26 Kasım 2023 tarihinde yayınlanmıştır.
Bu kitâb-ı şerîfin tasnîfine bâ'is ve bâdî ve bu mecmû'a-i latîfenin te’lîfine illet-i gâî oldur ki, bu fakîr-i mevlevî a'nî Şeyh Rusûhuddîn İsmâil bin Ahmed el-Ankaravî, sebbetallahu kademuhû 'alâ şerî'ati'n-nebevî ve't-tarîkati'l-mevlevî, ol vakitde ki, irşâd-ı fukarâ ve ahbâb ile me’mûr oldum ve "el-me’mûru ma'zûrun" mûcibince hasbe’l-makdûr onların irşâd ve terbiyesine cell-i himmetim masrûf ve mahsûr kıldım. Gördüm ki, ekser hey'etimizde ve şekil ve sûretimizde olan fukarâ, ol sultânü'l-evliyâ ve burhânü'l-asfiyâ ve unvânü'l-etkıyâ yani Mevlânâ ve mevle'l-'ârifîn Hazretlerinin zâhib olduğu tarîkat-i 'aliyyeye muhâlif gitmiş ve tarîkat-i Mevleviyye onu zu'm etmiş, her biri ol Hazret'in kelimât-ı kudsiyyesiyle, meşreb ve mezheblerine hüccet kılıp, varta-i ibâhata yetmiş, kimisi tebdîl-i şekl li ecli ekl eylemiş ve ni'met-i sülûkden ve lezzet-i su'lükden bî-behre kalmış ve ba'zısı dahî 'ilm ü ma'rifetden şecer-i bilâ-semer gibi hâlî olup şerî'at ve tarîkatı bilmemiş ve âdâb ve erkân nedir duymamış ve ba'zılar dahî gerçi bu zikr olunan sıfatlardan terakkî edip 'ilm ü ma'rifet tahsîl kılmış ve âdâb-ı şerî'at ve tarîkata min vechin vâkıf olmuş, lâkin nefs ü şeytân, tevhîd-i ef'âl yüzünden ve evliyânın vahdet-âmiz olan sözünden onlara ruhsat bulup onları çâh-ı ibâhat ve ilhâda salmış.
Ve bu cümlenin meyânında bir gürûh-ı pür-şükûh dahî var ki, bu zikr olunan sıfatlardan mu'arrâ ve bu takrîr kılınan hâletlerden müberrâdır, akîdeleri pâk ve derûnları nûr-i 'ilm ü ma'rifetle tâbnâk, fakr ve kanâ'atle mütehallık ve 'ibâdet ve riyâzatla mütehakkık olmuşlar ve enbiyâ ve evliyânın buyurduğunu bilâ te'vîl 'alâ mukteza'n-nefs ihtiyâr kılmışlar. Ammâ bu sınıfın dahî ba'zısı merâtib-i sülûkden ve meşârib-i su'lükden ve dekâyık-ı tarîkat ve hakîkatden ve hakâyık-i 'ilm ü mâ'rifetden bî-haber kalmışlar. Hemân ol Hazret'in Mesnevî-i Şerîf'de buyurduğu nazmın zâhirine ve bir mikdâr derûnuna fürce bulmuşlar.
Pes, Hazret-i Ali kerremallahu vecheh Efendimizin buyurdukları kelâm üzere ki, "Lâ hayra fi's-samti 'ani'l-'ilmi kemâ lâ hayra fi'l-kelâmi 'ani'l-cehli"dir. Bu husûsda bildiğim 'ilmden sâmit olmayı hayır görmedim ve bunlara bu vartalardan haber vermemeyi mürüvvet ve fütüvvet bulmadım.
Bu kitâbı yazmamın sebebi şudur. Mevleviyye tarîkatında irşâda me'mûr olduğum zaman gördüm ki bu yola girenlerin çoğu Hazret-i Mevlânâ'nın yoluna ters düşmüşler. Üstelik kendi tutcukları yolu doğru bilmişler. Hazret-i Mevlânâ'nın bazı sözlerini anlamayıp ilhâda düşmüşler yani dînden çıkmışlar. Kimileri de "tekkeyi bekleyen çorbayı içer" kabîlinden bu yolu kolay bir geçim yolu olarak benimsemiş. Çoğu seyr-i sülûk görmemiş, âdâb ve erkân öğrenmemiş. Bir kısmı ilimden de ma'rifetden de uzak kalmış. İlimden ve marifetden nasîbi olanların bir kısmı da evliyâullahın vahdet hakkındaki sözlerini anlamamış ve dînden çıkmış. Geriye kalanlardan pek azı dürüst bir i'tikâda, ilim ve irfâna sâhib olup, ibâdetlerini yapan, zühd ü takvâ sâhibi kimselerdir. Ancak bunların da bir kısmı, tarîkatın inceliklerine vâkıf olamamış, Hazret-i Mevlânâ'nın sözlerindeki derin ma'nâları anlayamamışlar. İşte bu yüzden suskun kalmayıp, bildiklerimi öğretmek ve bunları içine düştükleri vartalardan kurtarmayı vazîfe bildim.Düşünün ki bu eser, 17. asırda yazılmışdır. Yine düşünün ki Ankaravî Hazretlerinin bahsetdiği dervîşler dağ başlarında yâhud Anadolu'nun ücrâ yerlerinde filan değildir.