HUTBE
Kâlallahu te'âla fî kitâbihi'l-azîz.
Eûzübillahimineşşeytânirracîm.
Bismillahirrahmânirrahîm.
Hüvellezî ersele resûlehû bi'l-hüdâ ve dîni'l-hakkı li yuzhirehû 'ale'd-dîni küllih, ve kefâ billâhi şehîdâ. Muhammedün resûlullah vellezîne me'ahû eşiddâu 'ale'l-küffâri ruhamâu beynehum terâhum rukke'an sücceden yebtegûne fadlen minallahi ve ridvânâ sîmâhüm fî vucûhihim min eseri's-sucûd.
Sadakallahü'l-azîm
Bir kaç haftadan beri, dînin en ice noktasını ve esrârını fâş etmeğe çalışdık ve çalışıyoruz. Dînin en ince noktası muhabbetdir.
Muhabbetden Muhammed oldu hâsıl
Muhammed'siz muhabbetden ne hâsıl
Cümle mevcûdât, görünen ve görünmeyen âlemler, bilinen ve bilinmeyen âlemler, bunların hepsi Hazret-i Peygamber'e Allahu Teâlâ Hazretlerinin muhabbetinden meydana gelmişdir. Hazret-i Muhammed sallallahu aleyhi vesellem, Resûl-i Ekrem, bizim peygamberimiz, Allah'ın sevgilisi, mahbûb-i ilâhî, sebeb-i hilkat-i âlemdir. Bu âlemin sebeb-i hikmetidir. Onun için ibâdet ve tâatla Resûl-i Ekrem'le birlikte bulunabilirsin. Hattâ bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuşlar.
Ben bu hadîsi dâimâ söylerim, çünkü en mühim şeyler bunlar. Hazîne çok geniş fakat miftâh olmayınca hazîneye vâsıl olunmaz. Anahtar olmayınca yani. Bunlar anahtardır. Bir alay kitâb, bir kamyon dolusu kitâb, fakat bir kelime, o kitâbların anahtarıdır, esrârıdır. O bir kelimeyi anlatmak için o kadar kitâb yazılmışdır. Onun için İmâm-ı Ali kerremallahu vecheh Hader-i Kerrâr Efendimiz, "El-ilmi noktatün kesserehe'l-câhilûn" buyurmuşlar. İlim bir noktadır. İlim nedir? İlim Allah'ı bilmekdir. Allah da Allah ile bilinir. Câhillere bildirmek için çoğaltılmışdır. Çünkü "Kellimü'n-nâsi alâ kaderi ukûlihim"dir. Her hitâb etdiğimiz sözü, karşımızdakinin idrâkine göre hitâb etmemiz lâzım gelir.
Bazı şeyler anahtardır. Şimdi, bu anahtar işte. Diyor ki Peygamberimiz, "Birbirinizi sevmedikçe îmân etmiş olmazsınız". Yani sen de "lâilâheillallah" diyorsun, sen de "lâilâheillallah" diyorsun, bu kelime-i tayyibe-i mübârekeyi lisânınla söylüyorsun, kalbinle de inanmışsın. Buna mü'min derler. Lisânen söyledi, kalbiyle tasdîk etdi, buna mü'min derler. Lisânen söyledi, kalbiyle tasdîk etmedi, münâfık derler. Ne lisânen söyledi, ne kalbiyle tasdîk eyledi, buna da kâfir derler. Lisânen söylemedi, kalb ile tasdîk etdi, şerîat nazarında kâfirdir, ind-i ilâhîde mü'mindir. Tabii islâmın hürriyeti olduğu yerde böyle şey saklanmaz, öyle bir yerde yaşarsın ki islamlık bir kabahat olur, müslümanlık bir kabahat olur, Allah demek kabahat olur, Kur`ân-ı Kerîm okumak kabahat olur, öyle bir yerde o vakit islâmını saklayabilirsin. Zâhirde söylemezsin fakat kalbinden Allah'a bağlanırsın. Sana mühim şeyler söyledim.
