Kelime-i Tevhîd'in Fazîleti - Cuma Hutbesi - 16 Mart 1984

29 Ekim 2021 tarihinde yayınlanmıştır.

Zikrullah

HUTBE
 
Kâlallahu te'âla fî kitâbihi'l-azîz.
Bismillahirrahmânirrahîm.
فَاعْلَمْ أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ
Fa'lem ennehû lâ ilâhe illâllâh.
Sadakallahü'l-azîm.

Yerin ve göğün direği, arşın ve kürsünün isnâdı, bu tevhîd-i şerîfdir yani "lâ ilâhe illallah"dır. Bu tevhîd, Nûh'un gemisi gibidir; kim buna ilticâ ederse, garkdan, boğulmakdan, helâkdan kurtulur. Kim bunu geriye atarsa, mutlakâ helâk olur. Bu "lâ ilâhe illallah"ı günde bir kere söyleyen, yirmi dört saati ibâdetle geçirmiş gibidir. Çünkü kelime-i tevhîd yirmi dört harfdir, gece ve gündüz yirmi dört saatdir. Bu "lâ ilâhe illallah"ı ömründe bir kere söyleyen, nârda müebbed kalmaz, yani cehennemde ebedî kalmaz. Ömründe bir kere söylese bile. Allah bunu bize ikrâm etmiş, mü'minlerin ve sevgili habîbinin ümmetlerinin başına tâc olarak koymuşdur. Allah bizim başımızdan bu tevhîd tâcını almasın, gönlümüzden de muhabbet-i Muhammediyyeyi ihrâc etmesin.

Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki, "Benim gördüğümü siz görseniz, benim bildiğimi siz bilseniz, gülemezsiniz ve dünyâ hayâtı sizin için zehir olur" buyururlardı, sallallahu aleyhi vesellem. Onun için Cenâb-ı Hakk bazı hâdisâtı bizim gözümüzden gizledi. Bazen gaflet de insanlara nimet olur. En büyük gaflet Allah'dan gâfil olmakdır. Bu, kötü, bu gaflet. Ondan gayrı bazı gafletle vardır ki, nimetdir bizim için. Meselâ bir ölümüz olduğu vakitde, sevgilimiz, sevdiğimiz bir zât öldüğü vakitde, onun acısı insana ne kadar dokanır. Yani kalbine bir ok batar. O, öyle devam etse insan yaşayamaz hayatda. Birkaç zaman sonra o yara küllenir. Yani gaflet perdesi ortaya girer ve kul kurtulur. Gene bazı husûsâtda yarını bilmemekle, büyük bir nimete ermişizdir. Başımıza ne gelecek, bunu bimiyoruz. Allah bunu gizlemiş. Eğer insanlar ecellerinin ne gün olduğunu bilselerdi, umûmî olarka söylüyorum, burda bizim için müjde var, Muhammedîler için, sallallahu aleyhi vesellem, ölümlerinin gününü ve ânını bilselerdi ve bildikleri anda da insanlar ölseydi, iki taşı birbirinin üzerine koymazlardı. Fakat Allah bir hırs vermiş insanoğluna, yapacağım diye uğraşır. Ve yapamadan gider yâhud yapar gider. Ve herkesin bir vazîfesi vardır kâinâtda, o vazîfeyi bitirir ve ahrete yollanır. 

Bir ahbâbım vardır. Bir misâl olarak bunu söylüyorum. Bazı canlı hâdisât bize büyük ibretler verir, görenler için, anlayanlar için. Derdi ki, o vakitler daha hac yolu kapalıydı, bana derdi ki, "Hâfız Efendi, hac yolu açılsın inşâallahm seninle berâber haccedeceğiz" filan derdi. "İnşâallah" derdim. Ve zamanlar geldi, hac yolu açıldı. Dedim ki, Allah rahmet eylesin, ismi Hüsâmeddin Bey'di, "Hüsâmeddin Bey, hac yolu açıldı, haydi bakalım hazırlan şimdi, bavullarımızı hazırlayalım". Dedi ki, "Apartmana başlatdım, şunu bitireyim, inşâallah bir daha seneye" dedi. "Peki" dedim, ben gitdim geldim, bir daha seneye o apartmanı bitridi ama içine giremedi. Yani ahrete yollandı.

