İslâm'a Davet ve Duâ - Hutbe - 17 Ağustos 1984

14 Ocak 2021 tarihinde yayınlanmıştır.

Zikrullah

HUTBE

Kâlallahu 'Azze ve Cell fî kitâbîhî'l-'Azîz
Eûzübillahimineşşeytânirracîm.
Bismillahirrahmânirrahîm.
وَالَّذ۪ينَ مَعَهُٓ اَشِدَّٓاءُ عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَٓاءُ بَيْنَهُمْ تَرٰيهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَانًاۘ
Vellezîne me'hû eşiddâu 'alel küffâri ruhemâu beynehüm terâhüm rükke'an sücceden yebtegûne fadlen minallahi rıdvânâ, ilâ âhiri'l-âyeh.
Sadakallahü'l-azîm.

Yüzleri nûr-i îmân ile münevver, gönülleri aşkullah ve muhabbetullah ve muhabbet-i Resûlullah ile tezyîn olup, îmânları kemâle eren, kıyâmet gününe inanan, Hakk'ın cennetine tâlib, rızâsına râgıb, cemâline âşık olanlar!

Bu âyet-i kerîmede, Allahu Teâlâ Hazretleri, dâll bi işâretihî ile, ibâresi malûm, dört halîfeyi işâret etmekde. "Vellezîne" şu kimseler ki, "maahû", Resûlullah ile berâberdiler, Ebûbekir Sıddîk radıyallau anh, "eşiddâi alel küffâr", Ömer ibn Hattâb radıyallahu anh, "ruhemâu beynehüm", Osmân ibn Affân zinnûreyn radıyallahu anh, "rükkeân sücceden yebtegûne fadlen minallahi ve rıdvânâ", Hayder-i Kerrâr, Sâkî-i Kevser, Fâtih-i Hayber olan, Alî ibn Ebî Tâlib radıyallahu anh, rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecmaîn, hazerâtına işâret vardır. Ebülleys Semerkandî Hazretlerinin tefsîri böyle göstermekde. 

Öyle gösterdikden sonra, bu sıfatlara her kim mâlik olduysa, o kimseler, dünyâda ve âhiretde, Resûlullah ile berâber olurlar ve berâberdirler. Kim ki Resûlullah'a îmân etdi, yani o kelime-i tayyibe-i münciyye-i mübâreke ki cennetin miftahıdır, cehennemi kitler, nedir o, "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah". Bu miftâh-ı cenne, misbâh-ı îmân, alâmet-i îmân ve îmânın tam kendisi, cennetin sekiz kapısını açdığı gibi, cehennemin yedi derekesini de kitler. Her kim ki bu sözü lisân ile ikrar, kalbiyle tasdik eder, o mü'mindir, îmânının kemâli de, Resûl-i Ekrem Nebiy-yi Muhterem, "vemâ erselnâke illâ rahmeten lil âlemîn" olan, Beşîr, Nezîr, Şâhid olan Hazret-i Muhammed Mustafâ sallallahu aleyhi vesellemi her şeyinden ziyâde severek, îmânını kemâle erdirirse, onun sıfatları şunlar : Kâfire şiddetli, mü'mine rahmetli, dâimâ Cenâb-ı Hakk'a ibâdet ve tâatda, lisânında Allah, gönlünde muhabbetullah. Kalbinde muhabbetullah, lisânında ismullah, her meşrû işinde. 

Meşrû olmayan işlerde besmeleyi kullananlar dînden dışarı çıkarlar. Bazı kabadayılar var öyle, kahramanlar, Allah'ın menhiyyâtına kasden besmele çekiyorlar. Meşrû olan nesnelerden gayrı şeylerde besmele çekilirse insan dînden dışarı çıkar. Meşrû olan şeylerde besmele çekilir. Bu kadar söyledik, anlayana. 

