16 Şubat 2024 tarihinde yayınlanmıştır.
HUTBE
Dilleriyle Allah'ı tevhîd eden, gönülleriyle Cenâb-ı Hakk'ın birliğine, vahdâniyyetine inanan, Allah'ı seven, O'nun habîbi cümle peygamberlerin serdârı, seyyidi, imâmı, Hazret-i Muhammed aleyhi's-salâtü vesselâma, îmân edip fahr-i Risâlet'i her şeyinden ziyâde severek îmânını kemâle erdiren. Hakk'ın cennetine tâlib rızâsına râgıb, cemâline âşık olan âşık-ı sâdıklar!
Dayanılacak ve güvenilecek bir yer vardır. O da Allah kapısıdır, Allah Celle Celâlehû Hazretlerinin kapısı. Cenâb-ı Hakk'a giden kapı, açık olan kapı, bâb, yol, peygamberlerin serdârı olan Mahbûb-i Kibriyâ Muhammed aleyi's-salâtü ve's-selâmın açmış olduğu kapıdır ki, Dîn-i İslâm'dır. Allah indinde dîn olarak yalnız, mücerred İslâm Dîni vardır. Hakk'ın râzı olduğu dîn budur. Esteîzübillah, "اِنَّ الدّ۪ينَ عِنْدَ اللّٰهِ الْاِسْلَامُ۠ inne'd-dîne indallahi'l-islâm". Allah indinde dîn olarak ancak İslâm Dîni vardır. Allah bizi bu yola sülûk ettirmiş ve tevfîkiyle, lutf u keremiyle bir mü'min babanın sulbünden Besmele ile ana rahmine düşürmüş, sonra bu âleme getirmiş ve bu âlemde de bizlere büyük iltifâtı olmuş, bizim ismimizi mü'minler defterine kaydeylemiş ve Kur`ân-ı Azîminde de bizlere "yâ eyyühellezîne âmenû" hitâbıyla, hitâb-ı kerâmât ile hitâb eylemişdir ki bundan daha büyük bir nimete eren bir millet, bir kavim yokdur. Ancak bizler varız bu nimete eren. Bizden evvel ne kadar kavim, ne kadar millet geçdiyse, bunların hiç birisi bu nimete nâil olamamışlardır. Bizim zamanımız gâyetle az, yani Resûlullah ile kıyâmet arası. En büyük nimet bize verilmiş, en büyük nimet bize nasîb olmuşdur. Yarın kıyâmet gününde de evvelâ bizim hesâbımız görülecek ve cennete en önce Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, arkasından ümmeti olan bizler dâhil olacağız.
Allah bizi Dîn-i İslâm'da sâbit-i kadem etsin ve Besmele ile ana rahmine düşdüğümüz gibi, dünyâya fıtrat-ı İslâm üzere doğduğumuz gibi, bu âleme islâm olarak getirdi, islâm olarak yaşatsın ve islâm olarak öldürsün, rûhumuzu mü'min olarak kabzeylesin ve sâlihlere ilhâk eylesin.
Gece gündüz Allah'dan dileyiniz ve ağlayınız ve sızlayınız, ille îmân üzere göçmeyi Allah'dan dileyiniz. Bir çok insanlar okudular yazdılar, dînî kitâblar da yazdılar, sonra son nefesde îmânsız göçdüler. Bu bir acâib hâldir, ahvâldir. Onun için her namazda "اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَۙ ihdine's-sırâta'l-müstakîm" vardır. Bunu ben her dersde söylerim hemen hemen. Çok mühim olduğu için söylüyorum. Allah da her namazda bize Sûre-i Fâtiha'yı okumamızı vâcib kılmıyor mu? "اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَۙ ihdine's-sırâta'l-müstakîm" . Manâsı, "Yâ Rabbi, sırât-ı müstakîm olan Dîn-i İslâm'da bizi sâbit-i kadem et" diyoruz Allah'a. Çünkü Allah sevmediği kullarının ismini Dîn-i İslâm'dan siler.
Gençler! Rahat oturunuz. Bizim hutbemiz beş on dakîka fazla oluyor, ayaklarının ağrısından hutbeyi anlayamazsın. Onun için rahat rahat otur, rahat rahat dinle. Ayaklarını kıbleye uzatma, dünya kelimesi konuşma, dünyâ kelimâtı, bir de uyuklama. Vaktini uykuyla geçirme.
