12 Kasım 2021 tarihinde yayınlanmıştır.
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretlerine Amerikadaki bir radyo sohbetlerinde "İslâmiyetin bir aşk yolu olduğunu Hazret-i Peygamberin hayâtından nasıl öğreniriz" diye sorulunca buyurdular ki :
Cenâb-ı Hakk, "Levlâke levlâk lemâ halaktül eflâk" yani "Seni yaratmasaydım eflâki yaratmazdım, felekiyyâtı yani cihânı yaratmazdım" buyurmakdadır. Yine hadîs-i kudsîde, "Ben gizli bir hazîne idim, bana kendimi bildirmek sevdirildi ve ben mahlûkâtı halk etdim" buyurmakdadır. Eğer Kur`ân-ı Kerîm'den âyet beyyinât istiyorsa, esteîzübillah, "قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون۪ي يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ kul in küntüm tuhibbûnallahe fettebi'ûnî yuhbibkümüllahü ve yağfirleküm zünûbeküm vallahu gafûru'r-rahîm" yani "Söyle Habîbim Muhammed", sallallahahu aleyhi veselllem, "Eğer beni seviyorlarsa sana tâbi' olsunlar". Muhabbetle başladığının delâîl ve berâhini okumuş olduğumuz âyetle de zâhirdir. Allah'ın sevgisi olmasaydı, mahlûkatı halketmeyeceğini, ve yine "Levlâke levlâk lemâ halaktül eflâk" yani "Seni yaratmasaydım felekiyâtı, mahlûkâtı, dünyâyı, semâvâtı ve ardı yaratmayacakdım" demesi bunun apâşikâr, gün gibi bir burhânı ve delîli ve şâhididir.
Yine ehl-i hakîkatin beyânı üzerine, sahabeden birisi Hazret-i Peygamber'e "Yâ Resûlallah ne vakitden beri nebîsiniz?" diye sorduğunda, Efendimiz, Âdem henüz toprak ile su arasında iken, çamuru yuğrulmadan ben nebî idim", yine, "Çamur ve su halk olunmadan da ben nebî idim" buyurmuşlardır.
Ve haberlerde şöyle gelmişdir, ehl-i hakîkat şöyle haber vermişdir. Allahu Zü'l-Celâl ve Tekaddes Hazretleri, bu mahlûkâtı halk edeceği vakitde, yani mahlukâtın halk etdirilmesi kendine kendinden sevdirildiği anda, kendi nûrundan bir nûr halk ederek, "Kün Muhammedâ" yani "Muhammed ol!" demiş ve halk olunan nûr Cenâb-ı Hakk'ın zâtını tevhîd etmişdir, "Lâ ilâhe illallah" demişdir. Cenâb-ı Hakk da Habîbinin nûrunun bu tevhîdine mukâbil "Muhammedü'r-Resûlullah" diyerek O'nun risâletini tasdîk etmiş ve mühürlemişdir.
Hattâ şâir bu İslâm'daki aşkı ve muhabbeti ve muhabbetin tâmmının Hazret-i Peygamber'de olduğunu şu kelimelerle ne kadar güzel izhâr etmekde :
Bana birisi derse ki, "Senin bu sözün bir kavl-i mücerreddir, isbâtı nedir?" diye sorarsa, bunun canlı isbâtı gözümüzün önündedir. Bugüne kadar islâmdan milyonlarca âşık gelmişdir. Allah'ı seven ve Allah'a âşık olan kutublar, velîler, meşâyih ve ehl-i tarîk zamânımıza kadar gelmişdir. Ve aynı zamanda da gene avâm-ı nâsdan olan zevât bile, İslâm'ın bir binâsı ve rüknü olan Ka'betullah'ı ve Resûlullah'ın kabrini ziyâret aşkıyla dünyânın her tarafından, her sene, milyonlarca insan, malını, canını, evlâd u 'ayâlini, herşeyini terkederek Kabetullah'ı ve Resûlullah'ın kabrini ziyârete gider. Bu da bizim sözümüzün yani İslâm'da aşkın ve muhabbetin olduğunun bir delîlidir. Şunu da esefle söylerim ki, dünyâ yüzünde hiç bir dînden bu kadar kendi peygamberine bağlı olarak, her şeyini bırakarak, peygamberini ziyârete giden hiç bir kavim yokdur. Cenâb-ı Peygamber'in bir ismi de "Habîbullah"dır, "Allah'ın Sevgilisi"dir. Ve gene bu hususda Kur`ân'ın ilânı vardır. "مَّنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ أَطَاعَ اللّهَ ve men yutı'ır-resûle fekad etâ'allah". "Benim Resûlüme kim itâat ederse bana itâat etmiş olur. Benim Resûlümü kim severse, beni sevmiş olur". "اِنَّ الَّذ۪ينَ يُبَايِعُونَكَ اِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللّٰهَۜ innelezîne yubâyi'ûneke innemâ yubâyi'ûnallah" âyeti bunun apâşikâr delîlidir. "Habîbim! Sana bîat eden bana bîat etmişdir" buyrulmakdadır.
