Kâmil Mürşidin Alâmetleri

24 Ağustos 2021 tarihinde yayınlanmıştır.

Hızır Aleyhisselam

Daha önce de beyân etdiğimiz gibi, Kur`ân-ı Kerîm'deki Hızır ile Mûsâ kıssasında mürşid ile mürîd yani şeyh ile dervîş arasındaki münâsebete de işâret vardır. Bu kıssada Hızır, mürşid-i kâmil yani şeyh, Mûsâ ise mürîd yani tâlib makâmındadır. Kıssayı hatırlarsanız Hızır'a tâlib olan ve onu aramaya çıkan Mûsâ'dır. Hattâ onu aramaya niyetlenince yardımcısına şöyle demişdir, "durmayacağım tâ iki denizin cem' olduğu yere kadar varacağım, yâhud senelerce gideceğim". Bu da göstermekdedir ki, mürîdin mürşidi araması, araştırması ve onu bulmak için sa'y ü gayret göstermesi lâzımdır. Mürşid ayağıma gelsin diye bekleyen çok bekler.

Hızır aleyhisselâmın mürşid-i kâmil makâmında olduğuna delîl, "فَوَجَدَا عَبْدًا مِنْ عِبَادِنَٓا اٰتَيْنَاهُ رَحْمَةً مِنْ عِنْدِنَا وَعَلَّمْنَاهُ مِنْ لَدُنَّا عِلْمًا" âyet-i celîlesidir. Bu âyetde dört şeye işâret vardır ki bunlar kâmil mürşidin alâmetleridir. 

Birincisi Allah'ın has kullarından olmakdır. Zîrâ Cenâb-ı Hakk Hızır'ı her hangi bir kul olarak değil, has kullarından biri olarak vasfetmiş, onun hakkında "عَبْدًا مِنْ عِبَادِنَٓا abden min ibâdinâ, bizim kullarımızdan bir kul" diyerek onu kendisine nisbet etmişdir. İşte şeyhlik için birinci şart budur. Yani şeyh, Allah'ın has kulu olmalıdır, abdiyyetiyle temâyüz etmiş olmalıdır. Abdiyyetde noksânı olan yani Allah'ın emirlerine uymakda gevşeklik gösteren, yasaklarından kaçınmakda titizlik göstermeyen bir kimse, aslâ mürşid olamaz. 

İkincisi istidâd ve istihkakdır. Zîrâ Cenâb-ı Hakk istidâdı olmayana ve hak etmeyene bizzat nezdinden bir lutufda bulunmaz. Âyetde, "nezdimizden verdik" denildiğine göre, alan kimse verilmeye lâyık demekdir. İstidâd yaradılışdan gelen yani Allah vergisi kâbiliyyetdir, istihkak da o kâbiliyyeti ortaya çıkarmak için çalışmakla, cehd etmekle olur. İstidâdı olmayan, yâhud istidadı olup da onu ortaya çıkarmak için gayret göstermeyen kişi de mürşid olamaz.

Üçüncüsü, rahmet-i hâssa nâil olmakdır. Zîrâ Cenâb-ı Hakk Hızır aleyhisselâm hakkında "اٰتَيْنَاهُ رَحْمَةً مِنْ عِنْدِنَا âteynâhu rahmeten min indinâ, ona katımızdan bir rahmet verdik" buyurmuşdur. Bu diğer kullara verilen umûmî rahmetden farklıdır, husûsî bir tecellîdir. Peygamberler ve büyük velîler böyledir. Allah onları seçmiş ve onları husûsî bir tecellîye mazhar kılmışdır. 

Dördüncüsü, ledünnî ilimdir. İlm-i ledünne nâil olmayan kimse de mürşid olamaz. Cenâb-ı Hakk'ın Hızır hakkında, "وَعَلَّمْنَاهُ مِنْ لَدُنَّا عِلْمًا ve allemnâhu min ledünnâ ilmâ, ona kendi katımızdan bir ilim öğretdik" buyurması buna işâretdir. Diğer ilimler de şereflidir, kıymetlidir, sâhibini yükseltir ve yüceltir ama ilm-i ledünnün şerefi bambaşkadır, hiç bir ilimle mukâyese edilemez. Çünkü diğer bütün ilimler bir vâsıta ile elde edilir, hocadan, üstâddan öğrenilir. Bir tek ilm-i ledünn vâsıtasız alınır. Zîrâ bu ilmin üstâdı bizzat Allah'dır. 

Her kimde bu sıfatlar varsa, işte o kimse, mürşid olmaya lâyıkdır ve halkı irşâd etmeye kâdirdir. Bu alâmetleri taşımayan da, kim olursa olsun, mürşid olamaz, halkı irşâd edemez. 

Sâliki idlâl eder mürşidi noksân olsa
Kâmil-i insân eder kâmil-i insân olsa
Listeye geri dön