İstiklâl Harbimizin Gizli Kahramanları : Sadeddin Ceylan Efendi ve oğlu Nazmi Efendi Hazretleri

21 Kasım 2014 tarihinde yayınlanmıştır.

İstiklal Savaşı
Sadeddin Efendi Hazretlerinin postnişîn olduğu 
Hâkî Baba Tekkesinin kitâbesi
Şeyh Nazmi Efendi ve Babası Sadeddin Efendi Hazretlerinin İşgal Yıllarındaki Hizmetleri

Silah ve cephâne depolarına gâyet yakın bir mıntıkada, Eyüp sırtlarında bulunan Hâtûniye Dergâhı'nın Vekil Şeyhi Sadeddin Efendi ve mahdûm-i mükerremleri Nazmi Ceylan Efendi, silah ve cephâne kaçırmak sûretiyle İstiklâl Harbimize en ziyâde hizmet edenlerdendir. Bu dergâhın vatansever müntesibleri, Şeyh Sâdeddin Ceylan Efendi’nin sevk ve idâresi altında, ecnebî askerlerin kontrolündeki silah depolarını boşaltarak İnebolu’ya nakle muvaffak olmuşlardır.

Burada sizlerle paylaşacağımız bilgiler, Nazmi Efendi ile yapılan bir gazete mülâkâtı ile "Sarıklı Mücâhidler" adlı eser için kendilerinin lutfettikleri beyânâttan alınmışdır. Nazmi Efendi Hazretleri anlatıyor :   


Biz Eyüp grubunda çalıştık. O zaman İstanbul’da bu silah kaçırma işini idâre etmek üzere ‘Mim Mim Grubu’ adiyle gizli bir cemiyet vardı. Bizim tekke ile bu gizli teşkîlât arasında irtibât sağlayan ve Eyüp’deki faâliyetin reisliğini yapan, edebiyât muallimi Hâfız Kemâl Bey idi. Bu zât daha sonradan Bilecik meb’ûsu olmuştur. Bayezid’de, şimdi yıkılmış olan bir kahvehânede herhangi bir müşteri gibi oturur ve teşkîlâtı idâre ederdi. Ben de gazete satmak bahânesiyle o kahvehâneye girer, kendisine istediği bir gazeteyi verirken içine iliştirilmiş veyâ bir kenarına şifreli olarak not edilmiş bulunan haberi böylece ona ulaştırırdım. Gazete satarak bir müddet dolaştıktan sonra tekrar yanına geldiğimde :


— "Al oğlum, bu gazeteyi okudum. Sen bunu tekrar satarsın", diyerek bana iâde ederdi. Bu iâde edilen gazetenin iç sâhifelerinin münâsib bir yerine cevâbını veyâ emirlerini not etmiş bulunurdu.


Hâtûniye dergâhı, dört, beş dönümlük geniş bir arâzinin içinde idi. Bu saha aşağıda dere içinde başlayıp yukarıda Piyer Loti’ye kadar devâm ederdi. Bu sebeble orası etrâfında ev vesâire olmayan ıssız bir yerdi. Bu yüzden size hikâye etmeye çalıştığım hizmetler burada nisbeten kolaylıkla îfâ edilebilmiştir.

Civar sırtlardaki silah depolarından kaçırdığımız silah ve cephâneleri önce dergâhın bitişiğindeki küçük câmiin minâresine doldurup saklardık. Aşağıda, Haliç kenarında ise İplikhâne Askerî Kışlası vardı. Oradan İsmâil Çavuş adında bir asker dergâha gelerek bize silah kullanmasını ve bomba atmasını öğretirdi.


Bu silahları etrâfı gözetleyerek tenhâ bir zamanda ve ekseriyâ geceleyin arka tepeye geçip, Kaşgârî Tekkesi’nden aşağıya doğru indirirdik. O zaman orada İplikhâne Hastahânesi vardı. Pederim Sâdeddin Ceylan Efendi, aynı zamanda oranın da imamıydı. Onun bu vazîfesi işimize çok yarıyordu.

Nazmi Efendi Hazretlerinin
gençlik yıllarından bir fotoğrafı
Esâsen ben de Harb-ı Umûmî’de tabur imamı olarak vazîfe görmüştüm. Bu hastahâneden temin ettiğimiz tabutlar içine silahları yerleştirir, gûyâ birisinin cenâzesini taşıyormuş gibi tekkenin bitişiğindeki câmiye getirirdik. O zaman oranın Seksek Recep adında bir muhtarı vardı ki evi yol kenarındaydı. Bu evin Hakkı Efendi adında bir bekçisi vardı. Bu zâtın Arap asıllı olan Seniha Hanım adındaki âilesini gözcü olarak kullanmak sûretiyle hastahâneden aldığımız silahları tabut içinde önce bi eve getirir, sonra da Reşâdiye Mektebi’ne taşırdık. Orada sandalcı Osman Ağa vardı. O gelir, Bostan İskelesi’nden bu silahları kayık veyâ motora yükletirdi. Hemen bitişikte bir de imâret vardı. Bu imâretin ambarından alınan mısır v.s. gibi zahîreyi dökmek sûretiyle silahların üzeri örtülürdü.

