Kabir ve Mahşer Soruları

17 Nisan 2020 tarihinde yayınlanmıştır.

Hutbe

HUTBE

Kâlallahu te'âla fî kitâbihi'l-azîz.
Eûzübillahimineşşeytânirracîm.
Bismillahirrahmânirrahîm.
يُنَبَّأُ الْإِنسَانُ يَوْمَئِذٍ بِمَا قَدَّمَ وَأَخَّرَ
Yünebbeül insânü yevme izin bimâ kaddeme ve ahhar.
Sadakallahu'l-azîm.

Nûr-i tevhîd ile kalbleri münevver, Hakk'a secde etmekle alınlarında eser-i secde bulunan, kalbleri aşk-ı Muhammed'le çarpan, kıyâmet gününe inanan, Hakk'ın cennetine tâlib, rızâsına râgıb, cemâline âşık olanlar!

Okumuş olduğum âyet-i kerîme Sûre-i Kıyâme'dedir. Sûre-i Kıyâme ise Kur`ân-ı Kerîm'in sûrelerinden bir mühim sûredir.

Biliyorsunuz ki bizim hilkatimizin iktizâsı, Allah'ı bilmek, Allah'ı tanımak ve Hakk'a ibâdet etmekdir, biz bunun için halk olunduk. Allahu Zü'l-Celâl Hazretleri gizli bir hazîne idi, kendini bildirmeği murâd etdi ve mahlûkatı halk etdi ki kendini bileler ve Rabbü'l-âlemîn'e yani zât-ı ulûhiyyetine ibâdet kılalar. Onun için hiç bir kimse ibâdetsiz kulluk merâtibine eremez, o şerefe nâil olamaz, mutlakâ ibâdet lâzımdır.

Bütün mahlûkât-ı ilâhiyye, canlılar, cansızlar, dağlar, taşlar, ağaçlar, kuşlar, melekler, felekler, kurdlar, kuşlar, her şey, her şey, Rabbü'l-âlemîn'i zikretmekdedir. Fakat bütün bu mahlûkât-ı ilâhiyye insân için halk olunmuşdur. İnsânın da bir zübdesi vardır ki, o da hüviyyet-i insâniyye olan Hazret-i Muhammed Mustafâ'dır.

Bir hadîs-i kudsîde Cenâb-ı Rabbü'l-âlemîn,"Ey âdemoğlu!  Bütün mevcûdâtı senin için halk etdim, seni de kendim için halk ettim" diyor. İnsanlık şerefini bir düşün! Sen ve ben Hakk için halk olunduk. Bu şerefe nâil olmak isteyenler, Allah'ın emirlerini seve seve yerine getirir, Allah'ın yasaklarından da Hakk'dan korkarak kaçınırlar ve Allah'ın sevdiklerini severler. Allah'ın sevdiklerini sevenler de, sevdikleriyle berâber haşr olurlar.

Cenâb-ı Allah, bunlar hakkında, Kitâb-ı Kerîminde şöyle buyuruyor :

وَمَنْ يُطِعِ اللّٰهَ وَالرَّسُولَ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَعَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيّ۪نَ وَالصِّدّ۪يق۪ينَ وَالشُّهَدَٓاءِ وَالصَّالِح۪ينَۚ وَحَسُنَ اُو۬لٰٓئِكَ رَف۪يقًاۜ 
Ve men yuti'illâhe ve'r-resûle fe ülâike me'allezîne en'amallahu 'aleyhim mine'n-nebiyyîne ve's-sıddîkine ve'ş-şühedâi ve's-sâlihîn ve hasüne ülâike refîkâ.
Biz onlara nebîlere, sıddiklara, şehîdlere ve sâlihlere in'âm ettiğimiz gibi in'âm edeceğiz, onları bunlarla beraber haşr edeceğiz, bunlar ne güzel arkadaşlardır.
Kişi sevdiği ile berâber haşr olacakdır. Onun için cennetin miftâhını, rıdvânın miftâhını bu âlemden alabilirsin. Zîrâ bu âlem, âhiretin tarlasıdır. Burada ömür sermâyesini yiyenler, orada bir şey biçemeyeceklerdir ve çok nâdim olacaklardır. Ve yaptığımız her harekât, bize bildirilecekdir ki, okuduğum âyet buna işâret etmekdedir. "يُنَبَّأُ الْإِنسَانُ يَوْمَئِذٍ بِمَا قَدَّمَ وَأَخَّرَ yünebbeül insânü yevme izin bimâ kaddeme ve ahhar". Evvel âhir, ne varsa, insanoğluna bildirilecek, ne yaptıysak. Biz unuttuk ama Allah unutmadı. İster şer ister hayır. Hattâ diller söylemeyecek, a'zâ ve cevârihimizi bizim aleyhimize şehâdet edecekdir. Yani ellerimiz, kollarımız, gözlerimiz, kulaklarımız. 

