28 Haziran 2023 tarihinde yayınlanmıştır.
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretlerine, Amerika'daki bir radyo sohbetlerinde, programın sunucusu sordu, "Bu güne kadar on bir defa hacca gitdiğinizi söylemişdiniz, gitdiğiniz haclardaki manevî tecrübelerinizi, intibalarınızı anlatır mısınız?" dedi. Efendi Hazretleri buyurdular ki :
Hac ibâdeti, İslâm'ın beş şartından bir tânesidir ve mühim ibâdetlerden birisidir ki, ahretin remzi ve dünyâ âleminde de islâmların ve müslümanların, renk ve lisân bakımından birbirlerine uymasa dahi, orda tanışmaları ve birbirleriyle sevişmeleri, buluşmaları ve anlaşmalarıdır.
Allah Celle Celâlûhû Hazretlerinin, ilk ibâdethâne olarak tayin buyurduğu şehir, Mekke şehridir ve Kabetullah'dır. Âdem aleyhisselâm cennetden çıkarıldığı vakitde, Kabe'nin olduğu yere gelmiş ve orada meleklerin tavâf etdiği, Beyti'l-Mamûr şeklinde bir ibâdethâneyi yapmayı Allah'dan istemişdir. Zîrâ kendisi meleklerle berâber olduğu vakitde, melekler, bugün müslümanların Kabe'yi tavâf etdiği gibi, Beyti'l-Mamûr'u tavâf ederlerdi. Ve kürre-i ardda Beyti'l-Ma'mûr'a muâdil olarak, evvelâ o binâyı Âdem aleyhisselâm yapmışdır ki, Allah Kur`ân-ı Kerîm'inde, esteîzübillah, "إِنَّ أَوَّلَ بَيْتٍ وُضِعَ لِلنَّاسِ لَلَّذِي بِبَكَّةَ مُبَارَكًا وَهُدًى لِّلْعَالَمِينَ inne evvele beytin vudi'a linnâsi lellezi bi bekkete mübâreken ve hüden lil 'âlemîn" buyurmuşdur. İlk beyt, ilk ev, ilk Allah'a yapılan ibâdet yeri, Kabetullah'ın olduğu yerdir.
Nasıl melekler Beyti'l-Ma'mûr'u tavâf etdiği gibi, Âdem de o beyti yani Kabetullah'ı, yapmış olduğu evi, tavâf ederdi. Sonra bu Nuh Tûfânında kaldırıldı. Sonra tekrar Hazret-i İbrâhim aleyhisselâm zamânında Cenâb-ı Allah, İbrâhim Peygamber'e, âlesi Hâcer'i ve oğlu İsmâil'i alarak Kabe'nin olduğu yere gitmesini, o vâdiye varmasını emr ü fermân buyurdu. Ve bu emri alan İbrâhim Peygamber, o sıcak ve kumlu sahrâlara daldı ve günlerce, haftalarca gitdi ve bugün Kabe'nin olduğu yere vardığı vakitde, Cenâb-ı Hakk emr ü fermân buyurdu ki, "Geleceğin yer burasıdır, burada dur", kendisine vahy olundu, "Ve âilen Hâcer'i ve İsmâil'i orada bırak ve dön git. Tevekkül et bana, bana teslîm et onları ve dön git". Ve İbrâhim oraya vardığı vakit, "Yâ Rabbi, burası mezruat bitmez, ot yetişmez, su yok. Nasıl olur da, burada insan yaşayabilir?" kabîlinden bu işin hikmetini sordu. Allah dedi ki, "Hiç sen bunu düşünme ve bırak evlâdını ve Hâcer'i". İbrâhim Peygamber Allah'ın halîli olduğu için, hiç tereddüdsüz âilesini ve ciğerpâresi evlâdını orada bırakdı ve bineğine binerek tekrar döndü Şam tarafına.