Onun için Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem, "accilû bi's-salâti kable'l-fevt, accilû bi't-tevbeti kable'l-mevt" buyurmuşdur. Süratle zamanlar geçer. Namazın vakti geçmesin hemen namazını kıl, kazâya kalmasın. Tövbeye de hemen acele et, ölüm yetişmesin. Ha bugün tövbe, ha yarın tövbe derken ansızın ölüm gelir. Ölümümüzü bilirsek eğer iki taşı üstüste koymayız. Halbuki mü'minler için ölüm bâbında vuslat-ı cemâl vardır, Allah'a kavuşma vardır, Resûlullah ile buluşma vardır, sâlihlerle cem olma vardır, "fî mak'adi sıdk"a erişmek vardır, mü'minler için. Onun için sen hiç korkmayacaksın, çünkü senin bir kanadın "Lâilâheillallah", bir kanadın "Muhammedü'r-Resûlullah". 

Şimdi gel. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem o gün çok düşünceli ve mahzûn idi, üzüntülüydü. Ümmetinin istikbâlini görür ve ümmetine çok üzülürdü Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem. Ve diyor ki Ümmü'l-mü'minîn Cenâb-ı Âişe radıyallahu anhâ vâlidemiz, "Gece ben O'nu görürdüm ki, kıyâmında ve rükû'unda ve sücûdunda 'ümmetî, ümmetî, ümmetî' diye Cenâb-ı Hakk'a bizim hakkımızda, bizim mağfiretimiz için, bizim affımız için Allah'a yalvarırdı". 

Sen de O'nun sünnetine riâyet eyle. Necât, Hazret-i Muhammed'e tutunmakladır. O sana bir kere nigâh-ı iltifât ile nazar ederse, "Bu benim ümmetim" derse sana kâfî ve bana kâfî gelecekdir, sallallahu aleyhi vesellem. Çünkü îmânın kemâli, Hazret-i Peygamber'i her şeyinden ziyâde sevmekledir. Evlâdından, kasandan, kesenden, malından, her şeyinden ziyâde sevmekledir. Îmânın kemâli burda. Gene kendi mübârek sözleriyle söyleyelim, "Birbirinizi sevmedikçe", mü'minlere hitâb, mü'minlere hitâb, "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah Kur`ân Kitâbullah " diyenlere hitâb, "Birbirinizi sevmedikçe îmân etmiş olmazsınız. Beni her şeyinizden ziyâde sevmedikçe îmânınız kemâle ermez" diyor. Resûl-i Ekrem, Nebiy-yi Muazzam, Nebiy-yi Muhterem, Allah indinde sözü geçen zât-ı muhterem. Başka kimse yok. Şefâat-i kübrâya da O sâhib.

O gün çok mahzûn. Allahu Teâlâ habîbinin hüznüne tahammül eder mi! Hemen Cibrîl-i Emîn Nâmûs-i Ekber'i gönderdi kendisine. İyi dinle, müjde var bizim için, onun için bu hâdiseyi söylemeden geçemeyeceğim. Cebrâil geldi ve kendisine edeble gitmesi emrolundu. "Habîbim Muhammed'in yanına edeble var". Evet efendim. Sallallahu aleyhi vesellem. 
İmâm-ı Azam, yani bizim mezhebimiz sâhibi. Amelde mezhebimiz, İmâm-ı Azam'dır, biz Hanefî'yiz. Kırk gün, iyi dinle, kulağını benden yana ver, kırk gün Ravza-i Mutahhara'ya yani Resûl-i Ekrem'in yatdığı mescid...

Üç mescid var kâinâtda. Birisi Mescid-i Harâm, Kabetullah. Biri Mescid-i Nebî, Medîne-i Münevvere'de. Bir de Mescid-i Aksâ, yani Kudüs. Bugün bizim elimizde değil maalesef. Müslümanlar için bir yüz karası. İş öyle olmayacak ama neyse onları söylemeyelim sizlere, geçelim.

İmâm-ı Azam Hazretleri, Medîne-i Münevvere'ye vardı, kırk gün Ravza-i Şerîfe'nin kapısından yani Peygamber'in yatdığı mescidin...

Cenâb-ı Peygamber Ravza-i Mutahhara'nın içerisinde yatar, Mescid-i Nebî'nin içinde yatıyor, türbesi orada, makberesi. Ve buyuruyorlar ki, "Minberimle makberim arası olan yer cennet bahçelerinden bir bahçedir" diyor. İnşâallah sana da nasîb olur, orada iki rekat namaz kılmak, cennât-ı âliyâtda namaz kılmak gibidir. Ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, hayy-ı manevî ile hayydır. Sel^ma verdiğin vakitde selâmını alır. 

Kırk gün kapıya vardı Hazret-i İmâm-ı Azam, Mescid'in kapısına, içeri girmediler. Kırkıncı günü içeri girdi, Huzûr'a gitdi. Sonra kendine sordular, dediler ki, "Kırk gün kaldınız yâ İmâm, içeri Huzûr-i Saâdet'e girmediniz, kapıdan döndünüz". Dedi ki, buyurdular ki, "İşâret bekledim Peygamber'den, sallallahu aleyhi vesellemden. Peygamber'den işâret bekledim. Kırkıncı gün bana işâret çıkdı. Yani Huzûr'a kabûl edildim" dedi.

