İstanbul'da Müezzinlik - Sohbet - 19 Haziran 1984

11 Nisan 2023 tarihinde yayınlanmıştır.

Ezan
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri bir Ramazan gecesi, terâvih namazından sonra sohbete başlarken önce Enderûn usûlüyle kılınan terâvih namazlarının sonunda okunan Tâhir makâmındaki tesbîhi okudular ve buyurdular ki :
Bir müezzinliği vardı İstanbul'un, dünyâ yüzünde İslâm âleminin hiç bir yerinde yok. Saltanat-ı Osmâniyye'den kalma. Pâdişah müezzinlerinin yapdığı şey câmilere geçmişdi. Kör olmayısıca iki tâne softa çıkdı oradan, tüyü bozuk, "Bidatdır, midatdır" filan, lap diye kaldırtdılar. Zâten onların canına minnet, o tarafdakilerin. Ne salavât-ı şerîfe okunuyor minârelerde, ne bir şey. Cenâze salâtı veriyorlar yalnız. Parayla o da. Paralı olduğu için. 
Vaktiyle Enderûn müezzinleri varmış, pâdişahın müezzinleri var. Hâfız Yaşar, Enderûn müezzini. Ama bitmişdi tabii Hâfız Yaşar. Hâfız Yaşar'ın aklı başında olsaydı, Allah rahmet eylesin, okumazdı o yaşda hâlâ. Herkesin kulağında öyle kalsın, Hâfız Yaşar böyle okurmuş diye. Niye okumadı Hâfız Sâmi? Kimse bilmiyor inceliği. Hâfız Sâmi mahsûs okumadı. Herkesin hâfızasında Hâfız Sâmi diye kaldı. Eğer Hâfız Sâmi ölünceye kadar okusaydı, Yâşar gibi olurdu. Unutulurdu Hâfız Sâmi. Tadında keseceksin her şeyi. "Bu mudur Hâfız Yaşar" dediler, "pâdişah bunu nasıl dinlemiş" dediler. Ölesiye kadar okudu. Allah rahmet eylesin. 
Pehlivanlık da öyledir. Bak dikkat edilirse, boksörler moksörler otuz üç yaşında filan son bir maç yapıyorlar, büyük bir maç, çekiliyor. Mehmed Ali Clay çekildi bak. Çünkü herkes unutmayacak onu. "Mehmed Ali Clay böyle boksördü şöyle boksördü" filan diye hep söyleyecekler. Eğer kalsaydı şimdi eğer dayak yerdi o, alay ederlerdi, bombok bir şey olurdu o, sopa yiye yiye. Her şeyi tadında bırakacaksın. Benim de mihrâba geçmem câiz değil ama hâfızlar gelmiyorlar, nazlanıyorlar ben de onlar nazlandığı için geçiyorum. Beni söyleseler ne olur söylemeseler ne olur, ben meşhûr değilim, meşhûrların böyle olması lâzım. Tadındayken iş kesecek onu. Tadı damağındayken kesilmesi lâzım. Güzel zamanındayken. Dümbüllü İsmâil sonuna kadar, ölesiye kadar sahneye çıkdı. Alay ediyorlardı kahvede. Koska'daki kahvede alay ediyorlardı, biz o kahveye çıkardık. Alay ediyorlardı. İşte o da kalkıp onlara küfür ediyordu, alay edenlere filan.
Gelirdi bana, beni severdi, namaza gelirdi bana. Bir gün geldi, ağlıyor. Hocapaşa Câmisine gitmiş, Hocapaşa Câmisinde bir Osman Efendi vardı, Karadenizli bir imam. Osman Efendi çıkmış hutbeye, almış bunu karşısına, "Ha bular ***** adamlar, milleti güldiriyler, yarın yevm-i kıyâmetde bular hokkabaz diye çikacaklar" bilmem ne filan. Onu almış karşısına, adamcağızı hüngür hüngür ağlatmış orada lüzumsuz yere hoca. O da kalkmış bizim câmiye gelmiş. Dedi, "Bana böyle yapdı oranın imamı" dedi bana. "Ne gidiyorsun o câmilere sen" dedim, "bana gelsene. Sen milleti güldürdüğün için Allah sana âhiretde sevâb verecek" dedim. "Zâten bu millet ağlıyor" dedim, "hep ağlıyor, hiç olmazsa sen ağlayanları güldürüyorsun, onun için Allah sana ecir verecek, şöyle yapacak filan", onu memnûn etdim ben. "Gel benim câmiye, gitme sen öyle yerlere" dedim, "ne işin var senin sofuların câmisinde". Herkes ağlıyor bizde, ağlayan gitse, güldürüyordu onu, bir müddet sıkıntısını def ediyordu. Sevâb değil mi? Sevâbdır.
Bizim meşâyihden birisi varmış da Mora'da, bizden, çok kuvvetli vaaz edermiş. Etdiği vakitde ağlamayan kimse kalmazmış filan. Ağlatırmış, sonra, bir müddet sonra, "Çok ağlatdım ben sizi biraz güldüreyim" dermiş. Bir curası varmış böyle, çıkarır curayı, cura çalar, güldürürmüş milleti.

