Yâ eyyühellezîne âmenüttekullâhe vel tenzur nefsün mâ kaddemet ligadin vettekullah, innallâhe habîrun bi mâ ta’melûn.
Sadakallahu'l-azîm
Ve kâle'n-nebiyyü sallallahu aleyhi vesellem :
Re'sü'l-hikmetü mehâfetullah.
Sadaka Resûlullah ve nataka Habîbullah.
Efendim, bizim hutbemiz biraz uzunca oluyor, diz çökmek kudretine mâlik olmayanlar, rahat otursunlar, hutbeyi öyle dinlesinler. İnsan ayakları ağrırken, ağrısıyla meşgûl olduğu vakit, diğer şeyi dinleyemez. İstediğin gibi rahat otur, yalnız arkadaşını incitme, ayaklarını kıbleye uzatma. Namaz değil hutbedir ama dünyâ kelâmı konuşmazsan, dinlersen iki rekat namaz sevâbı vardır.
Allah, Kur`ân-ı Kerîm'ini Cibrîl-i Emîn Nâmûs-i Ekber vâsıtasıyla Resûl-i Ekrem'e yirmi üç senede âyet âyet inzâl etmişdir. Bazıları da bilâ vâsıta kalb-i Muhammediyyete nâzil olmuşdur. Sûre-i Bakara'nın sonu gibi yani Âmenerresûlü gibi. Âmenrresûlü'nün nüzûlünde Cebrâil aleyhisselâm yokdur. Allahu Teâlâ bizâtihî Resûl-i Ekrem'ine onu vahy etmişdir.
Fakat âyât u beyyinât üçdür. Birisi âyât-ı âfâkiyyedir. Kur`ân nâzil olmayan, peygamber gitmeyen memleketlere âyât-ı âfâkiyye vardır. Bize de lâzım ama böyle anlatmak mecbûriyeti hâsıl oldu. Yani âfâkî âyetler. Kürre-i ard altımıza nasıl döşendi? Semâ bilâ amedin yani direksiz olarak üzerimize nasıl ref' olundu? Yıldızlar, aylar, güneşler hiç birinin bir yerde bağlantısı olmadığı halde muallakda durmakda. Hem de yüzbinlerce, milyonlarca seneden beri.
Muhyiddîn İbn Arabî Hazretleri, kâinâtın varlığını iki milyar üç yüz on dokuz milyon yirmi dokuz bin sene olarak söylüyor. Halbuki elimizdeki siyerlere bakarsak on bin senelik göstermekdedir. Âdem'den evvel de mahlûkât-ı ilâhiyye var. Âdem halîfetullahdır ama ondan evvel de kavm-i cân var, kavm-i ten var, kavm-i ben var, böyle bir takım kavimler var. Onlar da büyük karnlar yaşamışlar, milyonlarca sene yaşamışlar. Son olarak Âdem aleyhisselâm gelmiş. Bu şekliyle gelmiş. Maymundan olma değil, belki maymun insandan olmadır. İnsan maymundan değil, maymun belki insandan olmadır. Çünkü Kur`ân-ı Kerîm'de bir âyet-i kerîme var, Benî İsrâil'den bir kavim Allah'a âsî oldular, Allah onlara "Kûnû kıradaten hâsiîn" buyurdu, "maymun olun" dedi onlar maymun oldular. Allah, ne dilerse öyle yapar. Allah, ateşi su yapar, suyu ateş yapar, kumu un yapar, unu kum yapar, insanı hayvan hayvanı insan yapar. Hepsine Kâdir u Kayyûm'dur.
Hattâ gene bir yerde diyor ki, "Ben Âdem aleyhisselâmın rûhâniyyeti ile Mekke'de konuşdum" diyor İbn Arabî Hazretleri. "Ben gönderilen son âdemim" dedi diyor. Öyle söylüyor. O kadar söyleyeceğim, üzerine şerh vermeyeceğim.