Edeb lâzımdır! Onun için "Sakın terk-i edebden kûy*i Mahbûb-i Hudâ'dır bu". Şâir Nâbî'nin gâyetle güzel bir kasîdesi vardır, o devrin paşasına. Berâber gitmişler de Medîne-i Münevvere'ye, yolda paşa ayaklarını uzatmış, Medîne'ye doğru. Hazret-i Nâbî de bu kasîdeyi okumuş kendisine. "Sakın terk-i edebden kûy-i Mahbûb-i Hudâ'dır bu". Hemen paşa ayaklarını toplamış. Medîne'ye vardıkları vakitde, Araplar Türkçe bilmediği hâlde, minârelerden bu kasîdeyi okumuşlar, Türkçe olarak. Sonra sormuşlar, "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bu akşam bize bu kasîdeyi talîm etdi" demişler, Medîne'nin müezzinleri yani. 

Onun için edeb lâzımdır. Cibrîl dahi, Cebrâil aleyhisselâm dahi, Mikâil de, İsrâfil de, Azrâil de, aleyhimüsselâm, Resûl-i Ekrem'in yanına edeble gelirler. Edebsiz kimse hiç bir yere giremez. Ne huzûrullaha, ne huzûr-i Resûl'e, ne huzûr-i evliyâya kabûl edilir. İnsan lâzım olan edebdir. Edebin ma'nâsına da eline, diline, beline sâhib olmakdır. Eline, beline, diline sâhib olmak. Üç kelimeden edeb zâhir olur. Hakk tarafından, Hudâ tarafından bir tâcdır, her kula verilmez. Mü'minlerin edebli olması şartdır ki, huzûra kabûl edileleler.

Cebrâil de huzûr-i peygamberî'ye edeble geldi. Hattâ kabz-ı ervâh günü bile Hazret-i Peygamber'e gelen Melekü'l-mevt'e ve diğer meleklere Cenâb-ı Hakk, "Habîbimin huzûruna edeble varın" buyurdu. Her seferinde meleklere tenbîh olunuyordu. Ki hâşâ onlar günah işlemezler. Melekler, onların erkekliği, dişiliği yokdur, yemez içmezler, günah işlemezler. Şehvet yok onlarda. Sırf nûr onlar. Böyle olduğu hâlde, te'kîd vardır, Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellemin huzûruna edebli girmeleri için.

"Yâ Cebrâil, edeble git, mahzûniyyetini gider habîbim Muhammed'in, şu müjdeyle". Tevhîd müjdesini vereceğim de onun için söylüyorum size bunu. cebrâil aleyhisselâm geldi, dedi, "Yâ Resûlallah, niçin üzülüyorsunuz?". Edeble geldi yanına Peygamber'in. "Mahzûniyyetinizin sebebi nedir?". "Biliyorsun yâ Cebrâil, hüznümün ne olduğunu söyledim size dâimâ".

Diyor ki Hazret-i Âmine, biz oradan alalım işi, Hazret-i Âmine diyor ki, radıyallahu anhâ vâlidemiz, yani Resûl-i Ekrem'in annesi, yani bizim annemiz, babası da Hazret-i Abdullah aleyhisselâm. 

Sersem herif! "Peygamberin anası babası îmânlı mı göçdü?" diyeceğine sen kendi îmânına bak evvelâ. Âl-i İbrâhim kimdi, Âl-i İbrâhim? Âl-i İbrâhim kim? Salavât okuyorsun her gün. İbrâhim Peygamber'den Cenâb-ı Peygamber'e gelinceye kadar Peygamberimizin dedeleridir Âl-i İbrâhim. İsmâil Nebî dâhil olmak şartıyla. Sakın ha öyle şeyle uğraşmayın, "Peygamber'in amcası îmânlı mı gitdi îmânsız mı gitdi" diye. Sonra adamın fikirleri ve kelâmı insanın sû-i hâtimesine sebeb olur. Yani îmânsız çene kapamasına sebeb olur. Kendini düşün! 

Kendine mezar hazırlamaya kalkma! Seni bir delik bulurlar sokarlar. Kendini mezara hazırla sen! Akıllı ol, kafayı işlet, saksıyı, kendini mezara hazırla! Kendine mezar hazırlama! Bir delik bulurlar, bir çukur, kimse meydanda kalmaz, bir yere koyarlar adamı. Hazırlan kabre! Azık isterler kabre, karanlıkdır orası, nûr isterler. Nûr tevhîddir, "Lâilâheillallah"dır. Bunu isterler. Muhabbet-i Muhammediyye isterler. Kim Resûl-i Ekrem'e salât ü selâm okudu, arayı iyi yapdı, o kurtuldu, necâta erdi. Söylüyoruz, hep anlatıyoruz, dilimizde tüy bitdi ve ölünceye kadar da söyleyeceğim.