İslâm sôfîlerinin yazdıkları kitâblar ortadadır, meydândadır, isteyen bunları tedkîk edebilir. Bütün bu eserler, aşkullah ve muhabbetullah ile doludur. Ve ashâbdan Resûl sallallahu aleyhi veselleme âşık olanlar vardır. Ve aynı zamanda işte Resûlullah'a âşık olan bu ashâbın vârisleri de günümüze kadar gelmişdir. Bugün milyonlarca insan Muhammed aşkıyla kavrulmakdadır.
Aşk, Allah'ın sıfatlarından bir sıfatdır. Hattâ Hakk'ın kendisine de aşk diyebiliriz. "İslâm'da aşk yok, muhabbet yok" diyenler güneşi balçıkla sıvamaya kalkanlardır. Bunca yapılan câmiler, bunca yapılan mücâdeleler, bunca yapılan beldeler ve yapılan imâretler ve hastahâneler ve yapılan hayır-hasenât, Allah'a olan aşkın nişânesi değil midir? Gene Kur`ân'dan "اَشَدُّ حُبًّا لِلّٰهِۜ eşeddü hubben lillah" yani "Allah'ı şiddetle severler" diye ehl-i islâmı Allah'ın medh ü senâ etmesi, Kur`ân-ı Kerîm'de bu aşka ve muhabbete bir delîl değil midir? Kur`ân-ı Kerîm zâten nidâ etmekde ve kendisine halkı davet etmekdedir. "Beni niye okumuyorlar? Benimle niçin tefekkür etmiyorlar? Beni niçin tedkîk etmiyorlar?" diyor.
İslâm'da aşk yalnız kelimeyle değil, ef'âl ile izhâr olunur. Ve bu aşk yoluna milyonlarca insan kendini fedâ etmemiş midir? Târihler bunu haber vermekde ve ilân etmekde, târihleri karıştırıp okusunlar, "İslâm'da aşk yok" diyenler.
Evet, bir kıssa anlatayım kendilerine.
Sahâbeden birisi, günden güne sararıyor ve soluyordu, ismi Sevban idi yâhud Subân idi. Ya Sevban ya Suban, hatırımda kaldığına göre. Şimdi hâl-i hazırda ansızın sorulduğu için böyle cevâb verebileceğim. Bu Sevban, yemeden içmeden kesilmiş, yüzü sararmış ve zayıflamışdı, zayıf düşmüşdü. Efendimiz Hazret-i Muhammed sallallahu aleyhi vesellem, buna sordu, "Sevban, sen günden güne erimekdesin, senin derdin nedir?".
Bu anlatdığım kıssa milyonlarca hâdisâtdan bir tânesidir. Yani deryâdan bir katre, şemsden bir zerredir.
Efendimiz böyle kendisine bu soruyla teveccüh etdiği vakitde, bu soruyu tevcîh etdiği vakitde, Sevban, birdenbire boşandı, ağlıyordu, göğsü su içinde kalmışdı ve şöyle cevâb verdi, "Yâ Resûlallah, biz günâhkâr insanlarız, sen Allah'ın Habîbisin, sevgilisisin. Elbet ki yarın mahşer gününde, hepimiz aynı derecede olamayız. Biz seni dünyâda bir gün görmesek, hattâ bir saat görmesek dayanamıyoruz. Sen bizim için içdiğimiz su, aldığımız hava, yediğimiz yemek gibisin, sensiz yaşayamıyoruz. Ama bu dünyâda böyle oluyor, yarın âhiretde derecâtımız ayrı olacak, sen bir peygamber-i zîşânsın, Allah'ın sevgilisisin, yüce bir makâma nâil olacaksın. Biz senden ayrı düşersek, bizim hâlimiz nice olur? Bunu düşünerek yemeden içmeden kesildim". Efendimiz buyurdular ki, "Ey Sevban, niçin üzülüyorsun, kişi sevdiği ile berâberdir, sen de benimle berâbersin. Ben nebîyim, resûlüm, sen benim ümmetimsin, mâdem ki beni seviyorsun, Allah, âhiretde seni benden ayırmayacak, kişi sevdiği ile berâber, sen de benimle berâber olacaksın" dedi, bu müjdeyi verdi. Ki, "Hepimiz bu cevâbı bekliyorduk ve şâd olduk" diyor ashâb-ı kirâm.