Âdem aleyhisselâm şekl-i Muhammediyyetde yaradıldı. Hakâik-i Muhammediyyeyi bilmeyen bir kimsenin îmânı zayıfdır. Çünkü Allah Kitâb-ı Kerîm'inde bizim hılkatimizin sebebini, şöyle beyân ediyor. "vemâ halaktü'l-cinne ve'l-inse illâ li ya'budûn" yani "Görünen kuvvetleri ve görünmeyen kuvvetleri yani insanları ve cinnileri, beni bilip beni tevhîd etmeleri için halk etdim" diyor. Müfessirîn-i kirâm hazerâtı, o ibâdet kelimesini irfân ile, ilim ile ve tevhîd ile tefsîr buyurmuşlardır. Evveliemirde bunu bilmeyince ibâdet sahîh olmaz. Hakk'ı bilmeyen, Hakk'ı bulmayan, Hakk'da olmayan bir kimsenin îmânı çürük olur. Îmânın nûrunun ziyâde olmalı, nereye baksan Hakk'ı görmelisin, Hakk'ın kudretini sezmelisin, bilmelisin.
Güneş milyonlarca seneden beri nasıl çıkdı, semâya yükseldi? Her gün doğuyor, gurûb ediyor. Dünyâmız dönüyor. Mevsimler, yıldızlar, hepsi de, her dönüşünde Allah'ı tesbîh etmekdeler. Çünkü semâda ve ardda ne varsa, Allah'a secde etmeyen, Allah'ı tesbîh etmeyen yokdur. "Kâfir de mi?". Evet, kâfirin de vücûdu Allah'ı tesbîh eder ama o bilmez, vücûdunun Allah'ı tesbîh ettiğini bilmez. Çünkü Cenâb-ı Allah diyor ki, "Hiç bir şey yokdur ki, beni tesbîh etmesin, ama siz onu anlayamazsınız" diyor Cenâb-ı Hakk Celle ve Tekaddes Hazretleri. Herşeyin bir tesbîhâtı var.
Biri âyât-ı âfâkiyye. Sana da lâzım. Biz âyet denildiği vakit, mücerred Kur`ân-ı Kerîm'deki âyât-ı elfâziyyeyi biliyoruz. Hepsi âyet. Sen de âyetsin. Hem de âyetlerin en büyüğüsün. Kâinâtın mislisin. Kâinât, zâhirde büyük, bâtında senden küçükdür. Sen zâhirde kâinâtdan küçük görünürsün, bâtında kâinâtdan büyüksün. Arş da sende, kürsî de sende, sidretü'l-müntehâ da sende, Ka`be de sende, Kudüs de sende, puthâne de sende.

İkincisi âyât-ı enfüsiyye. Vücûduna bak, işte sana onu anlatmaya çalışıyorum. Zâten Allah Kur`ân'da söylüyor, "İkra' kitâbek", burada bir ma'nâ var. Kıyâmet gününde herkes kabrinden kalkar, bir kabirden yüz bin kişi zâhir olur. Sende bunun misâli var, haberin yok mu? Senin vücûdun bir kabirdir. Belinde de milyonlarca beşer vardır. Onun da misâlini Allah remz olarak gösteriyor. İşte kabirden yüz bin kişi kalkar ve kıyâmet gününde huzûr-i mahşere varır. Herkesin yapdığı a'mâli sırtındadır. A'mâlini yüklenir. İster çirkin ister güzel, ameller mutlakâ insanın yüküdür. aşk ise bineğidir. Aşka binersen ameller sana pek fazla ağır gelmez. İster a'mâl-i sâlihâ olsun ister a'mâl-i kabîha olsun, amel bir yükdür. Aşksa bir binekdir. Ona binersen onların ağırlığını duymazsın. Huzûrullaha varırsın. Allahu Teâlâ senin ve benim ağzımızı mühürler, ellerimizi konuşturur, ayaklarımızı şâhid tutar. Esteîzübillah, "El yevme nahtimü 'alâ efvâhihim ve tükellimünâ eydîhim ve teşhedü ercülühüm bimâ kânû yeksibûn", "Biz kıyâmet gününde ağızları mühürleriz, elleri konuştururuz, ayakları şâhid tutarız yapdıklarınızdan" diyor Cenâb-ı Hakk. Kudretini gösteriyor.