"Üzülme Yâ Resûlallah, Allah senin ümmetine beş şey verdi ki, diğer ümmetlere verilmedi". İyi dinle bakalım şimdi. "Senin ümmetine Allah beş şey hediye etdi. Diğer ümmetlere bu beş şey verilmedi. Birisi, dünyâda onların", dikkat buyur!, "dünyâda onların günahını meydana koymadığım, gizlediğim gibi, ahretde de onların günahlarını setredeceğim ve affedeceğim. "Üzülmesin Habîbim Muhammed. Ümmetinin günahlarına mı üzülüyor?"

"Efendi, ne demek bu?". Yaaa, Benî İsrâil'de böyleydi, bir adam günah işledi mi, günahı onun alnına yazılır, bu adam zinâ etdi diye, kapısının üzerine yazılırdı. Yâhud hırsızlık yapdı diye. Bizde, birçok günahlar işleriz, Allah settâre'l-uyûbdur,  Allah örter bizim günahlarımızı. 

Şimdi, diyor ki Cenâb-ı Peygamber'e, Hakk Teâlâ selâm ediyor, "Söyle habîbim üzülmesin, dünyâda onun ümmetinin günahlarını gizlediğim gibi yevm-i kıyâmetde de gizleyeceğim, enbiyâ yanında, evliyâ yanında, diğer ümmetler yanında onların günahını ortaya koymayacağım. Üzülecek mi hâlâ habîbim ümmeti hakkında?. Tövbelerini de gargaraya kadar kabûl edeceğim". Yani gırtlak başladı gargaraya, aklına geldi yapdıkları, nâdim oldu, estağfirullah yâ Rabbi dedi, Allah'a döndü, "kabûl edeceğim" diyor. "Üzülecek mi daha?
İşte anlatdım ya, diyor ki, Resûl-i Ekrem'in annesi, vâlidesi, Hazret-i Âmine, radıyallahu anhâ vâlidemiz, anlatmışdım size mevlûd bahsinde ama bugün gene söyleyeceğim, diyor ki, "Muhammed'imi doğurduğum vakitde hemen secdeye kapandı ve küçücük o nûr dudakları, göbeği kesilmişdi, sünnetliydi, gözleri sürmeliydi, başka kadınlar gibi doğum ağrısı sancısı görmedim, başka ahvâl görmedim ben, mübârek dudakları oynuyordu, bir şeyler söylemeye çalışıyordu. Aldım ne diyor diye kulak verdim, 'ümmetim, ümmetim' diyordu. Bütün ömrü boyunca da, yaşadığı müddetçe de, gece namazlarında, teheccüdde, ki ona farz idi, Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi veselleme. Âşıklara da sünnetdir ama vâcib hükmündedir ha! Teheccüd namazı. Bir adam ben âşıkım diyor da teheccüde kalkmıyorsa o adamda iş yokdur. İki rekatdan on iki rekata kadar. Kazâ namazın varsa, kalkar kazâ kılarsın, teheccüd yerine kâim olur. Sakın kazâ namazı bırakma. Kalbim temiz diye ortaya çıkma. Kalbini Allah temizlesin. Hakk senin kalbinin temiz olduğunu söylesin, sen rivâyet etme kendinden. Temizlemeye çalış kalbini. 

Sür çıkar ağyârı dilden tâ tecellî ide Hakk
Pâdişah konmaz sarâya hâne mağmûr olmadan

Kalb tathîr olmayınca, oraya tecelliyât-ı ilâhî olmaz. Nasıl ki sultânı kötü eve sokmazlar, kirli yere koymazlar, reisicumhuru, sultânı, pâdişahı, kıralı. Ki o bizim cinsimizdendir. Tathîr et kalbini. Allah'ın sevmediği sıfatları da söyleyelim, geçelim. Ezberleyemezsin belki ama ziyânı yok. Ucub, kibir, riyâ, gadab, hased, mal sevme, makâma tapma. Bunlar büyük günahlardandır. Kalbin hastalıkları bunlar. Allah indinde en büyük günah da Allah'a şirk koşmakdır, ondan büyük günah yokdur. Allah dilerse şirkden gayrı günahları affeder. Öyle söylüyor, Kitâb-ı Kerîminin bir çok yerlerinde. 