Şimdi, Resûl-i Ekrem diyor ki...İki "lâilâheillallah" diyen yani iki kişi, her "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah" diyen senin kardeşindir. Bunlara hitâb ediyor Peygamber, hepimize, tâ Resûl-i Ekrem zamanından kıyâmet kopuncaya dek, gök yarılıncaya dek, yıldızlar dökülünceye dek, kabirler eşilinceye dek, denizler kaynayasıya kadar, vahşî kuşlar haşr oluncaya dek, lâilâheillallah diyenlere hitâb ediyor, "Birbirinizi sevmedikçe!" bir daha söylüyorum, "Birbirinizi sevmedikçe mü'min-i kâmil olamazsınız, îmân etmiş olmazsınız Allah'a". Birbirinizin aleyhinde, birbirinizi hasedliğinde.
Müslümanların başına gelen bu belâlar, bu felâketler nedir biliyor musun? Lisânen tevhîde geldiler, manen tevhîdi bozdular. Ondan belâya uğradılar. Nasıl belâya uğradılar? Kavm-i Nûh'a Allah tûfan gönderdi, onları boğdu, Kavm-i Nûh'u. Kavm-i Şuayb'e de ateş yağdırdı, tepelerine yağmur yerine. Bak ne söylüyorum! Onlara var bize yok zannetme sakın hâ! Sana da tûfan gelebilir, bana da tûfan gelir, bana da yağmur yerine gökden ateş yağar, kar yerine taş yağabilir. Allah'dan kork! Terâzini doğru tart, ölçeğini doğru tut, adâletden ayrılma, âdil ol. Mazlûmu, yoksulu, garîbi, kimsesizi ezme! Kimsesizin sâhibi Allah'dır, sende onun intikâmını bırakmaz, bir gün önüne çıkarır senin.
"Birbirinizi sevmedikçe îmân etmiş olmazsınız". İşte mü'minler birbirlerini sevmediler. Tâ Hazret-i Ali kerremallahu vecheh zamanında, daha ondan bir halîfe evvel, Hazret-i Osman zamanında, müslümanlar arasına nifak girdi. Yahudiler nifak sokdular islâm arasına. Daha bidâyetden sokdular ya, neyse o pek kuvvetli olmadı. Ebûbekir Sıddîk Hazretlerinin hilâfeti ve O'nun sıdk u sadâkati ve Resûlullah'a kurbiyyeti, Peygamber'e olan muhabbeti, Resûl-i Ekrem'in ona olan muhabbetiyle fitne biraz uyudu. Onun üzerine Ömer geldi, radıyallahu anh Hazretleri ki bugün azıcık gene Ömer'den bahsedeceğim, geçen hafta ondan bahsetmişdim, Hazret-i Ömer'in de kamçısı, adâleti, kılıcı, Ömer'in iki kudreti vardı, kılıcı vardı kâfire karşı, kamçısı vardı, içerideki bulunan zâlime karşı. Ters kullanmazdı. Yani kılıcı kendi milletine, kamçıyı kendi milletine kullanmazdı. Kâfire kılıç, zâlime, vatan içindeki bulunan zâlimlere, hâinlere kamçı vururdu. Ahkâmı yerine getirirdi, kânûnu yerine getirirdi. Hattâ kendi evlâdına dahi aynı şeyi yapmışdır.
