Kazâya Rızâ Belâya Sabır

12 Mayıs 2023 tarihinde yayınlanmıştır.

Hikmet

Büyük mürşidlerimizden İsmâil Hakkı Bursevî Hazretleri Kitâbü'l-Envârında buyuruyorlar ki :

Ne kârî ki cihânda iktizâ etmişdir hikmet
Gelir elbet vücûda zehrdir yâhud ki helvâdır

Hikmet sâbıkan şerh olunmuşdur. Burada hikmet ile murâd, hikmet-i ilâhiyyedir ki maslahat ve 'ilme tâbi' olan ma'nâdır ki bu ma'nâdan Kur`ân'da lâm-ı 'illet ile ta'bîr olunmuşdur. "وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ" ve "وَلٰكِنْ لِيَقْضِيَ اللّٰهُ اَمْرًا كَانَ مَفْعُولًاۙ لِيَهْلِكَ مَنْ هَلَكَ عَنْ بَيِّنَةٍ" ve emsâli gibi. Pes bu "lâm"a aklen lâm-ı "illet ve şer'ân lâm-ı hikmet ve maslahat derler. Zîrâ fi'l-i Hakk mu'allelün bi'l-garaz değildir.

Onun için Kur`ân'da bazı mevâzı'da "وَهُوَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ" gelir. Yani Alîm ismini Hakîm ismi üzerine takdîm eyler. Zîrâ hikmet, ta'ayyünât ve suver-i 'ayniyyeye ta'allukunda 'ilm, Hakk'a tâbi'dir. Yani ma'lûm bu mertebede 'ilme tâbi'dir ki 'ilm ne vechile iktizâ etmiş ise, ma'lûm ona göre zuhûr eder. Fe-emmâ hazreti'l-'ilmde, 'ilm ma'lûma tâbi'dir. Yani 'ilm, a'yân ve hakâik-i 'ilmiyye ta'allukunda hikmete tâbi'dir. Ma'lûmâtın isti'dâdından hâric nesne yok ve 'ilm dahi ol vechiledir. Bu sebebden Kur`ân'da bazı mevâzı'da, "وَهُوَ الْحَك۪يمُ الْعَل۪يمُ" gelir. Yani Hakîm ismini 'Alîm ismi üzerine takdîm eyler. Pes ikisinin dahi sırrı zikrolunan vech üzerinedir. 

Ba'dezâ, vücûda gelen zehirden murâd, tab'an mekrûh olan nesnelerdir. Ve helvadan maksûd, tab'an mahbûb olan umûrdur. Nitekim, "ve bi'l-kaderi hayrihî ve şerrihî" makâlesinde olan hayırla şerden murâd budur. Yani ma'nâ-yı mezkûr ki hulv ve mürrdür Ve hakîm-i mutlak ki Allahu Teâlâ'dır. O'nun kazâsı her ne ise fi'l-hakîka hulvdür. Yani makzî gerçi zâhirde hulv ve mürr olur, fe emmâ bu ma'nâ mahcûba göredir. Ve illâ makzîde mürr olmaz. Kazâ ve hükm-i zâtî gibidir. Meğer münker ola. Küfür de dalâl gibi. Bu dahi hikmete tâbi'dir. Zîrâ Mudill ismine müteâllakdır.

El-hâsıl, Allahu Teâlâ'nın kazâsı ki hükmüdür emr-i vâhiddir ki hayr-ı mahzdır. Ve lâkin makzî iki vechiledir ki ya hayır veya şerdir. Velâkin şer olmak bize nizbetledir. Zîrâ Hakk Teâlâ'nın iki yedi bile yemîn-i münbârekedir. Pes O'na şer nisbet olunmaz. Nitekim Kur`ân'da gelir, "بِيَدِكَ الْخَيْرُۜ". Ve Hakk'a şer nisbet olunmamak gerekdir. Şer ıtlak olunan nesnenin zâhiri şer ve bâtını hayır olup, şer sûretinde olduğu hikmet-i 'âliyyeye dâir olmakladır. Pes, ehlullah ki sırr-ı kaderi bildiler ve hükm ü kazâyı fehm eylediler, onlar, cemî eşyâda hayır mülâhaza etdiler. Onun için Kur`ân'da gelir, "وَعَسٰٓى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْـًٔا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْۚ". Bundandır ki onlara göre makzî-i sû yokdur. 

Bazı duâda, "Kazâ-i bedi üzerimizden def' ve sarf eyle" dedikleri makzî-i bed ma'nâsınadır ki bed oluduğu mahcûba göredir, mükâşife göre değil. Zîrâ mükâşif dahi belâ ve durru def' ile duâ edip, mükâbere-i rubûbiyyet bulunmasın için tazarrû' ve niyazlar eyler, Hakk'dan 'afv u 'âfiyet ve mu'âfât taleb eder. Velâkin ol belâyı bedlikle vasf eylemez. Hikmete müte'allik olduğun bilir. Pes, belâ ol makzînin 'aynıdır, nefs-i kazâ değil Bu sebebden kazâya rızâ gösterip, ref'-i makzî ile duâ edip, râzı ve sâbır olurlar. 

Mülahhasü'l-kelâm budur ki, muktezâ-yı 'ilm ve hikmet ne ise tehallüf etmeyip elbet vücûd-pezîr olur. Bu ma'nâdan âgâh olan onu rızâ ve sabırla karşılayıp, "لَا نُفَرِّقُ بَيْنَ اَحَدٍ مِنْ رُسُلِه۪۠" mûcibince dayf-i nâzil kâfir ise de hakkı vardır deyu hoş görür ve ondan mütelâşî olmaz. Zîrâ gönül küdûretden halâs olmadıkça sâfî olmaz. Ve sâfî olmayan dahi sôfî olamaz. Ve sôfî-i hakîkî olmayan dahi Hakk'ı bulamaz. Şöyle ki muzdarib kalır.

Ehlullahın belâ içinde sâf-dil ve zevk-yâb oldukları sırrına vusûlden ve hâl-i vusûlde Hakk'la husûlden nâşîdir. Pes gerekdir ki insan belâ-yı makzîden şikâyet eylemeye. Belki sâbır ola. Ve mertebe-i sabırdan terakkî ederse, mütelezziz ola. Ve dahi terakkî ederse, ikisinden dahi fânî olup, Hakk'la kâim ve bâkî ola.
Listeye geri dön