İslâm ve Tasavvuf - 4 Mayıs 1984 ABD

9 Şubat 2025 tarihinde yayınlanmıştır.

Hikmet
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri Amerika'daki bir sohbetlerinde bir Amerikalı, "Bir çok kimse ile karşılaşıyorum, bana şunu soruyorlar, tasavvufla islâmın ne alâkası var diyorlar" deyince Efendi Hazretleri buyurdular ki : 
İslâmın zâhirindeki bulunan evâmirin hikmeti sôfiyyedir, Kur`ân'da var, Allahu Teâlâ, "قَدْ اَفْلَحَ مَنْ تَزَكّٰىۙ kad eflaha men tezekkâ, nefsini tezkiye eden felah buldu" diyor. Tezkiye nerede olur? Sôfiyyede olur. İkincisi, kitâbı ve hikmeti talîm için Resûl-i Ekrem'in gönderildiğini söylüyor. Kitâb, Kur`ân, hikmet nedir, tasavvufdur, sôfiyyedir. O bilmiyorsa yok olması lâzım gelmez ki. Benim cebimdeki paranın olup olmadığını bilmeyen adam "Efendi'de para yok" diyemez ki, bilmiyor ki. "Efendi sende para yok" diyor bana, ne malûm ulan, dolu içerisi. 
Kur`ân-ı Kerîm'de, "Kitâbı ve hikmeti talîm için size bir resûl ba's olundu" diyor. Bunu sana söyleyen adamın islâmdan haberi yok, müslümanlığı bilmiyor o. Yani böyle söyleyenler, islâmdan haberleri yok onların. Onun sözü mesmû' olmaz. Câhil adamın sözü mesmû' olmaz. "وَاَعْرِضْ عَنِ الْجَاهِل۪ينَ ve a'rıd ani'l-câhilîn". Câhilden i'râz lâzımdır. Ya dinler adam, öğrenir, veyâhud itiraz etmez. Cehl-i inâdî derler ona. 
Tasavvuf yokmuş islâmda. Bir profesör söyledi bana bunu, aynı şeyi. Sorbonne Üniversitesinde tasavvuf profesörüymüş herif. Paris'de bana söyledi. Tabii şiddetle reddetdim kendisini ve sükût etdi, cevâb veremedi ve mebhût oldu herif. Resîl oldu, susdu. Elhamdülillah, sâye-i risâletde. Yani şeyhimin kerâmeti kendinden rivâyeti değil. "Nereden biliyorsun?" dedim, "sen islâmı biliyor musun? Senin müslümanlıkdan haberin yok". 
Resûl-i Ekrem bir gazâ dönüşünde diyor ki, "Biz küçük muhârebeden büyük muhârebeye döndük. Ashâb diyorlar, "Yâ Resûlallah, kiminle harb edeceğiz?". "Nefsimizle" diyor. Nefisle harb etmek ne demek? Nefsiyle mücâdele ve nefsini ıslâh.
Sôfî kelimesi Arabî değil mi, Araplar var burada. Sôfî kelimesi, zâten Arapça. İslâmda niye olmasın, Arabî olan kelime sôfî. Ha bir de sofist kelimesi var, o Yunanca o. O ikisinin benzemesi bir şey değil. Sinek gibidir o. Sinek Türkçede, bildiğimiz sinek, sizde yılan İngilizcede. Onun gibi o. O Yunancadaki sofist başka, müslümanlıkdaki sôfî başka. Elfaz bir, manâları ayrı ayrı. 
Sonra, sôfîlik yalnız islâma mahsûs değildir. Tevrat'ın da bir sôfîliği vardır, mûsevîliğin yani. Îsevîliğin de bir sôfîliği vardır. Ayrı onlar. Ama onlar hepsi kütüb-i semâviyye olmak münâsebetiyle birbirine benzerler. Birbirinden alınmış değil, birbirine benzer. Ama tam değildir. Çünkü ahkâm değişmişdir, zamanla mekânla. 
Sôfî kelimesi, Resûl-i Ekrem'in evinin önünde oturan zevât vardı, bunlar bir lokma ekmek bir hırkaya râzı olan kişiler, ashâb-ı soffe derler. Soffe ashâbı, sôfî. Hiç bunlar çalışmıyorlar, bir lokma ekmeğe râzı, hep Resûl-i Ekrem'in huzûrunda Pegamber'den ahz-ı feyz ediyorlar. Oradan başlıyor sôfîlik bizde. Sonra geçiyor ilerledikçe esrâr-ı Kur`âniyye çözülüyor. Bir adam Allah'dan korkarsa ve Allahu Teâlâ'ya ibâdet tâatda bulunursa, Allah ona bilmediklerini öğretir. "وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ وَيُعَلِّمُكُمُ اللّٰهُۜ vettekullah ve yu'allimükümüllah"dır. Kim ki Allah'dan korkar, Allah ona bilmediklerini öğretir. Sonra bilmediğimiz nice esrâr-ı ilâhiyye çıkmışdır. Bütün esrâr, hepsi hadîsden ve Kur`ân'dan alınır bunlar, hâriçden alınmaz ki. İşkembeden alınmaz bu, Kur`ân-ı Kerîm'den alınır. Ama herif bilmiyor, islâmda sôfîlik yokmuş! O bir kavl-i mücerred bana. Kim takar düğün evinde Kel Fatma'yı. Bana ne. 
Herif başında sarıkla gidiyormuş. Adamın birisi çıkmış karşıdan, "Hoca mısın?" demiş. "Ulan" dedi, "başımda sarığı görmiyi misun?" dedi. İslâmda sôfîlik yokmuş! Biz müslüman değil miyiz! İşte sôfîyiz biz işte, var demek ki islâmda sôfîlik. İşte canlısı biziz. İslâmda sôfîlik olmasa, ben müslüman değil miyim, müslümanım ve sôfîyim işte. Milyonlarca sôfî var böyle müslümanlıkda. Tekkeler, türbeler, dünyâ kadar. 