Resûl-i Ekrem söylüyor, şimdi iyi dikkat et!, kulağını benden yana ver! "Birbiriniz sevmedikçe". Böyle hased etdikçe, birbirinizin aleyhinde bulundukça, ki müslümanlar arasında o vakit başladı, Hazret-i Osman zamanında başladı bu iş, hâdise. Bunu Yahudiler yapdılar. İslam arasına nifak sokdular. Zavallı zaîfü'l-bünye, İslâm'ı anlamayan, islâm'ı hakkıyla anlamayan, yâhud anladım zannedenleri sapıtarak, fitne sokdular islâm arasına, müslümanları biribirine kırdırmağa başladılar. Hasedlik, düşmanlık çıkdı arada. Halbuki "lâilâheillallah" denen nûrda düşmanlık olur mu hiç! "Muhammedü'r-Resulullah" diyen bir dudağa, o dudağa sen nasıl elinle vurabilirsin! "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah" diyen bir ağıza nasıl yumruk vurabilirsin! Nasıl onun kafasını kesebilirsin! Müslümanlar birbirlerini kırmağa başladılar, maalesef ve devâm etdi bu.
Sonra bir zaman gene bir toplandı müslümanlar, biraraya geldiler, akılları başlarına geldi, gene dünyâya hâkim oldular. Sonra gene fitne girdi aralarına, dünyâ metâı. Çünkü dünyâ metâı, bakın efendiler, iyi dinleyiniz ve darılmayın bana, misâlim biraz çirkin olacak ama yerinde, dünyâ metâı bir kemiğe benzer. Ona tamah eden, kemiğe tamah eden kimdir, bilir misin? Köpeklerdir. Kimin ameli köpekse, kemiğe tamah eder, birbirlerini ısırırlar. Sen köpeklerin içerisine girme, kenara dur biraz. Hakkını yedir ma'nâsına değil. Hakkıyla mü'min ol, o vakit hayrı şerri göreceksin, her şeyi sezeceksin. Çok insan göreceksin, zâhirde insan, hakîkatde kimi maymun, kimi domuz, kimi yılan, kimi akrep. Zâhirde insan. Allah gösterecek, perdeyi kaldıracak sana göreceksin bunu. Ama söyleme sakın hâ! Kimsenin yüzüne vurma kabahatini. Allah nelerimizi görüyor, nelerimizi biliyor, hiç bir zaman suçumuzu ortaya koyup bizi rezîl etmiyor. Örtüyor Allah, settârdır. Sen de setreyle. O makâma erersen eğer. Eğer ermeyip de avâm makâmındansan gene setret. Sen başkasının günahını ört ki Allah senin günahını örtsün. Halkın günahını açarsan senin de günahını açarlar sonra, seni de rezîl ederler. "Men dakka dukka"dır, çalma kapıyı çalarlar kapıyı. Kapıyı çaldın mı çalarlar, nâmusa ırza ilişirsen, ilişirler. Kafana bunu koy. Çalarsan çalarlar. Hiç bir şey yerde kalmaz, hepsi zâhir olur. Hattâ sözlerimiz, işlerimiz hepsi yevm-i kıyâmetde bir şekle girerek huzûrullaha gelecekdir. Bugün fen bunu isbâta başladı, çalışıyor, muvaffak olacaklar. Ne diyor Molla Cami Hazretleri :
Heme akvâl ü ahvâl-i müddehar
Rüveydâ-gerde ender rûz-i mahşer
Sözler ve işler hepsi bir şekle bürünerek yevm-i kıyâmetde önümüze gelirler. Allah defterine kaydediyor zâten, kudret fotoğraf makinası çekiyor olduğu gibi her şeyi. Her şeyi çekiyor. Hiç gizlemiyor bir şeyi. Yarın, yakın zamanda bunları bizim önümüze koyacaklar. Bunları düşün, göz önüne getir. Atmıyoruz, uydurmuyoruz, hak söylüyoruz, göreceksin, yakın zamanda.