Efendi Hazretleri müezzinlerin dikkat etmesi gereken husûslardan bahisle namazdaki tekbîrlerin nasıl alınacağını tek tek tarîf buyurdular. İftitah tekbîri nasıl alınır, rükû tekbîri nasıl alınır, kuûd tekbîri nasıl alınır, nasıl asma karar verilir, nasıl tam karar verilir bizzat okuyarak gösterdiler ve buyurdular ki :

Senelerce, yalnız sübhânallah verdiler bana câmide. Yani tesbîhlerden sübhânallah, elhamdülillah, allahuekber var ya. O vakit, neûzübillah, câmide tekbîr almak. Halk anlıyor makâmâtdan, biliyorlar hangi rekatda hangi makâm yapılacak, hangi perdeden okunacak, halk biliyor başdan aşağı. Hele biri yanlış bir şey yaparsa felâket, herkes yukarıya böyle bakıyorlar. Hani kalkıp dövecek adamlar var aşağıda. Öyle, eski devirde. 

Sonra bir akşam eviç verdi müezzinbaşı bana. Benden önce de bir Dâim var Abdüldâim, benim hocamın oğlu, Lâleli müezzinlerinden, diiik bir sesi var. Korkunç bir ses, dik. Hocam da öyleydi. Sakız'a sürmüşler onu, Sakız Adasına, ezân okurmuş, üç saatlik yoldan sesi işitilirmiş hocamın. Yaşlı, beyaz sakallı, sakalı buraya kadar bir adamdı. Sultan Selim'de ezân okurdu, Kasımpaşa dinlerdi ezânını. Şâkir Efendi. Sonra Türkçe ezân çıkınca bir daha çıkmadı minâreye, okumadı. Zâten hükûmet de takîb ediyordu. Öldüğü gün teneşire koymuşlar, polis gelmiş mahkemeye çağırıyor. İşte o Dâim Efendi, "Yâhu öldü" dedi, "o da kurtuldu siz de kurtuldunuz" dedi, "işte yatıyor, haydi gelin mahkemeye götürün". Allah rahmet eylesin iyi bir adamdı. Sulehâdan bir adamdı. Hocamdı benim. O Dâim'e verdiler müezzinliği. Onun da dik bir sesi var. Tiiiz. Öyle tiz perdeden okudu. İkinciye beni kaldırdılar. İlk perdeyi aldım ben, dik perdeyle, fakat rükû tekbîrinde perdeyi düşürdüm. Aman Allah sen misin düşüren! Müezzinbaşı konuşuyor namazın içinde, "Sen bir daha eviç tekbîri alırsın! Utanmaz herif, madem yapmayacakdın, ne bok yemeye alıyorsun!" filan. Namazın içinde konuşuyor herif. Namaz gitdi. Namazdan sonra kulağıma sarıldı, kulağımı çekiyor. Yaaa! Eskiden öyle. 

Onun için benim kundağım câmilerde söküldüğü için, bu şeyi çok iyi bilirim, câmi müezzinliklerinin nasıl yapılacağını, ne olacağını filan. Yalnız bir şeyi unutdum, onu bilenlere sormak lâzım. Onu bilmiyor kimse hiç. Unutuldu, câmilerde yapılırdı o, unutuldu. Bayram sabâhı bir kasîde okurlardı, Arapça, câminin içinde, hatîb minbere çıkmadan evvel, manâsını anlayan kendini mahvederdi. Bayram demek bu bayram değildir, tercümesi öyle aklımda, kulağımda kaldı, bayram, kabirde cevâb vermekdir, bayram mahşer günü arşın gölgesinde gölgelenmekdir, bayram cennete dâhil olmakdır, bayram Resûlullah ile mülâkatdır, bayram Hakk'ın cemâlini görmekdir, filan diye böyle okurlardı Arapça. Sonra bir şey daha vardı, duâdan sonra, onu ben de unutdum. Benim de silindi kafamdan. Belki Kemal'in kafasında vardır. Kemal, bizim Hâfız Kemal.

50'ye kadar güzel devâm etdi bu işler, Halk Partisi zamanında.