Biz kimiz acaba? Kol sen misin senin mi? Baş sen misin senin mi? Göz sen misin senin mi? Ayak sen misin senin mi? Ben değilim benim. Peki öyleyse sen ne nesin? "Bütün bunların cemîine ben derler" diyecek olursan eğer, rûhun çıktığı vakit herkes senden korkuyor hattâ sevgililerin dahi senin rûhunu Allah'a teslîm ettiğin odaya giremiyorlar. Öyleyse bir benlik var benden içeriye. Yani bizim benliğimizi bir bineğe bindirmişler. Vücûdumuz ki bunlar türâbîdir, vücûd toprakdan halk olunmuşdur ve oraya rücû'e edecek. Rûhumuz ise arşîdir. Rûhu toprak üzerine bindirmişlerdir. Yakın zamanda her şey yerli yerine gider. Toprak toprağa, rûh da, eğer niçin yaradıldığını ve yaradıldığının sebeb-i illetini düşünüp, yaradıldığının vazîfelerini yerine getirdiyse, a'lâ-yı illiyyîne, bazısı Resûl-i Ekrem'in sofrasında, Resûl-i Ekrem'in sohbetinde, bazısı velîlerin sohbetinde bulunacakdır. Eğer hilkatini aramadı, bilmedi, bulmadıysa, o kimse felek-i kamerde haps olunur. Âlem-i berzahda, toprakda haps olunur, sonra kıyâmet gününde de, îmânını kurtardıysa belki şefâat-i Resûlullah ile yakayı kurtarır. Ve illâ, cezâsını görecekdir. 

Hattâ, gene biz Kitâb-ı Kerîm üzere söyleyelim, başımda aklım var diyen kimse için bu âyet kâfîdir. "fe men ya'mel miskâle zerretin hayran yerah, ve men ya'mel miskâle zerretin şerren yerah". Zerre kadar yaptığın hayrın mükâfâtını göreceksin, zerre kadar şerri de, yaptığın şerri Allah sana gösterecekdir ve haber verecekdir.

Hayâtın olmadan fânî olagör abd-i hakkânî
Bulup esrâr-ı Sübhânî safâ ender safâyı bul
Dilersen sermedî devlet hulûs-i kalb ile tâat
Edüp her ân ü her sâat ibâdetle ulâyı bul
Gene iki cihân serveri, sallallahu aleyhi vesellem, haber veriyor. Yevm-i kıyâmetde Allah'ın dört sorusuna cevap vermeyince, bir ayak yerinden kımıldayamaz.

Mü'minlerden bir zümre vardır, onlara hesap yokdur. Onlar beş vakit namazdan gayrı kılmış oldukları nâfile ibâdetleri gizli kılarlar. Yani Allah ile gizli sevişirler. Beş vakit namaz âşikârdır. "İbâdet gizli, kabâhat gizli" sözü, nâfile ibâdetler içindir. Farâiz âşikârdır. Çünkü ezân dışarıda âşikâre okunuyor. Bazı âşıkân var ki, bunlar bu âlemde de Hakk ile sohbet ederler. Allahu Teâlâ onlara hesap sormayacak. Meselâ bir misâlini, bundan evvel vermişdik ama, gene söyleyiverelim. 

Rabîatü'l-Adeviyye Hazretleri, kabre girdiğinde herkesin başına geleceği gibi, iki melek gelir. Sual melekleri, Münker ve Nekir dedikleri. 

Ondan evvel de iki melâike gelir. Ondan da bahsedelim biraz. Onu bilmeyiz pek fazlaca. Mevtâya derler ki, "a'mâl-i hayriyyeni yaz" derler, o iki melek. Onlar sual meleklerinden evvel gelirler. Daha halk kabirden dağılmadan. Meyyit der ki...

Meyyit değil, meyyit sensin, sen uyuyorsun ben uyuyorum. Bütün nâs uykudadır. Kafası teneşire vurdu mu uyanır uykudan. İş işden geçer. Çünkü rütbeler mülgâ, benim dediğin şeyler senin olmaz başkalarının oluverir hemen bir anda. Yok dediğin meydana çıkar, var olur. Var dediğin yok oluverir.