Günahına istiğfar et, Allah tövbeleri kabûl eder. İyi adam ol. Çalış! İyiliğe çalış. İyi olmağa çalış. Ahlâkınla mücâdele et. Gazâ-yı ekber kıl, nefsinle harb et. Kötülüğe gitme! Zinâya, içkiye kumara, fenâlığa, insanların kabahatini aramaya dolaşma. İnsan ol. Ölüm var! Ölüm var! Ölüm var! Yakın zamanda elin ayağın tutmayacak. Seni bir cansız ata bindirecekler. Dostların omuzuna alacaklar. Düşmanların gülecek. Dostların ağlayacak. Seninle amelin başbaşa kalacak. Yakın bir zamanda! Yakında olacak bu. Yıldızların dökülür, tövbe kapın kapanır, nefes alır veremezsin, malından mülkünden seni dûr ederler, çırılçıplak soyarlar, hattâ ayağına bir çorap dahi vermezler giymek için, câiz değildir diye. Başına bir takke geçirmezler. Çırılçıplak, yalın ayak, başı kabak, kısmet olursa iki arşın kefenle seni götürüp bir harâbeye atarlar ve seni orada bırakır ve dönerler. Daha ayakların sesi kabristandan çıkmadan, melekler gelir sana bu hayâtın hesâbını sorar! Unutma bunları! Buradan girip buradan çıkmasın, olacakdır bunlar, böyle olacakdır.
Resûl-i Ekrem buyuruyor ki, "Birbirinizi sevmedikçe, îmân etmiş olmazsınız". Bunun ma'nâsı, birbirimizin hak ve hukûkuna riâyet etmek lâzımdır. Bugünkü durumda çok azgınız. Şu, bu diye konuşmuyorum, ortaya söylüyorum, herkes külâhını alsın önüne düşünsün. Benim sözüm onda varsa, o işi terk etsin, tövbe etsin. Yoksa Allah'a şükretsin, hamd etsin, "elhamdülillah bende bu yok" diye. Ben de öyle yapacağım. Bende de bir kusur görüyorsanız, gelin bana söyleyin, kusursa ben tövbe eder dönerim. Kusur değilse senin hakkında Allah'a istiğfâr ederim. Mal satanlar bile, parayı alıp malı vermeyecekler, o hâle getirdiler işi. Haram-helâl diye bir şey yok, doldurayım var yalnız.
Azîz Dostum! Bir adam çıkdı pazar yerine, mal-mülk diye, para diye yılan-çıyan doldurdu, farkında bile değil. Bunun gibidir bu. Para şeklinde yılanları dolduruyorsun sen çuvalın içerisine, hayat çuvalına. Tabuta binip ahrete götüreceksin. İyi şeyler al. Aldığın şeylere iyi bak, yılan-çıyan doldurma çuvala. Onunla gideceksin çünkü ahrete.
Parayı alıyoruz, karşılığında bir şey vermek istemiyoruz, hîlekârlık yapıyoruz, çalıyoruz, çırpıyoruz. Kime? Soruyorum, kime? Şu makâm-ı Muhammediyyetde yemîn ediyorum ki, eslâfımın sözlerine itimâd ederek, düşmanlarımız için topluyoruz bunu biz. Bu rızık değildir bu. Düşmanlara bırakacağız. Nedir bu kadar hırsımız? Hakkını hak et, doğru konuş, doğru yap işi. Doğru ol, doğru öl. Zâten doğru olan ölmez, olur. Ham kalmaz, olur, ölmez. Hayvan ölür, kâfir ölür, mü'min olur. Mü'min olan olur, olur. Olmuş adam olur yani erer. Olmuş, ergin, olmuş, ermiş olur yani bu âlemde Allah'a erer.
Böyle yapmıyoruz biz. Hîle-hurda, yalan-dolan. Ben kazanayım, o ağlasın.
Hele ev sâhibleri! Allah'dan korkmaz mısınız! Mal-mülk sâhibleri! Malın-mülkün sâhibi Allah'dır bir defa yâhû! Niye arttırıyorsun bu kadar, nedir zorun?