Bir adam müslüman bir ananın babanın sulbünden müslüman olarak gelir, müslüman olarak yaşar, sonra son nefesde îmânsız göçer. Hem de ufak bir şeyden dolayı. Çünkü Allah Celle Celâluhû Hazretleri, kulları arasında velîlerini gizlemişdir. Gadabının hangi günahda olduğunu da sırlamışdır, bildirmemişdir. Gadab-ı ilâhî hangi günahdadır, küçüğünde mi, büyüğünde mi, bilmiyoruz. İsm-i a'zamını da esmâ-yı husnâ içinde gizlemişdir. Zâten Allah'ın ism-i asgarı yokdur, küçük ismi yokdur, hepsi büyükdür. Allah âlîdir. Allah noksan sıfatdan münezzehdir. Allah güzeldir. Allah güzeldir, güzeli sever. Allah kullarına lutufkârdır, latîfdir, lutfeder, ihsân u inâyet eder. Görmüyor musun, bu kadar günah işledik, hiç bir zaman bizim rızkımızı kesmedi. İbâdetine çağırdı, gitmedik, bizi taş etmedi. Yapma dediklerini yapdık, Peygamber'in sünnet-i seniyyesine karşı geldik, bilmeyerek, bilerek, gene Allahu Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri isimlerimizi dîvân-ı islâmdan silmedi, bizi buraya aldı, huzûruna çekdi.
Câmiye gelen kimse bilsin ki sevilen kişidir. Bir adam câmiye geliyor mu, bilsin ki sevilen kişi. Sen sevmediğine evinin kapısını açmazsın. Câmiler Allah'ın beytidir, Allah'ın evidir, Allah sevmediğini evine almaz. Sıkıntı basar adama. Hattâ Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Cenâb-ı Muhammed Mustafâ sallallahu aleyhi vesellem, sâhib-i risâlet, rahmeten-lil-âlemîn, şöyle buyuruyor, "Münâfıklar mescidde, kuş kafesde nasıl sıkılırsa öyle sıkılır" diyor. Bak sana söyleyeyim, hep bunların mihenk taşları var. Câmide sıkılıyorsan bil ki, nifakdan kurtaramamışsın kendini, istiğfâr eyle. İbâdetinden zevk almıyorsan, bil ki kazancında haram var. Kazancında haram olan kimse ibâdetden zevk alamaz, şevk duymaz, sıkılır ibâdetden. Kazancın helâl mi harâm mı? Harcadığın yere bak, nereye sarfediyorsun paranı. Oradan bilirsin, harâmdan mı kazandın, helâldan mı kazandın paranı, oradan da belli olur o iş. İçkiye giden, fışkıya giden filan bilsin ki parasının içerisinde haram var, oraya gidecek o. Çünkü bütün sular denize akar. Her şey cinsine çeker. Harâm harâma gider. Helâl helâla gider. Habîsât habîsler içindir, tayyibât tayyibler içindir. Güzellikler güzeller içindir, çirkinlikler çirkinler içindir. Geçiyoruz.
Allah ism-i a'zâmını esmâsı içinde sakladı, Kur`ân'ı içinde sakladı, bütün Kur`ân'ı okusunlar içindir. Gadabını da sakladı Allah. Onun için "Bu günah küçük, bir şey lâzım gelmez" deme. Allah'ın gadabı belki o günahdadır. Sana bunun hakkında nice misâller veririm ama yerimiz müsâid değildir. Küçük günahlar şuna benzer. Yukarıdan damla şeklinde damlayan su, taşı deler. Büyük su geldiği vakitde akar ve gider. Onun için öyle küçük günah deyip de Allahu Teâlâ'ya karşı âsî olma. Günah günahdır. Günahın küçüğü büyüğü şununla ayrılır. Büyük günah işleyen büyük cezâ alır yani hapishânede çok yatar. Allah'ın hapishânesi var, ismine cehennem derler. Âsîler, münkiler, kâfirler, münâfıklar orada hapsolunurlar. Müddeti herkesin yapmış olduğu suça göredir. Âsî olan Ümmet-i Muhammed îmânını kurtardıysa, bir müddet yandıkdan sonra şefâat-i Resûlullah ile âzâd olur. Ama kâfirler müebbed orada kalırlar. Allah muhâfaza buyursun. Gene bu âlemden sonra bir âlem daha var. Sâlihler, âbidler, âşıklar, Allah'ın sevgilileri için. Ona da cennet derler. O da kısım kısımdır. Cennet-i zât vardır, cennet-i sıfat vardır, cennet-i efâl vardır. Sen hangisindensen, lâyık olduğun mertebeye erersin. Cehennemde korkunç bukağılar vardır, akrepler ve yılanlar vardır, ateşdendir, zincirler vardır, kelepçeler vardır. Hiç inkâr etme, giden gelen var mı diye bana sorma, yakında gideceksin, gözünle göreceksin. Yakın zamanda, çok yaklaşdı hem de, çok yakında. "Küllü âtin karîb", her gelici çok yakındır.