O iki melek meyyite "yaz" der. Meyyit de der ki, "ne yazayım?" der. "Yaptığın hayır hasenâtı yaz" der. "Nereye yazayım?" der. "Kefenine yaz" der. Onun için beyaz kefen sararlar. Sebebi odur. "Neyle yazayım?" der. "Parmağınla yaz" derler. "Mürekkebim yok" der. "Tükürüğünle yaz" derler. "Kabirden bir delik açıp, içeriye baksak görebilir miyiz?" dersen, göremezsin. Görenler, kabirden delik açmadan da görürler.

Bir veliyyullah geçiyordu, ihvânı ile berâber, imam dacenâzeye telkin veriyordu. "Üzkur ahdellezî haracte mine'd-dünyâ şehâdeten en lâ ilâhe illallah". Hazret gülmüş. Demişler ki, "Efendi, bu gülünecek bir şey değil, niye güldünüz?". Meğerse meyyit dediği diriymiş yani Allah'ın velîlerindenmiş. "Ölü diriye telkin veriyor" demiş. "Ölü diriye telkin veriyor" demiş. İmam için ölü diyor yani. "Ona güldüm" demiş. Anlayan için.

 "Yaz" der, hayrını yazdırırlar. Sonra o biter. Allah zamân içinde zamân, mekân içinde mekân halk eder. Bu dünyâ hayâtıyla yazarsa o iş uzun sürer. Mahşer günü de öyledir. İyi dinle, kulağını benden yana ver! Mü'minler için mahşer hesâbı, yine Resûl-i Ekrem'in ağzıyla, bir hayvan sağacak kadardır. Kâfir için kıyâmetin bir günü dünyânın elli bin senesine muâdildir. Kur`ân-ı Kerîm'in âyetiyle. 

Baksan göremezsin. Görsen burda neler göreceksin, bu âlemde de görsen neler var. Neler işiteceksin. Oturduğun yer sana sesleniyor, duvarlar sesleniyor, oturduğun ev sesleniyor, otruduğun yer sesleniyor, dükkânın sesleniyor, masan, kasan sana sesleniyor ama duymuyorsun, sağırsın. "Duyuyorum". Hayır. Kalb kulağın duymuyor, baş kulağın duyuyor. Allah, kalb kulaklarımızı açsın, bak neler duyacağız, Allah kalb gözlerimizi açsın bak neler göreceğiz. 

Görenedir görene köre nedir köre ne
Duyanadır duyana sağır nice uyana
Hayır biter, "şerrini yaz" derler, yazmaya utanır. Nasıl yazsın? Devletin kasasından hırsızlık yapmış. Rüşvet almış. Komşusunun karısına kızına yan gözle bakmış. Hepsi kayıtlı. Hiç eksik bir şey yok. "Yaz!". "Utanırım, yazmaya utanıyorum" deyince, "Bunu yaptığın vakit Allah görüyordu, ondan utanmadın da şimdi bizden mi utanıyorsun, yaz!" derler, yazdırırlar. Sonra onlar gider hemen suâl melekleri gelir, soruyu sorarlar. Sana bana. Allah senim benim kalbimi nûr-i tevhîd ile küşâd etsin ve kalblerimizi Muhammed aleyhisselâmın aşkıyla tezyîn eylesin, ziynetlendirsin. "Rabbin kimdir, dînin nedir, peygamberin kimdir, kitâbın nedir, kıblen nedir, mü'minler kimin olur?" diye sorarlar. 

Efendim, bu dünyâda insan bilse dahi, eğer Hakk'a hakkıyla kulluk etmediyse çenesi kitlenir, dili tutulur söyleyemez. İlle bu âlemde olacak o iş. Burda Bâkî'yi görmeyen orda Bâkî'yi göremez. Cevâbı verenlere rahatlık vardır, istirahat vardır. Müjdeci melekler gelirler. "Korkma, mahzûn olma, rahat et burda, işte makâmın burasıdır, yakın zamanda oraya gideceksin" derler ve kendisine makâmını gösterirler. Hattâ Allah'a kasem ederim ki, Resûl-i Ekrem böyle buyurmuşdur, bir adam mü'minse eğer, mü'minse, bak şart koşuyorum, yani bundan maksadım îmânı kemâle erdiyse, ölmeden daha evvel ahretteki makâmını görür, Allah gösterir makâmını.