Bir memur geldi, "Otuz bin lira aylığım var, elime otuz bin lira geçiyor, vallâhi billâhi hocaefendi, otuz bin lira aylık istiyorlar, şimdi kırk bin liraya çıkardı. Neyle ödeyeceğim. Yiyecek içecek için öteyi beriyi dolandırdık yani dileniyoruz" dedi. Yâhû bazen de bırakıver, bağışlayıver bazen, ne olur, ne çıkar, nedir. Allah için verdiğini götüreceksin oraya, Allah için verdiğini oraya götüreceksin. Dünyâ için topladığın burda kalacak, düşmanların yiyecek, hesâbını sen vereceksin. Sözüm biraz acı ama doğru konuşuyorum.
Utanmadan diyor ki, "Suyunu kesdim kirâcının, çıksın pezevenk diye" diyor. Ulan suyu nasıl kesersin, Yezid misin sen! Suyu kesenden daha zâlim var mı? Allah mescidlerini harâb eden, Allah mescidlerine gelen yolları kesen, kutta'-ı tarîklerden daha zâlim kimse var mı Allah indinde? En zâlim adam câmiye gelen mü'minleri ibâdetden men' eder, zikrullahdan men' eder.
"وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّن مَّنَعَ مَسَاجِدَ اللّهِ أَن يُذْكَرَ فِيهَا اسْمُهُ وَسَعَى فِي خَرَابِهَا ve men azlemu min men mene'a mesâcidallahi en yüzkera fîhesmuhû ve se'â fî harâbihâ", mescidlerin harâbiyetine çalışır, suyu keser, suyu vermez. Allah'dan kormuyor musun? Düşmanın olsa su vereceksin be! İşitmedin mi ceddini? Kosova meydan muhârabesinde, Sultân Murad, pâdişâh, dolaşıyor yaralıları. O, Miloş mudur nedir herifin ismi, "Biraz su ver bana" dedi. Pâdişâh da eğildi su vermek için. Sultan, koca sultan!, düşmanına su veriyor! O vakit vurdu pâdişâhı, şehîd etdi. Nasıl yaparsın bunu? Merhameti insâfı elden bırakma. Ne olursan ol, insâfı ve merhameti elden bırakma. Adâletden udûl etme, hurûc etme, adâletden dışarı çıkma. Zâtına yapılan fenâlıkları affedebilirsin ama milletine, memleketine, dînine, îmânına, iffetine, ırzına, nâmûsuna yapılan fenâlıkları affetme, Allah için affetme.
Resûl-i Ekrem buyurdu, sallallahu aleyhi vesellem, "Birbirinizi sevmedikçe îmân etmiş olmazsınız".
Efendiler! Îmân deyip böyle konuşuyoruz, geçiyoruz, kolay iş değil bu ha! Vallâhi kolay değil! Billâhi kolay değil! Eğer bu îmânı kaybedersek, bu âlemden sonraki âlemde ebediyyen bir daha ölüm yok, ebediyyen cehennemdeyiz, ateşdeyiz, Allah'dan uzak bir mevkideyiz, kötülerle beraberiz, İblis'le beraberiz. Îmânlı göçersek cennetde Muhammad Mustafâ ile beraberiz. Bu îmân meselesi çok mühim. Hani îmân deyince öyle senin bildiğin gibi değil iş, hâdisâtın hakîkati. Âhiret ebedî, cennet de ebedî, cehennem de ebedî. Buradaki dünyâ gibi değil.