Silahları depolardan çalabilmek için tatbik ettiğimiz çeşitli usûller vardı. Bunlardan biri de o zaman boş olan bu tepelerde çobanlık yapmaktı. Şimdi Taşlıtarla denilen yerde Kanlıçınar adında büyük bir çınar ağacı vardı. Mahallenin çobanı Kel Şükrü ile orada buluşuyordum. Bu zât gāyet fakirdi. Yegâne azığım olan katıksız ekmeğimi onunla bölüşüyordum. Bu sûretle onunla ahbablığı ilerleterek kendisinden istifâde imkânını sağladım. Kel Şükrü gāyet güzel kaval çalardı. Kaval çala çala hayvanları otlatmak bahânesiyle silah depolarına yaklaşıyordu. Kel Şükrü’nün bir de Bulgar kasaturası vardı. Silah depolarının kerpiç duvarlarını bu kasatura ile delerek içerdeki silah ve cephâneyi boşaltmaya başlardık. Bir de merkep tedârik etmiştik. Depolardan aşırdığımız silahları çuvallara doldurarak bu merkebe yüklerdik. İçinde silah bulunduğunun anlaşılmaması için de tırnav kökü çıkararak çuvalların üzerine sarardık. Bu kök, odun gibi yakmak için kullanılırdı. Bu sûretle civardan odun toplamış gibi bir tavır alarak tekkenin yolunu tutardık.


Bu depoların başında ekseriyâ Hintli askerler bulunurdu. Bâzen çamaşır v.s. yıkamak için dereye inerlerdi. Bu vaziyette onların şüphelerini celbetmeden yanlarından geçebiliyorduk. Bir müddet sonra işi geliştirerek merkep yerine bir atla taşımaya başladık. Bir gün bu depoda açtığımız gedik çöktü. Şükrü bir akşam depoda mahsur kaldı. Ertesi gün binbir korku içinde Şükrü’yü çıkardık. Buna rağmen Keçesuyu denen yerdeki bu cephânede ne var ne yoksa hepsini çıkardık.


Bu faaliyetler aynı zamanda büyük bir maddî sıkıntı içinde cereyân ediyordu...Mütemâdiyen silah kaçırdığımdan herhangi bir işte çalışamıyordum...Altı nüfuslu aileme üç gün içinde ancak bir ekmek temin edebiliyordum. Bir hafta müddetle kuru ekmek dahi bulamayıp aç kaldığım çok defa vaki olmuşdur.

Nazmi Efendi Hazretlerinin İsm-i Şerîfi
Bir seferinde de kaçırılıp jandarma karakolunda saklanan üç adet el bombasının alınıp aşağıda Eyüp Deresinde bekleyen motora götürmek îcâb ediyordu. Bu işi yapmaya kimse cesâret edememişdi. Ramazan ayının kudsiyetinden istifade ile bir davul alıp karakola gittim. Davulun kasnağını çıkanp bombaları içine yerleştirdim. Bilahare kasnağı yerine yerleştirdim ve taşlı dikenli dik bayırlardan her an için davul ve bombalar ile düşme tehlikesi içinde, Allah'a tevekkül olup, Eyüp'e indim ve motora bombaları teslim ettim.

Bu faâliyeti bir hayli devâm ettirdikten sonra, fiilen cephede çalışmak üzere, silah kaçıran motorlardan biriyle Anadolu’ya geçmeye teşebbüs ettik. fakat yakalanarak Arabyan Han’a götürülüp hapsedildik. Burada husûsî sûretle feryâdımızın dışarıdan duyulmasını önleyecek bir tertîbât alarak günlerce kırbaç altında inletildik.* Teşkîlâtın binbir güçlükle temin edebildiği husûsî bir tavsiye ile buradan kurtulduksa da bu sûretle Anadolu’ya geçememiş olduk. Fakat kurtulur kurtulmaz eski vazîfeme daha hırslı olarak yeniden başladım.


Bu hizmeti sevk ve idâre ettiği için Sâdeddin Ceylan Efendi’yi vazîfesinden attılar. Zaferden sonra, aslen Eyüplü olan Ankara vâlisi Yahyâ Gâlib’in tavassutu ve ilk Diyânet İşleri Reisi Rifat Hoca’nın delâleti ile tekrar vazîfesine dönebilmiştir. Epey bir müddet açıkta kaldığı için bir hayli sıkıntı çektik. Fakat hamdolsun hizmeti aksatmadan yürütebildik.