Yine Cenâb-ı Peygamber'in vefâtı esnâsında, Hayder-i Kerrâr, Sâkî-i Kevser, Fâtih-i Hayber, Zevc-i Fâtımatü'z-Zehrî, Vâris-i Ulûm-i Nebî olan Ali kerremallahu vecheh, "Ben ordaydım" diyor, "Resûl-i Ekrem'in mübârek vücûdundan rûh çıkdı, çıkdıkdan sonra son kelâmı şu oldu. 'Sümme Refîku'l-A'lâ Sümme Refîku'l-A'lâ Sümme Refîku'l-A'lâ' dedi ve rûh çıkdı" diyor. "Sonra gene dudakları oynadı, hemen koşdum ne söylüyor diye kulak verdim, 'ümmetim, ümmetim' diyordu". 

Bu âlemde böyle olduğu gibi, yarın "yevme tüble's-serâir"de yani kıyâmet gününde, herkesin ne olduğu meydana çıkdığı günde de, arşın önüne gidecek ve bizleri kurtarmak için elinden geleni yapacakdır. Allah da zâten Kur`ân-ı Kerîminde ona va'd etmişdir, "وَلَسَوْفَ يُعْط۪يكَ رَبُّكَ فَتَرْضٰىۜ ve le sevfe rabbike yu'tîke fe terdâ", "Habîbim Muhammed, seni râzı kılıncaya kadar, istediğin kadar sana vereceğim" demişdir. Bitdi o kadar. Allah sözünden dönmez.

"Yâ Resûlallah, senin ümmetinden bir kimse ömründe bir kere 'Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah' derse, ebedî nârda kalmayacak. Niye üzülüyorsun? Daha üzüntün ne? Sana gene bir müjde vereyim yâ Habîballah. Hakk Teâlâ buyurdu ki, 'Bunu hiç bir Peygamber'e vermedim, hiç bir Peygamber'in ümmetine'. Hayatda olanların duâsı ile ölülerin azâbı kaldırılacak". Bize verilmiş bu, başkalarına yok.

Meselâ, bunu söylemeden geçmeyeceğiz, yetmiş bin tevhîd okuyan kimse, iyi dinle bakayım beni şimdi, yetmiş bin kelime-i tevhîd okuyan kimse, yetmiş bin defa "Lâilâheillallah" diyen kimse, her "Lâilâheillallah"da, "Muhammedü'r-Resûlullah" düşünülecek, yüzde bir defa, "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah" diyerek izhâr edilecek. Bir seferde olmaz. Günde beş yüz, bin, bin beş yüz, üç yüz, böyle çekerek, yetmiş bin tevhîdi bir adam çekerse eğer, kendisini azâbdan kurtarır. Herhangi bir kimseye de bunu bağışlarsa o da azâbdan kurtulur. 

Allah rahmet eylesin, geçen sene Ramazanda, Kadir'den bir gün sorna vefât etdi, Pehlivan İsmail Hakkı Bey vardı, elektrik şirketinde, belki içinizde tanıyanınız da vardır, ben bunu ders esnâsında söylemişdim, bu hazret yapmış bunu.  Yetmiş bin defa tevhîd etmiş ve babasının rûhuna bağışlamış. Geldi dedi ki, "Babam öleli otuz beş sene oldu Hocaefendi" dedi. "Bir çok şeyhlerden, mürşidlerden, hocalardan dinledim bunu, yapmak nasîb olmadı, fakat senin sözünle yapdım bu işi ben" dedi. "Otuz beş senedir babamı görmüyorum, tevhîd bitdi, o akşam babam geldi, "İsmail, gönderdiğin hediyeleri aldım, Allah sendne râzı olsun" dedi. 

Onun için, yapılmayacak bir şey değil. Evvelâ kendini kurtarmak için. Yetmiş bin tevhîd eden mutlakâ kurtulur. Hattâ Molla Hüsrev Hazretleri ve Müftîü's-Sekaleyn Hazretleri, bunlar vasiyetnâmelerine koymuşlar, ki vefâtından sonra kendilerine yetmiş bin tevhîd çekile. Gene bir kıssa anlatacağım, sonra geçeceğim.

İbn Arabî Hazretleri, Muhyiddîn İbn Arabî Hazretleri, büyük velîlerden, İslâm'ın önderlerinden, önde gelenlerinden. Aleyhinde olan çok adam vardır. "Efendi böyle bir adamın aleyhinde olan olur mu?". Olur. Peygamberin de aleyhinde olanlar var ya. Hattâ Mûsâ Peygamber Hazret-i Allah'a demiş ki, "Yâ Rabbi, kullar benim aleyhimde konuşuyorlar, kulların dilini benden kes, benim aleyhimde konuşmasınlar" deyince Hakk Teâlâ buyurmuş ki, "Yâ Mûsâ! Peygambersin ama sen de onların cinsindensin, ben onların hâlıkıyım, benim de aleyhimde konuşuyorlar" demiş. Malum ya, vermedi mi hemen aleyhe geçiyoruz, rızâ göstermiyoruz. Hasta olduk mu, hemen aleyhine geçiyoruz, Allah'ı kullara şikâyete başlıyoruz.