Sen okuyorsun bazen âbâ ü ecdâdına, istersen bak tercümeli Kur`ân'lar var, yalnız onunla manâ bitmez, "وَامْتَازُوا الْيَوْمَ اَيُّهَا الْمُجْرِمُونَ vemtâzü'l-yevme eyyühe'l-mücrimûn". Ma'nâsı, dünyâda mücrimi kâfiri, Allah bir sofra kurmuş, Allah bir sofra açmış, kâinât sofrası, o sofraya herkes oturmuş, münkiri, muvahhidi, mücrimi, kâfiri, müslümanı, sâlihi, âbidi, zâlimi, hâini, kâtili, zânîsi, her türlüsü o sofradan yiyiyor, beraber. Âhiretde öyle olmayacak, bir emir çıkacak, "وَامْتَازُوا الْيَوْمَ اَيُّهَا الْمُجْرِمُونَ vemtâzü'l-yevme eyyühe'l-mücrimûn", "Ey mücrimler, has kullarımdan ayrılın bakalım, ayrılın bakalım şimdi ey kâfirler! Nimetimi yiyip bana şirk koşanlar! Nimetimi yiyip bana karşı âsî olanlar! Nimetimi yiyip benim kullarıma isyân edip, âsî olanlar, kullarıma eziyet cefâ edenler! Ayrılın bakalım has kullarımdan". İşte o vakit bir bölük, ağlaya ağlaya ayrılacak. Bir bölük de gülerek bir taraf ayrılacak. Ağlayanların yüzleri kara, gözleri gök, defterleri simsiyah, ya arkadan verilir, ya soldan verilir. Gülenlerin yüzleri de nûr içerisinde, defterleri ya sağdan verilir, ya önden verilir, veyâhud hiç hesâb görmezler, Hazret-i Muhammed'e bağışlanmışlardır Hangisini istiyorsun? Sâdıklarla mı ayrılmak istiyorsun, mücrimlerle mi?
Bak ne diyor şimdi okuduğum âyet-i kerîmede, hemen keseceğim dersi. Hava çok sıcak, kısa bir hutbe yapayım dedim size, sizi fazla üzmeyeyim dedim ama, zuhûr etdi konuşduk.
"Vellezîne", ol Nebiy-yi Zîşân ki Muhammed Mustafâ. Yukarıda "ve kefâ billâhi şehîdâ". "Ey Habîbim Muhammed", sallallahu aleyhi vesellem, "Ey ekmele'r-rusül", "Ey peygamberlerin en kâmili, en ekmeli, en yücesi", "Ey sevgilim Muhammed, kâfirler senin nübüvvetini inkâr ediyorlarsa etsinler, kâfirler çatlasın, münâfıklar patlasın, ve kefâ billâhi şehîdâ, benim şehâdetim, senin nübüvvetin hakkında benim şehâdetim sana kâfî değil mi? Ben şâhidim Habîbim Muhammed, sen nebîsin, resûlsün sen, semâyı ardı senin için halk etdim, melekler senin için cevelân ediyorlar, cennet senin için tezyîn olundu, senin ümmetin için tezyîn olundu, arşımı senin için süsledim, senin ayağının tozuyla arşım iftihar ediyor Habîbim Muhammed".
"Vellezîne maahû", onunla beraber, o Peygamber'le beraber, kimdir o "maahû"? Ebûbekir Sıddîk Hazretleri. "Eşiddâu ale'l-küffâri", kâfirlere şiddetli olan, mü'minlere merhametli, kâfire şiddetli. Bizim tersine şimdi, mü'mine şiddetli, kâfire merhametli. Sen görürsün kâfirin kazığını sonra. O kâfir muhabbetinin nihâyetini sonra göreceksin sen. Yakın bir zamanda.
Sakın hâ, bu konuşduğumu ters anlayıp da iş karıştırma. yani döv, söv, hakâret et manâsına değil hâ! Bizim memleketimiz bir cennet gibidir. Bizim mü'minler, misâfirperverdir. Misâfire izzet ve ikrâm Allah'a izzet ve ikrâmdır. Hattâ Resûl-i Ekrem, "men kâne yü'minü billahi ve'l-yevmi'l-âhiri fe'l-yükrim dayfeh, Allah ve kıyâmet gününe inananlar misâfirlerine hürmet etsinler, ikrâm etsinler" diyor. Sakın hâ turistlere filan sataşma. O manâya konuşmuyorum ben.