Lisânında ismullah. Kimin ki lisânı ismullah ile tezyîn olunmuşdur, süslenmişdir, o dil, artık hak söyler, hakkı tavsiye eder ki Cenâb-ı Allah Sûre-i Asır'da bunu beyân etmişdir : "اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ İllellezîne âmenû ve 'amilu's-sâlihâti ve tevâsav bi'l-hakkı ve tevâsav bi's-sabr". Kimin lisânı, dikkat et, kimin lisânı, zikrullah ile süslendiyse, tathîr olduysa, o artık hakkı söyler, hakdadır, hakkı tavsiye eder, sabrı söyler, sabırdadır, sabrı tavsiye eder. Sıfat-ı îmândır çünkü, sıfat-ı îmândır, sıfat-ı islâmdır, sıfat-ı îmândır.

Ve yine vazifelerinden bir tânesi de, civârında olan, dîne bîgâne olmuş, dîninden bîhaber, dînden bîhaber, Allah Peygamber bilmez, Resûl'den Nebî'den haberi yok, önündeki basdığı yoldan da haberi yok, gitdiği yoldan, gözü bakıyor fakat görmüyor, gözü bakıyor fakat görmüyor. Kâfirler böyledir, baş gözleri görür, onların basarları görür, basîretleri görmez, "وَمَن كَانَ فِى هَٰذِهِۦٓ أَعْمَىٰ فَهُوَ فِى ٱلْءَاخِرَةِ أَعْمَىٰ وَأَضَلُّ سَبِيلًا ve men kâne fî hâzihî a'mâ fe hüve fi'l-âhireti a'mâ ve edallü sebîlâ", burada bu şekilde a'mâ olanlar, ahretde a'mâ olurlar. Hakk'ı görmek, Hakk'ı bulmak, Hakk'da olmak, Hakk'la olmak, bir mü'minin hakkıdır, en yüce nimetullahdır.

İşte bu yanındaki zevâta, böyle olan kimselere, onlara, güzel sözlerle, yumuşak kelâmlarla, onlara inandıra inandıra, onlara sevdire sevdire, onları Allah'a çağırmak. Ve onları görmediği vakitde, gizli olarak, elini bârigâh-ı ehadiyyete açdığı vakit, Allahu Sübhânehû ve Teâlâ Hazretlerinden onların hakkında hidayet dilemek.

Yapıyor musun bunları? Evlâdın hakkında, komşun hakkında, kız kardeşin hakkında, enişten hakkında duâ edeceksin, Hakk'dan hidâyet dileyeceksin. "يُضِلُّ مَن يَشَاء وَيَهْدِي مَن يَشَاء yudillü men yeşâ ve yehdî men yeşâ". Allah Celle Celâluhû, dilediğini dalâletde bırakır, dilediğini de hidayete götürür. "يَغْفِرُ لِمَنْ يَشَاءُ وَيُعَذِّبُ مَنْ يَشَاءُ yağfiru li men yeşâ ve yu'azzibü men yeşâ", dilediğini affeder, dilediğine azâb eder. Mülk O'nundur, sen de O'nunsun, ben de O'nunum, cennet de O'nun, cehennem de O'nun, her şey O'nun. O'ndan başka bir şey yok.

"اِذَٓا اَرَادَ شَيْـًٔا اَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ izâ erâde şey'en en yekûle lehû kün fe yekûn", O bir şeyi murâd etdi mi, ol der, o şey derhal olur. Hiç O'na karşı âsî olan bir şey yokdur. Yalnız insanoğullarına muvakkat bir zaman için irâdelerini kendi ellerine vermiş, bırkamışlardır. "فَمَن شَاء فَلْيُؤْمِن وَمَن شَاء فَلْيَكْفُرْ fe men şâe fel yü'min ve men şâe fel yekfür", isteyen gavur olsun, ister mü'min olsun denilmişdir. Sonra hesâbı verilecekdir. Hattâ içmiş olduğun bir bardak suyun dahi hesâbı senden ve benden sorulacakdır.

