Kabe'nin Şerefi

3 Temmuz 2023 tarihinde yayınlanmıştır.

İsmail Hakkı Bursevi

Büyük mürşidlerimizden İsmâil Hakkı Bursevî Hazretleri buyuruyorlar ki :

Manzar-ı Hakk mazhar-ı eltâf-ı Rabb
Mekke-i pür-fadl bilâd-ı Arab

Bu beyt, Mekke-i Mükerreme'nin medhindedir. Manzar-ı Hakk yani nazargâh-ı Hakk olduğu budur ki zât-ı ehadiyyet sûretidir ki âfâkda insân-ı kâmil mesâbesindedir. Yani enfsüde insân-ı kâmil ism-i câmi' yüzünden nice bir haysü'z-zât ve's-sıfât nazargâh-ı ilâhî ise âfâkda dahi Mekke-i Mükerreme böyledir. Velâkin bu ma'nâ Mekke'ye nisbet olunmak müştemil olduğu Beyt-i Mükerrem itibarıyladır. Zîrâ asıl fazîlet Beyt'indir ki, Mekke'ye göre kalıbdan kalb ve libasdan beden ve kışrdan lübb gibidir. Onun için evleviyyet ile mevsûf olan Beyt'dir. Nitekim Kur`ân'da gelir, "اِنَّ اَوَّلَ بَيْتٍ وُضِعَ لِلنَّاسِ لَلَّذ۪ي بِبَكَّةَ مُبَارَكًا وَهُدًى لِلْعَالَم۪ينَۚ".

Nitekim insanda kuvvâdan ibtidâ taayyün kabûl eden kalb ve a'zâdan evvelâ tekevvün eyleyen acbü'z-zeneb dedikleri nesnedir ki nutfe-i insanı hâvî olduğu tohumundan mahlûkdur. Pes bundan fehm olunur ki,  meyvadan evvelâ tekevvün eden madde-i lübb ve badehû kışrdır. Ve rûh gerçi zuhûrda muahhardır velâkin taayyünde mukaddemdir. Ve taallukunun teahhuru fî nefsi'l-emr tekaddümüne mâni' değildir. Belki ol nutfenin taayyün bulması rûhladır. Pes, nutfe ve ve sâir mevâdd-ı nutfe, rûhla devr eder ve sûret-i madde tâmm oldukda taalluku zâhir olur sırrına vâkıf olmayan, rûh hâricden geldi, taalluk etdi kıyâs eder. Nitekim Kur`ânda, "فَنَفَخْنَا ف۪يهَا مِنْ رُوحِنَ" kelâmının zâhiri onu ibhâm eder.
El-hâsıl, Beytullahi'l-Mükerrem, sâir buyûtun rûhu ve kalbi mesâbesindedir ki rûh ve kalb evleviyyet ile muttasıf olduğu gibi Beyt-i Mükerrem dahi evleviyyet ile muttasıfdır. Ve ka'be-i kalb diye kalbi Ka'be'ye teşbîh etdiklerinin sırrı dahi buradan fehm olunur. Zîrâ insanın nazargâh-ı ilâhî olduğu kalb itibarıyladır ki tecelliyât-ı ilâhiyyeye mazhar olan kalbdir. Şu kadar vardır ki berekâtı bedene dahi sârîdir. Ka'be'nin berekâtı Mekke'ye dahi sârî olduğu gibi. Bu cihetden insân-ı kâmilin bedeni ve Mekke-i Mükerreme'nin kandi dahi tazîm olunur. Hattâ derûn-i insanda olan kuvâ ve derûn-i Mekke'de olan sükkân dahi muazzamlardır. 
Buradan bazı ehl-i marifet demişlerdir ki, hacc farz olduğu gibi Ehl-i Mekke dahi huccâc üzerine farzdır. Yani bi kaderi't-tâka onlara riâyet etmeli ve delîli dahi onlardan tutmalıdır. Tâ ki onlar dahi emvâl-i huccâcdan müntefi olalar. Velâkin bu a'sarda cehl gâlibdir ki zamân-ı evvele kıyâs olunmaz. Ve irtikâb-ı meâsî dahi fâşî ve münteşirdir. Eğerçi emvâl-i meksûbede dahi hayır yokdur. Zîrâ ekseri tarîk-i helâlden değildir. Husûsan kâsiblerin sû-i itikâdları vardır. Yani kesbleri habîs iken tayyib itikad ederler. Ve hakîkatü'l-hâl kendilerine tarîf olunsa, i'râz ederler ve amel ve itikadları üzerine musırr ve mukîm olurlar. 