Efendiler! Ömür gelip geçicidir. Yani fânîdir. Hep fânîyiz, Bâkî'ye ihtiyâcımız var. Bâkî, Alllah'dır, Celle Celâluhû Hazretleri. O'nu zikredelim ki O bizi zikreylesin. O'nu unutmayalım ki O bizi unutmasın. Allah unutmakdan münezzehdir. Yani kulum desin demek istiyorum. 

İşte Rabia'yı götürmüşler, kabre koymuşlar da, evliyâullahdan böylesi de var. Onu anlatacaktım zâten. Melek gelmiş sormuş, "Rabbin kim, dînin nedir, peygamberin kim, kitâbın nedir, kıblen nedir?". Rabiatü'l-Adeviyye cevap vermiş, "Rabbim Allah" demiş. "Dînim de Dîn-i İslâm, elhamdülillah".

İslâm dîninden halk olunduğumuz için, her gün Allah'a şükret. Bir islâm babanın sulbünden, besmeleyle, bir islâm ananın rahmine düştük. Biz annemizin karnındayken ezân dinledik. Babamızın belindeyken ezân dinledik, Kur`ân dinledik. Elhamdülillah. Bu bir iltimasdır. Bu, bizler için Cenâb-ı Hakk'ın lutf u keremidir. Ya Avusturalya'nın bilmemne kabîlesinde yaradılsaydık. Resûl-i Ekrem'e Allah bizi lâyık gördü. Onun için hâline şükret, islâm olduğuna da duâ eyle. Aman elinden islâm nimeti kaçmasın! O öyle bir tâcdır ki, Allah onu lâyık olan kişinin başına koyar.

Bizi insân eden sensin şükür yâ Rabbi yâ Rabbi
Kemâl ihsân eden sensin şükür yâ Rabbi yâ Rabbi
İbâdı eyleyip îcâd kulûbu eyleyip âbâd
Edersin kendine irşâd şükür yâ Rabbi yâ Rabbi
"Rabbim Allah, dînim de Dîn-i İslâm" diye cevap veriyor. "Peygamberim de cemî' peygamberlerin seyyidi Hazret-i Muhammed Mustafâ sallallahu aleyhi vesellem, kıblem Ka`be, kitâbım Kur`ân-ı Mübîn, mü'minler de kardeşlerim" diyor. 

Öyleyse bütün mü'minler kardeşlerimiz. Unutma sakın ha! Yani tembel müslümana dönme, benzeme. Levha yazmış, "En-nezâfetü mine'l-îmân", kendi pislik içinde oturuyor. Öyle olma sakın ha! Mü'min kardeşlerin de mü'minler. "İnneme'l-mü'minûne ihvetün". Bütün mü'minler kardeşdir. Renk, ırk, lisan mevzubahis değildir. Dîn kardeşidir. Tîn kardeşidir, vatan kardeşidir. 

Rabia böyle dedikden sonra melekler demişler ki, "İstirahat et. Bak cennât-ı âliyât" demişler. "Cennet için ibâdet yapmadık" demiş. "Beni bırakmayın şimdi, ben sizi bırakmayacağım. Size benim sorum var. Siz bana sordunuz, ben size cevap verdim. Ben de size soru soracağım". Melekler şaşırdılar. "Ne soracaksın?" dediler. "Rabbim Allah dedim, acaba Allah beni kulluğuna kabûl etti mi? Allah'a sorun bakalım şimdi. Nebîm Muhammed Mustafâ dedim, O beni ümmetliğe kabûl etti mi? Onu soruyorum size" dedi. Melekler şaşırdılar. "Yâ Rabbi böyle bir kul zuhûr etti". Cenâb-ı Hakk meleklere, "O benim Rabiamdır, benim sevgilimdir, aramızdan çekilin" dedi.