Onun için aklını başına devşir ve Allah'ın çizmiş olduğu yoldan ve Cenâb-ı Hakk'ın açmış olduğu kapıdan içeriye gir. Ki Hazret-i Muhammed'dir o kapının başı, O'na kim sarılırsa, Resûlullah'ı kim severse, mahrûm olmaz. Cennet ve cehennem Peygamber'e müsahhar kılınmışdır, sallallahu aleyhi vesellem. O kapıdan bir adam girdi mi, Hazret-i Muhammed'in kapısından, sallallahu aleyhi vesellem, Resûl-i Ekrem Efendimizin kapısından girdi mi, o, Hakk'ın rızâsına, rıdvânına, cemâline nâil olur. O kapıdan içeri sokmazlarsa, felâket olur iş.
Onun için câmiye gelmişsin buraya, sen davetlisin, davetli! Hakk seni huzûruna almış, ondan bileceksin. Ama Allah'ın sana olan bu rağbetini, bu davetini sûistimâl etme. Secdegâhında Hakk'ın kudretini düşün. Rükûunda Allah'ın azametine nâil ol. Secde-i uhrâda Hakk ile kavuş ve buluş, Allah ile seviş. Namazın senin için mi'râc olsun. Seni namaz Allah'dan uzağa götürmesin. Çünkü çok namaz kılanlar var ki o namaz kılanların namazları, onları Hakk'dan uzağa götürdü. Günahdan kaçınmadılar çünkü, kıymetini bilmediler. Sonra nihâyeti perîşân oldular.
Olacak olur. Ne te'hîr olur, ne ta'cîl olur. Yarın için endîşe duyma. Hakk'a teslîmiyyetin olursa, başın dinç olur. Yarın için şu endîşede bulun. Îmânsız göçersem, bu âlemden îmânsız gidersem hâlim nice olur diye düşün. Bunun için çok kork. Her namazda, "اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَۙ ihdine's-sırâta'l-müstakîm" de yani "Yâ Rabbi, sırât-ı müstakîmde benim ayağımı sâbit-i kadem et, dîninden, huzûrundan kovma" de Allah'a ve sızlan ve ağla. Ve gece Cenâb-ı Hakk'la başbaşa kal. Kişi sevdiğiyle tenhâlara gider. Allah'ı seviyorsan, tenhâda başbaşa kal. Beş vakit namaz âşikârdır, riyâ olmaz. Ezân-ı Muhammedî âşikâre okunuyor. Beş vakit namazın riyâsı olmaz. O, müslümanların boynunun borcudur, Allah'ın emridir, Peygamber'in gözü nûrudur, Dîn-i islâm'ın direğidir, îmânın alâmetidir, mü'minin burağıdır, mü'minin mi'râcıdır namaz. Beş vakit ezân alenî okunuyor, beş vakit namazı muhakkak kılacaksın, imkânı yok bırakamazsın onu. Ama bunu seve seve kıl. Sakın gencim diye namazı terketmeye kalkma. Yakın zamanda, okuduğum âyet-i kerîme onu gösteriyor, yakın zamanda, bilmiş ol ki kapıya cansız at gelecek. Sana "Ömrünü nerede sarf etdin? Parayı nereden kazandın, nereye sarfeyledin? İşitdiğin ilimle ne amel etdin?" diye soracaklar. Bir daha söylüyorum. "Gençliğini nerede yıpratdın? Ömrünü nerede kocaltdın? İşitdiğin ilimle ne amel etdin? Parayı nereden kazandın nereye sarf eyledin?" diyecekler sana. O cansız at kapıya gelecek. Arkamızdan çocuklarımızı yetîm, âilelerimizi dul bırakacak. Annelerimiz, babalarımız sağ ise, biri saçını, biri sakalını yolacak. Birisi Allah diye bağıracak. Kimisi isyân edecek, kimi Allah'a mutî' olacak. Olacak bu hâdise yani kurtuluş yok bundan, çâre yok.
