20 Aralık 2022 tarihinde yayınlanmıştır.
İmâm-ı Bûsîrî'nin Kasîdetü'l-Bürde'sini anlatdığımız yazıda, kasîdenin mütercimleri arasında Mahmut Hoca'nın da ismini zikretmişdik. Hem çok çalışkan ve velûd hem de şiir husûsunda Allah vergisi bir kâbiliyete sâhib olan Mahmut Hoca, felsefe ve edebiyat sahasında çok kıymetli eserler meydana getirmişdir. İşte bu da onun edebî kıymeti hâiz eserlerinden biridir.
Bu eserin kıymeti, Kasîde-i Bürde'nin hem mensûr hem manzûm tercümesini ihtivâ ediyor olmasından ileri geliyor. Malum ya, bir şiiri nesren tercüme etmek dahi çok zor bir işdir, nazmen tercüme bundan kat kat daha güç bir işdir. Bir de bunun Kasîde-i Bürde gibi yüz altmış beytden oluşan ve Arapça'nın bütün incelikleriyle kullanıldığı yüksek bir sanat eserinin tercümesi olduğu gözöüne alınırsa, ortaya konulan eserin kıymeti daha iyi anlaşılır. Mahmut Hoca, bu güç işin altından başarıyla kalkmış, üstelik tercümeyi az çok Türkçe bilen herkesin anlayabileceği bir dil ve uslûb ile yapmayı da başarmışdır.
Bu kasîde üzerinde çalışmaya çok genç yaşda başlayan Hoca, bir mülâkatında bu eserin hikâyesini ve niçin böyle sâde bir dil ve uslûb kullandığını şöyle anlatıyor :
Kasîde-i Bürde ile 1971 yılında tanıştım. İstanbul kütüphanelerinde bulunan 410 nüshasını tespit edip bunlardan Muhammed Bûsirî’nin vefat ettiği yüzyıl içinde istinsah edilen üç nüshayı karşılaştırarak, daha sıhhatli bir metin elde etmeye çalıştım ve bu sırada bu ünlü kasîdeyi Türkçe’ye tercüme ettim. Ayrıca Kasîde-i Bürde üzerine yazılan Arapça, Farsça ve Türkçe şerh, tahmis, tesdis, tesbi‘, ta‘şir ve nazireler ile XV. yüzyıldan itibaren bizim tarihimizde yapılan manzum tercümeleri konusunda, kaynakları ve kütüphane kataloglarını taramak suretiyle geniş bir araştırma yaptım. Kasîde-i Bürde üzerine yapılan bu çalışmaların sayısı 116’yı bulmaktadır. Yaptığım bu araştırma Arap Dili ve Edebiyatı Kürsüsü’nde benim mezuniyet tezim olarak kabul edildi
İslam milletlerinin kültür ve edebiyat tarihlerine baktığımızda XIV. yüzyıldan itibaren her çağda bu Kasîde üzerine yapılan çalışmaların geniş bir dini ve edebî literatür oluşturduğunu görürüz. Şairin rüyasında Hz. Peygamber’i (s.a.s.) görüp onun isteği üzerine huzurunda kasîdesini okuyarak peygamberî iltifata mazhar olması ve hırkasıyla (bürde) ödüllendirilmesi, kasîdenin büyük bir ün kazanmasına vesile olmuştur.
Muhammed Bûsirî Kasîdesine “el-Kevâkibü’d-dürriyye fî medh-i hayri’l-beriyye” adını verdiği halde yukarıda belirttiğimiz üzere rüyada Hz. Peygamber’in elinden aldığı hırka motifi öne çıkarılarak sonraki dönemlerde “Kasîdetü’l-Bürde” adıyla tanındığı gibi redif (revî) harfi “mim” olduğu için yani her beyit mim harfiyle bittiğinden “Kasîde-i Mîmiyye” diye de bilinir. Şu var ki 160 beyitten oluşan kasîdede şair, mim harfiyle biten 160 ayrı kelime kullanmak zorunda olduğundan, yer yer zorlanmakta ve anlamca ilgisiz kelimeleri beyte yerleştirirken şi‘riyetten ve lirizmden uzaklaşmaktadır.
