28 Mayıs 2016 tarihinde yayınlanmıştır.
Muzaffer Efendi Hazretleri bir eserinde şu târihî hikâyeyi naklederek bizlere "tevhîd"in kıymetini bildiriyor...
Fâtih Sultân Mehmed Han aleyhi'r-rahmeti ve'l-gufrân Hazretleri, İstanbul'u fethettikleri zaman ulemâ ve meşâyihi, yüksek rütbeli kumandanları, fetihde yararlık gösteren askerleri, serhat boylarında saç-sakal ağartmış, gün görmüş, bir
çok gazâ görmüş tecrübeli cengâverleri topladı ve kendilerine sordu :
Allah azîmüşşân, bu mübârek ve mukaddes beldenin feth ve zabtını sizlerin duâ ve himmetiniz, asker ve kumandanlarımın gayret ve cesâreti, bütün tebaamın ve milletimin hamiyyet ve ferâgati sâyesinde bize müyesser kıldı. Hepiniz bilirsiniz ki, bir beldenin fethinden ziyâde muhafazası güçdür. Şu halde, ne yapalım ki, kahraman şehîdlerimizin al kanları ve yiğit gâzîlerimizin alın terleriyle ve Allah'ın avn ü inâyetiyle bu belde kıyâmete kadar Müslümân Türkün elinde pâyidâr olsun?
Tebşîrât-ı Muhammediyye'ye nâil ve mazhar olmuş o ulu hâkânın bu suâline özellikle dikkatinizi çekerim. Gerçekten bir şeyin ele geçirilmesinden çok, korunup kollanması güçdür. Mesela, servet kazanmak güçdür ama, o serveti muhâfaza edebilmek daha da güçdür. Kur'ân-ı Azîm'i hıfzedip hâfız olmak güçdür. Fakat bu hıfzı sonuna kadar muhâfaza etmek hâfız olmakdan da güçdür. Cesâret ve celâdet göstererek şân
ve şeref kazanmak güçdür. Fakat bu şân ve şerefi muhâfaza edebilmek ondan daha güçdür. Târih sahifelerini karıştırınız. Savaş alanlarında ordular idâre etmiş, büyük zaferler kazanmış, ülkeler fethetmiş nice başbuğlar vardır ki, nefs-i emmârelerine
mağlûb olarak bir anda bütün şân ve şereflerini yitirmişler, hattâ bir çoğu hüsrân içinde bu âlemden çekip gitmişlerdir. Neyse, biz yine hikayemize dönelim.
Fâtih Sultân Mehmed Hân'ın huzûrunda toplanan ve bu suâline muhâtab olan âlimler, şöyle cevap verdiler :
Bu beldenin kıyâmete kadar elimizde kalabilmesi için adâletle hareket etmemiz ve adâletten asla ayrılmamamız gerekir. Aynı zamanda bu mübârek ve mukaddes beldede bir çok İslâm eserleri yaptırmalı ve bunların sayılarını hergün çoğaltmağa çalışmalıyız. Meselâ câmiler, tekkeler, zâviyeler, medreseler, mektebler, yollar, sebiller, çeşmeler, çarşılar, şifâhâneler, imârethâneler açmalı ve bu beldenin taş ve toprağını, yol ve sokağını İslâmlaştırmalı ve Türkleştirmeliyiz. Anadolu ve Rumeli'den Türkleri getirip burada iskân etmeliyiz.
Kumandanlar da askerin îmânlı ve cesûr, disiplinli ve vakûr yetiştirilmesi gerekeceğini ve ancak bu sayede İstanbul'un kıyâmete kadar Müslüman Türklerin elinde kalacağını mütâlaa ettiler.
Huzûrda bulunan meşâyih-i kirâm ise şöyle konuştular :
Pâdişâhım! Bu mübârek ve mukaddes beldenin Müslüman Türklerin elinde kalabilmesi için her şeyden önce muhabbet ve tevhîd lâzımdır. Halkı birbirine sevdirip saydıracak, aralarında gönül bağları kuracak ancak tevhîddir, birleşmekdir. Îmân ve tevhîd olunca, halkıyla, ordusuyla, âlimi ve câhili ile, yaşlısı ve genciyle bütün millet birleşir, birbirini sayar ve sever, bir bütün hâlinde birleşir, kaynaşır. Şevket ve kuvvet tevhîddedir. Bunun için, tevhîdin lafz-ı şerîfi olan LÂ İLÂHE İLLALLAH'ı günde yetmiş bin defa okuyalım ki, Allah için Allah'da birleşebilelim ve bu birleşmeyi unutmayalım. Tevhîdin manâsını anlayanlar, kelime-i küfrü bu beldeye bir daha aslâ sokmazlar. Tevhîd, küfrün zulmet ve zilletini def' eder.
Fâtih Sultan Mehmed Hân Hazretleri, bu mütâlaayı haklı ve yerinde buldular ve o günden itibâren İstanbul'da bulunan bütün tekke ve zâviyelerde günde yetmiş bin tevhîd getirilmesini fermân buyurdular. İşte o günden itibâren tevhîd edenler ve tevhîdin manâsını anlayabilenler İstanbul'umuzu bir çok İslâm eserleriyle donattılar. Tevhîd sâyesinde kahraman ordularımız Viyana'ya kadar daha bir çok ülkeleri kuşattılar, atalarının şân ve şeref dolu hâtıralarına yeni yeni zaferler kattılar. Müslüman Türklerin gittikleri her yere adâlet ve hakkâniyet götürdüğünü, ilim ve insâf sâhibi batılılar dahî inkâr edememekdedirler.
Bizler edvâr-ı fazîletleri cidden parlak
Bir büyük milletin evlâdıyız oğlum ancak
O fazîlet son üç asrın bozuk ilmiyle
Birleşip gitmede battıkça da ümmet cehle
Tevhîd, milletlere sevgi, saygı, şu'ûr ve nûr getirdiği gibi, insanlara da sevgi ve saygının şu'ûrunu, karşılıklı muhabbet ve kaynaşmanın sürûrunu, millî birlik ve berâberliğin haklı gurûrunu da bahşeder. Okuduğun tevhîd, sana şehâdet ve şefâat eder.
Efendi Hazretlerinin naklettiği bu hikâyeden de anlaşıldığı üzere, ecdâdımız "tevhîd"in lafzına da ma'nâsına da çok kıymet verdiklerinden, hem lafzını çokça zikretmek hem de ma'nâsını yaşamak ve yaşatmak için sayısız tekkeler-zâviyeler-dergâhlar tesis etmişlerdir. İşte o dergâhlarda yetişen ehl-i irfân sâyesinde milletimiz âlî olmuş ve uzun müddet üç kıtaya hükmetmişdir. Ne zaman ki bu irfân ocakları gâyesinden uzaklaşmış ve eskisi gibi kâmil insanlar yetiştiremez olmuşlar, milletçe perîşan olmuşuzdur.
Son yıllarda dergâhların "restorasyonu" konusunda birçok iyi niyetli çalışmalar görülse de maalesef bunlar birer mimâri proje olmakdan öteye gidemiyorlar çünkü içlerinde neşr-i irfân edecek kâmil insanları bulmak mümkün değil. Bu konuya da gelecek yazımda temâs edeceğim inşaallah.