Merhûm peder, "Eski devirden yetişmiş zevât vardı da onun için" deyince Efendi Hazretleri buyurdular ki :

Hayır, öyle değil. Müsâade ediyordu devlet, Halk Partisi zamanında. 50'de Demokrat Parti iktidâra geçdi, bazı çarıklılar ortaya çıkdılar, Diyânet'e müracaat etdiler, "Bu bidatdır, bilmem nedir, kıyâmete yakın câmilerden sesler gelecekmiş, fâsıkların sesleri filan" diye, kaldırtdılar. Fâtih Câmisinin sofuları yapdılar, birkaç sofu. O vakit iş başında bu işden anlayanlar da vardı, orası da doğru, onun da hissesi var yani. Bu işden anlayanlar vardı iş başında. Meselâ Kur`ân-ı Kerîm okuturlardı, imamlık imtihanında yâhud müezzinlik imtihanında, okuduğun Kur`ân-ı Kerîm'in manâsını sorar, makâmını sorar. Bir kaç makâmla okuturlardı. Sabâ makâmında oku bakayım. Hüseynî oku. Hüzzam oku. Sûzinâk oku. Rast oku. Hicaz oku. Okuturlardı böyle, biliyor mu bakalım makâmâtı diye.

Elhamdülillah şimdi kimse bir şey bilmiyor. Bir tutturuyorlar Sabâ makâmıyla, "Gidiyorum yârim haberin olsun, bağında bahçende güllerin solsun, işittim yâr evlenmişsin, hayırlı olsun mübârek olsun". Allahuekber, yatıp kalkıyorlar. Bir şey anlayan yok elhamdülillah. Elhamdülillah!

Halk Partisinin bazı kötülükleri var bize fakat bu husûslarda çok şeydi. Meselâ, bu işi bilenleri câmilere tayîn eder, müezzinleri oraya toplar, talîm ettirirdi. Minârelerde çirkin çirkin bağırmasınlar diye. Meselâ Şevket Efendi, Süleymâniye'nin başmüezzini Şehzâdebaşı Câmisinde müezzinlik talîmi yapdırırdı, ezân talîmi, kâmet talîmi filan. Emirle yani. 

Merhûm peder, "Halbuki şimdi yok öyle bir talîm" deyince Efendi Hazretleri buyurdular ki :

Yok tabii, yok işte, onu söylüyorum ya. Unutuldu. Geçenlerde Kemal'in câmisine beni çağırmışdı Kemal, Ağa Camisine, orada müezzindi, birkaç sene evvel. Gitdik. Gel namaz kıldır dedi bana. İmam Efendi öyle demiş. Gitdim bakdım bir delikanlı, başına bir sarık giymiş oturmuş böyle. Ben de gidince oraya, dedim, herhalde bu çocuk namaz kıldıracak, sarığı giymiş. Genç çocuk. Hakîkaten öyleymiş. İmâmet okulundan mezûnmuş. Onu ben görünce, işâret etdim, "Ben kıldırmayayım, o kıldırsın" dedim. Çünkü ben çok kıldırdım, o hevesli, yeise düşmesin diye. Geçdi mihrâba. Kemâl, müezzinbaşı filan biz yukarı çıkdık, müezzin mahfiline biz. Bir makâm tutturdu gidiyor. Tabii müezzinlerin hepsi güldüler ve yattılar yere sırt üstü. Müezzinlik yapamıyorlar, gülüyorlar hep. ("Terâvih mi?" diye soruldu). Terâvih tabii. Çocuk yanlış yapıyor, makâmâtı bilmiyor, acemi. Müezzinler gülüyorlar, kıkır kıkır kıkır kıkır, yerde yuvarlanıyorlar. Yirmi rekat müezzinliği ben yapdım. Gülmedim ben.

Merhûm Peder, "Neyse şimdi, gitdiğimiz yerde, hani iftara gitdik ya efendiciğim Üsküdar'da, İlâhiyat Fakültesinde tatbîkat câmisi yapıyorlarmış" deyince Efendi Hazretleri buyurdular ki : 

Bilmiyorlar ki! Bilmiyorlar. Meselâ bizim kıldırdığımız namaz, hünkâra kıldırılan namazın usûlüdür. Ama biz eksik yapıyoruz, sesimiz güzel değil, öyle yapıyoruz, başka. O tarzda yapılıyor yani. Halîfeye kıldırılan namazın tarzı bu, böyle vaz etmişler, koymuşlar ortaya. Dört rekat rast, dört rekat uşşak, dört rekat sabâ yahud nevâ, dört rekat eviç, dört rekat acem, bunlar böyle, pâdişaha kıldırılan namaz. Enderûn müezzinlerinin yapdıkları şeyler bunlar. Sanat bu. Şimdi oraya gelecek, Emin Efendi çalıştıracak belki oradaki çocukları. Ağızları dürüst sabâ makâmını okuyacaklar, ama bu usûl gidecek gürültüye. Onu öğrenmek için buraya gelmesi lâzım. Ama yarım yangalak bizimki. Oluyor, yapıyoruz.
Merhûm Peder, "Demek ki bizim oraya bir adam göndermemiz lâzım" deyince Efendi Hazretleri, "Olmaz! Kulakla evvelâ. Gelip görecek, burada dinleyecek" buyurdular.