Eğer çocuğunu Allah'a götürmedinse, çocuğuna Allah kokusu koklatmadınsa, çocuğunu Allah boyasıyla, sıbgatullah ile boyamadınsa, Resûl-i Ekrem'in muhabbetini onun kalbine vermedinse, Peygamber'i tanıtmadınsa, Kitâbullah'ı göstermedinse, mesûliyyeti senin boynundadır, hesâbını sen vereceksin. Hattâ yaz gününde içmiş olduğun bir bardak soğuk suyun, kış gününde içmiş olduğun bir bardak sıcak çayın hesâbını Allah senden ve benden soracakdır. Esteîzübillah. "Elhâkümü't-tekâsür. Hattâ zürtümü'l-mekâbir. Kellâ sevfe ta'lemûn. Sümme kellâ sevfe ta'lemûn. Kellâ lev ta'lemûne 'ilme'l-yakîn. Le teravünne'l-cahîm. Sümme le teravünnehâ 'ayne'l-yakîn. Sümme le tüselünne yevme izin 'ani'n-na'îm". Allah o günde nimetlerden soracak. Nimetlerin başı, nimetlerin büyüğü, en büyük nimet, Hazret-i Muhammed'dir, İslâm'dır, Kur`ân'dır. Evvelâ onun hakkı sorulur senden ve benden.

Aklını başına al. Yüz bin sene Allah'a secde etsen, alnın secdede delinse, bir kere bakdığın vakitde semâyı görmenin, gözünle bir kere semâyı görmenin hesâbını Allah'a vermiş olmazsın. Nerde İslâm nimetinin şükrünü edâ edeceksin. Onun için gecede ve gündüzde, "ihdine's-sırâta'l-müstakîm yâ Hâdî, ihdine's-sırâta'l-müstakîm yâ Hâdî, ihdine's-sırâta'l-müstakîm yâ Hâdî", "Bizi hidâyetinden ayırma Yâ Rabbi". Dâimâ isteyeceksin bunu. Çünkü buradan gitdikden sonra artık pişmanlık fayda vermez. Bir çok adam elini ısırır, bir çok adam sakalını yolar ama iş işden geçmişdir, kuş yuvasından uçmuşdur.

Civârındakilere duâ ile onları hidâyete davet et. Tatlı söz söyle. Allahu Sübhânehû ve Teâlâ Hazretleri Resûl-i Ekrem'e emr ü fermân buyurduğu vakitde, sallallahu aleyhi veselleme, ve âlîhi ve evlâdihî ve ezvâcihi ve eshâbih, Esteîzübillah. "اُدْعُ اِلٰى سَب۪يلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُمْ بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُۜ üd'u ilâ sebîli rabbike bi'l-hikmeti ve'l-mev'ızati'l-haseneti ve câdilhüm billetî hiye ahsen", güzel sözlerle onları dîne davet et Habîbim Muhammed. Emir, Resûl-i Ekrem'e ve bize şümullü olarak, biz de öyle. Dâimâ tatlı sözlerle. Seni taşlasalar dahi gene tatlı sözlerle Allah'a çağıracaksın. Taşa taş atmaycaksın. Seni taşlasalar dahi gene Allah'a çağıracaksın, tatlı sözle, tatlı yüzle. Acaba anlatabildik mi? Vâkıa İslâm'da yumruğa yumruk vardır ama yediğin yumrukdan ziyâde yumruk vurursan zâlim olursun. "وَمَا لِلظَّالِمِينَ مِنْ أَنصَارٍ vemâ li'z-zâlimîne min ensâr", Allah zâlimlerin yardımcısı değildir. 

"Ene rabbükümü'l-a'lâ" diyen Firavun, pelid, Allah ona bile, Hazret-i Mûsâ Kelîmullah'ı gönderdiği vakit, "اِذْهَبَٓا اِلٰى فِرْعَوْنَ اِنَّهُ طَغٰىۚ فَقُولَا لَهُ قَوْلًا لَيِّنًا izhebâ ilâ fir'avne innehû tagâ fe kûlâ lehû kavlen leyyinâ" diyor. Yâ Mûsâ! Yâ Hârûn! Gidin, Firavun tuğyân etdi, âsî oldu, onu ne yapınız, yumuşak sözlerle bana davet ediniz diyor. 

Ve duâ ediniz dâimâ. Kötülere duâ ediniz. Duâ dînin direğidir, kâinâtın imâdıdır. İbâdetlerin özüdür duâ. Kapıyı çaldıra çaldıra birgün kapıyı açarlar. Allah Hayy'dır. Allah Hayy'dır. Allah Hayy'dır. Senin duâna icâbet edecekdir mutlakâ. "ادْعُونِي أَسْتَجِبْ لَكُمْ üd'ûnî estecibleküm" buyurmuşdur. Çala çala bir gün kapıyı açtıracaksın.

