İsmâil Hakkı Bursevî Hazretlerinin Rüyâları

23 Nisan 2022 tarihinde yayınlanmıştır.

Rüya

Bazı velîler seyr u sülûkleri esnâsında gördükleri rüyâları kaydetmişlerdir. Eserlerinde ve sohbetlerinde yeri geldikçe bu rüyâları anlatmışlar, kendilerinden sonra geleceklere ışık tutmuşlar, rehberlik etmişlerdir. Bu zevâtdan biri de Seyyid Osman Fazlî Efendi'nin halîfesi İsmâil Hakkı Bursevî Hazretleridir. Onun Tamâmü'l-Feyz nâmındaki eserinde yer alan rüyâlardan bazılarını buraya alıyorum. Ola ki istifâde edenler bulunur. 

İsmâil Hakkı Bursevî Hazretleri buyuruyorlar ki :

Hazret-i Şeyh'e intisâbımdan önce ve sonra Allahu Teâlâ'nın üzerimdeki nimetlerine delâlet eden bazı sâdık rüyâlar gördüm. Bu rüyâlardan biri bulûğ çağına yakınken gördüğüm şu rüyâdır. Bir şahıs bana birinde su, diğerinde bal şerbeti olan iki büyük ibrik verdi. Ben içinde şerbet olanı seçdim. Bana, "İsâbet etdin" dedi. Bu rüyâlardan biri bulûğdan sonra gördüğüm şu rüyâdır. Elinde hadîs kitâblarından bir kitap bulunan bir şahıs bana, "Bunu al" dedi. Kitâbı alınca gönlüme tefe'ül etmek düşdü. Kitâbı ortasından açdım. Bir de bakdım, ilk satırdaki hadîsin başı şöyleydi : "Ey İsmâil, İsmâiliyyet mertebesini tamamla. Çünkü İbrâhimiyyet onun üzerindedir".

1088 yılı Rebîülâhir ayının sonlarında gördüğüm sâdık rüyâlarımın birinde, Şeyhü'l-Ekber'in bana yöneldiğini gördüm. O, orta boylu ve esmer renkli bir adamdı. Sakalına ak düşmüşdü. Ağzımı öpdü. Ben de onun mübârek ayağını öpdüm. Sonra uyandım. Ağızdan öpme işini, manevî rûhun bana üflenmesine yordum. Ayakdan öpmeyi ise ona karşı olan tevazuuma, ona inanarak ilim, amel ve hâllerinde onun yolundan gitdiğime, veciz kelimeleri ve sözleriyle yapdığı nasîhatlerini kabûl etdiğime yordum. Bunu lutfetdiği için Allah’a hamd olsun.

Bu rüyâlardan biri de şudur. Beşerin atası Âdem'i bir deve üzerinde gördüm. Etrafında da pek çok insan vardı. Âdem dünyadaki görünüşü üzere idi ve çok büyük bir sakalı vardı. Kabristan yolundan geçdi, ona bakıyordum. Sanki o sultanın sarayına girdi, ben de onun izini takîb etdim ve girdiği yere girdim. Sonra uyandım. Bu rüya benim bazı hâllerde onun gibi olduğuma delâlet etmekdedir. Çünkü o cennetden çıkmaya ve yeryüzüne inmeye dûçâr olmuş ve birçok sıkıntıya göğüs germişdir. Ben de bazı yaramaz kimselerle imtihan olunmak ve bir yerden başka bir yere göçmekle mübtelâ oldum.

Bu rüyâlardan biri de şudur. Resûlullah'ı gördüm. "Yâ Resûlallah, insanlar senin vücûd-i şerîfinin kimyâ olduğunu söylüyorlar. Bu sözün aslı var mı?" dedim. "Evet, fakat onun eseri bin yılından sonra zâhir olur" buyurdu. Sonra "Yine insanlar yerin altında, içinde bin şehrin olduğu bir denizin bulunduğunu söylüyorlar. Bu konuda ne dersin, yâ Resûlallah?" dedim. "Dedikleri gibidir" buyurdu. Derken sanki ben o şehirlere hilâfet vazîfesiyle yöneldiğimi gördüm.

Bu rüyâlardan biri de hastalıklı zihinlerin kabul etmeyeceği büyük bir husûs olduğundan zikretmeyeceğim bir rüyadır. Bu rüyâmın netîcesi şeyhime verilen bazı yüce hâllerde ona ortak olmamdır.

Bu rüyâlardan biri de gördüğüm yedi sûretdir. Onlardan her biri yedi mertebeden bir mertebeye işaretdir. Onların en yükseği altındır. Evliyâullahdan biri bana, "Bunlar senin mertebelerindir" diye işaret etdi. Altın hakîkat mertebesine işaretdir. Çünkü insanlar madenler gibidir. Madenlerin de en üstünü altındır.