Öyleyse geldin ve gidiyorsun yani köprü üstündesin. Yani Kadıköy tarafından İstanbul tarafına geçiyorsun. Ana rahminden çıkdın, köprüye bindin, bu tarafa geçdin mi, âhiret. Bu köprü on dakîka, on beş dakîka sürüyor, öbür köprü altmış sene sürüyor, yetmiş sene sürüyor, seksen sene sürüyor, adamına göre. Kimi çabuk gidiyor, kimi yavaş gidiyor yani. Bunun da misâllerini vereceğiz. Ömürler nefes sayısıyladır. Ömürler nefes sayısıyla.
Onun için Allah'a teslîm ol, Allah'ı bil, Allah'ı bul, Allah ile ol. Allah'ı zikreyle, gecede ve gündüzde, âşikâre ve gizli. Allah diyen mahrûm kalmayacakdır. Senin vazîfen, Allah'ı bilmek, Allah'ı bulmak, Allah'ı zikretmek, O'nun habîbi Muhammed'ine uymak, Hakk rızâsına nâil olmak, cennete dâhil olmak, cemâl-i ilâhîye mazhar olmakdır. Hakk rızâsını kazanmakdır. Allah'ı râzı kıldın mı zâten cennet senin önüne serilecekdir, açılacakdır., sekiz cennetin kapısı açılacakdır. "Kulum ben senden râzıyım, sen de benden râszısın. İşte açdım sekiz cennetin kapısını da" dediği vakitde, eğer âşık-ı billah ise, "Yâ Rabbi, cenneti ehline ver, ben seni istiyordum zâten, dünyadayken gece gündüz seni isterdim. Ben seni istiyorum" diyecekdir. Bak ister hûri, ister gılmân, ister vildân, ister cennetin nehirleri, su nehri, bal nehri, süt nehri, şarap nehri, köşkler, saraylar, haymeler, ister bunları, ister Hakk Teâlâ'nın kendisi, hangisini istiyorsun? Herkesin aşkı, isteği, arzusu ne ise o verilecekdir.
Bak içinde bulunduğumuz ayın yani Cemâziyelâhirin son günleri, Pazar günü Receb ayının biridir. Bu Receb ayı, Allah indinde çok muhterem ve mübârek bir aydır. İçinde bir gece var, Leyle-i Regâib, regâib rağbetin cem'idir. Yani bütün melâike-i kirâm hazerâtı o geceye rağbet ediyorlar. Acaba neden? Fahr-i Risâlet'in ana rahmine düşüp, annesi Âmine'nin hâmile kaldığını bildiği gündür.
Birinci gün oruç tutarsan, üç seneye muâdildir orucun sevâbı. Ama oruç tutmaya kudretin yoksa eğer, dilini tut. Gıybet etme, küfretme, adam kalbi kırma, gönül yıkma,. Gönül yıkmak Kabe'yi yıkmakdan daha berbatdır. Kabe'yi İbrâhim Peygamber yapmış, taşdan toprakdan binâ edilmişdir. Onu yıkan zâlimdir. Mâni olanlar da zâlimdir. Çünkü Allah öyle diyor, "وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ مَنَعَ مَسَاجِدَ اللّٰهِ اَنْ يُذْكَرَ ف۪يهَا اسْمُهُ وَسَعٰى ف۪ي خَرَابِهَاۜ ve men azlemü mimmen mene'a mesâcidallahi en yüzkere fîhe'smuhû ve se'â fî harâbihâ". Allah'ın mescidlerini men edenden daha zâlim var mı kâinâtda? Yokdur. Onu taşdan toprakdan İbrâhîm Peygamber yapmış, onu yıkarsan zâlimsin. Ya Allah'ın halk etdiği, Allah'ın yaratdığı Kabe'yi yıkarsan, ki kalbdir o, Allah semâvâta ve arda sığmadı, mü'minin kalbine nazar etdi ve tecelliyât orada oldu. Kalbi yıkmak, elbette daha berbat. Sakın hâ, dilinle incitme kimseyi. Dilin sana halkı soksun, zehirlesin diye verilmedi. Akrep değilsin sen, yılan da değilsin. Dilinden gıybeti, nemâmeyi, sebbi, küfrü, şetmi at, dilini zikrullah ile süsle. Hakk kelâm konuş, güzel konuş. Kimsenin kalbini kırma, tatyîb-i hâtır eyle. Hak konuş, hak söyle, halkı Hakk'a davet eyle. Vazîfen budur senin. Kulları Allah'a davet et, Allah'a çağır. Allah'a çağır kulları bu diline. O dil, insanı a'lâ-yı illiyyîne götürür. yani a'lâ-yı illiyyîn demek, en yüksek makâm demek, senin anlayacağın. Gene o dil, insanı esfel-i sâfilîne götürür. Yani insanı cehennemin esfeline götürür. Gene o dil parçası. İki et parçasına sâhib olmayan insan değildir. Biri iki çene arasındaki dil, birisi de iki bacak arasındaki bulunan et parçası. Anlıyorsun değil mi? Onlara sâhib olmayan insan değildir. Her ne kadar sûretâ insan da görünse hakîkatde hayvandır. Nefsine ve uçkuruna ve diline sâhib ol. Dilin cirmi küçük, cürmü gâyet büyükdür. Onun için Cenâb-ı Allah onu, dokuz boğum gırtlak, bir dudak, bir diş emrine verdi. Bir de sana irâde verdi ki nefsine, diline sâhib olasın diye. Bak dokuz tâne boğum var.
