İstiğrâk

31 Aralık 2024 tarihinde yayınlanmıştır.

Tasavvuf

İstiğrâkın lugatçe manâsı, bir şeyin içine dalmak, gömülmek, batmak, boğulmakdır. Sôfiyye lisânında ise, tecelliyât-ı ilâhî ile kendinden geçmek demekdir. Geliniz istiğrâkın ne olduğunu büyük mürşid İsmâil Ankaravî Hazretlerinden öğrenelim. Buyuruyorlar ki :

İstiğrâk, ayn-ı mertebe-i velâyete vusûlden sonra hâsıl olur. Gâh olur ki hıllet ve muhabbet-i ilâhiyye istilâ kıldıkda, müşâhede-i mahbûba müstağrak olur, ve gâh olur ki cezbe-i Hudâ onu kendinden fânî kıldıkda bahr-ı vahdete gark olur. "Çün u çerâ"dan ve "men ü mâ"dan kurtulur. Eğer ziyâde müstağrak olursa, bi'l-külliyye fark kılmaz ve kendini bulmaz ve halk-ı âlemi bilmez, bahr-ı zât-i ehadiyyete gark olur ve kendini ayn-ı bahr bulur. Nitekim Hazret-i Mevlânâ bu istiğrâka işâret kılar ve buyururlar :

Gaflet içinde bulunan, Allah'ın zâtından perdeli olan kişi, yalnız Allah'ın san'atını görür, mahlûkâtını görür. Hakk'ın mahlûkâtına ve sıfatlarına takılıp kaldığı içindir ki zâtından mahrûm kalır. Hakk'a vâsıl olanlar, O'nun zâtında gark olduklarından, O'nun mahlûkâtına, O'nun sıfatlarına nasıl bakabilirler? Irmağın suyuna dalan, suyun rengini nasıl görebilir?

Bu mertebeye meşâyıh-ı sôfiyye istiğrâku'ş-şevâhid f'il-cem' derler. Ve istiğrâka üç derece isbât ederler. Evvelen, istiğrâku'l-ilm fî ayni'l-hâl.  Sâniyen, istiğrâku'l-işâre fi'l-keşf. Sâlisen, istiğrâku'ş-şevâhid f'il-cem'. 

İlmin hâlde istiğrâkı, ahkâm-ı ilmin, ahkâm-ı hâlde istihlâkından ibâretdir. Ve hâlin ilim ve şuur üzre istilâsından kinâyedir. Bu mertebede hüküm mevâcîd-i hâliyye olur. Ve ahkâm-ı ilmiyye ve akliyye, bî-tesîr ve bî-amel kalır. Lâkin bu hâlin sâhibi, dalâlet ve hilâf-ı şerîat kâr eylemeden masûn ve mahfûz olur. 

Kâşânî der ki, İstiğrâk sâhibleri ehl-i velâyetin vasıfları ile sıfatlanıp nûr-ı hidâyet libâsını giyerek, istikâmetde muzaffer ve dalâletden emîn olurlar. Şiblî'den onun istiğrâkı hakkında rivâyet olunur ki, namaz vakti gelidiği zaman, istiğrâk hâlinde olsa bile, kalkar ve güzelce abdest alır ve namazını kılardı. Pîrimiz Muhyiddîn ibn Arabî kendisinden bahsederken, bir cemaate imamlık yapdığını ve istiğrâk hâlinde iken onlara namaz kıldırdığını ve bunu kendinde geldikden sonra cemaatin haber vermesiyle öğrendiğini söyler. 

İşâretin keşfde istiğrâkı, nûr-ı keşf-i zât ile hazret-i esmâiyyeden rûh mertebe-i zât-i ehadiyyete terakkî etmekle olur. Bu mertebede, rûh makâm-ı Hakk'ı bulur. Ve kalb makâm-ı rûhu bulur. Ve ihtilâfât-ı esmâ mürtefi' olur. Ve işârat, nûr-ı zâtda müstağrak olur. Bu mertebeden ol abd meselâ lisân-ı işâretle Cenâb-ı Hakk'a "Yâ Cemîl ve Yâ Celîl ve Yâ Latîf ve Yâ Kahhâr "der idi ve sıfat-ı muhtelife ile tavsif kılardı. Pes, satvet-i nûr-ı zâtda bu gûne temyîz bertaraf olup bu misilli işârât mahv ve müstağrak olur. Ve bu istiğrâkın sâhiblerinin lisân-ı hâli bu beyti terennüm kılar. 

Sen sıfat söyle ben sıfatların dışındayım
Visâl hakkındaki âyet ve delîlleri beyân et

Ve cem'de şevâhidin istiğrâkından murâd, şevâhid-i tecelliyât ve sıfatın mertebe-i cem'de satvedt-i nûr-ı ehadiyyetle fenâsı ve âsârının inmihâsıdır. Bakıyye-i abdden bu mertebede hiç bir şey kalmaz. Vücûd-ı mevhûme-i abd, kenziyetde olan mertebesine avdet ve ıtlâk âlemine ric'at eder. "Kânallahu ve lem yekün me'ahû şey'ün elân kemâ kân" (Allah vardı, onunla beraber hiç bir şey yokdu, şimdi de öyledir) kelâmının sırrı haseb-i hâli olur. Bu mertebede Hakk'la bâkî olur ve cemîan sıfat-ı ilâhiyye ile muttasıf olur ve ondan sudûr eden Hakk'dan sudur kılar. 

Listeye geri dön