4 Temmuz 2023 tarihinde yayınlanmıştır.
İsmâil Hakkı Bursevî Hazretleri haccın esrârına dâir kaleme aldıkları Tuhfe-i Atâiyyelerinde buyuruyorlar ki :
Hazret-i Ka'be, şerrefehallâhu teâlâ, zât-ı ehadiyyeye remzdir. Onun için orada tavâf meșrû' olmuşdur ki hareket-i muttasıladır. Ve orada cihet-i vâhide ile tekayyüd yokdur. Zîra hazret-i ehadiyye şeş cihetden münezzehdir ve zât-ı ehadiyyenin müstevâsı sırr-ı insândır. Arş, ism-i Rahmân'ın müstevâsı olduğu gibi. Yani sırr-ı insân, sırr-ı Hakk'dır. İșbu ma'nâ 'urûc i'tibârıyladır, yani mi'râc-ı ma'nevî i'tibârıyla. Fe-emmâ nüzûl i'tibârıyla Kâ'be, insândır ki etrâfında vâridât tavâf eyler. Nitekim sırr-ı insânın çevresinde esmâ-yı zâtiyye devr eder. Ve buradandır ki Kâ'be'nin mukâbelesinde felek-i kamerde Kâ'be'nin hey'eti vardır. Birbirinin üstünde Ka'be sûretleri vardır. Pes, sırr ve kalb ve rûhdan her biri gûyâ Kâ'be'dir. Velâkin nefs ve tabîat kenise mertebeleridir. Şu kadar vardır ki eğer nefs hevâdan ve tabîat șehvetden halâs olursa birer tekye olurlar ki kalb onlara şeyh gibi mutasarrıf olur ve yâdları derûnundan ihrâc edip yerlerine kuvâ-yı rûhâniyye vaz' eder. Ve bu üslûb üzerine memleket-i insaniyye olan vücûd, yâdlar elinden kurtulur ve nizâm-ı tâmm bulur. Onun için ehlullahın her hâli Hakk'ladır. Zîrâ arada mâsivâ yokdur. Bu cihetdendir ki kavil ve fiilleri i'tirâz götürmez. Eğerçi zamânede mürîd olan bile şeyhine i'tirâz eder, değil gayrı. Ve bu makâmda kıyas-ı nefs câiz ve cârî olmaz. Tefekkür eyle ki miskin aslı hûn-i siyâh iken yine kandır denilmez. Zîrâ râyiha-i tayyibesiyle kan üzerine fâikdir. Ve cevâhir dahi taş olmaz, eğerçi aslı taşdır. Yani hûn-i siyâh misk-i latif olduğu gibi kenise-i nefs ve tabîat dahi tezkiye ve tasfiye ile hankâh-ı şerîf olmuşdur. Bu bir sırr-ı ilâhîdir ki insan-ı kâmil hem ma'lûm ve hem mechûldür. Fa'rif.
Nice bilinir insân-ı kâmil ki Ka'be'den efdaldir. Ka'be'nin hakîkatına vâsıl olmayan kimse ondan efdal olanın hakîkatına nice vâsıl olur. Ve Ka'be'ye müteallik olan eserimiz sâir kütüb-i celîle ile elfât-ı erbaa târihinde Medîne ile Ala nâm mevzi arasında mevki-i Arabda kaldı. Ve bu âna gelince nice olduğu malûm olmadı. Aceb kitâb ki derûnunda derc olunmadık esrâr-ı hacc ve Ka'be ve dâhil ve hâric kalmamış idi. Husûsan ki ol esnâda imâmımız Ebû Hanife, rahmetullahi teâlâ, fezâilinde vârid olan esrâr-ı manzûme ve mensûre dahi onda îrâd olunmuș idi. Bir genc idi ki gevheri fi'l-mesel yüz bin değerdi. Ve insân-ı kâmil sûretinde bir dilârâ kitâb idi. Hüsn-i Yûsuf ona baş eğerdi. El hükmü lillahi'l-aliyyi'l-kebîr. Şol manâ ki zuhûr içindir elbette serbeceyb hafâ olmazdı. Ve ol ki hafâ içindir ol dahi zuhûr perdesin bulmaz. Her işte hükm-i bâliğa olduğu mukadder ve ümmü'l-kitabda icmâlen ve tafsîlen muharrerdir. Fa'lem zalik.
Ve harem-i ilâhînin mu'azzam-ı esrârındandır ki yedi 'aded minâreyi müştemildir ki 'âlem-i fenâya dâir olan yedi 'aded esmâ-yı ilâhiyyeye işâretdir. Yani müezzin halkı salâta davet etdiği gibi, ol esmâ dahi sâliki fenâya davet eder. Zira Kâ'be, zât-ı ehadiyyeye işâret olunca cemî' zevât onda müstehlekdir. Ve bu makâma, "lâ mevcûde illâ Hû" derler. Ve ol seb'a bunlardır ki zikr olunur. Lâilâhellallâh, Allâh, Hû, Hakk, Hayy, Kayyûm, Kahhâr.
Ey sôfî! Hak budur ki bir vech ile isneyniyyet kabul etmez. Fe-emmâ vücûd-i insânîde merâtib vardır ki ol merâtibe esmâ ile hareket olunur. Sonra esmâ müsemmâda müzmahil olup ancak müsemmâ kalır.