Hazret'in de bir çok düşmanları vardır fakat büyük kerâmâta mâlik bir zât-ı muhteremdir. Vakitler dar ama söylemeden geçmeyeceğim, bir tânesini söyleyeceğim. Hazret'in bir komşusu varmış, onun aleyhinde. 
 
İnsan bilmediğinin düşmanıdır birâder. Bir daha söylüyorum. Umûmî olarak, insan bilmediği şeyin düşmanıdır. Öğren, bil, sonra düşman ol, fuzûlî düşmanlığa lüzûm yok.
 
Efendi'nin aleyhinde imiş o adam. Efendi'nin derecesine ermemiş, bilmiyor. Bir gün hasta olmuş kendisi, Hazret-i Şeyh gelmiş kapısını çalmış. Kapıyı hanımı açmış, "Ne istiyorsunuz?" demiş. "De ki, Muhyiddin geldi, kendisini ziyâret edeceğim, müsâadesi var mı?" demiş. Kadın biliyor şeyhi sevmediğini. Fakat gene de gitdi söyledi, dedi "Şeyh Muhyiddin Efendi geldi, seni ziyâret etmek istiyor". "Onun burada işi yok" demiş. "Onun işi kilisede, kiliseye gitsin o" demiş. Kadın da kocasının söylediğini aynen Hazret-i Şeyh'e nakletmiş. "Peki, komşum beni kötü yere göndermez. Mâdem ki öyle söyledi gideyim kiliseye" demiş ve gitmiş, kiliseye oturmuş. Hıristiyanlar ibâdetdeler. O da başında tâcı, sarığı, kisve-i İslâm ile oturmuş orda. Papaz anlatıyor.

Hıristiyanlıkda, çok dikkat etmeniz lâzım burakara, konuşduğum sözlere, hıristiyanlıkda itiraz yokdur, neden diye sorulmaz. İslâm'da neden diye sorulur, illeti sorulur. Abdestin farzı dört denmiş, neden? İlleti nedir, soracaksın. Bunu söyleyen zât da sana bunu îzâh edecek. Çünkü âlimin vazîfesidir, boynunun borcudur. İslâm'da gizli kapaklı bir şey yok. Onun için hıristiyanlar bir üç, üç birdir derler. Yani Allahu Teâlâ Hazretlerini teslîs ederler. "Papaz Efendi, bu ne demek?" deyince, "O sorulmaz" denir. Bitdi o kadar. Ya kabûl edersin ya kabûl etmezsin. Bitdi o kadar. Hattâ çok âlim bir adam vardı, profesörlerden, hıristiyandı, kendisine dedim ki, "Yâhu sen bu ilimle, bu kafayla kiliseye nasıl gidiyorsun?" dedim. Bana dedi ki, "Hocaefendi, biz kiliseye girerken şapkamızı çıkarırız, şapkayla berâber aklımızı da dışarda bırakırız, içeri öyle gireriz" dedi. Bizim dînimiz âlî dîn, Allah dîni. Soracaksın, öğreneceksin, yapacaksın. Bizde "Mukallidin îmânı sahîh değildir" diyenler bile vardır. Bizde tahkîkli îmân vardır. Ama biz dînimizi aramıyoruz. Biz dînimizi öğrenemedik. Güzeli bilemedik, güzeli bulamadık. Yâhud yanlış bir yere sorduk. Doktor zannettiğimiz beyaz gömlekli bir adama sorduk hastalığımızı. Halbuki o doktor değilmiş, o kıyâfete girmiş. Ne demek istediğimi anlatabildim mi acabâ?

