2 Mayıs 2023 tarihinde yayınlanmıştır.
Büyük mürşidlerimizden İsmâil Hakkı Bursevî Hazretleri Kitâbü'n-Netîcesinde, "لَيْتَ رَبَّ مُحَمَّدٍ لَمْ يَخْلُقْ مُحَمَّد اً (Keşke Muhammed'in Rabbi Muhammed'i yaratmasaydı)" hadîsinden bahisle buyuruyorlar ki :
Bazılar bu hadîs-i şerîfin mazmûnunu 'adem-i fehm ü idrâkden mevzûiyyetine zâhib olmuşlardır. Vech-i zehâb bu ki, halk-ı 'âlem ve Âdem muktezâ-yı hikmet olıcak hakîm-i ilâhîye ne vech ile sezâ olur ki vücûdun 'ademini temennî eyleye. Maa-hâzâ mütemennâ muhâldir? Cevâb budur ki, bu kelâm, makâm-ı kabza göredir ki evâil-i hâlde vâkı' olur. Pes, bunun meâli, ducreti beyân ve kabzın indifâ'ını recâdır, yoksa muhâli temennî bâbından değildir. Ve cemî'-i kibârdan hâlet-i dıykda bu makûle kelâm sâdır olmuşdur. Hâttâ enbiyâ aleyhimüsselâm kemâl-i hayretden "مَتٰى نَصْرُ اللّٰهِۜ metâ nasrullah" dediler. Maa-hâzâ bilirlerdi ki Hakk Teâlâ va'dinde sâdıkdır ve vakt-i merhûnunda incâz-ı va'd eyler. Pes, bu kelâm, isti'câz ve istib'âd kabîlinden değildir. Belki mev'ûdun teahhurundan hâsıl olan dıyk ve ducretin indifâ'ını taleb ve istimtâr-ı rahmet ve neşât ve bastdır.
Ve Hazret-i Ali'den, kerremallâhu vecheh, menkûldür ki, "mâ li't-türâb ve rabbi'l-erbâb (toprak ile Allah arasında ne münâsebet var)" demişdir ki ızhâr-ı 'acz ve kusûr ve ibrâz-ı ducret ve kabzdır. Ve bazılar, "Keşke ağaç üstünde bir kuş olaydım" demişler. Ve bazılar, "Bazen 'Rabbim bana artır' derim, bazen de 'Keşke anam beni doğurmasaydı derim'" demişdir. Ve Sultânü’l-ârîfîn Ebû Yezîd-i Bistâmî kuddise sirruh bu vech ile ifâde eyleyip bastını bildirmişdir ki, "Bazı evkât olur ki 'arş-ı a'zamı gözümün bir kirpiğine salındırmam". Ve kabzı hâlini dahi işrâb eyleyip demişdir ki, "Ve bazı evkâtde kendimi yehûddan dahi zelîl ve hakîr bulurum".
Ey ârif! Evliyâ bilir ki vücûd 'ademden yeğdir. Maa-hâzâ kemâl-i inkıbâzından "N'olaydı ben cihâna gelmeyeydim, çü geldim bâri insân olmayaydım" der. Fe-emmâ evâhir-i hâlde böyle demez, belki hamd ü senâ-yı Hakk'a meşgûl olur. Nitekim gelir :
Pes, iki vaktin hükmü bir değildir ki 'aşkın hükmü galeyân ve fenânın hükmü sükût ve zevebândır. Ve kezâlik kabzın hâli âh u feryâd ve bastın hâli ferahnâk u dilşâd olmakdır. Ve evâhir-i ahvâl ve makāmât netâic makûlesidir ki evvelki şekle kıyâs olunmaz. Ve şol ki merâtib ve makâmât ve ahvâl ve ihtilâf-ı evkât ve sırr-ı bidâyât ve nihâyât bilmez, bu makûle mebâhisden bahs etmekde hatâ eder ve zelelden hâlî olmaz. "İşi ehline ver" demişlerdir. Eğer derdin vâr ise meydâna gel ve eğer bî-derd isen yürü zâhidler yanına açıl.
Ey gâfil! Bülbül niçin feryâd eder ve gurâbda bu derd yokdur? Ve Yakûb Nebî aleyhisselâm, Yûsuf için neden bu kadar müddet giryân oldu? Maa-hâzâ hükm-i temkîn değil idi. Fe-emmâ hüzn ve bükâ makâmât-i âliyedendir. Ve bu makâmdandır ki vasf-ı Nebevî'de gelir : "Devamlı mahzûn ve efkârlı idi". Pes, mevtın-ı dünyâ makâm-ı lutf u kahr ve dâru'l-cemâl ve'l-celâldir. Belki bu dârda oldukça celâl-i ilâhî gâlibdir. Ya bu kadar satavât var iken nice zeferât etmeyesin? Ve bu firkatler ve gurbetlerle nice başın alıp gitmeyesin? Âşıka dahl ve ta'nından ma'lûm oldu ki onun hâlinden bî-habersin. Ve eğer sen onların derdiyle pür-derd olmazsan ne bed-gühersin! Gel bu nâr-ı celâlde muhterık ol, tâ ki Halîl gibi gülistân bulasın. Ve gel bülbül gibi İbrâhîm'e tâbi' ol, tâ ki feryâd ve figânınla 'âlemde dâsitân olasın. Ne aceb türâbın âba gâlib gelmişdir. Bir aceb mâ-i feyz ile denes-i kalbini yusan olmaz mı? Ve ma'rifetden bir libâs-ı fâhir telebbüs etsene. Bir gün âriflerin 'ıydi gelmez mi?