Nazmi Efendi Hazretlerinin babası
Şeyh Sadeddin Efendi Hazretleri
Merhum pederim, zaferden sonra tekkemiz mensublarının, düşman tehdîdi altındaki hizmetlerinin tesbit ve yazılmasına ve hatta bunlardan bir çoğunun istiklâl madalyası almasına da şiddetle muhalefet etmişti. Zaferden sonra bir gün istiklâl madalyasına hak kazananları tâyin ve tesbit maksadıyla böyle bizim gibi gizli çalışanları arayıp bularak kaydeden Bahriye Kaymakamı Yarbay Tevfik Bey ziyâretimize gelerek bu hususta bâzı suâller sordu. Kendisine verdiğim cevapları yazmakta bulunduğu bir sırada, içerdeki odadan konuşmalarımızı duyan merhum pederim, ikindi namazına gitmek üzere abdest almış, kollarını kuruluyordu.

— "Oğlum, bu yaptığınız nedir, ne yapıyorsunuz?" diye sordu. Ona durumu anlattık. Bunun üzerine:


— "Oğlum, biz bu işi madalya için yapmadık! Biz derviş adamlarız. Bize din ve vatan yolunda vâcib olan bir hizmetin karşılığı olarak madalya almak yakışmaz. Lütfen o yazdıklarınızı yırtınız."


dedi. Tevfik Bey’in israrlı ricâlarına rağmen kararından dönmedi. Notları gözünün önünde yırttırdı. İşte bu vak’a dolayısıyla Eyüp’deki Kuvâ-yı Milliye çalışmalarının bir çokları sır hâlinde kalmıştır. Esâsen aradan çok zaman geçti. Artık bu işleri bilen de kalmadı. Hepsi bir bir Hakk’ın rahmetine kavuştular. Ben de bu yıl yetmiş yaşıma bastım. Bu sebeple o fedâkârâne hizmetlerin artık birçoğunu hatırlamama imkân kalmadı.

Zaferden sonra "Tekke ve Zaviyelerin Seddine Dair Kanun" çıkınca birçoklarıyla beraber Hatuniye Dergahını da mühürlediler. Tekke mensublarının îfâ ettikleri hizmetlere müteallik elimizde pekçok vesâik vardı. Fakat zaferden sonra en normal dînî faaliyetlerimiz esnasında dahi dehşetli bir takib ve tazyike maruz kaldığımızdan birçok dini kitaplarla birlikte bunları da tavan aralarında saklamaya mecbur olduğumuzdan hepsi de zayi olup gitmiştir.

* Nazmi Efendi'nin bu mülâkâtta beyân etmediği bir husus da, Arabyan Han’ında üzerine azgın köpeklerin salınmasıdır. Köpekler etlerini parçalamışlar. Hazret bundan uzun zaman hiç kimseye söz etmemiş, yıllar sonra, bir ameliyât sırasında sırtı gözükünce köpeklerin diş izleri görülmüş, durum o zaman anlaşılmıştır.

1970'lerdeki Konya seyahatiden bir hâtıra
Sadeddin Efendi Hazretleri 1930 yılında, Nazmi Efendi Hazretleri 24 Kasım 1990 tarihinde irtihâl-i dâr-ı bekâ buyurdular. Allah şefaatlerine nâil eylesin. Nazmi Efendi Hazretleri ve peder-i âlîleri hakkında sizlere tavsiye edeceğimiz bizim de çok istifâde ettiğimiz kaynak şudur : 
http://mustafaresmiahi.net/mustafaahi/ceylanbaba/ksavasi.html

Bu vesîle ile Hazret'in kısa ama pek kıymetli bir sohbet kaydını da buraya derc edelim. 1970'lerdeki bu sohbet, Nazmi Efendi Hazretlerinin de iştirâk ettiği bir meşk meclisinde, Kıyam Reisi ve Zâkirbaşı Salâhî Dede'nin, Hazret'in bilgi ve tecrübesinden istifâde etmek maksadıyla sorduğu bir soru üzerine yapılmışdır. Nazmi Efendi Hazretleri tekkelerin açık olduğu yıllara yetişmiş ve babası da kıyam reisi olduğu için kıyâmî zikrin bütün usûl ve âdâbını pek güzel sûretde öğrenmiş, yaşlılığında da meraklı gençlere ta'lîm etmiş bir pîr-i akdes idi. Videodaki fotoğraflardan ikisi o yıllardaki meşk meclislerinde çekilmişdir. Fotoğraflardan birinde kudûmzen olarak görünen zât O'dur...Aynı fotoğrafda arkasındaki beyaz takkeli-beyaz gömlekli zât ise Salâhî Dede'dir. Rahmetulahi aleyhim ecma'în.


Listeye geri dön