Sen bak târihleri bir çevir, târihlerin hepsi iyi yazmıyor, târihlerin hepsi. Kabirlerimizi sökdüler, kemiklerimizi yakdılar, câmileri yerle bir etdiler, "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah" diyenlerin ağızlarını kırdılar, yedi yüz senedir bizim emrimizde bulunan topraklarda sanki müslümanlar hiç yaşamamış gibi oldu, bütün âsârımızı kaldırdılar. Gidin görün bakın. Hâlâ da senden intikam almak için çocuklarını yetiştiriyorlar. Sen unutdun ama. Zavallı! Daha dün, dün, istiklâl muhârebesinde şanlı ordumuz harbi kazanmadan düşman buralara gelmişdi, İstanbul'un burnuna sokulmuşdu. İçinizde belki var. Çınarcıklı yok mu içinizde? Belki vardır. Çınarcık halkını câmiye doldurdular, câminin kapısını kapadılar, yakdılar. Hâlâ yakın zamâna kadar kazdıkları vakitde köylülerin penezleri çıkıyordu yerden. Yanmış olan penezler, çoluk çocuğun.
İstiyorsan sulh u salâh cenge hâzır ol. Uyuma! Kendini bil, kendini unutma. Nerede evet diyeceğini, nerede hayır diyeceğini bilmelisin. Bilmezsek adam sayılmayız sonra. Kıyâfeten adam sayılırız, terzinin yapdığı adam, berberin yapdığı adam sayılırız sonra. Nerede evet diyeceğiz, nerede hayır diyeceğiz. Nerede dur diyeceğiz, nerede yürü diyeceğiz. Acaba anlatabildim mi mü'minler?
"Birbirinizi sevmedikçe îmân etmiş olmazsınız". Seveceğiz birbirmizi. Vahdet, birlik. Renk, mezheb filan aramayacaksın, "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah" diyen senin kardeşindir. Bitdi. ben söylemiyorum, Allah söylüyor. Nerede söylüyor? Sûre-i Hucurât'da, Kur`ân'da söylüyor. Esteîzübillah, "اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ inneme'l-mü'minûne ihvetün, mü'minler kardeşdirler". Mü'min kime derler? "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah" diyen, lisân ile ikrâr, kalb ile tasdîk eden mü'mindir. Mü'minler birbirinin kardeşidir. Birbirimizi sevmedikçe îmân etmiş olmayız. Peygamberlerin seyyidi olan Muhammed Mustafâ ki bizim peygamberimizdir, sallallahu aleyhi vesellem. Yani "seyyidü'l-arabi ve'l-acem"dir, arabın ve acemin seyyididir. Acem, Arab'dan gayrı olan millete derler. Bildiğimiz İranlıya demezler yalnız. Arab'dan gayrı millete Acem tabir edilir. Peygamberimiz hem Arab'a, hem sâir kavimlere peygamber olarak ba's olundu. Cemî nâsa, "kâffeten li'n-nâs", bütün nâsa peygamber ba's olunmuşdur. Renk ırk aramayacağız öyle şeyleri. Mezhebdi filan karışmayacağız öyle şeylere. "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah" dedi mi senin kardeşindir. Bitdi o kadar. Fazla konuşma. Armudun sapı var, üzümün çöpü var diye uğraşıp durma. Kardeşin senin. Bitdi.
Hak ve hukûku teslîm edeceksin. Sevmekden manâ, öpüşmek, sevişmek manâsına değil, ters anlama sözü. Hak hukûku teslîm, kimse kimsenin hakkına tecâvüz yok, adl ile muâmele, dâimâ iyilik, dâimâ iyiliği tavsiye, dâimâ hakkı tavsiye, kötülükden insanları men' etmek. Tatlı sözle, güzel sözlerle. Vazîfelerimiz bizim. Sevmek buna derler. Öteki sevgide birinciliği eşek alır, senin anladığın sevgide. Senin anladığın sevgide, aşkda birinciliği eşek alır. Eşek birinci olur o işde.
