Kalb

5 Mart 2022 tarihinde yayınlanmıştır.

İman

Kalb, tasavvufun en mühim, en temel tabirlerinden biridir. Hattâ tasavvufa kalb ilmi de diyebiliriz. Nitekim kalb, Kur`ân-ı Kerîm'de de yüzden ziyâde yerde geçer. Bu yüzden pek çok sôfî eserlerine isim verirken, kalb tabirini kullanmışdır. Meselâ mürşid-i azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri bir eserine Ziynetü'l-Kulûb diğer bir eserine de Envârü'l-Kulûb adını vermişdir. Zirâ tasavvufun gâyesi kalbi ihyâ, imâr, tenvîr ve tezyîn etmekdir. Sôfîlik, kalbi tasfiye etme, yani saflaştırma, arıtma işidir. Sûre-i Şuarâ'daki, "يَوْمَ لَا يَنْفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُونَۙ * اِلَّا مَنْ اَتَى اللّٰهَ بِقَلْبٍ سَل۪يمٍۜ"  âyet-i celîlesi de bunun kıymet ve ehemmiyyetini göstermekdedir. 

Peki kalb nedir? Maddî kalb, malûm, göğsün sol tarafında bulunan bir et parçasıdır. Manevî kalb ise, ilâhî bir cevherdir, rabbâni bir latîfedir, gözle görülmez, elle tutulmaz. Bu iki kalb arasında bir irtibat da vardır. İleride buna temâs edeceğiz.

İnsanı bir ülkeye teşbîh edecek olursak, kalb, o memleketin reisidir, sultânıdır. Yani bütün uzuvlar kalbe bağlıdır. Kalb zayıfsa beden de zayıf olur, kalb kuvvetliyse beden de kuvvetli olur. Kalb durursa insan ölür. Nitekim Peygamberimiz şöyle buyurmuşdur, "Bedende bir et parçası vardır ki o iyi olursa bütün vücûd iyi olur, o bozulursa bütün vücûd bozulur". Belki eskiden bu hadîsin medlûlü pek çokları için bir muammâ idi ama tıb ilminin gelişmesiyle bugün artık bunu anlamayan kalmamışdır.

Kalb, aynı zamanda, tecelligâh-ı ilâhidir yani vahyin ve ilhâmât-ı ilâhînin mahallidir. Nitekim vahyin nüzûlüne dâir âyetlerde hep kalb tabiri geçer. Meselâ Sûre-i Bakara'daki, "قُلْ مَنْ كَانَ عَدُوًّا لِجِبْر۪يلَ فَاِنَّهُ نَزَّلَهُ عَلٰى قَلْبِكَ بِاِذْنِ اللّٰهِ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ وَهُدًى وَبُشْرٰى لِلْمُؤْمِن۪ينَ" âyet-i celîlesi ile Sûre-i Şuarâ'daki, "نَزَلَ بِهِ الرُّوحُ الْاَم۪ينُۙعَلٰى قَلْبِكَ لِتَكُونَ مِنَ الْمُنْذِر۪ينَۙ" âyet-i kerîmesinde olduğu gibi.

Vahyin ve ilhâmın kalbe nüzûl etmesinin hikmeti de şudur. Maddî kalb nasıl ki uzuvların reisi ise, manevî kalb de insandaki manevî kuvvetlerin, melekelerin reisidir. Vahyi ve ilhâmı alan kalb, bunun gereklerini diğer kuvvetlere emreder, onların emre itâatini temin eder. Meselâ, Kur`ân okuduğumuz zaman, âyetlerin ma'nâsı önce kalbimize akseder,  sonra o ma'nânın tesiri kalbden diğer hassalarımıza yönelir. Hassalar da uzuvları harekete geçirir. Meselâ mahşerin dehşeti yâhud cehennemin şiddeti hakkında bir âyet okuduğumuzda, kalbimiz haşyet duyar, günahlarımız aklımıza gelir, içimiz ürperir, tüylerimiz diken diken olur, gözümüzden yaş gelir. Bütün bunlar ma'nânın kalbde tahakkuk etmesiyle olur.

Bu itibarla, eğer kalb körleşmiş yâhud da kirlenmiş ise vahyi ve ilhâmı idrâk edemez, böyle bir kişi, Kur`ân'ı okusa da, dinlese de anlayamaz. Halbuki aklı başındadır, kelimelerin ve cümlelerin ne ma'nâya geldiğini gâyet iyi bilmekdedir. Bu gibi kimseler hakkında pek çok âyet nâzil olmuşdur. Kalb, bu âyetlerin bazısında mühürlü, bazısında hasta, bazısında kör olarak vasfedilmişdir. Meselâ Sûre-i Bakara'daki, "خَتَمَ اللَّهُ عَلَىٰ قُلُوبِهِمْ وَعَلَىٰ سَمْعِهِمْ وَعَلَىٰ أَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌ" âyet-i celîlesi bazı kalbleri Allah'ın mühürlediğini beyân eder. Yine aynı sûredeki, "فِي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ فَزَادَهُمُ اللَّهُ مَرَضًا" âyet-i celîlesi, bazı kalblerin hasta olduğunu beyân eder. Yine aynı sûredeki, "ثُمَّ قَسَتْ قُلُوبُكُمْ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ فَهِيَ كَالْحِجَارَةِ اَوْ اَشَدُّ قَسْوَةًۜ" âyet-i celîlesinde bazı kalblerin taş gibi hattâ taşdan da katı olduğu beyân olunmuşdur.

