8 Mayıs 2024 tarihinde yayınlanmıştır.
Lugat manâsı itibarıyla kunut, itâat etmek, boyun eğmek, ibâdet etmek, ayakda durmak demekdir. Istılâhî ma'nâsı, namazda kıyâm ve duâ, namazı hudû' ve huşû' ile kılmak demekdir. Derûnî ma'nâsı ise Allah'a gönülden bağlanmak ve Hakk'a itâ'atda devamlılıkdır.
Müştakları Kur`ân'da defalarca geçer bu kelimenin, en çok da ism-i fâil kalıblarıyla geçer, yani kânit, kânitât, kânitîn ve kânitûn lafızlarıyla. Hepsi de aynı ma'nâya gelir bunların, Allah'a itâat edenleri, Allah'a ibâdet edenleri, namazı huşû ile kılanları, namazda devamlı olanları, Allah'a gönülden bağlananları, Allah'a ihlâsla, muhabbetle ibâdet edenleri ifâde eder.
Meselâ "حَافِظُوا عَلَى الصَّلَوَاتِ وَالصَّلٰوةِ الْوُسْطٰى وَقُومُوا لِلّٰهِ قَانِت۪ينَ" âyet-i celîlesine bakacak olursak, bütün bu ma'nâları görürüz. Hem namazda devamlı olmak emredilmişdir bu âyetde, hem namazı ciddiye almak yani namazı hudû' ve huşû' ile kılmak, hakkıyla kılmak, hattâ namazı nimet bilmek, angarya gibi görmemek. Yani farz yerine gelsin, namazı da aradan bir çıkarayım diye değil,
"اِنَّ الْمُسْلِم۪ينَ وَالْمُسْلِمَاتِ وَالْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَالْقَانِت۪ينَ وَالْقَانِتَاتِ وَالصَّادِق۪ينَ وَالصَّادِقَاتِ وَالصَّابِر۪ينَ وَالصَّابِرَاتِ وَالْخَاشِع۪ينَ وَالْخَاشِعَاتِ وَالْمُتَصَدِّق۪ينَ وَالْمُتَصَدِّقَاتِ وَالصَّٓائِم۪ينَ وَالصَّٓائِمَاتِ وَالْحَافِظ۪ينَ فُرُوجَهُمْ وَالْحَافِظَاتِ وَالذَّاكِر۪ينَ اللّٰهَ كَث۪يرًا وَالذَّاكِرَاتِ اَعَدَّ اللّٰهُ لَهُمْ مَغْفِرَةً وَاَجْرًا عَظ۪يمًا" âyet-i celîlesinde de Cenâb-ı Hakk, sevdiği kullarının vasıflarını tek tek zikrederken, önce islâmı, sonra îmânı, sonra da bu sıfatı zikretmişdir, "ve'l-kânitîne ve'l-kânitât" buyurmuşdur.
Bir de adanmışlık manâsı vardır bu kelimede. Kendisini Allah'a adayanlar demekdir kânitîn. Nitekim Cenâb-ı Hakk Meryem aleyhisselâm hakkında buyurur : "وَمَرْيَمَ ابْنَتَ عِمْرٰنَ الَّت۪ٓي اَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا ف۪يهِ مِنْ رُوحِنَا وَصَدَّقَتْ بِكَلِمَاتِ رَبِّهَا وَكُتُبِه۪ وَكَانَتْ مِنَ الْقَانِت۪ينَ". Malûm ya Meryem aleyhisselâm daha dünyaya gelmeden âilesi tarafından Allah'a adanmışdı. Annesi daha hâmile iken onu nezreylemişdi Allah'a. Nitekim Kur`ân'da gelir : "اِذْ قَالَتِ امْرَاَتُ عِمْرٰنَ رَبِّ اِنّ۪ي نَذَرْتُ لَكَ مَا ف۪ي بَطْن۪ي مُحَرَّرًا فَتَقَبَّلْ مِنّ۪يۚ اِنَّكَ اَنْتَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ". Ve çocuk yaşından itibaren zâhidâne bir hayat yaşadı Hazret-i Meryem ve bunun semeresi olarak ilâhî vahye muhâtab oldu ve yine bir mucize eseri olarak İsâ aleyhisselâmı dünyâya getirdi.
"اِنَّ اِبْرٰه۪يمَ كَانَ اُمَّةً قَانِتًا لِلّٰهِ حَن۪يفًاۜ" âyet-i celîlesinde de İbrâhim alehisselâmın kânitînden olduğu beyân edilmişdir. Malûm ya İbrâhim Peygamber Allah'ın halilidir, Hakk katında çok yüksek bir rütbeyi ihrâz etmişdir. Kur`ân'ın beyânına göre O'nun düstûru şu idi : "اِنَّ صَلَات۪ي وَنُسُك۪ي وَمَحْيَايَ وَمَمَات۪ي لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ". Yani her şeyiyle kendisini Allah'a adamışdı İbrahim aleyhisselam, ne evlâdını gözü görürdü, ne mala kıymet verirdi, ne makâma ne şuna ne buna, yalnız Hakk rızâsını gözetirdi ve Hakk sevgisiyle yapardı bütün işlerini.
Bütün bu âyetlerden anlaşılıyor ki, kânitînden olmak demek Allah'a seve seve ibâdet etmek, O'ndan râzı olup, O'nun rızâsını beklemek demekdir. Kadın olsun erkek olsun, kim Allah'a gönülden bağlanırsa, yani O'nun emirlerini seve seve yaparsa, hattâ Hakk'a kulluk etmekden zevk duyarsa ve yine Allah'ın yasak etdiği şeylerden nefretle uzaklaşırsa, O'nun rızâsına aykırı olan işlerden iğrenerek kaçınırsa, kânitîn zümresinden olur. Allah'ın rızâsına nâil olmanın yolu da budur.