Bazı kimselere hesâb ve suâl yokdur kıyâmet gününde. Kâfirler de böyledir. Bazı azgın kâfirlere de soru sual olmaz. Bak Sûre-i Rahman'da, "يُعْرَفُ الْمُجْرِمُونَ بِس۪يمٰيهُمْ فَيُؤْخَذُ بِالنَّوَاص۪ي وَالْاَقْدَامِۚ * فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ * هٰذِه۪ جَهَنَّمُ الَّت۪ي يُكَذِّبُ بِهَا الْمُجْرِمُونَۢ يَطُوفُونَ بَيْنَهَا وَبَيْنَ حَم۪يمٍ اٰنٍۚ yu'rafu'l-mücrimûne bi sîmâhüm fe yü'hazü bi'n-nevâsî ve'l-akdâm. Fe bi eyyi âlâi rabbikümâ tükezzibân. Hâzihî cehennemü'l-letî yükezzibü bihe'l-mücrimûn. Yetûfune beynehâ ve beyne hamîmin ân". Mücrimler yüzlerinden bellidir. Onlara soru suâl yok. Onların tepe saçından tutulur ve nâra atılır. "Sümme turiyâ fîn-nâri". "İşte tekzîb ettiğiniz, yalanladığınız cehennem, görün bakalım". "Tat! Büyük adamdın sen, tat bakalım", "ذُقْۚۙ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْكَر۪يمُ zuk inneke ente'l-kerîm", sen kerîm adamdın, büyük adamdın, tat bakalım şimdi cehennem azâbını". İnkâr ediyordun, yok böyle şey diyordun.

Mü'minlerden de bazı zevâtı, Hakk Teâlâ'ya gizli ibâdet eden, beş vakit namazdan gayrı. Tekrar ediyorum. Sadakât da böyledir. Bir, önder olmak için vermek vardır. Bir, gösteriş için vermek vardır. Yani halka cömert olduğunu göstermek için veriyor. Bu, mürâîdir. Halka önder olmak için veriyor, halkı teşvîk ve tergîb için, Allah rızâsı için veriyor ama, halkı da teşvîk ve tergîb ediyor, câizdir. Onun için sadakalar alenî ve hafî verilir. Gece ve gündüz verilir. Namaz da böyle. Beş vakit namazı Cenâb-ı Hakk ezanla çağırtıyor, Allah seni mescidine davet ediyor. Koşarak gel, Rabbinin huzûruna dur. Halka gösteriş için yaparsan mürâî olursun. Hakk için secde et Allah'a ki, Allah'a kim secde ederse Allah'a o takarrüb eder, yaklaşır. Hakk da ona yaklaşır. Zâten Hakk bize bizden yakındır da biz Hakk'a uzağız. İki yakınlık bir olur, secdede vuslat olur. Anlayan için. İş secdededir. O dağlardan yüce burnumuzu yere sürmeyince, aczimizi bilmeyince adam olamayız. Mutlakâ Allahu Zü'l-Celâl ve Tekaddes Hazretlerinin huzûrunda secde etmek lâzımdır ki Hakk bize bizden yakın, biz Hakk'a uzağız, biz de Hakk'a yaklaşalım. Geçiyoruz.

Gene Ümmet-i Muhammed'den hesâbsız cennete gidecek olanlar vardır. Râvîsi Ömer ibn Hattâb'dır, radıyallahu anh. Bunlar, Cenâb-ı Hakk'a gizli ibâdet edenlerdir. Allah'a gizli ibâdet edenler yani kendilerini halka bildirmeyenler. Beş vakit namazı söyledik, onda riyâ olmuyor. Gizli ibâdet. İnsan sevgilisi ile görüşmek için tenhâ yerlere gider. Ahbâbı ile görüşmek için konuşmak için başbaşa kalır. Sen de geceleri kalk, teheccüd namâzı kıl. Teheccüd namâzı kılmayan mü'min, namâzın zevkini alamaz.

Hattâ bir mesele var, söylemeden geçmeyelim. Hazret-i Ömer ibn Hattâb zamânında, bir kale bir türlü alınamıyordu. Emîrü'l-mü'minîn oraya geldi ve kaleyi muhâsara eden askere sordu, "İçinizde teheccüd namâzına kalkmayan var mı" dedi. Sahâbeden birisi, "Ben kalkmıyorum yâ Ömer" deyince, "Kalk bu akşam teheccüdü kıl, kale fetholur" dedi. O zât, "O akşam teheccüdü kıldım, sabahleyin kale fetholundu" diyor. Anlayana!

Kimin işi darsa, yolu kapalıysa, sıkıntıdaysa, akşam sabah Resûl-i Ekrem'e salât ü selâm getirsin. Kazâyı def eden, belâyı ref eden, Resûl-i Ekrem'e salât ü selâm vermekdir. Kim istiyor Hazret-i Peygamber'in sohbetinde oturmak? Akşam sabah Resûl-i Ekrem'e salât ü selâm okusun. O'na salât ü selâm okumak belâları def eder, kazâları ref eder.

