12 Mayıs 2023 tarihinde yayınlanmıştır.
Büyük mürşidlerimizden İsmâil Hakkı Bursevî hazretleri buyuruyorlar ki :
Rızâ, kendi nefsinin rızâsından çıkıp, Allahu Teâlâ'nın rızâsına duhûl etmekdir. Bu ise ahkâm-ı ezeliyyeyi teslîm ve tedbîrât-ı ebediyyeye tefvîzdir ki, onda nizâ ve i'tirâz-ı nefsânî yokdur. Mevt-i tabîîde olmadığı gibi. Yani fenâ-i hissîde nüfûs mürde olup ahkâm-ı ilâhiyye hakkında çûn u çerâ etmediği gibi gerekdir ki fenâ-i ma'nevîde dahi bu hâl vâki' olup ahkâm-ı ezeliyye hakkında cedel etmeye ve i'tirâz ve muhâlefet tarîkine gitmeye. Zîrâ onun 'aklından Hakk'ın 'ilmi evsa'dır. 'Akl dahi hod O'nun 'atâsıdır. Çünkü herkesin mûceb-i isti'dâdı üzerine her nesne ezelde takdîr ve ebedde tedbîr olunup ahkâm ve ibrâm olundu ki noksânı kâbil değildir. Zîrâ takdîr, 'ilm-i tâmm ve tedbîr, hikmet-i bâliga üzerine mebnîdir. Bu cihetden 'abde lâzım olan, kabûl ve rızâdır, yoksa redd ve saht değildir. Ve tab'a muhâlif olan takdîri reddetmek değil, belki âşık olan onu tab'a muvâfık olan gibi kabûl eder. Zîrâ ma'şûkda fânîdir. Ve fânîden sayt u sadâ gelmez. Belki hükm ma'şûkundur. Ve bu makâmda bazı 'urefâ demişdir, "Her ki Eyyûb'un belâsın sevdiğinden çekmedi, giymedi ol yâr elinden hil'at-i 'abd-i şekûr".
Ey mü'min! İnsanın beyne ve beynullaha olan ahlâkın ahseni rızâ ve teslîmdir. Nitekim Kur`ân'da gelir, "اِنَّ الدّ۪ينَ عِنْدَ اللّٰهِ الْاِسْلَامُ۠". İslâm ile murâd f'il-hakîka islâm-ı hakîkîdir ve millet-i İbrâhim dedikleri budur. Zîrâ İbrâhim nâr-ı Nemrud'a tarh olunduğu vakitde Cebrâil ona gelip, i'ânet sadedinde oldukda, "lâ hâcet" dedi. Ve Hakk'a hâlini arz hakkında dahi lisâna bir kelime getirmedi. Nitekim bazı 'ârifler demişlerdir ki, "Ben cemî' umûrumu mahbûb-i hakîkî olan Allahu Teâlâ'ya ısmarlamışımdır, dilerse beni lutfuyla ihyâ eylesin, dilerse imâte eylesin ki O'nun lutuf ve kahrı benim 'indimde beraberdir. Zîrâ lutuf ve kahrın mebdei mahbûbdur. Çün ki muhibb mahbûba vâsıl ve belki fânî ola, cemî' izâfat ve kuyûd dahi fânî olur ki ez cümle lutuf ve kahırdır. Pes, zâta meşgûl olan kimseye sıfata iştigâl kapısı olmaz. Zîrâ sıfat zâtın perdesidir. Ef'âl sıfatın ve âsâr dahi ef'âlin perdesi olduğu gibi. Pes, şol kimse ki kendi irâdetiyle hucub-i zulmâniyye-i beşeriyye ki âfât makûlesidir, ondan mürde ola, yani ol hicâbları izâle eyleyip, ta'ayyünâtdan vücûdunda eser kalmaya, Allahu Teâlâ onu sâbık-ı gâyeti nûruyla ihyâ ve tenvîr eyler. Ve zulmet yerine nûr ve mevte bedel hayât getirir ki ona hayât-ı hakkâniyye derler. Zîrâ fânî eriyip ve akıp gitdikçe bâkî zuhûr eder.