Kalb, rûh ile bedenin evliliğinden meydana gelmişdir. Rûh âlem-i ervâhdandır, ulvîdir, beden ise toprakdandır ve süflîdir. Kalb, bu ikisiyle de irtibatlıdır. O yüzden kalb, hem süfliyyatdan hem de ulviyyatdan müteessir olur yani her iki tarafdan da pay alır. Bu yüzden de devamlı değişir durur, hâlden hâle inkılâb eder. Zâten kalbin Arapçadaki ma'nâsı da buna işâret eder. Tekallüb ve inkılâb, altüst oluşu, değişimi, dönüşümü ifâde eder. O yüzden ârifler, "Yâ mukallibe'l-kulûb sebbit kulûbünâ alâ dînîk, sebbit kulûbünâ alâ muhabbetik" diye duâ ederler. Manâsı, "Ey kalbleri çeviren Allah, kalblerimizi dîninde sâbit kıl, muhabbetinden ayırma" demekdir. 

Kalb aynı zamanda îmân mahallidir. Pek çoklarının zannetdiği gibi îmân akıl işi değildir, kalb işidir. Nice akıllı adamlar kalbleri ölü yâhud da hasta olduğu için îmân etmemişlerdir. Îmân ve hidâyet bir mevhibe-i ilâhîdir. Böyle olduğu içindir ki Cenâb-ı Hakk Kur`ân'da mü'minlere şu duâyı talîm etmişdir, "رَبَّنَا لَا تُزِغْ قُلُوبَنَا بَعْدَ إِذْ هَدَيْتَنَا وَهَبْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً". Meâli şudur, "Rabbimiz, bize îmân ve hidâyet verdikden sonra kalblerimizi çevirme, bize katından rahmet ihsân eyle".

Kalb, aynı zamanda muhabbetullah mahallidir. Mâsivâdan arınmış ve muhabbetullah ile dolmuş bir kalb, beytullah-ı hakîkîdir, arş-ı Rahmân'dır. Yere göğe sığmayan Allah kalbe sığar, kalbe tecellî eder. Böyle bir kalb, cennet hükmündedir, selâmet yurdudur. Böyle bir kalbe mâlik olmak demek, ölmeden evvel cennete girmek demekdir. 

Kalb aynı zamanda bir ayna mâhiyetindedir. Nasıl ki temiz ve cilâlı bir ayna karşısındaki sûretleri aksettiriyorsa, kalb de mâsivâ kirlerinden arıtılıp cilâlandığında ilâhî sıfatların bir aynası hâline gelir. Bu yüzden insân-ı kâmil, mir'ât-ı Hakk'dır yani Hakk'ın sıfatları ondan zâhir olmuşdur. 

Kalb aynı zamanda zevk mahallidir. Burada kasdetdiğimiz dünyevî zevkler değildir, ulvî zevklerdir. Meselâ zikrullahdan, namazdan, Kur`ân'dan zevk alan kalbdir. " أَلاَ بِذِكْرِ اللّهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ elâ bi zikrillahi tatmeinnü'l-kulûb" âyet-i kerîmesi bunu i'lân eder. Yine, "إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ إِذَا ذُكِرَ اللَّهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ" âyet-i kerîmesinde de buna işâret vardır.

Kalb üzerine daha pek çok şey söylenebilir. Zîrâ oldukça derin bir mevzûdur bu. Ne var ki vaktimiz dar, yerimiz mahdûd. 

Son olarak şunu da söylemeden geçmeyelim. Türk sôfîlerinin nutuklarında ve eserlerinde kalb kadar gönül ve dil kelimeleri de geçer. Malûm ya dil Farsça, gönül Türkçe, kalb Arapçadır, hepsi de aynı ma'nâyadır.

Vücûdun mülkünün mâhı gönüldür
Bütün a'zâların şâhı gönüldür
Mu'âzzamdır gönül 'arz u semâdan
Ol Allah’ın nazargâhı gönüldür
Olursa bir kişinin çeşmi a'mâ
Yürüten gösteren râhı gönüldür
Münezzehdir Hudâ her bir mekândan
Fakat anın karârgâhı gönüldür

Listeye geri dön