Ben bir müslümânım ve mü'minim, aşkı ve muhabbeti Hazret-i Muhammed'in ta'lîminden aldım, eğer Peygamber bana aşkı sunmasaydı, Allah bana aşkı ihsân etmeseydi, Allah'ı ve Resûlünü nasıl sevebilirdim? Kendimi ortaya koymakdan maksadım, kendime bir pâye vermek değildir. "İslâm'da aşk ve muhabbet yok" diyenlere canlı bir delîl de fakîrdir yani.
Yine sahabeden birisi bir gün mescide geldi ve Cenâb-ı Peygamber'e şu soruyu sordu, "Yâ Resûlallah, kıyâmet ne vakit kopacakdır?" dedi. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, namaza durdular ve namazdan fâriğ oldular ve yüzünü cemaate döndüler ve onlara, ordaki buluna cemaate şöyle hitâb etdiler, "Nerde o sâil, soru soran nerde?". O zât ayağa kalkdı, "Suali soran benim yâ Resûlallah, kıyâmet ne vakit kopacak dedim". Efendimiz ona cevâben dedi ki, "Kıyâmet bir emr-i mühimdir, olacakdır. Ama bu evvel olur, sonra olur, yakında olur, uzakda olur, mutlaka olacakdır".
Zîrâ bir binâ yapıldığı vakitde, o binâ mutlaka yıkılır. Doğan ölür. Toplanan cemaat dağılır. Her şeyin bir nihâyeti vardır. Yalnız nihâyeti olmayan ebed ve ezel Allah'dır.
"Kıyâmetin kopacağı saati öğrenmekden gâyen nedir? Bunu öğrenip ne yapacaksın? Sen kıyâmet günü için ne hazırladın?" dediler. O zât, Resûlullah'a cevâben dedi ki, "Yâ Resûlallah, vallahi benim uzun uzun ibâdetlerim yok, uzun uzun oruçlarım yok, namazlarım yok ama Allah'ın emrini yerine getirmeye çalışan bir insanım. Beş vakit namazımı kılarım, senede bir ay orucumu tutarım ve Allah bana bir nafaka verirse onun bir mikdarını yoksullara dağıtırım ve ömrümde bir defa hac yapdım, yâhud yapacağım. Başka bir ibâdetim yok, böyle uzun uzun ibâdetlerim ama şunu söyleyeyim ki Allah'ı ve seni çok severim". Öyle deyince, Cenâb-ı Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, buyurdu ki, "Ey a'râbî, kişi sevdiği ile beraberdir, sen de benimle berabersin".
Bu hâdiseden anlaşılıyor ki, Resûl'le beraber olmak, Resûlullaha lâyık olmak, Allah'a lâyık olmak, Allah'ı sevmek ibâdetle değil demek ki. Peygamber'le beraber olmak, ibâdetle değil muhabbetle, aşkla. İşte aşkı talîm ediyor, apâşikâr. Ve aşkı isbât etmekde. Ve Allah'la buluşmak, Allah'ı sevmekle, Resûlullah'la buluşmak, Peygamber'le buluşmak, Resûl'ü sevmekle, ibâdetle değil. Bu anlaşılmakda burada yani islâmda aşkın olduğunu apâşikâr, gün gibi izhâr etmekde bu hâdise.
Eğer bir mü'min Allah'ı sevmese, günde beş vakit, gününün beş vaktini, her şeyini bırakarak, huzûra çıkarak, Allah'a hesâb verir mi?
Geçenlerde, bir kaç sene evvel zannediyorum, bir mecmuada okudum. Dünyâda istatistik yapdılar, hangi isim çok anılıyor diye. Ve şuna karar verildi ki dünyâda her gün, en çok anılan isim Muhammed ismidir. Kişi, sevdiğini çok zikreder. İşte Resûl'ün sevildiğine ve İslâm'da aşkın olduğuna bu da bir delîldir.
Yine bir kıssa daha anlatacağım hatırıma geldi şimdi.
