İstanbul'un Yıkım Yılları
24 Temmuz 2021 tarihinde yayınlanmıştır.
İstanbul’un Yıkım Yılları
1956-1960 seneleri arasındaki dönem, İstanbul için hızlı bir yıkım dönemi olarak tarih kitaplarında yerini almış bulunmaktadır. Bu dönemde İstanbul’un tarihî ve sosyal dokusuna bigâne ellerin hatalı şehirleşme plânları çerçevesinde düz ve geniş yol heveskârlığıyla açtığı birçok cadde[3] ciddî bir vakıf eseri tahripkârlığına yol açmıştır.
Bu dönemi konu edinen İstanbul tarihçilerinden Önder Kaya şu bilgileri vermektedir:
“Menderes, 1956-1960 yılları arasında İstanbul’un imarı meselesini politikasının merkezine koymuştu. Hatta bu dönemde belediye başkanlığı vazifesini de fahrî olarak yürütmeye başlamıştı. Zamanını büyük bir bölümünü inşaatları denetlenmesi ile geçiriyor ve ne yazık ki şehrin plânlanmasına da doğrudan müdâhil oluyordu.”[4]
Tarihçi, bu gayretkeşliğin ardındaki sebepleri de şöyle belirtmektedir:
“Menderes’in gözünde İstanbul, Türkiye’nin vitrine taşınması gereken şehriydi. Bir yatırım ve turizm cenneti hâline getirilmeli, geniş kitleler için de şehir yollarla, uzun bulvarlarla, geniş meydanlarla ve devasa yapılarla donatılmalıydı. Zira batının metropol şehirleri bu şekildeydi. Hâlbuki o şehirlerin pek çoğu daha ortaçağın ortalarından sonlarından itibaren şekillenmeye başlamıştı. Payitaht İstanbul için ne denli doğru örnek teşkil ettikleri tartışmalıydı. Bir yüzyıl öncesinin yaya kenti olan, tramvayların dahî bazı binaların yanından neredeyse sürtünerek geçtiği eski İstanbul’da yüzeysel plânlamalarla bir imar faaliyetine girişmek demek, şehir açısından felâket anlamına gelmekteydi.”[5]
On yıllık bir iktidarın ardından meş’um bir askerî darbeyle iktidardan indirilip daha sonra da mazlûmen idam edilmiş olan Adnan Menderes’in hazin akıbeti, mâşerî vicdanda mazluma merhamet hislerini uyandırdığı için Menderes İktidarı dönemine ait olumsuzluklardan pek bahsedilmez. Ancak İstanbul’un geleceği açısından, tarihimizle yüzleşme cesaretini göstermeli ve o günden günümüze kadar uzanan hatalı ulaşım ve yapılaşma uygulamalarının önünü alabilmek için yakın tarihimize ve yaşadığımız zamana yönelik gerekli tenkitleri yapabilmeliyiz.