Kasîde-i Bürde, aruzun “basit” bahriyle yazılmış olduğundan Türkçe ve Farsça manzum tercüme ve tahmisleri de çoğunlukla bu bahirle ve mim redifi kullanılarak yazılmıştır. Böyle olunca özellikle Türkçe manzum tercümelerde mim’li kafiye bulma güçlüğü karşısında sanatkârlar, Türkçe’den çok Arapça kelimeler kullanmak zorunda kalmışlardır. Doğal olarak bu da sun‘îliği beraberinde getiren ve şi‘riyetten uzaklaştıran bir unsur olmuştur.
Efendim, ben hem merhum Bûsirî’nin hem de onu izleyen şairlerin düştüğü bu sıkıntıyı gördüğümden, “Kasîde-i Bürde’yi Türkçe Söyleyiş” adıyla yayımladığım çalışmada, aruzu değil hece veznini kullandım. Ayrıca monotonluktan uzaklaşmak amacıyla ilk üç beytin kendi arasında, son iki beytin de yine kendi arasındaki kafiye düzeniyle lirizmi sağlamaya çalıştım. Daha önce gerçekleştirilen Türkçe manzum tercümelerin kendi dönemlerinde elbette ki bir edebî değeri vardır. Ancak beyti beyitle tercüme etmenin, ayrıca aynı bahir ve redifle söylemenin getirdiği sıkıntılar, okuyucu açısından ortaya tatsız-tuzsuz, sun‘îlik kokan bir edebi ürün çıkarmıştır. Ben bu vartaya düşmemek için Bûsirî’nin her beyitte dile getirmek istediğine bağlı kalmak yerine, sadece oradaki ana temayı alıp daha sonra onu geliştirip zenginleştirerek yeni baştan inşa ettim ki elbette bu tercümenin ötesinde bir şeydir. Daha doğrusu “Bûsirî bu çağda yaşayan bir Türk olsaydı o temaları her halde böyle işlerdi” diye düşündüm.
Burada şunu belirtmeliyim ki Kasîde-i Bürde’yi tercüme ederken daha önce yapılan Türkçe manzum tercümelerde gördüğüm kekremsilik beni bir hayli üzmüştü. Bir ara bu kasîdeyi ben nasıl manzum olarak terennüm ederim diye düşündüm ve baştan altı beyitte bunu denedim; sonra merhum hocam Prof. Dr. Nihat M. Çetin Bey’e yaptığım bu denemeyi okuduğumda bir an için duraklayan hocam: “Mahmutçuğum, bu aslından daha güzel olmuş; gel sen buna devam et” diyerek takdir ve teşviklerini benden esirgemediler. Ben de otuz yıl boyunca zaman zaman üzerinde yoğunlaşarak, okuyucunun huzuruna çıkacak olgunluğa eriştiğine kanaat getirerek yayımladım.
Kasîdeyi yeni baştan inşa ederken amacım, sadece Efendimiz’in birey olarak şahsını yüceltmek değil, onun insanlık tarihinde bir benzerine daha rastlanmayan büyük devrimini, bu uğurda gösterdiği insanüstü sabır, metanet, dirayet, hikmet ve hilmini; örnek hayatından önemli kesitleri; bu arada mucizelerini ve özellikle Kur’an mucizesini, getirdiği dinin evrensel mesajını; İslam’ı yaymak için sevgili ashabıyla birlikte yürüttüğü cihat faaliyetini ve nihayet ona olan sonsuz sevgi, saygı, dua ve niyazlarımızı ortalama insanımızın rahatlıkla okuyup zevk alabileceği bir üslupla terennüm etmeye çalışmak idi. Elbette ki bu konuda takdir okuyucularındır, ancak bu amacımın büyük ölçüde gerçekleştiğini sanıyorum. Sevgili Peygamberimiz’in hırkası değilse de bir “aferin”ini alarak iltifat ve şefaatine mazhar olmak en büyük dileğimdir.
Eserin elle tutulur hâline gelince, Fakîr'in elindeki nüshanın ayrıca takdîre şâyân bir tarafı da var. 2001 senesinde özel olarak yapılan bu baskının kağıt ve baskı kalitesinin son derece yüksek olması bir tarafa, Arapça metnin hattat elinden çıkmış olması ve her bir beytin âdetâ müsatkil bir levha gibi sunulması da pek güzel olmuş. Kitâbın cildi, kapak içlerindeki ebrûlar ve bütün sayfalarındaki tezhib ve tezyînât insanın gözünü, gönlünü açıyor.
Bu güzel eserin bir de sesli hâli varmış, onu da görünce, buraya kaydetmeyi vazîfe bildim. Cenâb-ı Hakk cümlemize feyzinden, bereketinden istifâde etmeyi nasîb eylesin.