Bu olur mu? Tabii olur. Zamânımızdaki Hakk'ın yarattığı mahlûkât bile bu işi görüyor. El söylüyor, ayak söylüyor, yani el izine bakıyorlar, ayak iziyle filan istediklerini buluyorlar. Bunu kullar yapıyor, o kulların Hâlık'ı neye kâdir değil ki. Bir gün seni aç mı bırakdı? Nefesini bir dakîka kesse mahv olursun, perîşân olursun. Bir nefesde Hakk' aiki defa şükretmen lâzım gelirken birini veriyorsun birini veremiyorsun. Bu da verenlerimiz, ya vermeyenler.
Allah der ki "ikra' kitâbek" yani "kitâbını oku" der. Herkesin kitâbı boynundadır. Bu mahşerde böyle olacakdır. Bir de bu âlemde kitâbını okumak vardır. her kim ki "mûtû kable en temûtu" sırrına mazhar oldu, ölmeden evvel öldü, o kitâbını burada okur. Orada da gene kitâbını okuyacak ama. Hak ve gerçekdir, doğrudur, muhakkak olacakdır. Münkirin inkârı ona fayda vermez. Mü'minin ikrârı da Hakk'a bir faydası yokdur. Herkesin yapdığı kendine âiddir. Yani sen "Kıyâmet günü olur mu?", "Cehennem var mıdır?" diye şübhe etmen o şeyin olmamasını iktizâ ettirmez. O olacakdır o olacak! Orada kitâb okunacak. Hem de nasıl okunacak? Haydi bir müjdesini verelim. Resûl-i Ekrem müjde vermiş, yeise kapılmayalım. Allah'ı nasıl zannedersek Allah öyle tecellî eder. Allah'a hüsn-i zan et. Allah'a hüsn-i zan et. Yani Allah'ı sev! Zâten Cenâb-ı Hakk'ı sevmen için de, eğer Hakk seni sevecekse senin kalbine bir iştiyak, bir aşk koyar, kalbinde bir nûr zâhir olur. Allah'a karşı bir muhabbet nûru. O olmazsa olmaz, göremezsin. Baksan da göremezsin. İşitsen de duyamazsın, anlayamazsın. Yapsan da ihlâs ile yapamazsın. İlle Allah'la olacaksın. Çünkü hak göz Hakk'ı görür, hak kulak Hakk'ı dinler, hak ağız Hakk'ı zikreder. Görmüyor musun? "Fezkürûnî ezkurküm" diyor. Kim Allah'ı zikrederse Allah da onu zikrediyor. Yani karşılıklı zikrediyorlar. Zâkir mezkûr bir oluyor.
Kalbinde eğer biraz ittikâ ve muhabbet ateşi varsa herhalde Hakk'ın cemâline iştiyak duymuşsundur, yâhud celâlinden korkmuşsundur, gözünden yaş dökmüşsündür. Müjde vereceğim de onun için söylüyorum. Doksan dokuz defter kara ile dolmuş, bir tânesinde Hakk korkusu ile dökülen bir gözyaşı var, bir katre gözyaşı. Yâhud Allah aşkıyla, Muhammed aşkıyla yaş dökmüşsün, işte o yaş, doksan dokuz defteri havaya kaldırır, yani mîzânın ağır gelir.
