İslâm'da Kerem - Sohbet - 21 Nisan 1980

6 Eylül 2023 tarihinde yayınlanmıştır.

Afv
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri buyurdular ki :
Bana bir Hıristiyan dedi ki, "Sizin dîninizde birisi birisine bir tokat vurduğu vakitde, o da ona bir tokat vurabilir. Ama bizim dînimiz sizinkinden daha nâzik, daha incedir" dedi. Niye? Çünkü sağ tarafına bir tokat vurursa, solunu çevirmesi lâzım, bizim dînimizde" dedi bana o. Ben ona dedim ki, "Sen bir vechesini biliyorsun o işin" dedim, "onun İslâm'da dört vechesi vardır" dedim. 
"Meselâ bir adam sana bir tokat vurur, sen tutup ona onun vurduğu tokatdan daha ziyâde olmamak şartıyla bir tokat vurabilirsin. Ama ondan fazla vurursan zâlim olursun. Nasıl hesaplayacaksın? Bir. İki. Tokat vurur, sen sabredersin, vurmazsın ama kalbden ona kinlenirsin. O da makbûl değil. O sana vurdu, sen ona vurmadın ve kinlenmedin de. Bu da makbûl değil. Bunun da fevkinde var. O sana vurdu, sen ona vurmadın, kinlenmedin ve üzerine ona ikrâm etdin. Bu İslâm'da var" dedim ben. 
Şimdi tercüme edelim bunu. Birisi bir sôfîye yani bir azîze tokat atdı. Tokat atınca dediler ki ona, "Sen kime vurdun biliyor musun?". "Kime vurdum?". "Mülkümüzün pâdişâhının babası o" dediler. Hakîkaten öyleydi. O memleketin pâdişâhının babasıydı o. Adam şaşırdı ne yapacağını, gitdi eline sarıldı, "Aman efendim beni affedin, ben sizi tanıyamadım, bilemedim". Ona mukâbele etdi o, "Sen bana hakkını helâl et". "Neden?" . "Çünkü sen bana vurduğun vakitde senin elin acımışdır". Ondan sonra, işi onunla bırakmadı, bal gönderdi kendisine. Çünkü vurduğu vakitde, sopayla vurmuşdu, sopa kırılmışdı, bir de sopa gönderdi, sopası kırıldı, sağlam sopa alsın diye. Üzerine bir de bal gönderdi, bal yesin diye. 
Gene Hazret-i İmâm-ı Cafer es-Sâdık aleyhisselâm, radıyallahu anh, oturuyordu, geldi birisi, ona küfürler savurdu, kötü adam dedi, her türlü hakâreti gördü, İmâm hiç ses çıkarmadı ona, cevâb vermedi. Sonra o adam gitdi, Hazret-i İmâm kalkdı yerinden onun peşine düşdü. Hazret-i İmâm'ın adamları da Hazret-i İmâm'ın yanına düşdüler ki kalkar o adam ona bir terbiyesizlik yapar, el kaldırır diye. Ve beraber gitdiler o adamın evine. Kapısını çaldı, o adam çıkdı. "Ne istiyorsun!" filan. Dedi, "Evlâdım, bende olmayan bir takım sıfatları sen bana söyledin. Bana hırsız dedin, yalancı dedin, şu dedin bu dedin filan. Şimdi ben sana söz veriyorum, eğer bende bu sıfatlar varsa hakîkaten, terk edeceğim, bir daha yapmayacağım. Yalan söylüyorsam, yalan söylemeyeceğim. Hırsızlık yapıyorsam, hırsızlık yapmayacağım. Eğer bende yoksa bu sıfatlar, sen bana böyle iftirâ etdinse, ben Cenâb-ı Hakk'a duâ edeceğim, istiğfâr edeceğim, seni Allah affetsin. Hem beni affetsin". 
Gene bir gün Hazret-i Cafer es-Sâdık, radıyallahu anh, mescidde namaz kılıyordu. Kılarken onun yanına bir adam daha geldi oraya, mescide namaz kılmaya. O adamın üzerinde para vardı. Bin dirhem, altın vardı yani. Ağırlık yapmasın diye yere koydu altını ve namaza durdu. Hazrt-i İmâm da orada namaz kılıyor, o da orada kılıyor. O adamın arkadaşları geldiler, yavaşçacık tel uzatdılar, o altının torbasını çekdiler. Şaka yapdılar ona yani, o namaz kılarken. Çekdiler torbayla altını alıp gitdiler. Adam namazı kıldı, bakdı para yok, İmâm-ı Cafer es-Sâdık Hazretlerinin yakasına sarıldı, "Benim paramı sen aldın, ver" diye. Dedi ki, "Ben almadım" dedi Hazret-i İmâm. "Yok! Senden başka kimse yokdu burada, sen vardın, ikimiz vardık. Sen çaldın benim paramı". Verirsin vermezsin, bir mücâdele. Hazret-i İmâm dedi ki, "Gel benimle beraber". Aldı onu götürdü hânesine. "Ne kadardı senin paran torbada?" dedi. "Bin dirhem vardı". "Peki". Bin dirhem altın ona verdi, "al" dedi. O adam aldı parayı geldi arkadaşlarının yanına, arkadaşları gülüşüyorlar. "Ne oldu paranı buldun mu? Paran mı kayboldu?" filan. Dedi, "O adam çalmışdı parayı ben gitdim onun gırtlağına sarıldım, parayı aldım" dedi. Dediler ki, "Yâhu senin paranı biz aldık, sakladık. O para mara almadı, senin paran burada duruyor" dediler, çıkardılar parayı. Adam şaşırdı, mahcûb oldu, bu sefer aldı parayı gitdi Hazret-i Cafer es-Sâdık'ın kapısına, kapıyı vurdu. Dedi, "Efendim, kusura bakmayın, arkadaşlar şaka yapmışlar, benim paramı onlar almışlar, siz almamışsınız, ben size iftirâ etdim ve siz de bana bu parayı verdiniz. Şu paranızı geri alın". Hazret buyurdular ki, "Burası Ehl-i Beyt hânesidir, maden-i mürüvvetdir, buradan verilen şey geri alınmaz bir daha. Senin olsun, git harca onu" dedi. 
Gene diyor birisi, pâdişahın birisi, "Ben hayâtımda bundan daha zengin kalbli bir insan görmedim" diyor, "hayâtım boyunca" diyor. "Çok insan gördüm bundan daha zengin bir insan görmedim". Seyyar berber tıraş ediyormuş, sultan gelmiş ona, dedi, "Al bu parayı", bir torba altın, "al bu parayı, ihtiyacını gör" dilan dedi ona. O aldı parayı oraya koydu ve hiç bakmadı bile, aramadı onu. Sonra bir fukarâ geldi oraya, bir garîb geldi, "Şey'enlillah" dedi. O parayı aldığı gibi ona verdi, fukarâya. Olduğu gibi. O fukarâ teşekkür etdi gitdi. Pâdişah geldi dedi, "O torbanın içerisinde ne vardı, o fukarâya verdin onu?". "O torbanın içerisinde altın vardı". "Niye fukarâya verdin?". "E benim ellerim sağlam, ben sanatkârım ekmeğimi kazanıyorum. O alîl bir adam, eli tutmuyor, gözü görmüyor, o para ona lâyık, onun için verdim" dedi. Diyor ki sultan, "Ben bundan daha cömert bir insan hayâtımda görmedim" diyor. Kendi fukarâ olduğu hâlde, âbâd olacak bir parayı, başkasına verdi. 
www.muzafferozak.com
Listeye geri dön