5 Temmuz 2019 tarihinde yayınlanmıştır.
Vaktiyle şâirlere ve bestekârlara ilhâm veren ve bir şâirimizin "Bu şehr-i Stanbûl ki bî-misl ü bahâdır / Bir sengine yekpâre Acem mülkü fedadır" diyerek güzelliğini ve eşsizliğini beyân ettiği bu azîz şehir nasıl oldu da mahvoldu ve ruhsuz bir beton yığını hâlini aldı? Acabâ bu şehir düşmân eline geçseydi bu kadar harâb edilebilir miydi? Bu şehri mahvedenler acabâ kimlerdir ve uzun yıllardır sürmekde olan bu acımasızca kıyımın sebebi nedir?
Zâhirî sebeblere bakarak, bu soruya türlü türlü cevaplar vermek mümkün ama biz her zamanki gibi zâhirî sebebleri bir kenara bırakarak işin özüne ve manevî tarafına bakacağız ve kestirme bir cevap vereceğiz. Bize göre, İstanbul gibi, dünyâda eşi-menendi olmayan cennet-misâl bir şehri bu hâle getiren şey, hırs ve tamahdan başka bir şey değildir. Bu şehri harîs ve tamahkâr insanlar mahvetmişdir. Nasıl mı?
Kimisi bir kamu arâzîsine çöreklenmiş, kendine kaçak ev yapmış, kimisi sâhib olduğu arsaya izin verilenden daha yüksek katlı binalar yapmış, kimisi fabrika kurup atıklarını şehrin derelerine ya da denize boca etmiş, kimisi îmâra açık olmayan yerlerde binâlar yapmış, kimisi belediyeye rüşvet vererek îmâr planını değiştirmiş, idâreciler ve siyâsetçiler de kendi menfaatleri için bütün bu kânunsuz işlere göz yummuş hattâ teşvîk etmiş, netîcede bu azîz şehir, şehir olmakdan da çıkmış ve beton yığını bir ucûbeye, devâsâ bir işkencehâneye ve korkunç bir kâbûsa dönüşmüşdür.
Peki bu şehri mahveden harîs ve tamahkâr insanlar bu işden kazançlı çıkmışlar mıdır? Hayır, aslâ kazançlı çıkmamışlardır. Çünkü;
- Her evin bahçesinde çeşit çeşit meyve ağaçları bulunan, her tarafındaki bağlarda ve bostanlarda çeşit çeşit sebzeler ve meyveler yetişen, üstelik bu gıdaların son derece lezzetli ve ucuz olduğu bir şehirde yaşamak mı yoksa meyvenin ve sebzenin bin kilometre uzakdaki seralardan getirildiği ve tatsız tutsuz meyvelere sebzelere dünyâ kadar para ödendiği bir şehirde yaşamak mı daha kârlıdır?
- Her yerinden serbestçe denize girilebilen, üstelik bunun için beş kuruş bile ödemeye gerek olmayan bir şehirde yaşamak mı güzeldir, yoksa denize girmek için bir kaç yüz kilometre uzağa gitmek gereken ve bunun için dünyâ kadar zaman ve para harcamak zorunda olmak mı?
- Her tarafı yemyeşil mesîrelerle dolu, ormanları ve çayırları ile yediden yetmişe bütün halka huzûr ve neşe veren bir şehirde yaşamak mı kârlıdır, yoksa otoban kenarlarında piknik yapılan, sahil şeritlerinde beton zeminlerde mangal yakılan bir şehirde yaşamak mı?
- Her yanında her biri ayrı lezzetde ve şifâlı menba suları çıkan ve bunların bedâvâ olduğu bir şehirde yaşamak mı güzeldir, yoksa ne idüğü belirsiz ambalajlı suların yüksek fiyatlara satıldığı bir şehirde yaşamak mı?
- Havası tertemiz bir şehirde yaşamak mı kârlıdır, yoksa havası egzost ve baca gazları ile kirlenmiş, kanserojen maddelere dolu bir şehirde yaşamak mı? Düşünün ki, böyle bir şehirde bir adamın bin tâne plazası var ve bu binâlardan ayda bir milyar lira gelir elde ediyor ama hava ve çevre kirliliği yüzünden kırkbeş yaşında kanser olup ölüyor. Sizce böyle bir servetin hiç kıymeti olur mu?
- Sessiz, huzûrlu ve güvenli bir yerde yaşamakla, gürültünün ayyûka çıkdığı, huzûrun hiç kalmadığı, şehir dışında bile alarmsız, güvenliksiz bir evde oturulamayan bir şehirde yaşamak arasındaki fark, parayla pulla ölçülebilir mi?
- Yazın tertemiz bir havanın teneffüs edildiği, bahçelerde balkonlarda püfür püfür oturulan bir şehirde yaşamakla, çarpık yapılaşma yüzünden aşırı sıcak ve nem ile boğulan bu yüzden de herkesin klima ile serinletilmiş çürük havalı mekânlarda yaşamak zorunda kaldığı bir şehirde yaşamak nasıl mukâyese edilebilir?
- Çoğu yere yürüyerek gidilebilen, en uzak noktasına ulaşmak için en fazla yarım saat gereken bir şehirde yaşamak mı akıllıcadır, yoksa işe gitmek için her gün üç dört saati yolda geçirerek, ömrünün neredeyse on yılını yollarda harcamak, hem de kaybedilen bu zamanı trafikde cebelleşerek sinir stres içinde geçirmek mi?
Bu sorular daha da çoğaltılabilir ama bu kadarı merâmımızı anlatmaya yeter zannederim.
Bu şehr-i Stanbul ki bî-misl ü bahâ idi
Geldi bir gürûh-i erzel anı berbâd eyledi