Menderes Dönemi yıkımlarının İstanbul’un tarihî ve sosyal bünyesinde oluşturduğu derin ve kalıcı tahribatı daha iyi anlayabilmek için bir de bu hadiselerin yakından şahidi olan Münevver Ayaşlı’nın yazdıklarına göz atmakta fayda var. Ayaşlı, bu istimlâk faaliyetinin bizzat muhatapları arasında olduğu için o devrin hadiselerini zamanın İstanbullusu gözüyle şöyle aktarmaktadır:
“Bu yıkım işlerinin vebali ve günahı pek ağır oluyor. Bunu yakinen rahmetli Adnan Menderes’in şahsında gördük. Allah için, Adnan Menderes hiç kimsenin burnunu bile kanatmamıştı velâkin çok yıkım yapmıştı ve çok beddua almıştı. İstanbul’un imarı hevesiyle, eytam ve eramilin; yani yetimlerin ve dulların, emeklilerin, vatana, millete hizmet etmiş emeklilerin, Müslümanların, Türklerin kesif olduğu İstanbul’u darmaduman etmişti. Başlarını soktukları babadan, dededen kalma evlerini, yuvalarını perişan etmiş, ocaklarını söndürmüştü. (…)
Evet binlerce, on binlerce bu imar felâketine uğrayan İstanbul’un sakin ve mahviyetkâr insanları, Türk ve Müslüman İstanbullular, İstanbul Belediyesi’ni her gün dolduruyorlardı (…) Adnan Menderes’e oy verenler, CHP’ye karşı olanlar; yani sağcılar, Müslüman Türklerdi. Bu İstanbul imarından da en çok zarara uğrayanlar yine bunlardı, mütevekkil Müslüman Türklerdi.”[6]
Burada mevzubahis olan istimlâk faaliyetlerinin birbirinden vahim iki noktası vardır. Bunlardan birincisi “mahalle hayatı”na vurulan darbedir. Bu istimlâkler neticesinde, İstanbullunun dinî ve ahlâkî hassasiyetler çerçevesinde şekillenmiş olan ve birçok sosyal faziletin yaşama alanını oluşturan mahalle nizamı bir daha inşa edilemeyecek sûrette yok edilmiştir. Buradaki durum İstanbul’un tarihinde mühim bir yer tutan büyük yangınlarla bile kıyaslanamayacak bir vehamet arzetmektedir. Nitekim İstanbul yangınları neticesinde bazen onlarca mahallenin yok olduğu görülse de, toplum içinde inşa edici gücün hayatiyetini sürdürmesi sebebiyle kısa süre içersinde mahallelelerin yenilenerek ve fakat öz bakımından kadim hüviyetini muhafaza ederek tekrar canlandığını görmek mümkündü. Ama cumhuriyet devri yıkımlarında durum oldukça farklıdır. Bu yıkımlar mahalle hayatını kökünden kazımış ve böylece İstanbullunun mânevî hayatına da şuursuz bir şekilde büyük bir darbe vurulmuştur.
Yahya Kemal Beyatlı’nın “kör kazma” tabir ettiği bu istimlâklerin ikinci vahim noktası da yine mâneviyata darbe vasfı taşıyan cami ve tarihî eser yıkımlarıdır. Münevver Ayaşlı az önce aktardığımız satırlara şöyle devam etmektedir:
“Sağcı diye iktidara gelen bu parti, yalnız İstanbul’da elli cami yıktırmıştır. Bunların tam listesi, rahmetli Ekrem Hakkı Ayverdi’nin arşivinde vardır. Yıkılan bütün bu camilere çok acımakla beraber, içimin yandığı iki cami vardır. Birisi Aksaray’ın biraz ilerisinde Selçuk Sultan Camii, mahallesi ve sokağı. (…) İkinci çok acıdığım cami Yeniköy’de. Boğaz’ın Rumeli kıyısında cami pek azdır. Hele Tarabya, Yeniköy gibi yerlerde pek azdır. Yıkılan bu cami, Yeniköy’de Mihrişah Sultan Camii’dir. (…) Cami, 18. asırdan kalma ve çok güzel idi. Selçuk Sultan Camii ise, çok daha eski idi.”[7]
İşte Selçuk Sultan Camii, İstanbul’u adeta yerle bir eden bu istimlâk felâketinin neticesinde yerinden kaldırılmış olan elli civarındaki cami arasındadır. Bu adet sadece Ekrem Hakkı Ayverdi Bey’in tespit ettiği kadarı olup sadece cami adediyle sınırlıdır. Ancak bu geniş çaplı imar(!) faaliyetinin iki sene gibi dar bir zaman içersine sıkıştırılma gayreti sebebiyledir ki camilerle birlikte mescid, imaret, kütüphane, medrese, tekke, sebil, çeşme, türbe, hamam ve sâir yüzlerce ecdad yadigârı vakıf eseri, doğru düzgün bir envanter bile hazırlanmaksızın adeta imha edilmiştir. Bu eserlerden pek cüz’i bir kısmı, şeklen muhafaza edilerek başka bir yere taşınmış ise de bu elbette ki gayet yetersiz bir telâfi teşebbüsünden ibaret kalmıştır.
Muhammed Yetim
Listeye geri dön