Sıddîk-i Ekber Cenâb-ı Ebâbekir, ekseri zamanda mübârek ağzına taş alırlardı. Bir şey söyleyeceği vakitde söyleceği sözü düşünür, "Acaba ind-i ilâhîde mergûb mudur, matrûd mudur. Allahu Teâlâ beni bundan dolayı muâheze mi eder" diye, ondan sonra ağzından çıkarırdı taşı, öyle konuşurlardı. Sen bunu yapamazsın ama hiç olmazsa hak kelâm konuş. Allah de. Allah de, mahrûm olmayacaksın.
İkincisi, bacak arasındaki et parçası. İnsanı rezîl ve sefîl eder. Hemen beş dakîkalık zevk için Allah'ı ve Peygamberini üzme. Onlara eziyet cefâ etme. Allah'ın sevmediği şey o. Ondan kaçın ki felah bulasın. Bütün ibâdetin habt olunur, insanlığın elinden gider. Sakın hâ! Sakın hâ! İffetli, ırzlı, nâmuslu ol, özün sözün doğru olsun. Sen Muhammedîsin, Resûlullah'a lâyık bir ümmet ol. Allah'a lâyık bir kul, Hazret-i Muhammed'e lâyık bir ümmet ol. Nefsine hâkim, sözünde sâdık, ahdine vefâkâr ol. Sabırlı ol, metânetli ol. Mürüvvetli ol. Affı sev, keremi sev, kötülüklerden kaçın. O vakit sûretâ insan olduğun gibi sîreten de insan olursun ki, Allah'ın da istediği budur.
Bu âlemden öteki âleme geçmenin ahvâlinden bir şeyler söyleyecekdim fakat vakit dar olduğu için geçiyoruz.
Receb ayının birinci günü Pazar günüdür. O gün oruç tutan, üç sene oruç turmuş gibidir. Allah öyle sevâb veriyor. Allah'ın bazen öyle sevâbları vardır ki ufak bir şey icrâ edersin, kıymet verdiğin büyük ecirlerden daha büyük ecir alırsın. Onun için en ufak sevâba koş, en ufak günahdan kaçın. Sana misâllerini vermişdim.
Şeyh Mansûr Hazretleri ölüyormuş. Yani ölmüyormuş, oluyormuş. Ölüyor kelimesiyle konuşdum, bilmeyenler öğrensin diye yapdık o işi. Bu âlemden gidiyormuş yani göçüyormuş. Âşıklar, sâdıklar, sâlihler, iyi insanlar ölmezler, olurlar. Hayvanlar ölür. Ağlıyormuş Hazret-i Şeyh, gözlerinden yaş döküyormuş.
İyi dinle, kulağını benden yana ver! Sana mühim bir kıssa vereceğim ki inşâallah onunla âmil olacaksın. Çünkü unutursun ekserisini.