Bu rüyâlardan biri de şudur. Ben öldüm ve defnedildim. Rûh cesedin hizâsına geldi. Suâl ve cevâbın nasıl olduğunu anladım.

Bu rüyâlardan biri de şudur. Sanki kıyâmet kopmuş gibi gördüm. Hesâb yerine çekilip götürüldüm. Soru soran biri çeşitli meselelerden sordu. Allahu Teâlâ'nın yardımıyla cevâb verirken hiç duraksamadım. Sonra Hazret-i Şeyh geldi. Elinde ekmek vardı. Ekmeği bir kabın içinde bulunan bala batırdı. Yarısını ısırdı, diğer yarısını da bana verdi ve şöyle dedi, "Bunu ye, sana zâhirde ve bâtında sorulan her soruya cevâb ver" İşte bundan sonra Allah bana isimlerinin ve mazharlarının sırlarını bütün teferruatıyla ve özellikle de hilâfet sırrını bildirdi. Cevâbını vermediğim hiçbir soru kalmadı.

Bu rüyâlardan biri de 1085 senesinde gördüğüm rüyâdır. O zaman ben Hazret-i Şeyh'ten el-Mutavvel'i okuyordum. Rüyâda Hazret-i Şeyh bana eliyle işaret ederek, "Bana yaklaş, gel ey İsmâil, ta ki göreyim sana bizim bu tarîkımızda istidâd gelmiş mi?" dedi. Ben de ona yaklaşdım. Başımı kucağına aldı. Ziyâret edenin elini hastanın başına koyması gibi elini başımın üzerine koydu ve "Senin istidâdın gelmiş" dedi. Ardından Fâtiha sûresini okudu ve başdan ayağa kadar üzerime üfledi. Sonra "Seni Bursa şehrine halîfe tayîn etdim" dedi ve uyandım

Mutlak misâl âleminde de, his âleminde de bana ezelî saâdeti müjdeleyen bir vâkıam var. Fakat bu işin ehli tarafından benden söz alındığı için onu zikretmiyorum. Hamd, nimet veren ve çokça ihsânda bulunan Allah'a mahsûsdur. Allahu Teâlâ, "قُلْ بِفَضْلِ اللّٰهِ وَبِرَحْمَتِه۪ فَبِذٰلِكَ فَلْيَفْرَحُواۜ" buyurmuşdur. Fazl vâsıtadır, maksad Allahu Teâlâ'dır. O hâlde ancak Allah ile sevin, başka bir şeyle değil.

Sonra nazar ve istidlâl işi tamam olunca kitâbları suya verdim. Onlara bakmayı tamâmen unutdum. Hazret-i Şeyh bir gün beni özel odasına çağırdı. Benimle âdeti olduğu üzere epeyce latîfeleşdikten sonra dedi ki, "Diğer sôfîler gibi senin halvet ve riyâzete ihtiyacın yok. Çünkü diğerlerinin bunlarla elde ettiklerine, sen onlar olmadan ulaşdın. Allah'a hamd olsun. Fakat zâhirî ve mânevî bazı faydaları sebebiyle doksan gün halvete girmeni tavsiye ediyorum". Ben de "Başım gözüm üstüne" dedim. Bunun üzerine "Zeyrek Camiine git ve bu süre tamam olana kadar bir köşesinde halvete gir" dedi. Dervîşler ilim tahsîlinden sonra orada halvete girerlerdi. Mezkûr caminin bitişiğindeki kubbenin Hazret-i Şeyh'in hankâhı olduğunun daha önce söylemişdim. Tarîkatın şartlarını ve halvetle ilgili tavsiyelerini aldıkdan sonra elini öpdüm ve camiye gitdim. Caminin bir köşesini bir hasırla çevirip kapatdım. Halvetde yanımda iki arkadaşım vardı. Her ikisi de caminin ayrı bir köşesindeydiler. Onlardan biri Debreli Ali Efendi idi, mücâhedesi kuvvetli bir kişiydi. İkincisi ise Karinâbâdlı Seyyid Mehmed Efendi idi. Gücüm kuvvetim yettiği kadar gece gündüz Allahu Teâlâ'yı zikr ile meşgûl oldum.