"وَالَّذ۪ينَ مَعَهُٓ vellezîne ma'ahû", işte böyle yapanlar, Ebûbekir Sıddîk gibi, "اَشِدَّٓاءُ عَلَى الْكُفَّارِ eşiddâü ale'l-küffâri", kâfir üzerine şiddetli olan Ömer gibi, "رُحَمَٓاءُ بَيْنَهُمْ ruhemâu beynehüm", Osman gibi, "رُكَّعًا سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَانًاۘ rükke'an sücceden yebtegûne fadlen minallahi ve rıdvânâ", Ali gibi, bunlar Resûlullah ile beraber olduğu gibi, bu muhabbetde bulunanlar Hazret-i Muhammed'le beraberdir. Sohbet-i Muhammed'e hazır ol cennetde! Sohbet-i Muhammed'e hazır ol cennetde!
Resûl-i Ekrem'i seversen îmânın kemâldedir, ne kabir korkusu, ne ölüm acısı, ne kabir vahşeti, ne mahşer dehşeti, ne cehennemin nârı vardır. Güzel bir hayâta kavuşacaksın. Hûriler, gılmanlar senin hizmetçin olacakdır. Senin köşklerin, senin sarayların süslenmişdir, seni beklemekdedir. Hattâ sana bana verilen olan hûriler bize âşık olmuş, bekliyorlar bizi. Hazırlanmışdır. "Efendim, cennet sonra mı halk olunacak?" Değil, cennetde halk olundu, cehennem de hazır duruyor. Allah ehlini de hazırladı. Cennetin ehli de hazır, cehennem ehli de hazır.
Ne ölüm korkusu, ne ölüm acısı, ne kabir vahşeti, ne mahşer dehşeti, ne hesâbda rezîl olmak, ne mîzânda âvâre kalmak. Cehennemin nârı da yok. Korku yok artık bir daha. Çünkü şu müjdeyi alıyorsun, böyle yapdığın vakitde, "اَلَٓا اِنَّ اَوْلِيَٓاءَ اللّٰهِ elâ inne evliyâallah", Allah'ın dostu oluyorsun. Ey Allah'ın dostları! "لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ lâ havfün aleyhim", sizin için korku yokdur, "وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۚ velâhüm yahzenûn", bırakdıklarınıza mahzûn olmayınız. Bütün dünyâ senin olsa, bıraksan dahi mahzûn olma. Allah öyle nimet verecek ki, dünyâ senin olduğu hâlde, gitdiğin vakitde, dünyâ onun yanında hiç mesâbesinde kalacakdır, cennetde verilen nimetlere göre. Sana şaka gelmesin. Şâirler bunu dile getiremezler, kaleme de getiremezler ve hayâllerinden bile geçmez yani verilecek olan nimet. Bir tek inciden Allah, bir tek inciden bir saray yapmışdır, mü'min için hazırlamışdır.
"Efendi, bu olur mu bu?". Ahmak adam! Münkire söylüyorum, sana değil. Semâya bakdığın vakitde son gördüğün yıldız, makinayla son gördüğün yıldız, dünyânın karasularının işâretidir. Allah bu görülmeyen âlemleri dahi bir emirle halk etmişdir, "kün" demişdir ve olmuşdur bu iş, bu hâdise, hemen olmuşdur. Allah'a bunu çok görme. Sana hazırladı Allah bunu. Kur`ân-ı Kerîm bunu nâtık ve söylemekdedir.
Müjde olsun ey Muhammedîler! Ey "Muhammedü'r-Resûllah" diyenler, "Rabbim Allah" diyenler müjde olsun size!
Allah îmânımızı bağışlasın. Allah kalbimizi aşk-ı Muhammed'le ziynetlendirsin. Allah yüzümüzü nûr-i Muhammed'le münevver kılsın. Ahir kelâmımızı Kelime-i Tevhîd, Kur`ân-ı Mecîd etsin, mahşer gününün şiddet ve dehşetinde habîbi Muhammedin sancağı altında cem ü haşr eylesin.