Çocukları dediler, "Baba nedir ağlaman?". Dedi, "Korkuyorum". "Biz doğduk seni Hakk'ın önünde bulduk, âhirete gidiyorsun gene Cenâb-ı Hakk'ın önünde Hakk korkusuyla gözyaşı döküyorsun" dediler. "Evladım ne olacağım malûm değildir. Allah hidâyet etmezse, hidâyete mazhar kılmazsa, hâlimiz nice olur bizim?" dedi. Ve vefât etdi, âlem-i cemâle göçdü. Rüyâda gördüler, dediler ki, "Ne haber?". Dedi, "Kurtuldum". "Elbet kurtulursun" dediler, "yetmiş iki haccın var idi, bu kadar salâtın, sıyâmın var idi". "Yok yok" dedi, "Allah bana sordu, 'Ey günahkar ihtiyar! Sen bu yaşında bana karşı günah yapmaya hayâ etmedin, günah işledin, ben sana dünyâda iken azâb etmeğe hayâ etdim, rızkını kesmedim senin' dedi bana. 'Neyle geldin bana?' diye sordu. Eli boş gidilmez gidilen yere. 'Ne getirdin?' diye sordu. Ben dedim ki, "Yâ Rabbi, biliyorsun, yetmiş iki haccım var, yayan gitdim Kabe'ye memleketimden. 'Onları ben kabûl etmedim' dedi.
İyi dinle!
"Sonra ben ona dedim ki, 'Bulûğa erdiğimden tâ ölünceye dek Yâ Rabbi, وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتّٰى يَأْتِيَكَ الْيَق۪ينُ va'bud rabbeke hattâ ye'tiyeke'l-yakîn, bu âyete hürmeten hep ibâdet tâatda bulundum, saçım sakalım senin ibâdetinde ağardı'. 'Onları da kabûl etmedim. Senin kulluk borcundu onlar'. Sonra ben dedim ki, ' Oruç tuttum'. 'Onları da kabûl etmedim' dedi. Sonra 'Neyle geldin bana?' diye sordu gene. O vakit ben dedim ki, 'Şeyh Mansûr şimdi helâk oldu' dedim. 'Yoook helâk olmadın' dedi, 'bir gün yolda gelirken yola diken atmışlardı, o dikeni yoldan kaldırdın, Ümmet-i Muhammed'in ayağına batmasın diye, o dikenli çalıyı kenara koydun. Sen ona hiç kıymet vermedin. Haccını, ibâdetini öne sürüyorsun bana, onları kabûl etmedim ama o dikeni kaldırdın, yoldan geçen ibâdullahı korudun ya, onun için ben seni affeyledim' dedi, ondan kurtuldum" dedi.
Acaba anlatabildim mi ne demek istiyorum. Yani ufak bir sevâb insanı rızâ-yı Rahmân'a erişdirir. Ufak bir günah da gadab-ı ilâhîye uğratır. İstersen onu da anlatayım.
Hazret-i Îsâ aleyhisselâm bir kabrin yanından geçiyordu, Allahu Teâlâ emretdi Îsâ'ya, "Yâ Îsâ, duâ et, o kabirdeki meyyiti dirilteceğim. Sor, konuş, kullarıma ibret olsun".
İyi dinle bakalım şimdi bunu. Şeyh Mansûr dikenle kurtulmuş, yetmiş iki haccı kabûl etmemiş Allah. Etmez ya! Zekât vermiş. Kimin malını kime veriyorsun. Yani bir gözünün görmesini seksen sene namaz kılmakla ödeyebilir miyim zannediyorsun. Bir kere görmek, bir kere! İki kere değil. Seksen sene namaz kılmakla, bir kere bakışın hakkını ödeyebilir misin acaba? Bir kere görmenin, iki kere değil, bir kere görmek. Bir kere işitmek. Allah'ın nimetleri içinde yüzüyoruz da haberimiz yok. Balık gibi. Balık suda yüzer, denizden haberi yokdur. Biz de onun gibiyiz. Hürriyetin, iffetin, ırzın, sıhhatin, âfiyetin, îmânın, Allah'ın verdiği bunca nimetler. Namazla, oruçla filan ödeyeceğini mi zannediyorsun. O kulluk vazifen senin. Onu da yapmıyoruz zâten doğru dürüst. Kılanlarımız doğru dürüst yapmıyoruz, kılmayanlarımız hiç yapmıyor, kalbimiz temiz filan diye böyle ki bu islâma yaraşmaz, yakışmaz. Kim ki ben Muhammedîyim der, onda sevdiğinin nişânı olması lâzım gelir. Ne nişânın var senin üzerinde? Bir nişânını göster bana. İnsan sevdiğini çok zikreder, ismini çok söyler. Meselâ biz gördük, sevenleri gördük kendi efendilerinin yollarından aynen yürüyorlar. Seviyorlar çünkü. Hazret-i Muhammed'i seviyorum diyorsun, hani ne nişânın var üzerinde? Soruyorum sana ve kendime de soruyorum. Haydi. Ne yapdın yani? Seni mahrûm edeni mahrûm etmedin mi? İkrâm etdin mi ona? Yok. Ya sana zulmedeni affetdin mi? Hayır. Hani ya Peygamber'i seviyordun ya. Seni terkedeni sen terketmedin değil mi, peşinden gidiyorsun, arıyorsun dîn kardeşini? Peygamberimiz böyle yapdı, sallallahu aleyhi vesellem. Acaba anlatabildik mi? Yâ Rabbi, anlat, dinlet, amel etdir, ihlâs ile yapdır Yâ Rabbi. Habîbin Muhammed hürmetine.
