Tarîkat-ı aliyye âdâbında ne zaman Kelime-i Tevhîd zikri yapılacak olsa zikri yaptıran zât önce "فَاعْلَمْ أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ Fa'lem ennehû lâ ilâhe illallah" der ve zikre böyle başlanır. Sûre-i Muhammed'in 19. âyetinin başındaki bu cümle görünüşde hepimizin bildiği "Kelime-i Tevhîd" cümlesinden farksızdır ancak başında "fa'lem ennehû" yani "muhakkak bil ki" emri vardır. "Bil ki muhakkak Allah'dan başka ilâh yokdur" ma'nasına gelir. Kur`ân-ı Kerîm'in bir çok âyeti "Kul" yani "Söyle" emri ile geldiği halde acabâ bu âyet niçin "kul" yerine "fa'lem" ile gelmişdir? Eğer dikkatli düşünülürse bunda büyük hikmetler vardır.
Bir şeyi bilmenin üç mertebesi vardır :
İlme'l-yakîn
Ayne'l-yakîn
Hakka'l-yakîn
Birinci mertebe, ismen ve lafzen bilmekdir. İkinci mertebe görür gibi yakînen bilmekdir. Üçüncü mertebe ise bilinenin hakîkatine ermekdir. Bu üç mertebe kısaca bilmek-bulmak-olmak diye de ifâde edilir.
Şerî'at dâiresi birinci mertebeye tekâbül eder. Şerî'ât dâiresindeki bir mü'min, tevhîdin ancak lafzını ve o lafzın sözlükdeki karşılığını bilir. Fazlasını bilmez. Bu da bir tür bilmekdir ama ilmin en düşük seviyesidir. Müslümân olmak isteyenlere, Kelime-i Tevhîd öğretilirken "Böyle bil" denmeyip, "Böyle oku" denilmesinin bir hikmeti de budur. Hocaefendilerin câmilerde cemaate kelime-i tevhîd ya da kelime-i şehâdet okuttururken "Bilin ki" demek yerine, "Okuyalım" ya da "Okuyun" demelerinin hikmeti de budur.
Tarîkat dâiresindeki mü'min ise îmânını yakîne getirmiş olduğu için tevhîdin elfâzını ve o elfâzın sözlükdeki karşılığını bilmekle kalmaz, yakînen de idrâk eder. Bir önceki mertebeye göre ilmin bu seviyesi oldukça yüksek bir seviyedir. Aradaki farkı bir misâl ile şöyle anlatabiliriz. Meselâ şerî'at dâiresindeki bir kişide riyâ gibi, hased gibi tevhîdin ma'nasına aykırı düşen sıfatlar bulunabilir fakat tarîkât ehlinde bulunmaz. Hased, Hakk'ın taksîmine râzı olmamakdan kaynaklanır. Hakk'ın birliğini tasdîk edip O'ndan başka hiç bir kuvvet ve kudret olmadığını hakkıyla bilen bir kimse O'nun taksîmine nasıl olur da rızâ göstermez? Riyâ, bir işi kulların hatırı için yapmak demekdir. Yegâne ma'bûdun Allah olduğunu bilen kimse nasıl olur da riyâ ile bir iş yapabilir?
Bilmenin bir üst mertebesi daha vardır ki, o da bildiğinin hakîkatine ermekdir. Bu da hakîkat dâiresinde bulunan mü'minlere hasdır.
Tarîkat-ı aliyye âdâbında "Kelime-i Tevhîd" zikrine hep "fa'lem/bil" diye başlanmasının hikmeti işte bu ma'naları hatırlatmak içindir.