İşte bu takrîrden Kabe'nin fazîlet-i zâtiyye ve ve şeref-i aslîsi malûm oldu. Ve onun şeref-i izâfîsi dahi vardır ki, mezâhir-i eltâf-ı Hakk olduğudur. Ve o eltâf budur ki, Ka'be, muhbit-i vahy-i ilâhî ve ervâh-ı kudsiyyedir. Hattâ demişlerdir ki huddâm-ı Ka'be olan melâikenin dahi melâike üzerine rüchânı böyledir. Pes, şerîfin hizmeti cihetinden Ka'be dahi şerîfdir. Buradan demişlerdir ki, insana şeref celîsinden gelir. Yani mücâlese etdiği kimsenin ulüvv-i kadrine göre âlî-kadr olur Ve denâet dahi böyledir. Pes, şol yerde ki insanın celîsi, o makûle melâike-i kirâm ola, o kadar şeref ve eser bulur ve rûhâniyyet peydâ eder. Ve biri dahi budur ki, Ka'be, mevtı-i akdâm-ı enbiyâ ve evliyâdır ki, Âdem'den gâyete dek mebûs olan enbiyâ onu ziyâret etmişlerdir. Ve Nûh ve Sâlih, iştigalleri hasebiyle ziyâret etmemişlerdir dedikleri sahîh değildir. Husûsan ki Nûh'un sefînesi tûfanda Beyt üzerine gelip devr ve tavâf etdiği meşhûrdur. Ve her nebî, kavminin mükezzibleri bi tarîki'l-istîsâl helâk oldukdan sonra, mü'min olanları istishâb edip Ka'be'ye müteveccih olmuşdur. 
Ve biri dahi budur ki, ümmet-i merhûmenin ekâbir ve esâgirine hâlâ ziyâretgâhdır. Ve ne kadar nüfûs-i fâdıla varsa himmetlerini orada alıkoymuşlardır. Ve Kur`ân'da, "عَطَاء غَيْرَ مَجْذُوذٍ atâen gayra meczûz" ona işâret eder. Zîrâ beden ol makâm-ı âlîden munfasıl olduğu gibi alaka-i rûh dahi munkati olsa meded-i ilâhî dahi münkati olmak lâzım gelir. Zîrâ feyz-i ilâhî, bi kaderi'l ittisâldir. Onun için terk-i vird etmek mezmûmdur. Ve asfiyânın hâlleri Hakk'a ittisâl-i dâim olunca, himmetleri dahi Kabe'ye muttasıl olmak lâzım olur. Bu cihetden, ilâ âhiri'd-dünyâ, mukîm-i Mekke gibi olurlar ve ecirleri munkati olmaz. 
Ve bazı evliyâya ki sûret-i hacc müyesser olmamışdır, ma'nâda ziyâret-i Ka'be nasîb olmuşdur. Ve belki Ka'be onun ziyâretine gelmişdir. Ve nice mükâşifler hod tayy-ı mesâfe tarîkiyle zamân-ı kalîlde Mekke'ye ve Arafat'a vâsıl olurlar. Veyâhud oturdukları yerde karşılarında zâhir olur. Veyâhud temessül tarîkiyle yanlarına gelir. 
Ve demişlerdir ki sâir mesâcid ile Ka'be'nin farkı, hacerle cevherin farkı gibidir. Yani Ka'be hacer ve mederden binâ olunsa dahi yine altundan ve cevherden mebnîdir. Ve sâirler zer ve gevherden sûret bulsa dahi yine hacer ve haşebden mebnî gibidir. Pes bir yerde bu makûle şeref-i zâtî ve şeref-i izâfî ola, sâirlere kıyâs olunmaz. 
Ve kalb-i insan, Ka'be'den eşrefdir. Zîrâ binâ-yı Hakk'dır. Ka'be ise binâ-yı halkdır ki Halîl'dir. Eğerçi emr-i Hakk'ladır velâkin emr ile mebnî olan ile bizzât yed-i kudretle mebnî olan bir değildir. 
Ve fukarâ-i ehl-i sülûk dahi böyledir. Yani onlar fi'l-hakîka mülûk-i maneviyyedir. Ve zâhirde hırka-i tecridde ve şâl ve şemle-i fenâda oldukları ulüvv-i şân ve kemâl-i heybet ve celâllerini münâfi değildir. Pes onların murakkaları hilat-i şâhîden enfes ve külahları tâc-ı sultânîden a'lâ ve hücre-i inzivâları kasr-ı zerendûz-i melikîden rûşendir. Zîrâ bâtınları zücâc-ı sâfî mesâbesinde olunca, muzâfât-ı bedenleri dahi böyledir.  Ahvâl-i selâtîn ve mülûk ise bunların hilâfınadır. Fa'rif.

Listeye geri dön