ اَتْقٰيكُمْۜ yâ eyyühennâsü innâ halaknâküm min zekerin ve ünsâ ve ce'alnâküm şu'ûben ve kabâile li te'ârefû, inne ekremeküm indallahi etkâküm". "Ey insanoğulları! Sizi bir kadınla bir erkeğin ictimâından halk eyledik. Sizi kabîle kabîle, şube şube ayırdık, tanınıp bilinesiniz diye. Ama hiç bir kabîlenin diğer kabîleye, hiç bir milletin diğer millete, bir kimsenin diğer kimseye hiç bir efdaliyyeti yokdur, ancak takvâdır, Allah korkusudur, Allah korkusuyla. "اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ اَتْقٰيكُمْۜ İnne ekremeküm indallahi etkâküm, Allah indinde en kerîminiz Allah'dan korkandır".
 
Allahu Sübhânehû ve Teâlâ Hazretleri, bu âyeti böyle inzâl etdiği gibi, Resûl-i Ekrem bunu kendi fiili ile göstermişdir. Bundan bin dört yüz sene evvel, Medîne'ye bir siyâhî olan Bilâl-i Habeşî'yi vâli tayin etmişdir. Yine sahabeden birisi sormuş Resûl-i Ekrem'e, "Yâ Resûlallah, Bilâl ne kadar siyah" demiş, "bunun sırrı hikmeti nedir?". Resûl-i Ekrem, sahabeyi, ki o sahabeden Allah râzı olsun, şöyle cevâblamış : "Bilâl'in siyah olmasının sebeb ve illeti, yarın cennât-ı âliyâtda hûri kızlarının yanağına ben olacakdır onun siyahlığı" demiş. Hacerü'l-Esved, kara taş, siyah değil mi? Ne kadar kudsî, mukaddes. Gene müslümanların kıblesi olan Kabe, siyah örtüyle örtülmüyor mu? Gene Resûl-i Ekrem, o resûllerin resûlü olan Resûl-i Ekrem, başına siyah sarık sarmadı mı?
 
Öyleyse düşünelim böyle. Demek ki, Allah indinde en kerîmimiz Allah'dan korkandır ve Allah'ı sevendir ve O'na itâat edendir, Allah'ın emirlerine boyun koyandır, Allah'ın emirlerini Allah'ı severek icrâ edendir, Allah aşkıyla gözyaşı dökendir. Çünkü o gözyaşları, aşk ile dökülen gözyaşları, cehennemin ateşini söndürür. Cehennemin ateşini denizlerin suları, nehirlerin suları söndürmez, Allah aşkı ile dökülen gözyaşı söndürür. 

Gene Resûl-i Ekrem buyurmuş, sultân-ı enbiyâ, enbiyâlar sultânı buyurmuş. Yerin göğün sâhibinin sevgilisi, sebeb-i hilkat-i âlem olan Muhammed Mustafâ buyurmuş : "Birbirinizi sevmedikçe îmân etmiş olmazsınız. Beni her şeyinizden ziyâde, evlâdınızdan, ananızdan, babanızdan, makâmınızdan, her şeyinizden, her şeyinizden ziyâde sevmekle îmânınız kemâle erer. Beni sevmekle kâmil ve mükemmel insan olursunuz". 

"Meclislerinizi ve mescidlerinizi bana salât ü selâm ile tezyîn ediniz. Meclislerinizi, mescidlerinizi bana salât vermekle süsleyiniz".

Biliyorsunuz ki mescidler beytullahdır, Allah'ın evidir. Beytullah da iki kısımdır. Birisi mecâzî beyt, birisi beyt-i hakîkî. Birisi insanların eliyle yapdığı, tuğlayla, kiremitle, çamurla, çimentoyla yapdığı mesciddir. Ki bunu insan yapdı. Bu mesciddir ve beytullahdır. Lâ şekk velâ şübhe. Ama bu mescid, îzâfî mesciddir. Mescid beytullahdır, izâfîdir. Allah her yere hâzır ve nâzırdır, her şeyi muhîtdir. Mekânların mekânı Allah'dır. Nereye gidersen git, nerede olursan ol, Allah seninle beraberdir. İster câmide, ister kilisede, ister sinagogda, ister Kudüs'de, ister Kabetullah'da. "وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَر۪يدِ ve nahnu akrebu ileyhi min habli'l-verîd"

İzâfîdir. Ama bir de mescid-i hakîkî var, bir beytullah-ı hakîkî var ki, insanın kalbidir. İşte bu beytullahı da, "Bana salât ü selâm vermekle, bana muhabbet etmekle, evladlarıma, ehl-i beytime, ashâbıma, ensârıma, velîlerime muhabbet etmekle, süsleyiniz, tezyîn ediniz". Evet, size yakîn olan, tecelligâh-ı ilâhî bulunan kalbi, beytullah-ı hakîkîyi tezyîn edin bana salavât vermekle". 

Salâtın manâsı, Resûl-i Ekrem'e muhabbet, meveddet, bağlılık, hubb, hubb-ı şedîd.

"Üç sınıf kimse, kıyâmet gününde, ne bu âlemde, ne kıyâmet gününde, cemâlimi göremez". 