Uyan gafletden ey nâim Hakk'a yalvar seherlerde
Döküp acı yaşı dâim Hakk'a yalvar seherlerde
Kapusunda durup her bâr yüzün dergâhına tut var
Yürekden kıl demâdem zâr Hakk'a yalvar seherlerde
Şunu da söyleyelim, keseceğim dersi, sizi fazla yormayacağım. Yarın yevm-i kıyâmetde, dört soru sorulmayınca hiç kimse bir tarafdan bir tarafa gidemez. Az evvel söylemişdik ya. Hadîs-i Şerîfden bahsediyorduk. İyi dinle! Her imtihanın soruları gizlidir, Hakk Teâlâ'nın soruları âşikârdır. Bu âlemden sorulara cevap hazırla.

Ömrünü nerde yıprattın? Ömrünü nerde kocalttın? Yani nerde ihtiyarladın? Hangi yolda? "Biraz gençlikde şöyle böyle bir şeyler yapalım" mı dedin? Saçın sakalın ağarmış, sen hâlâ Allah'a dönmedin. Melekü'l-mevtin habercileri geldi sana. Ölümün habercileri geldi hâlâ uslanmıyorsun. Anan gitti, baban gitti, komşun gitti, ahbâb u yârânın gitti. Akın akın gidiyorlar. Hiç aklına gelmiyor, bir gün sıra sana gelecek. Hâlâ nefs-i emmârenin peşinde, şehvetinin uşağı olmuşsun. Bırak bunları, tövbe et. Allah'a rücû' et. Allah'a rücû' et. Ne işin var senin kahvede iskambil oynamakda ya da tavla domino oynamakda? Ne işin var senin içkide fışkıda? Semâvâta arda sığmayan Allah kalbe sığdı yani oraya nazar etti, tecellî etti. Buraya döktüğün içkiyi Allah'ın beytine döküyorsun demekdir. Ka`betullah'a içki dökebilir misin? O İbrâhim aleyhisselâmın yaptığı bir binâdır, bu Allah'ın yaptığı binâdır. Vücûdun kıblesi kalbdir. Kalb, beytullahdır, esas beytullahdır. Ne işin var, öyle pis şeylerle uğraşıyorsun? Ne buldun bundan? Allah'a isyândan ne buldun? Her isyân ettiğinde sabahleyin ondan sana bir ağırlık geliyor, bir sıkıntı geliyor. Bir tâne mi? Bin tâne geliyor. Rabbine ibâdet et, sabahleyin dinç kalkacaksın. Alışverişinde bereket göreceksin. Memleketin teâlî edecek. Beş kuruş için kullara kulluk etmeyi biliyorsun, Allah'a kulluk yok mu? Başına giymek için takkeyi veren zâta secde ediyorsun, rükû' ediyorsun, teşekkür ediyorsun, o takkeyi giymek için başı veren Allah'a  teşekkür etmeyecek misin? Nasıl inkâr edebilirsin bunu?

Ömrünü nerde kocalttın?. Soracaklar. Düşün! İsyanda mı, tâatda mı? Hâlâ diyor ki, "Ben biraz daha yapayım, sonra tövbe ederim" diyor. Tövbeyi sonraya bırakanlar helâk oldu. Kim tövbeyi sonraya bırakda, o kimse helâk oldu. Çünkü şeytan onu öyle oyalar. "Ha bugün tövbe edeceğim, ha yarın tövbe edeceğim" derken birgün kapıya ansızın cansız at gelir. O korkunç melek de gelir. O korkunç melek iki türlüdür. Âşıkı ma'şûka iletir yani ölüm bâbında vuslat vardır. Âşıkân için, mü'minler için, sâlihler için, âbidler için, velîler için vuslat-ı cemâl vardır. Ama âsîler için korkunç, çok korkunç, kâfirler için çok korkunç ölüm. "Öldü kurtuldu". Nereye kurtuldu? İş ondan sonra başlıyor. Burada kurtuluyorsun yani dünyâda. Çünkü Allah serbest bırakmış, "if'âlû mâ şi'tüm" demiş, "Sana irâde verdim, akıl verdim, fikir verdim, doğru yolu gösterdim, eğri yolu gösterdim, istediğini yap" demiş. "Öldü kurtuldu". Ne kurtulması! Ondan sonra oluyor hâdisât.