Birinci gece kendimi sanki sultanın kapısındaymışım, sultanın binite binmesini bekliyormuşum gibi gördüm. Derken güneş doğdu. Bir de bakdım sultan yanında nedimleri ve askerleriyle binite bindi. Kapının dışında üç yol vardı. Onlardan biri herkes tarafından bilinen işlek bir yoldu. Diğer ikisi ise işlek değildi. Sultan çıkınca işlek olmayan yollardan birine girdi ve o yolda ilerledi. Ben "Bu yol işlek değilmiş" dedim. Bana denildi ki, “Bu yolun başı her ne kadar dar ise ve işlek değilse de sonu geniş bir sahrâdır. Avlanma ve gezip ferahlama yeridir". Sultan o gün sarayına dönüp beni haremine çağırana kadar kapısından ayrılmadım. Meclisinde bulunmakla şereflenince kendisine bir ilâhi okumamı emretdi. Ben de Hazret-i Peygamber'in medhiyyelerinden birini okudum. Bundan çok haz duydu ve bana avuç içi kadar yuvarlak, hattâ daha yuvarlak ve geniş büyükçe bir altın verdi ve uyandım.

Hazret-i Şeyh ile bir araya geldiğimde rüyâyı ona arz etdim. Buyurdu ki, "Rüyâdaki sultan, rûh-i sultânîdir. Askerler onun kuvvetleridir. Herkesin bildiği işlek yol şerî'atdır. Herkesin bilmediği ise ma'rifet ve hakîkatdir. Bu iki yol her ne kadar işin başında insanların görüşüne göre dar iseler de sâlik işin sonunda onları çok geniş bulur. İşin başında öyle dar göründüğü için insanların o yollara gitmediklerini ve onlardan tamamen yüz çevirdiklerini görürsün. "Cennetin etrafı nefsin hoşlanmadığı şeylerle sarılmışdır" hadîsinde de ona işâret vardır. Rûh-i sultânî için bu yolun sonunda pek çok av vardır. Onlar esmânın mazharlarından onun muttalî olduğu sırlardır. Nitekim Mesnevi'de şöyle geçer : "Evliyanın tuzağı olan o hayaller Hakk bahçelerindeki ay yüzlülerin akisleridir". Çünkü hayaller, kevn, hayal, vehim ve benzeri kelimelerle ifade edilen mazharlardır. Onlar evliyânın tuzaklarıdır. O tuzaklardan her birinde sırlardan bir sır avlarlar. İnsanı el-Câmi' isminin mazharı, cinleri el-Latîf isminin mazharı, melekleri el-Kavî isminin mazharı, hayvanları el-Müzill isminin mazharı, bitkileri er-Rezzâk isminin mazharı, madenleri el-Azîz isminin mazharı ve diğerlerini de aynı şekilde görürler. Bütün bu mazharlar ilâhî zâtın sıfatlarının mazharlarıdır. Onlar gölgenin sâhibine göre gölge gibidirler.Sultanın yola düşmesi urûc ve suûda, geri dönmesi nüzûl ve hübûta işâretdir. Hazret-i Peygamber'in övülmesi ona olan muhabbete işaretdir. Çünkü gâyeye, yani altın ile ifâde edilen hakîkate ulaşmanın vesîlesi O'dur. Altının geniş olması sana bağışlanan hakîkat dâiresinin genişliğine işâretdir"

Sonra şöyle dedi, "Rüyâ hâline fazla itibar etme. Bilakis matlûbunun taayyün ve mutlak misal âleminde hâsıl olması için çalış".

Hazret-i Şeyh Silsile-i Celvetiyye nâmındeki eserinde kendisine vâkî olan iki zuhûrâtı da şöyle beyân buyuruyorlar :

Üsküdar'da olduğumuz sıralarda bir gece Hazret-i Muhammed Üftâde ve Mahmûd Hüdâyî temessül edip geldiler ve yanıma oturdular. Hazret-i Üftâde söze önce başlayıp, "İşte Üftâde Üftâde, Hüdâyî Hüdâyî, diye diye âhir sen de onlara erişdin" buyurdu. Bursa tarafına işâret olunup, "Sizi sağ tarafımıza alalım" diye remz olundu. Hazret-i Hüdâyî ile bazı iltifatlaşmalar vukû buldu. O, rengi sarıya meyyal, hafif sakallı ve mutedil cüsselidir. Şeyh Üftâde ise uzun boylu ve uzun sakallıdır. Onun rengi de biraz sarıya meyyaldir.

Şam'da bulunduğum sırada metâlib-i âlîyeden bir matlûb meydâna geldi ki o derece-i sohbetdir. Bir gece gözüm kapalı uykuyla uyanıklık arasında iken Cenâb-ı Risâlet yanıma gelip, "Men tehakkaka ismî tuikkuka ismuh" buyurdular ve bu fakîri derece-i simâ' ve rivâyete erişdirdiler.
Listeye geri dön