Gene Cenâb-ı Hakk gene Kur`ân-ı Kerîminde, "فِيهِ آيَاتٌ بَيِّنَاتٌ مَّقَامُ إِبْرَاهِيمَ fîhi âyâtün beyyinâtün makâmu ibrâhim", "Görenler için, Makâm-ı İbrâhim'de ve İbrâhim'in bırakdığı bu âsârda büyük ibretler vardır. Ama gören için, göz sâhibi olan için ve düşünmeye lâyık akıl için büyük âyetler ve ibretler vardır" diyor.
Evet, bırakdı ve gitdi. Ne su var, ne ekmek var, ne üzerlerine bir gölge var. Böyle sıcak bir mıntıkada. Çünkü Kabe'nin bulunduğu yer çok sıcak bir yerdir fakat rutûbet yokdur, rutûbetsiz bir yerdir. Orada durdu ve susadılar. Susadı, evladını yere bırakdı ve Safâ Tepesine çıkdı. Safâ Tepesi yüksek bir yer, ordan etrâfı seyredip bakıyor, etrafda su arıyor. Geçen bir kervan görebilir miyim, bana yardım etsin, onu bekliyor. Muhakkak insanların insanlara ihtiyâcı vardı. Her şeyin hâlıkı Allah'dı ama sebebi kuldan oluyordu. Arıyordu kervanları, böyle ararken, oradan bir şey göremedi, bu sefer karşı tarafda yani bir kilometre kadar yakın bir yerde Merve Tepesi var, oraya doğru koşdu gitdi Hâcer, o tepeye çıkdı, bakdı. Ve bunu yedi sefer tekrâr etdi. Yedi defa, aşağı yukarı yedi sefer koşdu. Şaşırmışdı, su arıyordu. Çünkü su hayâtdı. Tavafdan sonra hacılar için yedi defa orada koşmak, say etmek vâcib oldu ki Cenâb-ı Hakk gene Kur`ân'da Sûre-i Bakara'da, esteîzübillah, "اِنَّ الصَّفَا وَالْمَرْوَةَ مِنْ شَعَٓائِرِ اللّٰهِۚ innes safâ vel mervete min şeâirillah" buyurmuşdur.
Yedinci seferde Merve Tepesine vardığı vakitde, gözü bir tarafdan da evâdındaydı. Çünkü evlâdını bugünkü Kabe'nin yani görünen siyah dört duvarın oraya bırakmış, zemzem kuyusunun olduğu yere bırakmış idi. Gözü tabii evlâdındaydı. Hem koşuyor, hem de gözü evlâdındaydı. Herhangi bir vahşî hayvan gelip yavrusunu kapmasın diye. Yedinci sefer vardığı vakitde bir de bakdı ki, yerden su fışkırmış, yerden su fışkırıyor. İsmâil, ayağını vurdu, ufak, kundakdaki çocuk, vurdu, Allahu Teâlâ onun ayağını vurmasıyla ordan suyu fışkırtdı. Burada büyük bir incelik var. Demek ki insanlar Allah'dan bir şey istiyorlarsa, bir sa'y u gayret etmeleri lâzım geliyor. İsmâil ayağını vurmadan da Allah zemzemi ordan çıkarabilirdi. İsmâil'in ayağını vurması, insanların dünyâda bir nimete mâlik olması için, mutlakâ sa'y u gayret etmeleri lâzım geldiğini göstermekdedir. Bakdı su kaynadı ordan, su akıyor ve şaşırdı. Şaşkınlıkla, "Zem! Zem! Zem! Zem!" diye bağırdı. Yani Arami lisânında "zem zem", "dur dur, akma" manâsınadır. Su kaybolacak diye korkdu. Halbuki eğer demeseydi diyor kitaplarımız, ordan bir nehir, pınar akacakdı. Ama "zem zem!" deyince yani Arami lisânıyla "dur dur akma akma!" diye bağırmasından su durdu. Su durdu ve koşarak evlâdının yanına geldi ve o sudan içdiler hem karınları doydu hem harâretleri giderildi. Çünkü gene Hazret-i Muhammed, sallallahu aleyhi vesellem, bir hadîs-i şerîflerinde "Ez-zemzemü limâ şeribe leh, zemzemi ne niyetle içerseniz o niyetle olur" diyor. Yani aç adam içerse karnı doyar, susuz içerse susuzluğu giderilir, hasta içerse şifâyâb olur. Bir çok İslâm sôfîlerinin ve azîzlerinin ve velîlerinin ve âşıkânın, hiç bir şey yemeden, sırf Zemzem'le yaşadıkları kitaplarda mukayyeddir, kayıtlıdır, yazıldır. Kırk gün, iki ay yalnız Zemzem'le yaşayan yani yemeden içmeden, Zemzem'i su yerine ve ekmek yerine içerek yaşayanlar, kitaplarımızda kayıtlıdır.