Ömrünü nerde çürüttün? Hiç bir zî-rûh yani rûh sâhibi bu sıratdan geçemez, hiç bir kimsenin de a'mâl-i sâlihâtı bu mîzânı dolduramaz. İyi dinle! Bak sana müjdeyi veriyorum. Hakk Sübhânehû ve Teâlâ Hazretleri buyurdu ki, "Yâ Dâvûd, bir peygamber göndereceğim ki, O'nun nûrundan sizi halk ettim, ismi Muhammed Mustafâ'dır. O'nun ümmetinden bir ferd, hakkıyla Lâ ilâhe illallah Muhammedü'r-Resûlullah derse, muhabbetle, aşk ile, vecd ile". Bir var ki ağızdan söylüyorsun, "Allahaısmarladık" der gibi, öyle değil, duyarak, severek, isteyerek Allah'ı zikrediyorsun. "İşte onları bu sıratdan yıldırım gibi geçireceğim" dedi Cenâb-ı Hakk. Mîzân için de öyle söyledi. "Onlardan birisi, benim rızâ-yı şerîfim için, fukarâya bir hurma verse mîzânını dolduracağım" dedi. Onun için Cenâb-ı Hakk'a hamd ü senâ edelim, bizi Ümmet-i Muhammed'den halk etti.


Yâ Rab ne şerefdir bize bu devlet-i îmân
Ey şân-ı kerem fazlın ile eyledin ihsân
Sâkî-i ezel verdi bize şerbet-i tevhîd
Erişdi bize rûz-i elest rahmet-i Rahmân
İkincisi, gençliğini nerde yıprattın? Gençler! Dâimâ söylerim sizlere, Cenâb-ı Hakk'ın sevgililerisiniz. Bir kimse genç yaşında ibâdet yaparsa onun ibâdeti beş bin mumluk gibidir. Benim yaşımdaki adamın yaptığı ibâdet beş mumluksa, onunki beş bin mumluk gibidir. Çünkü neden? Onda dokuz başlı bir ejderhâ vardır, ona gem vurup da Hakk'a secde ederse, o yücelir. Hattâ Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem, "Bana en karîb olanınız, gençliğinde ibâdet edenlerdir" diyor. Genç yaşında. Bir de, aklını başına alıp, tövbe edenler.  Bir takım cehâletle uğraşmış, sonra aklını başına almış, "Eyvah ben şimdiye kadar ne yaptım" demiş, "Ben bunun için mi halk olundum" demiş.

İbrâhim Edhem, vaktiyle Belh pâdişâhı iken, bir avın peşine düşmüş kovalarken, vurmak istediği av hayvanı geri dönmüş ve İbrâhim Edhem'e şöyle söylemiş : "Yâ İbrâhim! Sen bunun için mi halk olundun?" demiş. Yani dünyâya av vurmaya mı geldin? Halbuki senin vazîfen Rabbü'l-âlemîn'e ibâdet ve tâat. İbrâhîm Edhem Hazretleri, bu hâdiseden sonra pâdişâhlığı terketmiş ve gönül pâdişâhı olmuş.

Üçüncü soru, işittiğin ilimle ne amel ettin? Dört, parayı nerden kazandın ve nereye sarf eyledin? 

Her imtihanın soruları gizlidir, Hakk'ın imtihan soruları âşikârdır. Bu dört soruya cevâbı hazırla ve aklını başına al, tövbe istiğfar et, Hakk'a rücû' eyle. 

"Efendi, elhamdülillah döndük". Bazı ibâdet sûretinde kabahatlar vardır, onlara da istiğfar eyle. Bazen ibâdet sûretinde kabahatlar olur. Onlar için de istiğfar et. Tekrar ediyorum. Ve Resûl-i Ekrem'le arayı iyi yapmaya çalış, yani rûhunu Rûh-i Muhammed'le âşinâ kılmaya çalış. Resûl-i Ekrem'in sünnetini icrâ edenleri, Peygamber, sallallahu aleyhi vesellem, baba evlâdını tanır gibi tanır. Unutma bunu sakın ha! Gene buyururlar ki, "Bir zaman gelir, benim bir sünnetimi ihyâ eden, yüz şehid sevâbına nâil olur" diyor peygamberimiz. 

Bilmem, kendi durumuna bak, ona göre hareket et. Onun için "Kalbim temiz, bedenim semiz" gibi sözler sana fayda vermez. Bunlar şeytanın iğvâsıdır. İslâm beş şey üzerine binâ kılınmışdır. Tevhîd ve Resûl-i Ekrem'i tasdîk, beş vakit namaz, hem de vaktinde, erkânına riâyet ederek, hudû' ve huşû' ile, senede bir ay oruç...