"Tasavvuf ne zaman başladı?" diye sorulunca Efendi Hazretleri buyurdular ki :

İş Hazret-i Peygamber'den başlıyor. Şimdi benim şeceremi açarsak biz buradan gider tâ Hasan-ı Basrî, kaddesa sırrah, sonra İmâm-ı Ali, sonra İmâm-ı Ali'den Hazret-i Resûl-i Ekrem, sonra Cebrâil, sonra Allah'a gidiyor benim şecerem. 
Şimdi meselâ namaz kılıyoruz. Namazın şerîat kısmı, kıyâm, kırâat, rükû, sücûd, kâde-i uhrâda şöyle oturmak, on iki farzı var. Hadesden tahâret, necâsetden tahâret, istikbâl-i kıble, cesâretden ibâret filan, sırayla böyle on iki. E peki bâtın manâsı ne? Tasavvufî manâsı var. Abdest alıyorsun. Elini suyla yıkadığın vakitde, "Yâ Rabbi, senin rızân olmayan yere bir daha ben elimi sürmeyeceğim" diyorsun. Zâhirde kirini yıkıyorsun. Ağzına su verdiğin vakitde, "Yâ Rabbi, bir daha dilimle katiyyen gıybet yapmayacağım, küfür yapmayacağım, kimsenin kalbini kırmayacağım ve Yâ Rabbi seni zikredeceğim" diyorsun. "Burnumla senin rızândan gayrı koku almayacağım Yâ Rabbi" diyorum. Yüzümüze su vurduğumuz vakitde, zâhirde yüzümüzü yıkıyoruz, bâtında, "Yâ Rabbi, yüzümüzün suyunu kimseye dökmeyeceğiz, yüzümüzü günahla karartmayacağız" diyoruz. Kollarımızı yıkadığımız vakitde kezâ böyle, "Yâ Rabbi, rızân olmadığı yere el uzatmayacağız" diyoruz. Başımıza mesh etdiğimiz vakitde, "Dînini, îmânını, kitâbını, Kur`ân'ını başımıza tâc etdik" diyoruz. Ayaklarımızı yıkadığımız vakitde diyoruz, "Yâ Rabbi, bizi hayırlı yerlere götür". Yaaa, bak tasavvuf kısmı işte. 
Namaz kılıyoruz, kıyâm, rükû, sücûd. Tasavvufî manâsı, âdem çıkıyor. Kim namaz kılarsa, âdemdir o. Yaaa, çünkü kıyâm elif, rükû' dal, "âd" oldu, secde mim, "âdem" oluyor. Bak şimdi tasavvufî manâsı, namazın tasavvufî manâsı. Daha başka tasavvufî manâlar var o namazın içerisinde. Kıyâmda duruyorsun, huzûrullahda duruyorsun, kitâbını okuyorsun, kıyâmet gününde. Esteîzübillah, "وَكُلَّ اِنْسَانٍ اَلْزَمْنَاهُ طَٓائِرَهُ ف۪ي عُنُقِه۪ۜ وَنُخْرِجُ لَهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ كِتَابًا يَلْقٰيهُ مَنْشُورًا * اِقْرَأْ كِتَابَكَۜ كَفٰى بِنَفْسِكَ الْيَوْمَ عَلَيْكَ حَس۪يبًاۜ". Kıyâmda kitâbını okuyorsun, o