Duâ etdi Hazret-i Îsâ aleyhisselâm, kabir şakk oldu, o zât zuhûr etdi. "Sor" dedi Cenâb-ı Hakk, "ne yapardı". Çünkü Hazret-i İsâ ile ölü konuşacak, dirilen ölü, biz dinleyeceğiz. "Ben yevmün cedîd rızkun cedîd her gün kazanır her gün yerdim, hammallık yapıyordum". "Kabirde hâlin nedir?". "Azâb-ı ilâhîye müstehak oldum" dedi. "Sebebi ne?". "Bir gün odun taşıyordum, yemek yemişdim, dişimin arasında yemiş olduğum yemekden bir şey kalmışdı. Odun sâhibinin haberi olmadan, bir kürdan kopardım ondan dişimi karışdırdım, o kürdanı yere atdım. Bundan bu azâba uğradım" dedi.
Allah zerre kadar hayrı da zâyi etmez, zerre kadar günahın hesâbını da sorar. "فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُۜ * وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ fe men ya'mel miskâle zerretin hayran yerah, ve men ya'mel miskâle zerretin şerren yerahû". Bundan maksadımız ne, niye konuşuyorum bunları? Zerre kadar hayra koş, zerre kadar şerden, kötülükden kaçınacaksın. Acaba anlatabildik mi? Allah bahâ Allah'ı değildir, bahâne Allah'ıdır.
İbâdetini kulluğunu yap. Dilin tutulmadan Allah de. Bir gün gelecek, dilin tutulacak. Bir gün gelecek çenemiz kilitlenecek. O çene kilitlenmeden Allah de. Bir gün gelecek, donup kalacağız böyle, ne kolumuzu kaldırabileceğiz, ne belimizi. O gün gelmeden Allah'a kıyâm, rükû, sücûd eyle. Allah'ı tesbîh et. Bir gün gelecek malına mülküne sâhib olamayacaksın. O gün gelmeden onları Hakk yoluna dağıt. Hepsini ver demedim. Rızkından ver. Senin meşrebine kalmış iş, aşkına kalmış, itikâdına kalmış, Allah'a tevekkülüne kalmış. Karışmayız. Şerîatın hükmü, kırkda birini vermekdir. Hesâb eder verirsin fukarâya. Bana değil, fukarâya vereceksin. İhmâl etme sakın hâ! İslâm'ın beş şartını yap.