Su çıkınca tabii kuşlar suyu gördüler, geldiler, başladılar yukarıda dolaşmaya, suyun üzerinde. Civarda bulunan kabîlelerden Kureyş Kabîlesi ve diğer Arap kabîleleri, orda yaşayan, çölde yaşayan kabîleler, kuşların oraya geldiğini gördüler, dediler ki, "Ya burda bir su var veyâhud da herhangi bir yiyecek var" dediler ve oraya geldiler, bakdılar, suyu gördüler. Ve Kabe'nin olduğu yere şehir, Mekke şehri, kurulmaya başladı. Mâdem ki su vardı, su hayatdı, halk suya geldi ve orda şehir kuruldu.
Ve İsmâil aleyhisselâm yedi yaşına basmışdı ki, Cenâb-ı Hakk Hazret-i İbrâhim'e emr ü fermân buyurdu, "Git Mekke şehrine". O vakit Mekke şehir değildi yani "Âileni, çocuğunu bırakdığın yere, vâdiye var" dedi Allahu Teâlâ. İbrâhim geldi bakdı ki, orda bir memleket kurulmuş, ismine Mekke denilmiş. Bir ismi Bekke, bir ismi Mekke. Mekke şehir, Bekke ağlanan yer Allah aşkıyla ağlanan yer demek. Bükâdan geliyor. Arapçada bükâ, ağlamak ma'nâsına.
Zâten Hazret-i İbrâhim aleyhisselâm kendisi, Allah yoluna bin deve, bin sığır, bin koç kesmiş idi. Ve bunu görenler İbrâhim'in Allah yoluna bu malları, bu kadar çok kurban kesdiğini kendisine söylediler, dediler ki, "Ne kadar çok Allah yoluna malını infâk etdin". "Bunun ne kıymeti var" dedi, "Allah bana bir erkek evlad verseydi, o erkek evlâdımı da Allah yoluna kurban ederdim, kendimi de Allah yoluna kurban ederdim" dedi. Ve Allah da bu ahdi üzerine ona İsmâil'i vermişdi. Ve İbrâhim Mekke'ye geldi, Mekke Şehrine, şehir kurulmuş, dükkanlar açılmış, evler yapılmış, alışveriş var, insanlar orda toplanıyorlar.
Ve Cenâb-ı Hakk bir gece ona rüyâsında ki, Zilhicce ayının sekizinci gecesi idi, "Ûfu nezrek yâ İbrâhim/Nezrini yerine getir. Benim yoluma oğlunu fedâ edeceğini söylemiş idin" dediler. İbrâhim Peygamber çocuğunu görünce, âilesini ve yedi yaşındaki çocuğunu, neşe içinde kalmışdı, kalbi onların muhabbetiyle dolmuşdu. Fakat böyle bir emir alınca durakladı. Dedi ki, "Cenâb-ı Hakk'a bir daha ilticâ edeyim ben. Bu rüyâ hak mı, gerçek midir değil midir?". Ve ertesi gece, yani terviye gecesi gene yatdı, gene rüyâsında "Ûfu nezrek" yani "Nezrini îfâ et, ahdini yerini getir, sözünü tut. Sen benim yoluma çocuğunu yani hayatının semeresini, ciğerinin parçasını kurban etmeği vaadetmişdin, oğlunu kurban et" dediler. Ve iki oldu, dedi ki, "Hakk oyunu üçdür. Üçüncü defa ben gene istihâre edeyim Cenâb-ı Hakk'a. Bu emr-i ilâhiyyeyi ben iyi anlayayım". Tabii baba kalbiydi, yapacağı iş mühimdi. Ve arefe gecesi, gene emredildi ki, "Ûfu nezrek yâ İbrâhim/Ey İbrâhim, Ey Halîlim, Dostum, nezrini yerine getir" dediler. Anladı ki, arefe kelimesi ârifden bilmekden geliyor, anladı ki, Hakk'ın emridir ve nezrini yerine getirmekle emr olunuyor. Çocuğunu kurban edecek.