İşte misâlini verelim. Seyyidinâ Ömer ibn Hattâb Hazretleri, islâmından evvel gâyetle şiddetli islâma karşı düşmandı. Müdhiş! Kölelerinden bazılarını o kadar çok döverdi ki, islâm oldu diye, ölüsünü elinden alırlardı. Yani o vaziyetde. Bildğimiz Hazret-i Ömer. Sonra islâm olunca, ismi Resûl-i Ekrem'le beraber bak oraya asıldı. İsmi öyle asıldığı gibi yükseklere, cismi ve zâtı da Resûl-i Ekrem'le beraber oldu. Çünkü kişi sevdiği ile beraberdir. "El-mer'u me'â men ehabbe", Resûl-i Ekrem böyle buyurdu. Kâle'n-nebiyyü aleyhi's-salâtü ve's-selâm. "Kişi sevdiği ile beraberdir". Hem isimleri öyle yazıldı, hem de zâtı Resûl-i Ekrem'le birleşdi. 

Resûl-i Ekrem'i seveceksin. Îmânın kemâli ordadır. Ashâbını, ensârını, ehl-i beytini, Resûl-i Ekrem'i sevenleri, Allah Resûlü'nü sevenleri de seveceksin. Seveni sevmek, sevdiğini sevmekdir. 

Resûl-i Ekrem gece gündüz duâ ederdi, derdi ki, "Yâ Rabbi, biliyorsun hâlimi, iki Ebe'l-Hakem'den birisiyle İslâm'ı teyîd eyle, ikisinden birine islâm nasîb et" derdi, duâ ederdi. 

Kısa keseceğim, hava sıcak, sizi yormayalım. Mâmâfih, mü'minler, burada terleyenler ahretde terlemez. Dinliyor musun? Burada Hakk için terleyenler, ahretde terlemez. Burada Allah'dan korkanlar, Ahretde Allah onları korkutmaz. Burda Hakk'dan korkmayarak gülenleri, Allah orda çok ağlatır, kabirde filan. Burda Allah korkusuyla ağlayanlar, orda ağlamayacaklar, güleceklerdir. Çünkü Allah'ın vaadi vardır, Allah vaadinden hulf etmez. "اَلَٓا اِنَّ اَوْلِيَٓاءَ اللّٰهِ لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۚ elâ inne evliyâallah lâ havfün aleyhim velâhüm yahzenûn", Ey Allah'ın velîleri, sizler bırakdıklarınıza mahzûn olmayınız, gittiğiniz yerden korkmayınız diyor Allahu Teâlâ Hazretleri. Müjde var, elhamdülillah. 

Yâ Rabbi, bizi Muhammedî getirdin, Muhammedî yaşat ve Muhammedî öldür, mü'min olarak öldür, sâlihlere ilhâk eyle. Teveffenâ müslimen ve elhıknâ bi's-sâlihîn yâ Rabb.

Sonra bir gün Mekke'de toplanmışlar, küffâr-ı hâkisâr, Resûl-i Ekrem'İn vücûdunu kaldırmak istiyorlar. 
Hâlâ devâm ediyor, Resûl-i Ekrem'in vücûdunu kaldırmak için uğraşıyorlar. Hâlâ devâm ediyor. Orda bitmedi iş yani. Tâ kıyâmet gününe kadar devâm edecek bu. Yani burdaki ma'nâ şimdi, orada Peygamber'in vücûdunu kaldırarak İslâm'ı kaldırmak istiyorlardı, şimdi burda İslâm'ı kaldırmak istiyorlar, vücûd-i Muhammedî yok. Yaymış islâm'ı Peygamber gitmiş. Şimdi İslâm'ı kaldırmak istiyorlar. İş güçleşdi. Onun için Cenâb-ı Hakk diyor ki, "onlar nûr-i îmânı söndürmek için üflüyorlar, لِيُطْفِؤُوا نُورَ اللَّهِ بِأَفْوَاهِهِمْ li yutfaa bi nurallahi bi efvâhihim, وَاللَّهُ مُتِمُّ نُورِهِ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ vallahu mütimmü nûrihî velev kerihe'l-kâfirûn". Nûru üflüyorlar, füfff, söndürmek için, Allah parlattı, yüceltti. Hâlâ uğraşıyorlar. Uğraşın bakalım. Allah'la muhârebe eden, kendi mağlûb olacak. Allah gâlibdir. Kim Allah'la harb ederse, Nemrud gibi mağlûb olur sonra. Hem de sivrisineğe.