Bunlar da şunlardır. Âku'l-vâlideyni yani anaya babaya âk olanlar, âsî olanlar, onların haklarını yerne getirmeyenler. Hattâ insanın babası kâfir olsa, onu puthâneye götüremez ama puthâneden sırtına alarak evine getirecekdir. Hakdır, hukûkdur. Annesi fâhişe olsa, onu umumhâneye götüremez ama oradan çıkdığı vakitde, sırtına alıp evine getirecekdir. Annen hayatdaysa ayağının üstünü değil, altını öpeceksin. Çünkü Resûl-i Ekrem buyurdu ki, "Cennet annelerin ayağı altındadır". Âku'l-vâlideyni yani anaya babaya âsî olan, ananın babanın hakkını yrine getirmeyenler, onlara ikrâm etmeyenler, onlara ihsân etmeyenler, onlara güleryüz göstermeyenler, onlar benim cemâlimi görmezler.

"İkinci sınıf, benim sünnetimi terkeden, benim ictimâî ferdî sünnetlerimi terkeden kişilerdir, onlar da benim cemâlimi görmezler".  Uzun bir mütalaa lâzım burada fakat vakit dar olduğundan dolayı geçiyoruz böyle, kısa keseceğim. 

Çünkü Resûl-i Ekrem mal mülk bırakmadı. Kitâbullah'ı bırakdı ve sünneti ve itretini bırakdı. Allah'ın kitâbı Kur`ân-ı Kerîm bir kanat, Sünnet-i Resûl bir kanatdır, kim takarsa uçar, yükselir, yücelir. Allah'a yücelir, yükselir. Kitâbullah'ı bırakan ve Sünent-i Resûl'ü ve İtret-i Muhammedî'yi terk edenler helâke mahkûmdurlar. Kim olursa olsun. 

Mala güvenme, elinden hemen çıkar gider. Güzelliğine güvenme, yüzünde bir çıban çıkar, sabaha kadar güzelliğin mahv u perîşân olur. Ufak bir ateş her şeyi yakabilir. İşte Kitâb'a ve Sünnet'e kim tutunduysa, onlar saâdetle, selâmetle Allah'a varırlar ki Allah onlardan râzı, onlar da Allah'dan râzı olur ve cemâl-i Muhammed Mustafâ'yı görürler ve şefâatine nâil olurlar. 

Üçüncü sınıf, Resûlullah'ın cemâlini görmeyecek olanlar, Resûl-i Ekrem'in ismini işitdiği vakitde Resûl-i Ekrem'e salavât okumazlar. Yani Resûlullah'ı sevmezler. Sevseler salât okumaları lâzımdır. Sevgilisinin ismi zikrediliyor, onun hiç aldırdığı yokdur. Öyleyse onun muhabbeti yalancılıkdan başka bir şey değildir. İnsan bir insana aşk-ı mecâzî ile, platonik aşkla âşık oluyor, aşk-ı mecâzî ile sevdiği kimsenin ismi anıldığı vakitde vücûdları titreyen, tüyleri diken diken olan kişi, ki olması lâzım, Resûl-i Ekrem'i seven, Hazret-i Muhammed'in ismini işidir de vücûdu diken diken olmazsa, O'nun ismine hiç kıymet vermezse bu âşık mıdır? Peygamber'i seviyor mu o kimse? Elbet ki cemâl-i Muhammed Mustafâ'dan dûr olur, göremez Peygamber'in cemâlini.

Yakın bir zamanda, semâlar yarılır, yıldızlar dökülür, güneş dürülür. Sen büyük kıyâmeti gözleme. Senin güneşin dürülecek, senin gözün kapanacakdır. Senin kıyâmetin kopdu demekdir. Onu söylüyorum, ondan bahsediyorum. O korkulu günde mesûd olmak istiyorsan, Resûl-i Ekrem'î sev, O'nun ismini işitdiğin vakitde, salât ü selâm oku, sünnetine riâyetkâr ol, iki cihânda azîz ol, cemâl-i Muhammed'le müşerref ol. 

Yâ Rab, gönlümüzden sivânın muhabbetini al, gönlümüzü aşkınla ve aşk-ı habîbinle, Resûl-i Ekrem'in muhabbetiyle tezyîn et Yâ Rabbi. Manâ âleminde cemâl-i Muhammed'le bizleri müşerref kıl.  Öyle olduğu gibi, bîdâr iken de bizi Muhammed Mustafâ ile buluşdur. Ve kıyâmet gününde O'nun sancağı altında, Livâ-yı Hamd altında bizleri cem et. Âmîn, âmîn, âmîn, bi hürmeti seyyidi'l-mürselîn, bi hürmeti demi'l-Huseyn.

Vallâhu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâû ilâ sırâtın müstakîm.

Efendi Hazretleri, bu hutbesini, 22 Nisan 1983 (9 Receb 1403) tarihinde, davetli olarak bulunduğu ABD'de, çoğu kendi eliyle İslâm'a giren Amerikalılardan oluşan bir cemâate hitâben îrâd etmişdir. Orijinal ses kaydında İngilizce tercümeler de var ancak biz dinleyenlere kolaylık olsun diye bu kısımları çıkardık. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.
Listeye geri dön