Ve bayram sabahı Hâcer'e tenbîh etdi, dedi ki, "İsmâil'i süsle, saçlarını tara, onu sürmele ve kokula, yeni elbiseler giydir, onu ben dostuma götüreceğim" dedi. Hâcer, İsmâil'i yıkadı, temiz elbiselerini giydirdi, saçlarını taradı, onu sürmeledi, babasının yanına verdi. İbrâhim Peygamber, "Bana bir bıçak da ver, ip de ver, belki dönüşde dağdan odun keserim. Mine Tepesine çıkacağız, Mine'ye, ordan odun toplayacağım, dönüşde getiririm sana" dedi. İple bıçağı da aldı ve İsmâil'i de aldı ve yola düşdüler, gidiyorlar.
Giderken İblis, çıkdı ortaya. Evvelâ İbrâhim Peygamber'e geldi ve dedi ki "Yâ İbrahim, böyle bir rüyâ ile evlad kesilir mi? Ne yapıyorsun sen? Aklını başına alsana! Şu çocuğun güzelliğine baksana" dedi. İbrâhim Peygamber, "Seni İblîs seni! Eûzübillahimineşşeytânirracîm" dedi, "Bu emr-i Hakk'dır, yüz bin İsmâil olsa, dostum olan Allah uğruna fedâ olsun" dedi. Şeytan hâib ü hâsir oldu, ordan geldi, Hâcer aleyhisselama, dedi ki, "Haberin var mı? Kocan çocuğunu kesmeğe götürdü. Bir rüyâ gördü rüyâ ile çocuğunu kesecek. Git, mâni ol buna". Hâcer dedi ki, "O bir nebiy-yi zîşândır, onun gördüğü rüyâ hakdır, onun emrine biz hepimiz boynumuzu verdik. İtâatdan başka çâremiz yokdur. Ve böyle bir şey de olsa, ben onu sabırla karşılayacağım" dedi. Ordan da şeytan hâib ü hâsir olup, bu sefer İsmâil'e geldi. "Sen böyle oynayıp zıplıyorsun ama nereye gidiyorsun biliyor musun? Baban seni kesecek" dedi. İsmâil dedi ki, "Ben bir peygamber evlâdıyım, peygambere tâbi olmakla mükellefim, cehennem ol, burdan git, beni yolumdan alıkoymaya kalkma. Yüz bin canım olsa, Allah yoluna fedâ olsun" dedi, yerden taş aldı ve şeytana taş atdı. Ve şeytanın bir gözünü çıkardı.
İşte bayram günlerinde müslümanların üç yerde şeytana yedişer taş atması, bunların sünnetine ittibâ ile idi. Şimdi hacılar ne yapıyorlar? Mine'de üç yerde, birinci günü büyük şeytana taş atarlar, yedi taş atarlar. Yedi taş, birer remizdir. İnsanlarda yedi sıfat vardır, çirkin sıfatlar, bunları şeytanın başına vurmak demekdir. Yani ucub, kibir, riyâ, hased, gadab, hubb-i câh, hubb-i mâl. Allah'ın sevmediği sıfatları atmak, Şeytan'ın başına atmak demekdir. Bunlara remizdir taşların ma'nâsı.