Allah'ı seviyorsan, muhabbetin ziyâde ise, diğer günlerde de halk yerken sen yeme. O da ayrıyeten gizli bir fazîletdir. Elhamdülillah, bazı zevâtla konuşuyoruz da, Cenâb-ı Hakk'a o kadar şükrediyorum ki. Geçen gün bir zâtla görüştüm, kendisine bir şey ikrâm ettim, yemedi. Savm-ı Dâvûd tutuyormuş. "Öğlene kadar ikrâm edilirse ye, nâfile oruç öğlene kadar yenir, öğleden sonra yenmez" dedim. "Efendi, üç seneden beri savm-ı Dâvûd tutuyorum, yersem nasıl yapayım?" dedi. Ne demek savm-ı Dâvûd biliyor musun? Bir gün yiyor, bir tutuyor. Bir gün yiyor, bir gün tutuyor. Ama Ramazanda her gün tutuyor. Eyyâm-ı sâirede, herkes oruç yerken oruç tutman, Allah'a olan aşkının izhârıdır. Yani insan sevgilisine bir gül götürür ya, nevâfil ibâdet tâat, onun gibidir. 

Resûl-i Ekrem Cenâb-ı Hakk'dan rivâyet ederek buyururlar ki, "Nevâfille kulum bana öyle yaklaşır ki, yâhud ben kuluma öyle yaklaşırım ki, onun gördüğü göz ben, söylediği söz ben, tuttuğu el ben, yürüdüğü ayak ben olurum" diyor Cenâb-ı Allah. Nevâfille. Çünkü muhabbetdir, aşkdır. 

Bu günlük bu kadar kâfî.
Bilmiş olunuz ki, yapmış olduğumuz ef'âl ü harekât, kaydolunmuşdur. Allah hiç bir şeyi unutmaz. Dört şey vardır ki bunları sen de unutma. Bunları unutmak şekâvet alâmetidir. Yaptığın günahları unutursan şakîsin. Yaptığın hasenâtı unutmazsan gene şakîsin. Dînde kendinden mâdûna, servette kendinden mâfevke bakarsan şakîsin. Yaptığın günahı unutma, tövbe istiğfar et. Yaptığın hasenâtı unut, bil ki Hakk yaptırdı sana onu. Unut onu. Allah unutmaz. Dînde kendinden yüksek olanlara bak ve ilerlemeye çalış. Dünyâ husûsâtında kendinden dûn olanlara bakarsan Allah'a şükretmiş olursun. Kendinden mâfevke bakarsan şakî olursun.  
Evi olmayan bir adam kiralık ev bulduysa ona şükretmelidir. Ev bulamayanı görüp Allah'a şükretmelidir.  Geçiyoruz.

Yâ Rabbi, şu günde buraya toplandık, senin rızâ-yı şerîfini tahsîl etmek için. Biliyoruz ki yâ Rab, sen bizi davet etmeseydin, kabûl etmeseydin, huzûruna biz gelemezdik. Sen davet ettin, biz senin davetine icâbet ettik fakat huzûruna sen bizi aldın yâ Rabbi. Zâhirimizi dâimâ ibâdet ve tâatınla süsle. Gönlümüzü aşkınla, muhabbetinle tezyîn et. Bizi kendine kulluğa, habîbin Muhammed'e ümmetliğe lâyık eyle. Suçlarımızı affet ve suçlarımızı setret. Dünyâda yüzümüzün karasını yüzümüze vurmadığın gibi, yevm-i kıyâmetde bizi enbiyâullah yanında rezîl rüsvâ eyleme. Affınla tecellî eyle. Vatanımızı, milletimizi âlî kıl. Ehl-i İslâm'ı herhalde âlî kıl yâ Rabbi. Ağız tadımızı giderme. Birbirimize hased ettirme. Aramıza fitne attırma yâ Rabbi. Tevhîdde birleşelim, habîbinin civârında toplaşalım, seninle sevişelim, habîbinle muhabbet edelim yâ Rabbi. Bunu bize ihsân u inâyet buyur.

Vallahu yed'û ilâ dârisselâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtil müstakîm.

Dilersen sermedî devlet hulûs-i kalb ile tâat
Edüp her ân ü her sâat ibâdetle ulâyı bul
Sırât-ı istikâmetden dili dûr etme tâatden
Çıkup hâl-i şekâvetden rumûz-i "kul kefâ"yı bul

www.muzafferozak.com

Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşıdaki Câmili Han Mescidinde 25 Mart 1983 (10 Cemâziyyülâhir  1403) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.
Listeye geri dön