Toplanmışlar, "Kim yapar bu işi? Bu kahramanlığı kim gösterir?". Muhammed, sallallahu aleyhi vesellemin mübârek cesedini ortadan kaldıracak kim var böyle? Ömer demişler. Belâlı bir adam, kavmin içerisinde. Bütün gözler ona dikilmiş, Ömer demişler. Tabii kabadayı adam, kahraman adam, ben diyen adam, benim diyen adam, sözü geri alamamış, mecbûren kabûl etmiş.

Sakın benim deme. Kim benim derse onu berdâr ederler dînde. O benlik, Allah'a mahsûsdur. "İnnî enallahu lâ ilâhe illâ hû". O'na mahsûs o benlik, sana değil. Sana tevâzu düşer. Sen neden halk olundun? Bir katre menîden. Sonra ana rahminde ayız kanıyla yoğruldun, sonra bu dünyâya geldin, bir sivrisineğin mağlûbu idin, zebûnu idin, karasineğin, sivrisineğin. Ondan kendini kurtaramıyordun. Daha küçükleri de var ama söylemiyorum onları. Bunu gözünle gördüğün için söylüyorum. Sonra büyüdün, öldün, kokacaksın sonra. Benliği ortadan kaldır sen. Sen beni dinle. İyiye götürmez adamı. Tevâzû iyidir. Her kim ki tevâzû etdi, refe'aullah, Allah onu ref' etdi, kaldırdı. Kim mütekebbir oldu, Allah onun burnunu yere sürtdü.

Ömer giydi zırhını, beline kılıcını takdıç. Ne tarafda oturuyor Muhammed? Dediler şu mahallede, gösterdiler. O tarafa doğru yürüdü. Yürüdü, bir zâta rast geldi, olacak ya. Allah'ın böyle işleri vardır bazen. 

Burada bir ince şey söyleyeceğim size, çok iyi dinlerseniz çok iyi olur. Anlatabilirsem eğer memnûn olacağım. Bazı adam günah işlemek ister, günah işleyeceği vakit önüne bir mâni çıkar onun. Yapamaz o günahı, bir mâni çıkar yani bir şey olur. Sevinsin o adam. O adam bayram etsin, göbek atsın. Allah'ın sevdiği kuldur o. Allah sevdiği kullara günah işletmez, önüne bir mâni çıkarıverir. Amcası çıkar, teyzesi çıkar, yengesi çıkar, bir şey çıkar yani. Sevmezse bırakır, ne yaparsa yapsın diye. Kimi severse, ona bir mâni çıkarır, yaptırmaz o günâhı ona. Buna da tevfîk-i rabbânî derler, itikadda, akâidde, yani akâid derslerinde.

Bir zât çıkdı önüne, dedi, "Yâ Ömer, böyle takmış takıştırmışsın, pür hiddet nereye gidiyorsun?" dedi. "Dînimizi yalanlayan, putlarımızı tekzîb eden Muhammed'i kesmeye gidiyorum" dedi. "Oooo, sen büyük bir iş üzerine almışsın, sen o dağa pek tırmanamazsın. Sen oraya gitmeden git de eniştenle ablanı kes" dedi. "Niçin?". "Zîrâ onlar Muhammedî oldular, müslüman oldular" dedi. "Yalan söylüyorsun" dedi. "Yalan söylüyorsam kellem burda, git bak yâ Ömer" dedi. "Peki nasıl bileceğim?". "Bir hayvan kes, önlerine koy, senin kesdiğini onlar yemez, çünkü sen murdarsın, müşriksin murdarsın, senin kesdiğin yenmez" dedi. Hazret-i Ömer, döndü, o tarafa gitdi. 

