27 Ekim 2018 tarihinde yayınlanmıştır.
İstanbul'un Karagümrük semtinde Salmatomruk mahallesinde bulunan ve bazı kaynaklarda Kefevî Mescidi ya da Kefevî Câmii diye de geçen bu mescid, eski bir Bizans dînî yapısıdır. Fetihden sonra da uzun müddet hıristiyanların kilise olarak kullandıkları bu yapı, 1629-1631 seneleri arasında câmiye dönüştürülmüşdür. Kefeli adı, 1475 senesinde fethedilen Kırım'daki Kefe halkından İstanbul'a getirilen 700 kadar ermeni hânesinden bir kısmının bu semte yerleştirilmesinden kaynaklanır. Kefe'den getirilerek buraya yerleştirilen hıristiyanlar, uzun yıllar bu binâyı kilise olarak kullanmışlardır. Zamanla buradaki hıristiyan nüfus azalmış, onların yerlerini müslümanlar almış, kiliseye de ihtiyâç kalmamışdır. Binâ bu sebeble mescide dönüştürülmüşdür. Mescidin masrafları Yavuz Sultan Selim Hân'ın vakfından karşılanıyormuş. Minberi Sadrazam Hekimoğlu Ali Paşa tarafından konulmuş. Kefeli Mescidi, 1970'lerde Vâkıflar İdâresi tarafından tamir edilmişdir.
Bu mescid hakkında daha fazla bilgi isteyenler Semavi Eyice'nin Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisinde makâlesine bakabilirler.
 |
1940'da mescidin görünüşü |
Bu mescidden bahsetmemin sebebi, mürşid-i azîzim Muzaffer Efendi Hazretlerinin gençliğinde iki yıl kadar burada vazîfe yapmış olmasıdır. Bir önce vazîfe yaptığı Soğanağa câmiinden pek tatsız ve isteksiz bir şekilde ayrılmış olması, İstanbul'da o kadar câmi varken buraya tayin edilişi ve bu vazîfenin Efendi Hazretlerinin sahaflık mesleğine girişine vesîle olması hakîkaten ibret vericidir. Çünkü o yıllarda bu mescidde imâmet yapan Hâfız Şâkir Efendi, Sahaflar Çarşısında dükkânı olan bir kitapçıdır ve Efendi Hazretleri sahaflık san'atını bu zâtdan öğrenmişdir. Efendi Hazretlerinin Kefeli Mescidi'ne geliş hikâyesini kendi beyânından okuyalım :
Müezzinlik imtihanını yüksek bir dereceyle kazandığım halde beni, hak ettiğim câmiye vermediler. Oraya arkası olan birini verdiler, beni de Rum Patrikhanesinin karşısındaki fevkânî câmiye verdiler. O câmide hem imam hem de müezzin olarak vazîfe yapdım. Câminin bir odası vardı, elektriği ve suyu vardı. Annemle birlikde oraya yerleşdik. O vakit daha on yedi yaşındaydım. İlk ay on dört lira kırk iki kuruş maaş aldık fakat ikinci ay bir buçuk lira verdiler. "Ne parası bu" dedim. "Bu caminin tahsîsâtı bitti" dediler. Eyvâh! Ne yaparız biz. Uğraşdık, Soğanağa Câmisinin müezzinliğini istedik, verdiler. Oranın da müezzin odası olduğu halde, İmam Efendi evini kirâya vermiş, müezzinin odasına yerleşmiş. Ev meselesinden imam ile aramıza nizâ girdi ve oradan da ayrılmak mecbûriyeti hâsıl oldu. Oranın cemâati beni çok sevdikleri halde mecbûren Soğanağa Câmisinden ayrıldım. Beni Kefeli Camisine verdiler, o caminin imâmı da Sahaflar Çarşısında kitapçı olan Şâkir Efendi idi. Şâkir Efendi'ye "Gündüz dükkânını kapama, sen sadece Sabah ve Yatsı namazları için gelsen yeter, öğleni, ikindiyi ve akşamı ben kıldırırım, zâten cemâat de yok" dedim. O da bu teklîfimi kabûl etti ve kendine âit olan odayı bana verdi. Bu şekilde iki sene orada vazîfe yapdım.

Efendi Hazretleri, bu câmide iki yıl hem imâmet hem de müezzinlik yapmış, askere çağırılınca mecbûren vazîfesinden ayrılmışdır. Askerlik hizmetini bitirdikden sonra Bayezid Camii-i Şerîfine tayin edilmiş, kısa bir müddet sonra da sahaflığa başlamışdır.
Aşağıdaki dört fotoğraf, Nicholas V. Artamonoff tarafından 1936 yılında çekilmişdir ki bu da Efendi Hazretlerinin bu mescidde vazîfe yaptığı döneme denk gelmekdedir.
 |
Semavi Eyice'nin DB İstanbul Ansiklopedisindeki makâlesi |