Papaz anlatırken, Hazret-i Şeyh demiş ki papaza, "Hayır, Îsâ Efendimiz öyle demedi" demiş. Der demez, papaz şaşırmış, "öyle dedi" demiş. "Hayır öyle demedi. Îsâ Efendimiz benden sonra Ahmed Peygamber gelecek diye müjdeledi" demiş. Papaz, "Hayır, Îsâ'dan sonra peygamber gelmez" demiş. Bunun üzerine Hazret-i Şeyh, "Peki öyleyse Îsâ Peygamber'e sor bakalım" demiş. Kiliselerde resim var ya. Papaz, "Resim konuşmaz ki" deyince. Hazret-i Şeyh "Sen sor, konuşur o" demiş. Papaz Hazret-i Îsâ'nın resmine doğru seslenmiş, "Yâ Îsâ, senden sonra peygamber gelecek mi?" demiş. Resimden cevâb gelmiş, "Hazret-i Muhammed gelecek. Hazret-i Muhammed'in gelişini müjdelemek üzere yüz yirmi dört bin peygamber gönderildi, ben de onlardan birisiyim. Benden sonra Ahmed Peygamber gelecek diye, ibâdullahı tebşîr ettim". Resim konuşmuş, papaz şaşırmış. Onun üzerine hepsi "Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve resûluh" diyerek îmânlarını izhâr etmişler. Hazret-i Şeyh önde bunlar arkada kilisden çıkmışlar, câmiye doğru gidiyorlar, komşunun kapısının önünden geçerlerken, Hazret demiş ki, "Komşum beni kötü bir yere göndermedi, bunların hidâyetine vesîle olacakmışım, onun için gönderdi beni oraya".
 
Olgunlar, pişkinler böyledir. Çiğler kavga çıkarır. Ham-ervah kavga çıkarır. Pişkinler hemen kızmazlar. Hattâ sahâbeden birisi, "Yâ Resûlallah bana vasiyet et" demiş, Efendimiz ona "Lâ tağdab" buyurmuşlar, yani "gadablanma" demiş. Sözü suhûletle al, gadablandığın vakit anlayamazsın, hayrı şerri ayıramazsın. Gadabla kalkan zararla oturur. Aynı sahâbe aynı soruyu üç defa sormuş, Peygamberimiz üçünde de "lâ tağdab" yani "gadablanma" buyurmuşlar. Geçiyoruz.

Diyor ki İbn Arabî Hazretleri, "Ben bir kabristana gitdim, bakdım, kabristanın içerisinde bir kabre katran akıyor, katran".

Efendiler! Kabir azâbı hakdır ve gerçekdir. Kabir denilen şey, amel çukurudur, amel sandığıdır. Yakında bizi buraya koyacaklar. Gençliğine, pâdişahlığına, emîrliğine, hiç bir şeyine güvenme! Bu böyle olacak. Bunun münkiri de yokdur kâinâtda. Biri kalkıp da diyemez ki, "Hayır, bizi kabre koymazlar" diyemez.

Katran akıyor. Resûl-i Ekrem'in söylediğini söyleyeyim ben size. "Kabir ya cehennem çukurlarından bir çukurdur, ya cennet bahçelerinden bir bahçedir". Üçüncüsü olmaz bunun. Katran akıyor. Kabirdeki insan azâbda. Hazret-i Şeyh bunu görmüş gözüyle. 

Şimdi gene bir sır haber vereyim size. Allahu Teâlâ bir kimseye kerâmet verdi mi, kerâmâtın ibtidâsı kabre vâkıf olmakdır. Kerâmât doğrulukla verilir, doğrulukla, dürüstlükle verilir, istikâmetle verilir. Müstakîm olan bir zâta Allah kerâmet verirse, ilk verdiği, ilk keşif, kabirleri keşfeder. Hangi kabirde azâb var, hangisinde nimet vardır, görür onları o. Kerâmâtın son derecesi de keşf-i kulûbdur, kalbleri okur. Yani kalb bir orman gibidir, evliyâullah bir arslan gibi o kalbde dolaşabilir. Hazret-i Şeyh'e bunu çok görme.

Kabir azâb içerisinde, görüyor. Bir de delikanlı, kabrin baş tarafında, genç bir çocuk. 

Düşmanına bile merhametli davranacaksın, âdil davranacaksın. Sakın zulme sapma! Allah zâlimleri sevmez. Allah zâlimlere zahîr değildir. Merhametli ol. Çünkü AllaH'ın Rahmân ve Rahîm esmâsının tecelliyâtı Hazret-i Muhammed'de zâhir olmuş, sallallahu aleyhi vesellemde. Ne diyor? "وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَم۪ينَ vemâ erselnâke illâ rahmeten-lil-'âlemîn" diyor. "Habîbim Muhammed, seni âlemlere rahmet olarak gönderdim" diyor Hazret-i Allah Celle Celâluhû Hazretleri. Merhametli ol, şefkatli ol. Küçüklere şefkatli, büyüklere merhametli. Ağaç dik. Çiçek dik. Dikdiğin ağacın her bir yaprağı senin için Allah'a istiğfâr edecekdir, yaşadığı müddetçe. Sadaka-i câriyedir. 