Bir talebe hocasına, çok âlim olan hocasına, "Siz niçin peygamberliğinizi ilân etmiyorsunuz? dedi. Hocası dedi ki ona, "Ya ya doğru söylüyorsun ama sen önce şu testiyi al da şu dereden, pınardan bana bir testi su getir" dedi. Kış gecesiydi, zemherîydi, dışarda çok soğuk vardı, kar yağıyordu, şiddetli bir soğuk ve fırtına vardı. Talebesi dedi ki hocasına, "Hocam su alayım ama dışarda şimdi canavarlar vardır, suyun başında" dedi. Yani kurd hayvanı çıkar, canavar çıkar, onun için benim canıma bir zarar gelebilir" dedi. Hoca biraz daha konuşdukdan sonra dedi ki, "Oğlum benim canım çok soğuk su istedi, şu testiyi al, pınara git, bana pınardan su al da gel" dedi. Talebe dedi ki, "Hocam, söyledim ya az evvel, suyun başında şimdi canavarlar bulunur ve hava da çok soğukdur, ben şimdi dışarı çıkarsan helâk olurum" dedi. Gene ders okudular biraz daha. Aradan bir iki saat geçdi, hoca gene tekrar etdi, çocuğa dedi ki, "Oğlum çok susadım, harâretlendim, lütfen şu testiyle git, pınardan bana su getir" dedi. Hocanın bu teklîfi çocuğu irşâddı ama talebe bir türlü kavrayamıyordu işi. Bir müddet sonra minârelerde, "Allahuekber Allahuekber", "Eşhedü enne Muhammede'r-Resûlullah" diye müezzinler bağırmaya başladı. Dedi ki "Evlâdım bak görüyor musun? Benim hayâtımdayken, benim yanımda, sen suyu alıp getirmedin içirmek için, Hazret-i Muhammed ahrete gideli bunca sene oldu, bu kadar sene oldu, bir gün ezan susmadı. Ne soğuk, ne sıcak, ne harb, ne darb, ne açlık, ne hastalık demedi, minârelerde ezân okundu. Bak gene ezân okunuyor" dedi. Bu zevât, aşkı olmasaydı, kalkıp da şimdi, Hazret-i Peygamber'in ismini anmak için, minâreye bu havada çıkar mıydı? Helâk olmayı düşünmez miydi?" dedi. "Öyleyse senin bana söylediğin gibi, peygamberliğini ilan etmekle olmaz bu iş. Peygamber'e olan muhabbet ve aşk, Allah vergisidir. Bu, İslâm'daki olan aşkdır bu" dedi.
Allah aşkıyla sabahlara kadar ağlayan âşıkân vardır ve bu âşıklar gözyaşlarını kimseye göstermek istemezler. Bu muhabbet Allah'la benim aramda kalsın diye.
Biz sohbetin başına gelelim. Allah Nûr-i Muhammed'den, arşı, kürsîyi, cenneti ve cehennemi ve melâikeyi halk etdi. Ve Hazret-İ Âdem'i halk etdi. Ve Âdem'in alnına Hazret-i Muhammed'in nûrunu koydu. Ve meleklere emretdi ki, esteîzübillah, "وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ ve iz kulnâ lil melâiketi's-cüdû illâ iblîs", "Ey melekler! Âdem'e secde ediniz çünkü onun alnında Nûr-i Muhammed var" dedi. Ve Âdem'e secde edildi. Cennet ve cehennem ve arş ve kürsî ve levh ve kalem, cümlesi Allah'ın aşkıyla ve Allah'ın aşkından halk olundu. O da Nûr-i Muhammed'di, sallallahu aleyhi vesellem.
Âdem aleyhisselâm âsî oldu ve cennetden çıkarıldı. Yani zelle sâdır oldu, cennetden çıkarıldı. Affı için, üç yüz sene ağladı. Üç yüz sene sonra, Cenâb-ı Hakk'a dedi ki "Yâ Rabbi, alnımda olan Nûr-i Muhammed hürmetine beni affet" dedi. Cenâb-ı Hakk Âdem aleyhisselâma şöyle buyurdu, dedi ki, "Nerden bildin, benim indimde Muhammed'in kıymetini?". Âdem aleyhisselâm buyurdu ki, "Bana can verdiğin vakitde, ben gözümü açdım nereye bakdımsa senin isminle Muhammed'in ismini gördüm, sallallahu aleyhi vesellem. O'nun hürmetine istedim". O vakit, Âdem'in de suçu ve günahı affoldu. Allah şöyle ahd ü peymân eyledi, "Her kim ki bana duâ eder, duâsında benim habîbim olan, sevgilim olan Muhammedimin ismini zikrederse duâsını reddetmem, kabûl ederim" dedi.
www.muzafferozak.com