12 Haziran 2023 tarihinde yayınlanmıştır.
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretlerine Amerika'daki bir sohbetlerinde kader hakkında bir soru sorulunca buyurdular ki :
Kader denilen nesne, bunu hep bana soruyorlar her tarafda, dînde, dînin akâid kısmında büyük bir bahisdir bu kader meselesi. Bu kader denilen nesneyi şöyle anlatmak isterim size. Bu, Allah'In ilmidir. İnsanların bu ilimle uğraşmaya hakları yokdur. İnsanlara verilmemiş bu ilimle uğraşmak. Bu derin bir deryâ, dibsiz bir denizdir. Bir karanlıkdır ki hiç bunun aydınlığı yokdur. İnsan idrakine verilmeyen bir ilim, ilmullah çünkü bu. Nasıl ki insanlar zâtullahı idrâk edemezse, bu ilmullah olan kaderi de idrâk edemezler. Meselâ ne gibi? Seni sana sormadan seni istediği şekilde halk eden Allah seni istediği yerde kullanır. Bitdi bu kadar.
İnsan Allah'a teslîm olduğu vakitde rahat eder. Teslîm olması şart. Ne yaparsa yapsın, kaçmaya uğraşın, boşuna yorgunluk. Ne gibi? Traleybüs var ya, tele bağlı, oraya kaçıyor, buraya kaçıyor, oradan ayrılamıyor, onun gibi yani. Yâhud tayyârenin içerisinde sağa-sola, öne-arda gidiyor, oturuyor, kalkıyor, yatıyor. Fakat tayyâre onu istediği yere götürüyor.
Gene biz Şeytan'dan alalım işi. Şeytan vaktâ ki bunu işitdi Allah'dan, "ağveytenî" dedi. Manâsı, "Beni iğvâ eden sensin yâ Rabbi" dedi. "Sen yapdın bu işi, başıma getirdin benim" dedi. Allah dedi, "fahruc fe inneke racîm, çık dışarı, huzûrumdan çık dışarı! Senin haddin değil bunu bana sormak. İstediğim şekilde seni kullanırım. Ben senin hâlıkınım" dedi.
O vakit teslîmiyyet güzel Allah'a. O ilmullah, bilmiyorsun yarın ne olacak. Yâhud bir saat sonra ne olacak bilmiyoruz. Yarın için kendi hakkında ne olacağı malûm değil, bir takım perdeler var önümüzde bizim. O perdeler açıldıkça görüyoruz işte, o vakit vâkıf oluyoruz kaderimize.
Şeytan'ın, "Beni kandırdın sen" diye Cenâb-ı Hakk'a söylemesi filan, kadere müdâhele ediyor yani kadere itiraz yapıyor Şeytan. Allah da diyor ki, "Ben istediğim gibi yaparım, seni ben yaratdım, senin bana soru sormaya ne hakkın var!" diyor. "لَا يُسْـَٔلُ عَمَّا يَفْعَلُ lâ yüs'elü ammâ yef'al". Bazı zevât, "لَا يُسْـَٔلُ عَمَّا يَفْعَلُ lâ yüs'elü ammâ yef'al" makası dilimizi kesmeseydi neler söylerdik Allah'a" diyor. Ammâ "لَا يُسْـَٔلُ عَمَّا يَفْعَلُ lâ yüs'elü ammâ yef'al" makası dilimizi kesdi. Manâsı yani Allah'ın yapdığından biz soru soramayız Allah'a. "Niye bana böyle yapdın?" diye. Kader faslı çünkü.
Bektâşînin evi yanıyormuş da dedi, "İçeride bir şey var, duvarda asılı bir şey var, onu da yak da, ben sana sorarım sonra" dedi Bektâşî. Ve ev yandı ve duvardaki olan şey de yandı. Yalnız bir yaprak kaldı. Kur`ân'dı o, Allah'ın kelâmıydı. Onu söylüyor, "Sen evi yakıyorsun, benim evimi, o içindekini de yak da bakayım, ben seni görürüm". Yandı Kur`ân-ı Kerîm, hepsi yandı, bir âyet kaldı. İşte bu âyet : "لَا يُسْـَٔلُ عَمَّا يَفْعَلُ lâ yüs'elü ammâ yef'al". Bakdı Bektâşî, "لَا يُسْـَٔلُ عَمَّا يَفْعَلُ lâ yüs'elü ammâ yef'al, benim yapdığımdan soru sorulmaz". Okudu âyet-i kerîmeyi, o vakit mahcûb oldu. Bütün Kur`ân yandı, yalnız o âyet kaldı.
www.muzafferozak.com