O delikanlı orada ağlıyor, on sekiz yaşında bir delikanlı. "Ben bunu görünce merhamete geldim" diyor. "Yetmiş bin tevhîd okumuş idim". Hazret-i Muhyiddîn İbn Arabî söylüyor. "Yetmiş bin Kelime-i Tevhîd okumuşdum ama henüz bağışlamamışdım" diyor. "Oğlum, kimin bu" demiş. "Annem" demiş çocuk. "Öyle deyince, annesi azâbda, oğlu ağlıyor, ben yetmiş bin tevhîd okumuşdum, bağışlamamışdım, hemen bağışladım, derhal kabir azâbdan nimete döndü. Yani cehennem çukuruydu, cennet bahçesinden bir bahçe oldu. Olunca çocuk gülmeye başladı" diyor. Meğerse çocuk da erbâb-ı mükâşefedenmiş. Yani o da kabri görüyor. İşte anlaşılıyor ki, insan kabirde azâbda da olsa, yetmiş bin tevhîd okunduğu vakitde, mutlakâ azâb rahmete tahvîl ü tebdîl olacakdır. 

Haydi bir kıssa daha anlatayım, derse nihâyet verelim.

İbrâhim Vâsıtî Hazretleri diyor ki, "Ben Arafat'daydım, yedi tâne taş aldım". Burada bir şey tenbîh edeceğim, yapın dediklerimi. "Yedi tâne taş aldım. Eşhedü en lâilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve resûluh dedim, taşlara dedim ki şâhid olun, Allahu Teâlâ'nın vahdâniyyetine ben şehâdet etdim, Resûl-i Ekrem'in nübüvvetini ben tasdîk etdim ve şehâdet etdim dedim ve Arafat'a o taşları bırakdım" diyor.

Câmiden giderken geldiğin yolun aksi yoldan git gideceğin yere. Allah'a kasem ederim ki, abdestli basdığınız taşlar, size yevm-i kıyâmetde şâhid olacakdır. "Yâ Rabbi üzerimden abdestli olarak, seni tevhîd ederek câmiye gitdi" diye şâhid olacaklardır. "Efendi, taş konuşur mu?". Konuşur erenler. Bırak bu kafayı! Her şey konuşuyor şimdi. Görmüyor musun, el izleriyle, el izleri konuşuyor, kâtilleri buluyorlar yâhu. Bunu insanlar yapıyor. O insanları halk eden, semâvâtı direksiz, kâfiri yüreksiz kılan Allah neye kâsdir değil! Ayrı yollardan gidiniz ve câmiden sonra Allah'ı zikrediniz. Çünkü Cenâb-ı Hakk Sûre-i Cuma'da diyor ki, "Namazdan sonra Hakk'ı zikredin" diyor. Zikrullah ile meşgûl olun, kötü yerlere gitmeyin. 

"Atdım taşları, o gece bir rüyâ gördüm" diyor. "Rüyâmda kıyâmet kopmuş, beni nâra götürdüler. Fakat o yedi taş, okuduğum yedi taş, yedi cehennemin kapısın kapak oldu" diyor. Dediler ki, 'Yâ Rabbi, seni bu tevhîd etdi, habîbin Muhammed'i tasdîk etdi'. Hakk Teâlâ buyurdu ki, taşlar benim vahdâniyyetime şehâdet edene şehâdet edince, ben Allah'ım, ben unutur muyum, götürün bunu cennete' dedi" diyor. Cennete gitdiğim vakitde cennetin kapısı kapalıydı. Emredildi ki, "Lâilaheillallah Muhammedür'-Resûlullah" de, cennetin miftâhı odur. O vakit ben, Lâilaheillallah Muhammedür'-Resûlullah" dedim, cennetin kapıları açıldı" diyor. "Uyandım ki Arafat'dayım" diyor. Rüyâ sâdık. Bir veliyyullah bu, İbrâhim Vâsıtî, kaddese sırrah.

Sizin için çok ibret alacak kıssalar anlatdım. Çok konuşmakda değil. Bunlardan ibret almak ve bunlardan bazılarını ihlâs ile yaparsan, bir kaç tânesi bize kâfî gelecekdir. hele tevhîd! O nûr o! Arşın, kürsünün direği, Allah'ın sevgili ismi o. Îmânımızın alâmeti, Resûl-i Ekrem'in taraf-ı ilâhîden şehâdeti. 

Yâ Rabbi, bizi tevhîdden ayırma. Rûhlarımızı Rûh-i Muhammed'inle âşinâ eyle, nigâh-ı iltifâtlarıyla bizi nârından âzâd, dâhil-i cennet eyle.

Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sıratin müstakîm.

Hakk'ın metîn kal'ası
Nûr burcunun bâlâsı
Zikrullahın a'lâsı
Lâ ilahe illallah

www.muzafferozak.com

Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 16 Mart 1984  (14 Cemâziyyülâhir 1404) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.
Listeye geri dön