manâya geliyor. Âhireti remz ediyor. Ooooo günahları görüyorsun, utanıyorsun, hemen rükû'a gidiyorsun, "Aman Yâ Rabbi, sübhâne rabbiye'l-azîm, azîm olan Allah seni noksan sıfatdan tenzîh ederim, sübhâne rabbiye'l-azîm". "KALK! Oku kitâbını!". Kalkıyoruz, "semiallahu limen hamideh", tekrar okuyoruz, daha büyük günahlar işlemişiz ikinci sayfada, korkudan secdeye kapanıyoruz, yatıyoruz yere. Sonra gene Hakk Teâlâ buyuruyor, "KALK! Oku kitâbını!". Celseye oturuyoruz, okuyoruz, daha büyük günahlar yapmışız, unutmuşuz ama orada yazılı kitâbda. Haydi gene secdeye kapanıyoruz. "Sübhâne rabbiye'l-a'lâ, sübhâne rabbiye'l-a'lâ, sübhâne rabbiye'l-a'lâ". Sonra tahiyyata oturuyoruz. Tahiyyatda huzûrullahda titriyoruz böyle. Sonra sağ tarafa bakıyoruz, sağımızdan şefâat bekliyoruz, bizi kurtaracak kimse var mı diye. Yok. Sola bakıyoruz, anamızdan babamızdan şefâat bekliyoruz. Ona işâret var. 
Tasavvufî manâları var namazın filan, hepsinin. Neymiş efendim, islâmda tasavvuf yok. Tarîkat-i aliyyeye ve zikrullaha işâret eden daha bundan açık hangi âyet olabilir. Esteîzübillah, "قَدْ اَفْلَحَ مَنْ تَزَكّٰىۙوَذَكَرَ اسْمَ رَبِّه۪ فَصَلّٰىۜ". Bak bak bak bak bak!  "قَدْ اَفْلَحَ مَنْ تَزَكّٰىۙ kad eflaha men tezekkâ, kim ki nefsini tezkiye etdi, felâha erdi". Sonra, "وَذَكَرَ اسْمَ رَبِّه۪  ve zekera'sme rabbihî, rabbini zikretdi". Bak bak bak bak! Zikrullahı söylüyor. "فَصَلّٰىۜ fe sallâ, namaz kıldı". Zikir yapdı, namaz kıldı, kalbini tasfiye etdi. İşte tarîkati de söylüyor. Şerîati, tarîkati, hakîkati, marifeti, kutbiyyeti, kurbiyyeti, ubûdiyyeti, hepsini ilân ediyor. "اَلَّذ۪ينَ يَذْكُرُونَ اللّٰهَ قِيَامًا ellezîne yezkürûnallâhe kıyâmen" diyor, "o kimseler ki Allah'ı kıyâmen zikrederler". Ayakda ya o tarafa gider ya bu tarafa gider, ya olduğu yerde döner. Allah'ı zikretmek değil mi gâye. Mutlakâ durarak etmez ki, ya o tarafa gider, ya bu tarafa. Onun için devrân ederiz, o tarafa gideriz, bu tarafa gideriz. Sağa gider, sola gider. Biz sola gidiyoruz. Solcu değiliz. Kalb solda olduğu için kalbe doğru gidiyoruz. Çünkü beytullah kalb.

www.muzafferozak.com
Listeye geri dön