Ve İbrâhim, götürdü İsmâil'i, oturtdu, dedi, "Otur karşıma şimdi", esteîzübillah, Sûre-i Saffât, "يَا بُنَيَّ إِنِّي أَرَى فِي الْمَنَامِ أَنِّي أَذْبَحُكَ فَانظُرْ مَاذَا تَرَى yâ büneyye innî erâ fil menâmi ennî ezbahüke fenzur mâzâ terâ". "Ey benim oğlum, ciğerimin parçası, gözümün nûru evlâdım! Ben rüyâda gördüm ve seni kesmekle emrolundum. Sen ne dersin bu işe?" dedi. İsmâil, Hazret-i İbrâhim'e dedi ki, "Ey babacığım, eğer dostuna karşı uyumasaydın böyle bir rüyâ görmezdin" dedi, "dost dosta karşı uyur mu?" dedi. Ve "يَٓا اَبَتِ افْعَلْ مَا تُؤْمَرُۘ سَتَجِدُن۪ٓي اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ مِنَ الصَّابِر۪ينَ yâ ebetî if'al mâ tü'mer setecidünî inşâallahu mines sâbirîn", "Ey babacığım, emr-i ilâhî neyse onu bana icrâ et, beni sabr edenlerden bulacaksın, sana karşı gelmeyeceğim ve buna teslîm oldum ben" dedi. "Fakat nasîhatlarım var, benim elimi ve ayağımı bağla ki, beni kesdiğin vakitde, sana karşı elimle vurmayayım, yâhud ayağımla seni tepmeyeyim". Sonra dedi ki, "Yok yok, bağlama" dedi, "Çünkü bağlarsan diyecekler ki, İsmâil babasına karşı geldi, isyân etdi ki zorla onun elini ayağını bağladı da öyle kesdi diyecekler, bunu istemem, kabûl etmiyorum" dedi. "Yalnız yüzüstüne beni yatır ki, ensemden kes, yüzüme bakarsan merhametin ve şefkatin, muhabbetin kaynayacak, bana bıçak vuramayacaksın, onun için ensemden kes beni" dedi. "Çünkü emr-i ilâhîde tehir edersin sonra" dedi. Tehir olur emr-i ilâhîde. Sonra gene, "Benim nasîhatlarım var, ricâ ediyorum, bu yalvarmalarımı, niyazlarımı tut, benim yaşımda çocukları annemin yanına götürme, onu görünce beni hatırlar, annem ağlar. Ona ben râzı olmam" dedi. "Gömleğimi de anneme götür, hediye olarak, onu görsün beni hatırlasın" dedi. İbrâhim İsmâil'i aldı, "وَتَلَّهُ لِلْجَب۪ينِۚ ve tellehul cebîn", yüzüstüne yatırdı ve bıçağı aldı ve İbrâhim olanca kuvvetiyle, "Bismillahi Allahuekber" deyip, İsmâil'in boynuna, bıçağı olanca kuvvetiyle vurdu. Ve şöyle diyordu, "Ey evlâdım, emr-i ilâhîde bana ne kadar yardımcı oldun sen. Senden râzıyım ben. Emr-i ilâhîde bana ne kadar yardımcı oldun, bana hemen teslîm oldun, itiraz etmedin" diyordu.
Vurdu fakat bıçak kesmedi. Hayret etdi İbrâhim. Tekrar aldı eline bıçağı, tekrar "Bismillah" dedi, tekrar vurdu, gene kesmedi. Ve İbrâhim şaşırdı. Çünkü süt gibi bir boyun, körpe bir çocuk fakat bıçak gâyetle keskin olduğu halde kesmiyor. Şaşırdı ve taşa vurdu, kızdı taşa vurdu, taş ikiye ayrıldı. "Fesübhânallah!" dedi, "Süt gibi bir boynu kesmeyen bu bıçak, taşı kesdi de bunu nasıl kesmiyor" diye taaccüb etdiği vakit, Cenâb-ı Hakk bıçağa emr ü fermân buyurdu, bıçak konuşdu, dedi ki, "Yâ İbrâhim, sen kes diyorsun, Rabbü'l-âlemîn kesme diyor. Hanginizin sözünü tutayım? Senin sözünü mü tutayım yoksa Allah'ın sözünü mü tutayım? Ben kesmem, ben sebebim, müsebbib-i hakîkî Allah'dır" dedi. Öyle deyince hemen karşı tarafdan bir sadâ işitildi, "Allahuekber Allahuekber Allahuekber Allahuekber". Bu sesler işitilince Hazret-i İbrâhim bakdı, karşıdan melek, Cebrâil melek, elinde bir koç, "وَفَدَيْنَاهُ بِذِبْحٍ عَظ۪يمٍ ve fedeynâhu bi zibhin azîm", bir koç almış geliyor, hemen "Lâilâheillallah" deyip Cenâb-ı Hakk'ı tesbîh etdiler, karşılıklı. İbrâhim, "Lâ ilâhe illallahu vallahu ekber" dedi, "O'ndan başka ilâh yokdur, ibâdete lâyık ancak O vardır, şerîki ve nazîri yokdur". İsmâil de altdan, "Allahuekber ve lillahil hamd", "Allah'a hamd ederim ki beni bundan kurtardı" dedi.