Bir defa bak, namaz kılarken bir adam, sûreleri yâhud tahiyyâtı yâhud salavâtı yüksek sesle okusa, ki bir kaç kişi var burada yapıyorlar onu, öldürmek lâzımdır o adamı, fetvâ var. Diğer adamın namazına mâni olduğu için. Bazı adam var, o yüksek sesle okuduğu vakit, şaşırır, okuyamaz. Yaaa, katli lâzım, fetvâ var. Namaz kıldığı hâlde. İşte "ettahiyyÂtü lillÂhi vesSalâvâtü" diye yüksek sesle okurken, yanındaki unutuyor adam, "ettahiyyatü ettahiyyatü ettahiyyatü", alt tarafı yok. Kendi kendine okurken, kendi hânesinde sûreleri kendi işitecek kadar okuyabilir, kendi işitecek kadar. Cehrî namazlarda. Akşam, Yatsı, Sabahlarda filan. Adamın evinden bağıra bağıra Kur`ân okunmaz. Dışarı çıkan adam duyarsa beklemesi lâzım. İşitmesi, farz-ı kifâyedir.

Sonra bugün gene birisi, burada oluyor hâdise, milletin geçeceği yerde namaz duruyor. Olmaz ki öyle namaz. Halkı günaha sokmağa hakkın yok senin. Halkın geçmeyeceği yerde namaza duracaksın. Şimdi meselâ burada namaza durulmaz. Niye? Çünkü halk buradan geçiyor. Orada duracaksın namaza. Halk gelsin geçsin arkasından diye. Anlatabildim mi acaba? Câmide bakıyorsun, en arkaya gidip duruyor, en dibe. Ön taraf boş duruyor. Acâib şeyler. 

Cehrî okunmaz. Halkın ibâdetine mâni olamazsın. Herif rüyâ görmüş, şeyhe gitmiş anlatmış. Demiş, "Sen dayak yiyeceksin" demiş. "Rüya bunu gösteriyor" demiş şeyh efendi, "dayak yiyeceksin". Adam da, "Nereden dayak yiyeceğim ben, nereden dayak yiyeceğim ben" derken, "çıkmayayım evden dışarı, dayak yemeyeyim" demiş. Evde oturmuş yüksek sesle Kur`ân-ı Kerîm okumaya başlamış. Pâdişah geçiyormuş, duymuş, arabayı durdurmuş pâdişah. Kur`ân bitesiye kadar. Farz-ı kifâye çünkü. Günahkâr olur giderlerse. Bir kişi beklese pâdişah gidebilir. Sonra çağırtmış, "Niye cehrî okuyu ibâdullahı yolda durmaya mecbûr ediyorsun, bir dayak atın buna" demiş. İslâmiyet böyle çok ince. 

Birisi de yanımda namaza durmuş "semiallahu limen hamide" diyor, benim kulağıma böyle geliyor, "deme Allah versin". Ulan ne diyor bu diyorum. Meğerse "semiallahu limen hamide" diyormuş. "Deme Allah versin" diye geliyor kulağıma ses. "Semiallâhü li men hamide". "hülümen hamide" değil. "Rabbenâ leke'l-hamd" da öyle. "Rabbenâ leke'l-hamt" derse eğer, "Yâ Rabbi sana ateş yakarız" demek. "Dal" mahrecini verecek. "Rabbenaaaa leke'l-hamd", "Allaaaahuekber". Sonra bazısı Acemaşiranda filan şöyle yapıyor, "Aaaaallaaahuekber". Soruyor, "Allah büyük mü" diye. O hemze istifham orada. Sonra bazısı var tekbîr alıyor imamın arkasından, imam efendi Allahuekber diyor namaza duruyor, müezzinlik yapan adam, tekbir aldıkdan sonra, "Nasılsın, iyi misin falan fıstık" derken, imam "Allahuekber" diyor, o da müezzinliğe devam ediyor. Onun tekbîrine kim iktidâ ederse hepsinin namazı fâsid olur.

www.muzafferozak.com

Listeye geri dön