Hazret-i Dâvûd'a Allah mîzânını göstermiş. Dâvûd aleyhisselâm demiş, "Yâ Rabbi, bu mîzânın kefesi ne ile dolar?". Hakk Teâlâ buyurdu, iyi dinle!, dedi ki, "Yâ Dâvûd, bir kimse, aşk ile bir kere "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah" derse mizânı doldurur". Çünkü "Lâilâheillallah"ın arkası "Muhammedü'r-Resûlullah"dır. Kim ki "Lâilâheillallah"der de "Muhammedü'r-Resûlullah" demezse tevhîd mefkûd kalır. "Bu kelime mîzânın hayır gözünü doldurur" diyor. Yedi kat semâvât ve ardı mîzânın bir kefesine koysan, bir gözüne de tevhîdi, aşk ile ihlâs ile söylenen "Lâilâheillallah"ı, mîzânın sağ kefesi ağır geleceği muhakkakdır. Ama bir kere söylemeli ama. Yani seksen sene namaz kılıyorsun, bir namazın kabûl ola. Kâfî gelir. Laf aramızda kalsın. Seksen sene Allah dedin, bir tânesi kabûl olsun, sana kâfî gelir o, bir tânesi! Zâten o bir tâneyi bulmak için bin tâneyi söylüyoruz. O bir vakt-i ebrekedir yani mübârek bir vakitdir. Âşık ile ma'şûkun kavuşmasıdır. Onu sen secdede ara. Ne vakit ki o dağlardan büyük burnunu yerlere sürtersen, hiçliğini hatırlarsan, bir katre menîden geldiğini, aczini bilirsen, Allah'ın kudretini tasdîk edersin. Veyâhud da senin mâlik olduğun hazîneye vâkıf olursan, çünkü sen bir hazîneye mâliksin, hepimiz hepimiz, o hazîneye mâlik olduğunu bilirsen, o vakit uykudan uyanırsın. Çünkü bütün insanlar uykudadır, öldüğü vakit uyanırlar. Kimisi dünyâ sarhoşu, üç saat beş saat sonra ayılır, kimisi de gaflet sarhoşudur kafası teneşire vurduğu vakit ayılır, bir de bakar ki, elinden herşey çıkmış, hiç bir şey onun değilmiş meğerse. Vücûdu dahi onun değilmiş. Bineği bile. Mallarını düşmanları, sevmedikleri alır, taksîm ederler. Rûhunu melekü'l-mevt alır, semâya urûc ettirir. Kabûl ederlerse ne a'lâ, etmezlerse felek-i kamere hapsederler. Berzaha yani. Efendiler! Hikâye diye dinlemeyin! Başımıza gelecek bunlar! Pek yakın bir zamanda! Haram helal demeden büyüttüğü vücûdunu da kurtlar yiyiverir, onlara rızık olur. Aşk ile Allah de!

İkincisi, "ikra' kitâbek", "kitâbını oku" dedi Allahu Teâlâ. Orada bu okunacakdır. Olacakdır bu böyledir. Belki tarifimiz yanlış olabilir. Keyfiyeti bizce mechûldür ama böyle olacakdır. O kitâbı burada oku. Sen de bir âyat u beyyinâtsın ki, bütün mevcûdât sende mevcûddur. Semâvâta arda sığmayan Allah senin kalbine tecellî etmişdir. Haberin var mı ondan? Tecellî ettiği halde, yetmiş bin perde var, onları yırtamıyorsun bir türlü. Bir türlü vuslata nâil olamıyorsun. Onun için namazdan zevk almıyorsun. Allah demekden zevk duymuyorsun. Secdeden hoşlanmıyorsun. Hakk yola gitmekden kaçınıyorsun. O perdeler bir yırtılsa o vakit koşarak gideceksin. Koşa koşa. Aman beni tutmayın diyeceksin. Çünkü malum ya, dâimâ söyleriz sizlere, giden meyyit yani ölenler kabristana giderken, iki türlü seslenirler. Bir kısmı der ki, "eyne tezhebûne" yani "Beni nereye götürüyorsunuz? Aman götürmeyin beni! Yapmayın Allah aşkına!". Diğer bir tânesi, "Kaddimûnî, kaddimûnî" yani "Beni takdîm edin, beni hemen yerime götürün, yollarda beni oyalamayın" der. İşte Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellemin "Meyyite ikrâm defnetmekdir" buyurduğu bu meyyitdir o. Dünyânın son menzili kabir, âhiretin ilk menzili de gene kabirdir. Oraya doğru takdîm et, git, yetiştir diyenler a'mâl-i sâliha işlemişlerdir, nerden geldiklerini anlamışlardır.
Nerden geldik, memleketimiz neresi, nerden geldik, soruyorum? "İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râci'ûn" Biz Hakk'dan geldik, memleket-i rabbâniyyeden geldik, rabbânî memleketden. Nereye gidiyoruz? Memleket-i rabbâniyyeye. Önümüze de bir ehber gelmiş. Nûrların en büyüğü, Allah'ın sevgilisi Muhammed Mustafâ, gösteriyor sana, geldiğin yere götürüyor seni, geldiğin yere yani memleket-i rabbâniyeye. Ama sen O'na tâbi olmuyorsun, nefsine tâbi oluyorsun. Helâke gidiyorsun.