Şimdi, Kurban Bayramı olduğu vakit, yani Hac Bayramı olduğu vakit, yirmi üç vakit bu tekbîr vâcib oldu. Bütün müslümanlar Allah'ı bu tekbîrle, tekbîr ederler. Ve "كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ kezâlike neczil muhsinîn", Allah, muhsinlerin, Allah yolunda mutî olanların mükâfâtını muhakkak sûretde vereceğini de ilân etdi.
Burada bir incelik var, o inceliği söylemeden geçemeyeceğim. Demek ki Şeytan insana evvelâ geliyor, kendisine bir vesvese veriyor. İnsan, bu Şeytan vesvesesini reddedince, bu sefer kadın tarafından kendisine o vesveseyi vermeye çalışıyor. Onu gösteriyor. Kadının vesvesesine erkek aldırmazsa, bu sefer evlâdı ile onu mübtelâ kılıyor. Onu göstermekdedir.
Evet, işte Allah tam teslîm olan mü'minler, Safâ'da safâya, Merve'de mürüvvete ererler ve Allah'ın ihsânına gark olurlar. Arafat'da da Allahu Teâlâ'nın kudretine ârif olurlar.
Bir hikâye anlatacağım ve onunla nihâyetlendireceğiz gâliba.
Bir adam hacca gelmek istiyordu. Yanında bir çocuğu vardı, ufak çocuğu, on-on iki yaşında. "Baba beni de götür" diye yalvardı babasına. Babası dedi ki, "Evlâdım sen daha ufaksın, çok ufaksın, on iki yaşındasın daha" filan dedi. "Yok babacığım, ben ille istiyorum Kabe'yi gidip görmek istiyorum, beni de berâber hacca götür" dedi ve babasına yalvardı. Babası aldı çocuğu, getirdi, Bâbüsselâm'dan içeri girdiler, çocuk Kabe'yi görünce, bir kerre Allah dedi ve düşdü ve öldü. Hacı ağlayarak çocuğunun üzerine kapanmışdı fakat birdenbire bakdı ki, çocuğu yok, yok oldu kucağından. Taaccüb etdi, şaşırdı, "Nereye gitdi bu?" diye. O vakit dediler ki, "Sen Kabe'yi aradın geldin, Kabe'yi buldun, oğlun bizi arıyordu, bizi buldu".
Onun için Kabe'ye sarık almaya giden sarık alır, tesbîh almak isteyen tesbîh alır, Kabe'yi görmek isteyen Kabe'yi görür, Allah'ı isteyen de Allah'ı bulur.