Sûre-i Tâhâ nâzil olmuş. Resûl-i Ekrem nâzil olan âyetleri, bazı ashabla gizli gizli evlere gönderir, onları talîm etdirirdi. Gizli olarak. Bize büyük büyük ibretler vardır, Efendimiz'in yapdığı şeylerde.Kim ki Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin sünnetini tutar, O'nun yolundan yürür, O'nun ayaklarını atdığı yerlere ayaklarını atar, o adam, felâha ve necâta, cennete, rızâya, rıdvâna nâil olur. Bitdi o kadar. Kim ki Muhammed aleyhisselâmı bırakdı, o helâke mahkûm olur, gark olur o. Peygamber, "ke sefîneti'n-nûh", Nûh'un gemisi gibidir. Kim Peygamber'e tutunursa necât, kim bırakırsa garak, gark olur. 

Okutuyordu, Ömer'in geldiğini görünce kapatdılar, dolabın içerisine kitlediler onu. Ömer içeri girdi, ordan bir hayvan kesdi, bir oğlak. "Şunu kızartın bana" dedi. Kızartdılar. "Yiyelim beraber" dedi. Dediler, "Âfiyet olsun, siz yiyin bizim karnımız tok" dediler. "Yiyeceksiniz" dedi. "Biz yemeyiz" dediler. "Niye yemiyorsunuz?". "Karnımız tok da ondan". "Hayır" dedi, "yiyeceksiniz!". "Yemeyiz" dediler. "Gâliba siz müslüman oldunuz, ben müşrikim diye benim kesdiğimi yemiyorsunuz" dedi. "Evet, ne olacak, müslüman olduk" dediler. "Utanmıyor musun!" dediler, "Böyle bir peygamber-i zîşân zâhir olmuş". 
Rahmet! Bütün beşere! Kâfire, münâfıka, mecûsîye, budiste, hıristiyana, yahudiye, hepsine rahmet! Kâfirin bulduğu bir yudum su, Allahsızın bulduğu bir lokma ekmek, Hazret-i Muhammed hürmetine yâhû! Sallallahu aleyhi vesellem. Yaşaman da öyle! "وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُعَذِّبَهُمْ وَاَنْتَ ف۪يهِمْۜ vemâ kânallahu li yu'azzibehüm ve ente fîhim". "Sen onların arasında olduğun müddetçe, onlara azâb etmeyeceğim" diyor Hazret-i Allah. Rahmeten-lil-âlemîn çünkü.

Bir tokat eniştesine, yere yıkdı. Kız kardeşi üzerine düşdü. Kesecek eniştesini. Kocasını kurtarmaya çalışıyor, bir de kardeşine vurdu, onu da yıkdı yere. Dedi, "Evvelâ ikinizi keseyim, sonra gideyim Muhammed'i kesmeye". Tam kılıcı vuracak, o anda, talîm etdiği sûre-i celîleyi kadın lisâna getirdi. 

Müslüman ne yapabilir ölürken? Müslüman ölürken ne yapar, soruyorum? Lâilâheillallah der, Allah der, Kur`ân okur. Kâfir de putunu çıkarır, neye tâbi olduysa onu yapar. Kimi Allah'a küfreder, kimi Azrâil'den kaçmaya çalışır. Halbuki ölüm ona yetişir. 

Başladı okumaya, "طٰهٰۜ ﴿١﴾ مَٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْكَ الْقُرْاٰنَ لِتَشْقٰىۙ ﴿٢﴾ اِلَّا تَذْكِرَةً لِمَنْ يَخْشٰىۙ ﴿٣﴾ تَنْز۪يلًا مِمَّنْ خَلَقَ الْاَرْضَ وَالسَّمٰوَاتِ الْعُلٰىۜ ﴿٤﴾ اَلرَّحْمٰنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوٰى Tâ-Hâ, mâ enzelnâ 'aleyke'l-kur`âne li teşkâ, illâ tezkiraten li men yahşâ, tenzîlen mimmen halaka'l-arda ve's-semâvâti'l-'ulâ, er-rahmânü 'ale'l-'arşi'stevâ" deyince, Hazret-i Ömer'in eli titremeye başladı ve kılıç durdu. "Bu okuduğun senin nedir?" dedi. "Hazret-i Peygamber'e, Resûl-i Ekrem'e taraf-ı ilâhîden nâzil olan Kur`ân bu" dedi. "Ben Muhammed'i çok dinledim, böyle değildi okuduğu" dedi. Anlamıyordu, hidâyet yokdu. Anlamıyordu Hazret-i Ömer. Duâ ile hidâyete erince başladı anlamaya âyetleri. Başladı ağlamaya. Dedi ki, "Peki gitsek, acaba Muhammed beni dînine kabûl eder mi?". 