Oku vücûd kitâbını. Gözün nasıl halk olunmuş? Gözün bebeği bir nokta kadar bir su parçası, iğnenin ucu kadar, semâvât ve ard içine giriyor yani semâvât ve ardı içinde görüyorsun. Oku, oku kitâbını, bak neler var vücûdunda. Nasıl halk olunmuş? Ellerin, kolların, ayakların, nasıl mütenâsib halk olunmuş? Gözlerin, burnun, dudağın, dişlerin. Zâhire geli, bırak bâtın kısmını. Ona girersek içinden çıkamayız. Birisi doktor olup da Hakk'ı inkâr etse ona şaşarım ben, gülünür o adama. Birisi doktor olsa Hakk'ı inkâr etse, o adama gülünür, gülünür, gülmek lâzım. Bir adam doktor olsa, peygamber görmese, kitâb görmese, insânın vücûdunu görse Allah'a inanması lâzımdır. Ondan yüce kitâb olmaz. Kur`ân'ın canlı kısmıdır çünkü.
Üçüncüsü elfâz-ı Kur`âniyye yani âyât-ı elfâziyyedir yani Kur`ân-ı Mübîn, elimizdeki olan Kitâb. Ne eksiği var ne fazlası, Allah'dan nasıl geldiyse öyle muhâfaza olunmuş ve öyle olunacak. Sûresinin en küçük misli getirilememiş ve kıyâmet gününe kadar getirilemeyecekdir de. Çok uğraşmışlar. O saltanat-ı ilâhiyye yürüyecek o! Önüne hiç kimse geçemez. O nûru söndürmek için çok kimse üflemiş o nûru üfürmüş ama söndürememiş, parlatmış. Söndürmek için üfürdüğü müddetçe o nûr parlıyor, sönmüyor. Sönmeyecek! Taaa kıyâmet gününe kadar. Çünkü Allah gâlibdir, biz mağlûbuz. O'nun dediği ve dilediği olacakdır. Yâhud Hakk'la berâber ol. Hakk'la berâber ol, ayrı olma, şirke düşme, şirkde kalma. Tevhîde gel tevhîde. Îmân zevkini duymak istiyorsan tevhîde gel tevhîde.
Yaban yerlere bakma
Cânın odlara yakma
Her gördüğüne akma
Tevhîde gel tevhîde
Tevhîde koş. Ağzında Allah'ın ismi, o güzel isimleri, kalbinde de O'nun sevgisi, O'nun zevki, O'nun lezzeti bulunsun. O vakit dünyânın ve âhiretin zevkini alacaksın. Zâhir de O'dur Bâtın da O'dur. Evvel de O'dur Âhir de O'dur. Bizim Rabbimiz, Allahımız. Biz O'nun kuluyuz. Bu şeref bize kâfî. Allah'a kul olmayan nefsinin kulu kölesi olur, şeytanın kulu kölesi olur. Biz Hakk'ın kuluyuz. Bu şeref bize kâfîdir.
Sizden özür dilerim. Çok rahatsızım. Sizi mahrûm etmeyeyim diye geldim. Hastayım yani rahatsızım. Belki sesimden biliyorsunuz. Kısa kesdik. Yeter inşallah bu kadar. Çok konuşmakla değil. Allah tesirini halk etsin. Hakk'dan isteğimiz şu, o kalblerimizin fuâdına, zâtının sevgisini, habîbinin sevgisini, ehl-i beytinin, ashâbının, evliyâsının, âriflerin muhabbetini yerleştirsin, kalbimizi bunlarla tezyîn eylesin, süslesin ki saâdet ve necât bundadır.
Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm.
Sırr-ı Kur'ân sırr-ı insân sırr-ı ekvân yeknümûd
Mihver-i seyrânda eyle kenz-i Rahmân'ı taleb
Hâr-ı kesretden rehâ ol mahv-ı evsâf eyleyip
Gülşen-i vahdetde kıl esrâr-ı pîrânı taleb