Sonra Hazret-i İbrâhim aleyhisselâm ile oğlu İsmâil, taş çekdiler, kum çekdiler, Hazret-i Âdem'in yapmış olduğu binâ üzerine Kabetullah'ı binâ etdiler. Esteîzübillah, Sûre-i Bakara, "وَإِذْ يَرْفَعُ إِبْرَاهِيمُ الْقَوَاعِدَ مِنَ الْبَيْتِ وَإِسْمَاعِيلُ رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّا إِنَّكَ أَنتَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ ve iz yerfe'u ibrâhîmül kavâ'ida minel beyti ve ismâ'îl, rabbenâ tekabbel minnâ inneke entes semi'ul 'alîm". Ve temellerini yükseltdiler ve Kabe'yi emr-i ilâhî ile meydana getirdiler ve Kabe'yi tavâf etdiler, Hanîf dînine açdılar. İbrâhim aleyhisselâmdan Hazret-i Muhammed aleyhisselâma gelinceye kadar Kabe'ye bütün Araplar, tamâmen, hepsi, Araplar ve sâir milletler, Aramiler de geldiler, Kabe'yi tavâf ediyorlardı. Sonra İbrâhim'in dîni tahrîf olundu, müşrikler, Kabe'ye üç yüz altmış put koydular. Hazret-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâmın Mekke'yi fethine kadar bu böyle devâm etdi. Hazret-i Peygamber Mekke'yi feth etdiği gün, bizâtîhî Hazret-i Ali'ye dedi ki, "Omuzuma çık, putları devir" dedi. Hazret-i Ali buyurdu ki, "Yâ Resûlallah, ben senin o mübârek omuzuna nasıl basabilirim?" dedi. "Sen benim omuzuma bin de, sen devir" deyince, "Yâ Âli, bugün bende celâl sıfatı vardır, ben senin omuzuna basarsam sen beni kaldıramazsın, erirsin yâ Ali" dedi. "Onun için sen benim omuzuma çık" dedi.
Ondan sorna Cenâb-ı Allah Kabe'yi tavafı bize farz etdi, hac mevsiminde, hac vaktinde. İslâm'ın beş şartından bir şartına koydu. O günden kıyâmet gününe kadar, gece ve gündüz, kış, yaz, fırtına, yağmur, Kabe tavâfsız durmaz hiç ve durmayacakdır. Mucizâtından bir tânesi. Ve Kabetullah'da, bu hac ibâdetinde kıyâmet gününün remzi vardır. Kıyâmet gününde bütün insanlar, hepsi, Arasat Meydanına toplanacak, hepsi cem olduğu gibi, halk Arafat'a cem olur. Hac ibâdeti zamânında elbise giyilmez. Müslümanlar ölülerine kefen sararlar, kefen olarak, iki parça ehramdan ibâret, dikişsiz olarak onları sararlar. Ki bu da ölmeden evvel ölmeye, "Mûtû kable en temûtu"ya işâretdir, remizdir. Ölmeden evvel ölmek ma'nâsınadır.
Farzına, vâcibine, sünnetine riâyet ederek bir adam hac ibâdetini yaparsa, Allah onu cümle günâhından tathîr eder ve temizler. Hiç günâhını bırakmaz, anasından doğduğu gibi olur.
Bir de gönül haccı vardır. Yalnız, mücerred şerî kısmından hac yapmak, ahkâmı yerine getirmekdir, bir de gönül haccı vardır ki, nasıl ki insanların vücûdunda kalb bir merkezse, dünyânın da merkezi, kalbi Kabetullah'dır. İnsanın vücûdunda da merkezi kalbdir. Nazargâh-ı ilâhîdir. Allah Kabe'de, Kudüs'de, hacda değildir. Allah her yere hâzır ve nâzırdır. Fakat Cenâb-ı Hakk orada müslümanları toplayarak birbirlerine teârüf, birbirlerini tanımak ve birbirleriyle müşerref olmak, tanışmak için ve sevişmek için ve tevhîdin cemi için farz kılmışdır. Ve bütün mü'minler oraya dönerek ibâdet ederler. Nereye dönersek Allah'ın cemâline döneriz. "فَأَيْنَمَا تُوَلُّواْ فَثَمَّ وَجْهُ اللّهِ fe eynemâ tüvellû fe semme vechullah"dır, insan her nereye dönerse Hakk'a dönmüş olur ama burada tevhîd-i İslâm, vahdet-i İslâm vardır, bütün müslümanlar Kabe'ye doğru namaz kılarlar, tevhîd-i İslâm'ı temin ederler.