Elbette, o kapı açık. Tâ yerden semâya kadar açık. Herkese açık! "Allah diyen gelsin" diyor. Ne mecûsî olması, ne yahudi olması, ne hıristiyan olması, onun İslâm'a girmesine mâni. Herkesi çağırıyor, dâimâ "gel" diyor. Kur`ân, dâimâ genç ve dinç. Hazret-i Muhammed çağırıyor, gel! "وَسَارِعُٓوا اِلٰى مَغْفِرَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ ve sâri'û ilâ mağfiratin min rabbiküm", rabbinin mağfiretine koş" diyor Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem. Çağırıyor, Allah'a çağırıyor. "مُنَادِيًا يُنَاد۪ي لِلْا۪يمَانِ münâdiyen yünâdî lil îmân", îmânı nidâ ediyor, çağırıyor., îmâna çağırıyor.

Beraberce gittiler, gözcü gördü Ömer'in geldiğini, Peygamber'e haber verdi. "Yâ Resûlallah Ömer geliyor, üzerinde kılıcı filan var". Efendimiz tebessüm buyurdular, çünkü Cebrâil gelmiş Peygamber'e haber vermişdi. "Bırakın, Ömer îmâna geliyor "dedi. "Amân Yâ Resûlallah, Ömer'e güven olmaz". Dedi, "Bırakın, Ömer îmâna geliyor". Geldi Huzûr-i Saâdet'e ve Efendimizin ayaklarına kapandı, "Yâ Resûlallah beni kabûl edecek misiniz?"

Elbette, Allah kimi kabûl etmez. Seksen sene "ene rabbükümü'l-a'lâ" diyen Firavun, bir kere "sübhâne rabbiye'l-a'lâ" deseydi, Allah onu da kabûl ederdi. Seksen sene, "sübhâne rabbiye'l-a'lâ" demedi, "ene rabbükümü'l-a'lâ" diyen Firavun, bir kere "sübhâne rabbiye'l-a'lâ" deseydi, Allah onu da kabûl ederdi. 

"Kaç kişi olduk?" dedi, sordu Hazret-i Ömer." Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah", tasdîk, kırk. Kırklar tamâm oldu. Hemen ayağa kalkdı, "Yâ Resûlallah, biz böyle gizli ibâdet mi yapacağız, Kabetullah müşriklerin elinde mi kalacak? Yürüyün gidelim Kabe'ye orda ibâdet edelim biz de, âşikâre olarak".

Duâ kabûl olmuşdu. Allah Resûlullah'ın duâsını reddeder miydi? Elbette kabûl edecek. Onun için müjde sana mü'min! Senin ve benim hakkımda da Resûlullah'ın duâsı var. Bize kardeşim demiş. Ashâbı demişler ki, "Yâ Resûlallah, biz senin kardeşin değil miyiz?", "Hayır, siz benim ashâbımsınız. Benden sonra gelip, beni görmeden bana îmân edenler benim kardeşimdir, onlara selâm olsun" demiş. 

Ey mü'minler! İstiyorsanız Resûl-i Ekrem'le beraber olmak, kişi sevdiği ile beraberdir, Peygamber'i seviniz ve Resûlullah'ın sünnetlerine hürmet ediniz ve ittibâ-i Muhammed ediniz ki, iki cihânda azîz olasınız.

Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm.
www.muzafferozak.com
Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 17 Ağustos 1984 (20 Zilkade 1404) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.
Listeye geri dön