Bugün avantaj çok bizim için. Bunu da söyleyeyim size. Bundan beş yüz sene, üç yüz sene evvel, bir adamın seksen senede eremeyeceği manevî makâma, bu zamanda bir adam kırk günde vâsıl olur. Bir daha söylüyorum. Beş yüz sene evvel bir müslümanın seksen senede eremeyeceği maneviyyât makâmından bir dereceye, bugün kırk günde dâhil olabilir. Çünkü Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki, "Benim sünnetimi, böyle sünnetim tutulmadığı vakitde, harama helâla bakılmadığı vakitde, bir adam benim sünnetimi tutarsa eğer, ona yüz şehîd sevâbı verilir" dedi Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem. Onun için sen bire bin alıyorsun. Bir Allah diyorsun, bin defa demiş gibi. Sen avantajlısın yani. Çünkü neden? Öyle bir zaman oldu ki meselâ bir çok mü'min kardeşlerimiz dînden, diyânetden, insanlık sevgisinden, Allah sevgisinden mahrûmdurlar. Ben iyiyim herkes kötü, ben yiyeyim başkası yemesin diye düşünüyoruz. Kafa böyle çalışıyor. Ne âlim dinler, ne hoca. Nasıl âlim dinlesin? Biz uykudayız. Siz ölmüşsünüz. Uykuda olan adam ölmüş olanı diriltebilir mi, uyandırabilir mi? Vaktiyle halk uyuyor, âlimler uyanık idi, uyanıklar, uyuyanları irşâd ederlerdi. Hepimizin üzerine ölü toprağı serpilmiş gibi, ne sünnetden, ne vâcibden, ne farzdan, ne Allah korkusundan, ne aşk-ı ilâhîden haberimiz var. İçimizde olanlar olmasa, Allah gök kubbeyi tepemize indirecek. Var tabii ama gizli. Âşıkları, sâdıkları, velîleri var, onlara sözümüz yok. Umûmî olarak söylüyorum. Yoksa gök kubbe yukarıdan aşağı başımıza inecek. Yağmur yerine taş yağacak. Kar yerine taş yağacak. Buz yerine ateş yağacak başımıza yani. Ama masûmların, günahsızların, âşık-ı sâdıkların, gizli yerlerde Allah aşkıyla ağlayanların hürmetine Allah bizi muhâfaza buyuruyor, rızkımızı veriyor bize.
Aklını başına al! Tevhîdde birleş! Mü'min kardeşini sev. Hak ve hukûka riâyet eyle. Kötülüğe karşı gel. Elinle, dilinle, kalbinle, ne yapabiliyorsan yap. Kötülüğü kabûl etmeyeceksin. Kimin îmânı kemâle erdiyse, rüşde erdiyse, küfür, ısyân bunlar kendisine kerih görünür. Onlardır rüşde erenler îmânda. Bana ne deme! Hısım akrabandan, etafında bulunan arkadaşlarından hepsinden mesûlsün. Hepsi senden davâcı olur yarın yevm-i kıyâmetde. "Ben kurtulayım, onların kurtulmasın" demeyeceksin. Arkadaşlarını Allah'a çağır, Allah'a davet eyle. Hakk yolu, nûrlu yolu göster. Zulmetden dön!
Allah çağırıyor şimdi, gece gündüz. Habîbi Muhammed sallallahu aleyhi vesellem nidâ ediyor. Bütün sahabe, bütün velîler, Allah'ın mağfiretine, cennetine ve cemâline çağırıyorlar. Sen uyuyorsun daha. Sen gidiyorsun hiç lüzumsuz yerlerde ömrünü geçirip çürütürsün. Yemeyeceğin malları karınca gibi toplarsın. Karınca misâli. Karınca, toplar toplar, yemeden gider âhirete. Toplar, cem eder eder, kendisi ölür gider, topladıkları kalır. Sen karınca misâlisin daha, insan olmuşsun ama karıncalıkdan kurtaramamışsın kendini.
Ey âşık-ı sâdıklar! Allah'a kulluk etmeye çalışın. Hemen tövbe istiğfâr ediniz ve Receb ayında hemen ibâdet tâata başlayınız.
Gene size bir şey daha söyleyeceğim ve bu bir sırdır. Kötü alışkanlıklarını terketmek isteyenler, kim istiyorsa sigarayı terketmek, içkiyi terketmek gibi filan, bu Receb ayında tövbe istiğfâr etsin, hüsn-i niyetle terketsin, Allah ona sabr u metânet verecekdir. Bir sırdır bu, evliyâullahın sezdiği Allah'ın sırlardan bir sırdır. Kötü alışkanlıkları varmış, bunları terketmek isteyenler, bu Receb ayının ilk Cuma gecesi tövbe istiğfar etmeli, hemen Cenâb-ı Hakk'ın tevfîkine sarılmalı, muhakkak sûretde derdine devâ bulacakdır.
Receb ayının ikinci günü oruç tutmak, iki sene oruç tutmaya bedel. Üçüncü gün oruç tutan, bir sene oruç tutma sevâbı alır. Ondan sonraki günlerde, bir aydır sevâbı. Oruç tutanlar tutsun, tutmayanlar dillerini tutsunlar.
Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm.
Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 25 Mayıs 1979 (27 Cemâziyelâhir 1399) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Bu hutbenin ses kaydı çok zayıf olduğu için yalnız yazılı olarak yayınladık. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.